Açık Gazete'nin köşelerinden Ekonomi Politik'te Ali Bilge gündeme dair yorumlarını paylaştı.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey!
Ali Bilge: Günaydın Ömer Bey, günaydın Özdeş, herkese merhabalar, iyi haftalar.
Özdeş Özbay: Günaydın Ali Bey.
ÖM: Gene başladık olağanüstü yoğun, bir yandan savaş, resmen savaştayız artık Suriye ile, bir yandan muazzam bir göçmen sorunu katlanarak büyüyor, devam ediyor, “serbest bırakıldı” deniyor, resmen tek rakamlı hanelere kadar veriliyor İçişleri Bakanı tarafından “100 binin üzerinde, şu kadara kadar geldi” diye, bir yandan da hiç değinemediğimiz korona virüs yaygını resmi otoriteler tarafından en kötü senaryonun gerçekleşeceğine dair bazı açıklamalar geliyor dünya sağlık örgütleri tarafından, bir yandan da göçmen faciasını yaşıyoruz. İklimden bahsetmiyorum bile bu durumda ama güney kutbu ile ilgili bir makale okudum ve bu konuda kalem oynatmaya çalıştım biraz, hakikaten medeniyetin sonunu getirecek bir durumdan bahsediyoruz. Buyurun söz sizde.
AB: Her yer karanlık! Ülke hiç iyi bir durumda değil, nereye baksanız devasa sorunlarla karşı karşıyasınız ve bir savaş içindeyiz. Türkiye yoğun bakımda bir ülke! Tüm sorunları tek tek sayarak analiz edebiliriz ama sonunda söyleyeceğimizi başta söyleyelim, bu ülkenin bir rejim sorunu var, 21 aydır gezegen üzerinde örneği olmayan bir başkanlık rejimiyle, tek adam rejimiyle ülke yönetilmekte, bir otokrasi hakim bu ülkede ve bir otokrat tarafından yönetiliyor. Bu rejim ülkeyi dibe getirmiş durumda, saydığımız bütün bu sorunların dile getirilen tüm hususların rejim sorunuyla bağlantısı kurulmadan açıklanması pek mümkün değil. Türkiye’nin cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen bir ‘rejim’ sorunu bulunuyor, bu rejimde ülkenin yönetilmesi mümkün olamaz demiştik,bu lokomotif bu vagonları taşıyamaz demiştik, bu lokomotif bu ülkeyi çekemez demiştik, nitekim vagonlar devrildi. Her yer harap, ekonominiz, demokrasiniz, göçmen-mülteci politikanız, dış politikanız perişan, lokomotif pert olmuş vaziyette, vagonlar devrildi. Ülkenin fren sistemi kalmadı bu rejim de fren sistemi yok. Bakın 1 Mart tezkeresinin yıldönümüydü dün, Ömer beyle katıldığımız bir etkinlik vardı, binlerce insanın savaşa hayır dediği 1 Mart tezkeresi öncesi Ankara’da, 17 yıl önce. 17 yıl önce meclis toplandı savaş tezkeresi için, bunu enine boyuna tartıştı, onun öncesinde eleştirirsiniz, eleştirmezsiniz Milli Güvenlik Kurulu’nda konu gündeme getirildi, askerler siviller tartıştı, askerler herhangi bir şekilde taraf olmayacaklarını belirttiler. TBMM tezkereyi kabul etmedi. Türkiye ABD’nin istediği tezkereyi kabul etmedi, Irak savaşına dahil olmadı. Önceki Türkiye’de iyi kötü bu ülkenin mekanizmaları vardı, bu mekanizmaların hepsi yeni rejimle 21 aydır yönetildiğimiz otokrasiyle ortadan kalktı, bu süreç anayasa değişikliğiyle başladı, bu rejim Türkiye’yi bu noktaya taşıdı. Suriye savaşını, göçmen politikasını, iyi gitmeyen tüm meseleleri rejim sorunuyla ilişkilendirmeden bakarsak eksik ve yanlış bakmış oluruz.
ÖM: Evet.
AB: Dolayısıyla bütünüyle ülkenin içinde bulunduğu bu girdap bir rejim sorununun içinde kıvrandığımızı gösteriyor. Bakın bu rejimden, otokratın eski yoldaşları memnun değil, AKP de cumhurbaşkanlığı yapmış, başbakanlık yapmış olanlar memnun değil. Çok ciddi bir muhafazakar kesim memnun değil. Kemalistler, ulusalcılar, sekülerler memnun değil, geçmişin bir kısım ülkücüsü memnun değil, milliyetçisi memnun değil, Kürtler, muhafazakar olmayan Kürtler memnun değil, aleviler, demokratlar, liberaller memnun değil, savaşın içinde bulunan bu ülkede 7 milyon işsiz bulunuyor, bu insanlar memnun değil. Burası bir memnuniyetsizler ülkesi ve ülke savaş içinde, ülke işsizlik içinde, adaletsizlik içinde. Bakın bugün eğer iptal edilmemişse 24 baro Ankara’da Yargıtay’a yürüyüş yapacak, adalet yürüyüşü yapacak.
ÖM: İptalini duymadık ama zor olabilir tabii.
AB: Evet, 2 Mart diye ben biliyorum.
ÖÖ: Sanırım ben gördüm bir yerde “bu da iptal edildi!” diye.
AB: Edildi mi? Edilmiş olması muhtemeldir, bütün etkinlikler iptal ediliyor. Biz yoğun bakımda bir ülkeyiz, bütün bu yoklukları sıralıyoruz, işsizlik, hürriyesizlik, adaletsizlik, yoksulluk, kaynaksızlık, güvensizlik içindeyiz, dış politikada büyük devletlerle oynamaya kalkan bir rejim var, oyunun sonuna gelindiğinde, büyük devletlerin de oyuncağı haline gelen bir rejim var. Boğazına kadar Suriye batağına batmış ‘Dostum Esad’dan ‘düşmanım Esad’a, ‘dostum Putin’den bir anda ‘hasmım Putin’e geliveriyorsunuz, “seni mahvederim!” diyen Trump’tan ‘kankam Trump’a dönebiliyorsunuz. Bu devletlerle oyun oynamaya kalkışırsan, oynamayı da beceremezsen, sen oyuncak oluyorsun. Bakın iki tane Rus gemisi geçti değil mi Akdeniz’e? Onu duydunuz değil mi 3 gün önce?
ÖM: Evet.
AB: Şimdi çok ilginç, gemilerin isimlerini söyleyeceğim ve bu isimlerin çağrıştırdıklarını anlatacağım. Amiral Makarov ve Amiral Grioroviç. Ruslar gemilere iki amiralin ismini vermiş. Türkiye’den, boğazlardan geçip doğu Akdeniz’e gidiyor bu gemiler. İki amiralin bir tanesi Stefan Makarov, 93 Harbi diye bilinen meşhur Rus savaşında Osmanlı donanmasına ilk darbeyi indiren Rus komutan, onun ismini vermişler. Öbürü de İvan Grigoroviç 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı kıyılarını bombalayan Rus amirali. Bu isimlerin yüksek çağrışımları vardır, yüklü anlamları vardır, anlatmak ima etmek istediği hususlar vardır. Rusya –Putin Türkiye ile adeta dalga geçiyor.
Şimdi biz Rusya ile Soçi’de beraberdik değil mi, Astana’da beraberdik? Sonra söz verdik, dedik ki “İdlib’e dokunmayın, biz burayı çözeceğiz, burasını cihadist unsurlardan arındıracağız, İdlib bizim işimiz!” dendi. Ne zamandan beri? 2018’de oldu değil mi Soçi yanlış hatırlamıyorsam, Soçi’den sonra biz İdlib’i üstlendik. Peki sonrasında İdlib’deki sorun çözüldü mü? Çözülmedi. Sürekli bu gündeme geldi mi? Geldi. Sorasında Rusya bu hususu gözümüze sürekli soktu mu ? Soktu . Biz hem sözümüzü yerine getirmedik, hem de Suriye rejimi ile uğraştık. Sonunda çıkmaz sokağa varıyorsunuz, açmazların içerisine düşüyorsunuz, boğuluyorsunuz. Türkiye’nin BM’deki daimi temsilcisi eski müsteşar Feridun Sinirlioğlu -Aydın Selcen’in yazısından okudum- 36 askerin şehit olduğu operasyona Rusya’nın dahil olduğunu belgelerle açıklamadı mı? Açıkladı. 36 asker öldürüldü, rakam değişmedi değil mi? 36 asker şehit oldu.
ÖM: Evet 36 şehit.
AB: Sinirlioğlu operasyona Rusya’nın dahil olduğunu belgeleriyle ortaya koydu. Yayına bağlandığım, şu an bulunduğum yerden 30 km. ileride -15 Temmuz’dan sonra cezalı MÜRTED askeri hava alanı bulunuyor, burada Rusya’dan aldığımız S400 füzelerinin montajı devam ediyor. Rusya ile silah üretim-geliştirme kararı alan bir yönetim var, her alanda işbirliği yapacağız dedi Erdoğan, 3 -4 ay önce söylendi bu sözler, Rus silahlarının ve Rus füze sistemlerinin montajını sürdürüyoruz halihazırda. Böylesi bir ilişkideyken Rusya ile savaş moduna geçmemiz, karşı karşıya gelmemiz normal bir durum mu? Böyle bir ülke normal bir ülke mi? Böyle bir ülkenin rejimi normal bir rejim mi? Bunları sormadan bu olup biteni açıklamak gerçekten yetersiz kalıyor. BM toplanıyor, NATO toplanıyor, AB toplanıyor, meclis lütfen yarın toplanıyor.
ÖM: Evet bu çok acayip, üstelik de kapalı toplantı yapacak meclis. Ben bir ufacık ilavede bulunayım izninizle, bugünkü gazetelerin bazılarına baktığımız zaman, rejim yanlısı, daha doğrusu iktidara yakın olan gazetelerin dışındakilere durumun vahim olduğunu söyleyen manşetlerle çıkmışlar. Cumhuriyet gazetesinde “İdlib’de köşe kapmaca. Erdoğan-Putin görüşmesi öncesi silahlar konuşuyor” diye. İkincisi Yeni Yaşam gazetesinde “gerçek gizleniyor, iktidar halkı bilgilendirmiyor, dünyayı bilgilendiriyor. İddialara göre asker kaybı daha fazla, kayıpları örtme ve öfkeyi mülteciye yöneltme politikası” diye bir şey yapılmış. Birgün gazetesinde “Putin gelmedi Erdoğan gidiyor” diye bir manşet var “hükümet Suriye’de Bahar Kalkanı harekatının başlatıldığını duyurdu. Erdoğan ise İstanbul’a gelmeyen Putin’le görüşmek için 5 Mart’ta Moskova’ya gidecek” diyor ki 5 Mart tam belli mi bilmiyorum. Evrensel gazetesi de “sınırda bekleyiş sürüyor!” patlangacıyla vermiş “tampon bölgede düşleri çalınmış çocuklar, mülteciler Edirne’de başka bir ülkeye geçmek için beklerken umut yerini ‘hayal kırıklığına’ bıraktı. Her şeyini satan aileler, okulu bırakan çocuklar mutsuz bekleyişlerini sürdürüyor” diye yazmışlar. Bir de Karar gazetesinde de “masaya kadar sahada mesaj diye TSK’nın Rusya destekli rejim hedeflerine yönelik operasyonları Bahar Kalkanı harekatına dönüştü” diyor. Onun dışındaki gazetelerde ise tamamen kuvvetli iktidar savunuculuğu var; Hürriyet gazetesi başta “Yunanistan mültecileri tutamıyor!” patlangacıyla “Avrupa’nın uykusu kaçtı!” diye muazzam bir manşet vermiş! Milliyet gazetesi “Bahar Kalkanı”nı gene savaş uçakları görüntüleriyle vermiş “Rejimi kör etti, F16 ve SİHA’lar vurdu!” diye veriyor. Sabah gazetesi “Bahar Kalkanı ile hedefler dümdüz!” diye gene savaş uçaklarını gösteren savaş fotoğrafları eşliğinde. “Türk futbolu tek yürek” diye selam duran GS’li futbolcuların fotoğraflarını da koyan asker selamı veren vermiş. Akşam gazetesi “İdlib’e Bahar Kalkanı, F16’lar 2 rejim uçağını düşürdü!” patlangacıyla vermiş, savaş goygoyu da var. Yeni Şafak da “Türkiye’nin verdiği süre bitti, Bahar Kalkanı başladı, karada ve havada aman yok!” diye bombardıman, savaş uçağı ve başka şeylerin resimleriyle birlikte. Durum budur yani.
AB: Hamasetle gelinebileceklerin sınırına geldik, benim gördüğüm kadarıyla hiç kimse AKP ‘ye oy verenler de dahil, neden orada olduğumuzu ve bu kadar genç insanın şehit oluşunu, Erdoğan ve etrafı gibi anlamıyor, 54’e çıkmış 1 ay içinde Suriye’de şehit olan asker sayısı.
ÖM: Toplamda değil mi?
AB:Neden Suriye’deyiz sorusunu cevaplamakta, anlatmakta gittikçe zorlanıyor bu iktidar. Yapılan saldırıyı kınamak elbette gerekli ama aynı zamanda “orada işiniz nedir?” diye sormalı, neden oradayız ve bu insanlar neden ölüyor ? AKP’ye oy verenler de dahil, durumu olağan kabul etmeyeneler çoğunlukta . Bugün bu ülkede bu soruyu sorduğunuz vakit suçlanıyorsunuz. Ülke bu noktaya geldi, “işiniz orada nedir?” diye sormanın suç gibi algılandığı bir rejim içerisindeyiz. Bakın TRT Arap diye bir kanal var, dün gece öğrendim, mültecilere kaçış yolları ve kapılarını gösteren haritalar yayınlamış.
ÖM: Evet, biraz önce Özdeş Özbay da onu anlattı bizim şeyde, evet gerçekten çok çok inanılmaz bir şey.
AB: Ülkede rejimden memnuniyetsizler gittikçe artıyor, Suriye savaşı da bu yanlışlıklar serisinin tam gözünde bir durum. Geldiğimiz aşama, 2012’den itibaren yapılan yanlışlıklar serisinin hazin hali, sonudur. 1 Mart 2003 tezkeresini reddeden bir meclisten bugünlere geldik. Anımsayalım o günleri, ‘Savaşa karşı barış’ mitingleri oldu, sizinle ben de Ankara’da buna katılan kişileriz, bir ucu Esenboğa’da bir ucu Kavaklıdere’ de, meclisin oradaydı.
ÖM: Evet gayet iyi hatırlıyorum, 5 saat boyunca da takip etme fırsatımız olmuştu canlı yayınla beraber.
AB: Dolayısıyla bugün böyle bir ortam yok, savaşa hayır diyebilecek bir özgürlük yok, TBMM, yargı yok, ülkenin freni, balatası kalmadı. Meclise bilgi verilmeden bir savaşın içine girdik, bu savaş için bir tartışmada devam ediyor, ‘anayasaya göre tezkere yeterli mi, yoksa bir savaş ilanı meclisten çıkmalı?’ diye..
ÖM: Ve kapalı oturum yapılacakmış, neden kapalı oturum yapılıyor? Bunu da anlayabilmiş değilim. Yani şehitlerin isimleri ve cenaze törenleri ve sayıları da çok geç verildi ama en azından yapıldı sonunda cenaze törenleri. Bunları da kapalı şehit törenleri de mi yapmak gerekiyor? Ne demek kapalı meclis oturumu yani neyi gizlemek isteniyor halktan?
AB: Bu tür durumlarda kapalı oturum yapma tercihinde bulunurlar, kapalı oturumlarda da herşeyin konuşulduğunu ben zannetmiyorum, tecrübelerim de o yönde. Kapalı oturumlara katılan vekiller geçtiğimiz yıllarda yaptıkları açıklamalarda, bu tür yeterli- geniş bilgilerin hükümet tarafından verilmediğini söylemişlerdir. Ki bunlar eski meclisin vekilleriydiler ! Dolayısıyla, kapalılık, kapalı oturumlarda da devam ediyor anladığım kadarıyla, muhalefet yeterince bilgilendirilmiyor. Bakın Kıbrıs harekatını benzer süreçleri hatırlayın, yürütmenin başı ve hükümet, meclise ve muhalefete grubu bulunan partilere, liderlere bir şekilde bilgi verilir, paylaşılırdı durum .
Suriye savaşı da dahil, ülkenin yaşadığı tüm bu sorunlar rejim kaynaklı sorunlardır, sorunlarımız rejimle irtibatlandırılmak durumundadır. Rejimden bağımsız olarak içine girdiğimiz girdapları açıklamamız mümkün değil. İşte bakın Türkiye böyle olumsuz bir pozisyonda, duruma biraz da ekonomi katayım, yeni bir rakam, Türkiye’nin Uluslararası Net Yatırım pozisyonu diye bir rakam vardır, merkez bankası yayınlamakla mükelleftir. Bu rakam ülkenin döviz varlıklarıyla yabancılara olan yükümlülüklerinin toplamını gösterir, bunlar arasındaki fark da net döviz açığı oluyor. 2019 sonu itibariyle Türkiye’nin net döviz açığı 349 milyar Dolar, biz 349 milyar Dolar net döviz açığı veren bir ülkeyiz, bizim milli gelirimiz 754 milyar Dolar, milli gelirin %46’sı kadar döviz açığı veren bir ülkede yaşıyoruz ve savaştayız!
Erdoğan ve rejiminin en fazla ihtiyaç duyduğu şeyler Merkez Bankası kaynakları ve çatışma ve savaş ! Savaş ve çatışma ile milli ve dini duygular cezb edilerek iktidar desteği sağlandığı düşünülüyor, ülkenin kasası da yeterli olamayınca, merkez bankası kaynaklarına baş vuruluyor, ama artık bunların da bir sınırı ve sonu var.
Uluslararası politikada, arenada, dış politikadaki yaşadığımız dengesizlik etrafımızı sarmış vaziyette, İran’la papazsınız, Irak’la papazsınız, Suriye ile papaz olmuş vaziyettesiniz, Rusya ile bir gün öyle bir gün böyle. Bakın 30 km. ileride Rusya’dan aldığımız S400 füzesinin montajı yapılıyor, Ruslar Mersin’de nükleer santral yapıyor, doğal gazımızın büyük bir bölümü Rusya’dan geliyor, 20 milyar Dolar Rusya fatura kesiyor size, petrol alıyoruz, turistin 1/3’ü Rusya’dan geliyor, 50 milyon turistin 1/3’ü, yaş meyve-sebze satıyorsunuz, silah üretimi yapıyorsunuz, buğday satın alıyorsunuz, Rusya ile ilişkileriniz de öyle böyle bir ilişki değil. Rusya’nın da burada çıkarları var elbette, dolayısıyla bu konumda bir ülkenin bu hale gelmesi, yoğun bakıma intikal etmiş olması içler acısı .
Ülkenin yoğun bakımdan çıkması memnuniyetsizlerin ittifakından geçmekte. Bunların altını çizmekte yarar var, yoksa yoğun bakım sonrası gidilecek yer belli…! Memnuniyetsizlerin ittifakıyla hastanın normal servise çıkarılması lazım. Hasta normal servise geçtikten sonra ittifaklar bozulabilir, oradaki tedavide farklılaşmaklar olabilir. Öncelik hastayı yoğun bakımdan çıkartmaktır. Önümüzdeki dönem kongre dönemidir, yeni partilerin kurulduğu dönemdir, temel mesele budur, rejim sorunuyla bağlantılı tüm sorunların üstesinden gelebilmek için bir ittifak manzumesine ihtiyaç bulunuyor. Bu kurulmadan bizim aydınlığa çıkmamız mümkün değil. 21 aylık otokratik rejim deneyimini ortaya koyalım, 21 ayda harekatlar, savaşlar, Merkez Bankası kaynakları, göçmen sorunu, hepsini sayın, üst üste getirin, bütün hepsi bu rejim sorunuyla ilişkilendirmek üzere bakılması gereken meselelerdir.
ÖM: Ben bir de şunu sormak istiyorum, bu mecliste şimdi kapalı da olsa toplantı yapılacak ama ana muhalefet partisinin de dahil olduğu 4 parti bu savaşın yani şehitlerin verilmesi durumunda gene hükümete bir anlamda destek verici bir bildiriye de imza attılar.
AB: Aynı hizaya geldiler, değil mi?
ÖM: Evet.
ÖÖ: En azından aynı milliyetçi yaygaraya destek olan bir açıklama olmuş oldu.
ÖM: Evet bunu nasıl izah ediyorsunuz? Bir tek HDP buna katılmadı çünkü zaten meclise bile bilgi verilmeyen bir yerde böyle bir şey kafadan olmaz gibi bir açıklama yaptılar.
ÖÖ: Bir de Gelecek Partisi başkanı Davutoğlu açıklama yaptı aslında yani bu konuda hükümetin Suriye politikasını eleştirse de gene de benzer bir açıklama yaptı diğer 4 partiye yakın bir şey.
AB: Babacan’dan şehitlere ilişkin açıklama vardı, elbette 36 askerin kaybı için saldırı için kınama yapacaksınız ancak şayet Suriye politikasını onaylamıyorsanız, onu da söyleyeceksiniz. Muhalefetin bu farkı ortaya koyarak açıklama yapması lazımdı..
ÖM: Şüphesiz.
AB: Ama “orada işiniz ne?” diyeceksin, onu dediğin zaman o hizadan çıkarsın. Muhalefetin böyle bir sorunu var yıllardır konuşuyoruz, ana muhalefet inanın 2003’teki refleksinde bile değil. Yani bırakın 70’leri, Türkiye’de devletin bekaası diye bir kavram var ya, işte onu ortaya koyduğunda, bunlar hizalanıyor, hizaya geliyor. Halbuki devletin bekası orada çürüyor, bu yaklaşım ana muhalefetin özellikle ciddi problemidir; bütün tezkerelere onay verdi “içimiz ağlaya ağlaya” diyerek değil mi? Onları da konuştuk.
ÖM: Evet evet onu konuştuk tabii.
AB: “İçimiz ağlaya ağlaya tezkerelere onay verdiler ” dokunulmazlıklara da aynı şekilde onay vermişlerdi. Ana muhalefetin berraklaşmaya ihtiyacı var, berraklaşarak ittifaklarını geliştirmeye ihtiyacı var. İttifakı bugünkü devlet refleksinin ötesinde görmesi gerekiyor, çünkü devlet çürüyor bu rejimde, bunu gördüğünüz takdirde siyasayı ona göre geliştirirsiniz. Şu anda mesela hiç duyuyor muyuz biz, İyi Parti başkanı Meral Akşener’den, Saadet Partisi genel başkanından, CHP genel başkanından “biz iktidara geldiğimizde Suriye’den bütün askerlerimizi çekeceğiz” diye bir açıklama gördünüz mü?
ÖM: Hayır.
AB: Yok değil mi?
ÖÖ: Bir tek “şehitler tepesi boş kalacak” dendi.
ÖM: Evet “şehitler tepesi boş kalacak” dendi, ona da Cumhurbaşkanlığının İletişim Başkanı Fahrettin Altun yanıt olarak “bizim iktidarımızda ‘şehitler tepesi boş kalacak’ demek açık bir itiraftır, milletimiz elbette bunun hesabını soracaktır.” Bu “şehitler tepesi boş değildir” demek, Recep Tayyip Erdoğan’ın İdlib’de şehit olan askerler için “şehitler tepesi boş değildir, hiçbir zaman boş kalmayacak” sözlerinin ardından Milet İttifakı’nın da “şehitler tepesi boş kalacaktır” demesi üzerine de İletişim Başkanı Altun “boş değildir demek bu vatanı vatan kılmak için nice şehitler verdik demektir, ‘şehitler tepesi boş değildir’ demek vatan savunmasında şehit düşen kahramanlarımız bu toprağın dört bir yanında yatıyor demektir. Cennet ülkemizi her daim savunacağız” demiş.
AB: Türkiye’deki yoksullar epeydir AKP illüzyonu içinde yaşadılar, yıllardır bu illüzyondan çıkamayan toplumsal kesimlere yoksul kesimlere PKK’yı, çatışmayı anlatabilirsiniz de, Suriye’yi anlatmakta zorlanırsınız. Bunu sürdürmek kolay değil, zor. Suriye sorunu ve savaşı memnuniyetsizlerin hacmini artırdı. Suriye’de kaybederek ayakta kalmaya çalışan bir rejim var, sürdürülmesi pek mümkün gözükmüyor, aslında Suriye’de çırpınışlar içerisinde bu rejim. Biriyle kötü olursa öbürüne kapılanıyor, onunla kötü olursa diğerine yanaşıyor. 5 Mart’ta Putin’le görüşmeye gitmek işleri çözecek mi? Rusya’nın Suriye’deki ilişkileri çok eskilere dayanıyor, Suriye rejimiyle olan münasebetlerine baktığınızda Sovyet Birliği döneminden beri Suriye ile politikası olan bir ülke. Dünkü açıklama çok net, Peskov’un açıklaması “Rusya dışındaki bütün güçler sınırlarına çekilmelidir” diyor.
ÖM: Evet net olarak söylüyor.
AB: “Biz Suriye devleti çağırdığı için buradayız” diyor, Sovyet döneminde kurulan üssün tarihi ne zamandır? Herhalde 50 yıl vardır o üssün geçmişi. Ruslar orada olmalarının nedenini bu şekilde açıklayabiliyorlar.
ÖM: “Başka hiçbir devletin de meşru olarak orada kalması mümkün değildir. Bir tek uluslararası hukuka aykırıdır hepsinin” diyor Kremlin sözcüsü Dimitri Peskov. Kendisi aynı zamanda “Putin’in 5 Mart’ta iş planları var” demişti ama şimdi Erdoğan’ın 5 Mart’ta Moskova’ya gideceği ve orada görüşmelerin yapılacağı belli oldu ama böyle bir durumdayız.
AB: Yani Rusya bu oyunu, Rus devlet başkanı bölgedeki siyasetini Türkiye’den ve Türkiye’nin rejiminin başındaki otokrattan çok daha iyi oynayan bir otokrat. Daha güçlü ve nükleer santral 22 milyar Dolar Mersin’de, Mersin serbest bölgede aslında biz Ruslara bir üs verdik, biz Ruslardan silah alıyoruz, şimdi bu silahlarla savaşıyoruz, yani böyle abuk bir durum olabilir mi? Son olarak benim söyleyeceğim şu, bütün bu yaşadığımız felaketlerin temel sebebi içinde bulunduğumuz rejimdir. Bu rejim ile Türkiye yönetilememektedir, ülke hiç iyi durumda değildir, Her alanda nereyi tutarsak elimizde kalmaktadır. Dolayısıyla behemehal bu ülkenin iyi bir duruma gelmesi için ilk adımda hastanın yoğun bakımdan normal servise çıkarılması gerekmektedir. Bunun için de memnuniyetsizlerin birliğine ihtiyaç vardır. Bunu söyleyelim ve bununla kapatalım.
ÖM: Çok teşekkür ederiz Ali bey, görüşmek üzere.
ÖÖ: Görüşmek üzere.
AB: Hoşça kalın!