Noam Chomsky, çok geniş kesimlerin hayran olduğu kamusal bir figür, öyle ki güncel olaylar bağlamındaki duyarlı görüşleri, giderek hasmane, kaotik sosyopolitik ortam açısından hayati önem taşıyor.
(Truthdig'de yayımlanan bu söyleşi Semra Somersan tarafından Açık Radyo için çevrilmiştir.)
Bugünün dünyasında yaşayıp da efsanevi Chomsky ismine rastlamamış olmak imkânsız. Dilbilimci, tarihçi, siyasi aktivist ve filozof olarak çalışmaları neredeyse bir yüzyıla yayılıyor ve çağdaş dünya hakkındaki görüşleri, modern düşünceyi ölçülemeyecek kadar etkiledi. Yüzü aşkın kitabı ile modern düşüncenin müthiş kapsamlı temeli olmakla kalmadı, aynı zamanda çok geniş kesimlerin hayran olduğu kamusal bir figür, öyle ki güncel olaylar bağlamındaki duyarlı görüşleri, giderek hasmane, kaotik sosyopolitik ortam açısından hayati önem taşıyor.
Her ne kadar o ve ünlü sol kanat düşünce insanı ve Truthdig'in ödüllü genel yayın yönetmeni Robert Scheer, ikisi de ilerici çevrelerde, baskıcı sistemlere, Amerika'nın istisnailiğine dair yalancı anlatılara hayat boyu meydan okumaları ile tanınsa da bugüne kadar kamusal alanda bir sohbetleri olmadı. İki bölümde yayımlayacağımız bu dikkat çekici görüşmede, Chomsky ve Scheer bir araya geldiklerinde, önümüzdeki distopik geleceğin türünden Amerikan İmparatorluğu'nun talihsiz ve gaddar başarısına kadar çeşitli konularda konuştular.
İlk sorusunu Chomsky'nin uçsuz bucaksız çalışmalarına temellendiren Scheer, Aldous Huxley ile George Orwell'in iyi bilinen metinleri, “Cesur Yeni Dünya” ve “1984”e odaklayarak “halen bu iki totaliter distopyanın bir alaşımının belirmekte olduğunu” söylüyor.
Scheer soruyor: “Distopik bir geleceği dert etmemiz gerektiği varsayımı ile başlayabiliriz sanırım, hangi modelin ortaya çıktığını görüyorsunuz?”
Chomsky, ABD ve ötesinde yavaş yavaş yerleşmeye başlayan tekno-gözetim sistemini en iyi tahmin edip, genel hatlarını çizenlerin, Yevgeny Zamyatin'in “Biz” (We) isimli romanı ile Shoshana Zuboff'un “Gözetim Kapitalizminin Ortaya Çıkışı” (The Age of Surveillance Capitalism) kitapları olduğunu belirttikten sonra, bunları temel alan ayrıntılı yanıtında, Google, Amazon ve benzeri şirketlerin, insanlığı daha da baskı altına alıp kontrol edecek yeni sistemler bulduğunu söylüyor.
“Toplumun hangi modele doğru ilerlediğini, yoğun gözetim ağına 'sosyal kredi' isimini verdikleri bir sistemi olan Çin'de çok açık olarak görülüyor” diyor Chomsky. Belli bir sayıda puanınız var ve mesela trafik ışıklarını ihlal edip karşıya geçerseniz veya başka bir trafik kuralını ihlal ederseniz, belli sayıda puan kaybediyorsunuz. Ya da yaşlı bir hanımın karşıdan karşıya geçmesine yardım ederseniz puan kazanıyorsunuz. Bir süre sonra hepsi içselleşiyor ve bütün hayatınız kabul edilmiş kurallara dayanıyor. Çevrenizdeki buzdolabından, diş fırçanıza kadar her şey- yani 'eşyaların interneti' (internet of things) denen şeye doğru ilerledikçe, bunların hepsi sizin yaptıklarınız hakkında bilgi topluyor, bundan sonraki adımınızın ne olacağını tahmin ediyor, sonra da süreç, bu adımları kontrol ederek veya size tavsiyelerde bulunarak devam edecek.
Belki daha da korkutucu olan, Chomsky'e göre şu: “Huxley bu açıdan oldukça isabetli idi. İnsanlar bu tür gözetimi, hayatlarına, bir müdahale olarak görmeyebilir, sabahları güneş doğuyorsa ona benzer bir şey olarak algılayabilir”
Mülakatın belki en asap bozucu kısmında Scheer, Chomsky'e, pek çok kişinin aklında olan bir soruyu, insanlığın, dünya üzerindeki varlığının, insan nedenli faktörler yüzünden yokolmasını, “Bizim türümüz için zamanın sonuna mı geldik?” diyerek soruyor: “Kitabınız 'Hegemonya ya da Hayatta Kalma'yı (Hegemony or Survival) yeniden okudum. Öncelikle, orada diyorsunuz ki bir canlı türünün tipik yaşam süresi 100 000 yıldır ve belki biz bu 'sevimsizliğin' sonuna geldik. Ve ikinci olarak da akıllı olmak, bizim tanımladığımız şekilde akıllı olmak, felaketten kaçınma ve türün yokolmasını önlemek için gerekli midir? Bu da açık bir soru.”
Scheer şöyle devam ediyor: “Şu an için bunun önemli ve ilgili bir sorun olması da David Halberstam'ın tanımladığı gibi, bize Soğuk Savaşı, Vietnam'ı, Irak'ı ve diğer her şeyi ve bildiğiniz gibi parayı da Ana Cadde'den alıp Wall Street'e verenler, en iyiler ve en parlak olanlardı. Ve şimdi başımızda kaba, hoyrat, görgüsüz biri, yani Donald Trump var. Ve şimdi Trump abdesti var. Bu yaramazlığın çoğunu yaratan liberal insanlar, şimdi aniden bu soytarının kireç badanasına bulandı.”
“Hegemonya ya da Hayatta Kalmak kitabım, büyük biyolog Ernst Mayr'ın öne sürdüğü, zekanın ölümcül bir mutasyon olduğu iddiası ile başlıyor” diye açıklıyor Chomsky ve devam ediyor: “Biyolojik başarı, yani bir türün var olup çoğalmasına yol açan şeyin ne olduğuna baktığınızda, zekâ ölçeğinde yükseldikçe, varlığını sürdürme kapasitesinin azaldığını görürsünüz. İşte var olmak açısından gerçekten çok başarılı olanlar, mesela böceklerdir, sabit bir nişleri (oyukları) vardır, asla değişmezler. Her şey değişir, tüm dünya değişir, ama onlar oyuklarından çıkmaz, üremeye devam ederler ve halleri vakitleri yerindedir. Yukarı doğru çıkmaya başlayınca, büyük memelilere gelince- varlığını sürdürme kapasitesi azalıyor. Peki insanlar gelince? Şöyle iddia edebilirsiniz... biz Mayr'ın tezini doğruluyoruz. Bu sizin söylediğiniz sebeplerden de değil- ki bunlar yeterince korkunç- ama biz, kendimiz örgütlü insan hayatı olasılığını yok etmek için yarışıyoruz. Ve bu da kendine, en iyi, en parlak diyenlerin iş birliğinde oluyor ve Trumpçı yontulmamış tiplerin-- hepsi felakete doğru yarışıyor, son derece bilinçli, insan zekasına bir tasdikname. Ve bu sadece başlangıç”.
Chomsky, iklim krizi ile nükleer silah yarışmasını küresel olarak kafalara takmamanın yakın gelecekteki inanılmaz yıkımından söz ederek bunların ikisinin de insanlığı, artık uzaklaşması imkânsız bir uçurumun kenarına getirdiğini söylüyor. Konuşma daha sonra Amerikan İmparatorluğu'na yöneliyor ve Chomsky bunun çok anlaşılmayan ama inanılmaz başarısına işaret ediyor. Scheer ise konuya askeri bir açıdan yaklaşarak, ABD'nin başarısız savaşlarda nasıl başı çektiğine değinerek inanılmaz küresel dengesizliğe yol açmasından söz ederken, Chomsky ekonomik bir yaklaşımı tercih ediyor.
“Başarıya ulaşan emperyal model başka ülkelerin bağımsız gelişimini engelledi ve sonuç olarak ABD'li çokuluslu şirketlerin dünyaya egemen olmasına yol açtı” diyor Chomsky.
“Öyle bir duruma geldik ki Amerikan İmparatorluğu esas olarak Amerikan kapitalinin menfaati için tasarlandı ve bu da tahminlerimizin fevkinde başarılı oldu.”
Aşağıda Scheer ile Chomsky arasındaki dikkat çekici tartışmanın iki bölümünü de ayrı ayrı veriyoruz.
Robert Scheer: Merhaba, Ben Robert Scheer, burada size “Scheer Zekâ”dan1 (halis zeka) yeni bir mülakat sunuyoruz. Ve bu sefer- her zaman söylerim; zekâ benim misafirlerimden kaynaklanır, halihazırdaki durumda da büyük saygı ile karışık bir huşu ile sunumumuza başlıyorum. Misafirim Noam Chomsky. Ve işin aslı şu ki, bugün benim bu kişi ile ilk gerçek karşılaşmam. Ama tabii ki, aynen başka insanlar gibi ben de onu yazılarından tanıyorum.
Aslında dürüst olmam gerekirse, biraz sinmiş vaziyetteyim. Mesleğimdeki daha erken bir noktaya, Ramparts dergisinin editörü olduğum günlere döndüm: New York Times savaş karşıtı, nükleer karşıtı çalışmaları ve Vietnam Savaşı'na karşı çıkması nedeniyle, Bertrand Russell'a (1872-1970) son derece vahşi bir şekilde saldırmıştı. Russell'ın komünizmin ağır bir eleştirmeni olarak bir ünü vardı; bu bağlamda çok iyi biliniyordu. Dolayısıyla savaşı savunmak isteyen kitle iletişim araçları açısından bu son derece rahatsız ediciydi. Ve New York Times da -biz şimdi yalan haber/gerçek haberden bahsediyoruz ya- Russell'ın rasyonel kapasitesini kaybettiğine dair bir yalan haber icat etmişti. Ve gerçekten de editoryallerinde ve haberlerinde Russell'ın itibarını zedelemeye çalışıyordu.
Ben de şöyle düşündüm: Galler'e, Russell'ın yaşadığı yere gideceğim- ve o da zaten konuşmak istiyordu. Oraya gittiğimde son derece zayıf, güçten düşmüş bir insan buldum; 94 yaşında idi ve 95'e girmek üzereydi. Biz mülakatı 1967’de yayımladık, yani demek ki mülakatı o tarihten bir veya iki ay önce yapmıştım. Russell'ı çok takdir eden Norman Rockwell, Russell hakkındaki itibar suikastına o kadar kızmıştı ki Ramparts'ın kapağını yapmak için gönüllü oldu, Bertrand'ın harika bir çizimini yaptı. Ben de Russell'ın aklının son derece yerinde ve son derece berrak olduğunu gördüm, doğru, fiziki olarak zayıftı ama aklında hiçbir sorun yoktu ve harika bir görüşme yaptık.
Şimdi de bu- insanlar Noam Chomsky'i eleştiriyor, ama çok daha genç ve dinç iken de bunu yaptılar ve şimdikinden çok daha da fazla. Ama ben sizinle Russell arasında bir paralellik görüyorum. Bilirsiniz, sizin olduğunuz gibi eylemci, etkin rol vs. oynamak isteyen önemli entelektüeller.
Entelektüel bir soru ile başlamak istiyorum. Bu da Aldous Huxley'in 1984'ün yayımlanması nedeniyle George Orwell'e yazdığı mektup- bu İkinci Dünya Savaşı sonrası bir yayındı, '40ların sonunda; Huxley ise “Cesur Yeni Dünya”yı (Brave New World) 1931’de yazmıştı. Ve umuyorum ki herkes bunu dinliyor-
Noam Chomsky: Huxley yazmıştı?
RS: Evet Huxley yazmıştı. Pardon. Ve umuyorum ki bunu dinlemekte olan herkes bu kitaplar hakkında bilgi sahibidir. Birisi, Orwell'in, son derece kasvetli- totaliter, totaliter devletin sadistliği vs. Huxley'in ortaya koyduğu görüş de biraz Noam Chomsky'nin reklamcı, manipülatif toplum, tüketici toplumu hakkında yazdığına benziyordu. İnsanı kabul etmeye doğru sürükleyen, spor ve tüketiciliğin uyuşturucu etkisini anlatan Rızanın İmalatı (Manufacturing Consent). Tarihin bir cilvesi olarak, Huxley, Eton'da2, 1917’de Orwell'in Fransızca hocasıydı ve onu tanıyordu. Yayıncı da Orwell'in kitabını beğeneceğini düşünerek Huxley'e yollamıştı. Neyse, Huxley mektubunda kitap hakkında birkaç hoş şey yazdı, ama esas olarak diyordu ki: sen işin aslını anlayamamışsın: bu, bu kadar açıkça olmayacak, çünkü iktidarlarına tutunmak isteyen yönetici sınıflar bunu yapmak için çok daha etkili, hemen göze çarpmayan daha ince bir zekayı yansıtan, daha hileli yollar bulacak. Bu da Huxley'in Orwell'e cevabı idi.
Sizin kendi çalışmalarınız bunların hepsinden bir şekilde bahsediyor. Ve ben şimdi ABD'deki mevcut duruma baktığımda, halen bizim bu iki totaliter, distopik modelin bir bileşimi olduğumuzu görüyorum. Neil Postman'ın sözleriyle ifade edecek olursam, insanları ölümüne eğlendiriyor, akıllarını çeliyoruz; siz de yazılarınızda bu dikkat dağıtıcı şeylerden bahsediyorsunuz. Ama biz aynı zamanda askeri bir devletiz. Cezalandırıcı gözetimimiz var, casusluk yasalarını kullanıyoruz. Yerde askeri çizmeler ve 800 tane de askeri üssümüz var.
Şimdi bu noktadan devam eder misiniz? Sanıyorum ki bu distopik gelecekten endişe etmemiz gerektiği varsayımından hareket edebiliriz. Sizce yavaş yavaş belirmekte olan model hangisi?
NC: Aslında ben bu ikisine bir üçüncüyü ekleyebilirim. Bu distopik romanların ilki Zamyatin'in Biz (We, 1924) isimli 1920lerin Rusyası’nı anlatıyor; distopik bir toplumun son derece canlı bir fotoğrafını yansıtıyordu -ki bu, Huxley ve Orwell'in geliştiğini gördükleri toplumların bir bileşimi idi. Ama çok açık ki sıkı denetim toplumuna doğru gidiyoruz. Bununla ilgili Harvard profesörü Shoshana Zuboff'un ilginç bir çalışması var, kitabının ismi sanıyorum “Gözetim Kapitalizmi Çağı” (The Age of Surveillance Capitalism: The Fight for a Human Future at the New Frontier of Power, 2019) belki siz de gördünüz, kitap modern teknolojiyi kullanarak geliştirilen tekniklerin insanları nasıl etkilediğini, davranışlarını, halkı kontrol ettiğini gösteriyor.
Eminim biliyorsunuzdur, araba kullanırken, hakkınızda bir ton bilgi birikiyor, ta araba yapımcısına kadar, nerede olduğunu bilmediğimiz merkezi bir kaynağa. Ve mesela diyelim Tusan, Arizona'da, şu anda bizim olduğumuz yerde, ana caddede gidiyorsunuz, toplanan bilgi Çin lokantalarını sevdiğinizi gösteriyor, o zaman eğer arabanın içinde uygun ıvır zıvır varsa, az sonra arabada bir reklam çıkacak ve mesela bir kilometre sonra yolda beğeneceğiniz bir Çin lokantası var diyecek. Ve bu sizi sadece enformasyona boğmak için değil, aynı zamanda kontrol etmek için de kullanılıyor.
İşte örneğin, sigorta şirketleri ne yaptığınızı gözlüyor, kabloları doğru bağlamış vs. ve trafik ışığı kırmızı yanarken geçmişseniz, size hemen bir mesaj yollayıp dikkat etmenizi aksi halde sigorta oranınızı yükselteceklerini söylüyorlar. Ama işler öyle bir noktaya gelebilir ki, mesela sigorta şirketi uzaktan arabanızı kilitler. Yani burada sizi belli bir davranışa yönlendirmek için hem ceza hem de davranışı biçimlendirme gibi bir şey kullanabilirler. Google'a her baktığınızda bunu görürsünüz, mesela şunu almak isteyebilirsiniz, şunu yapmak isterdiniz vs.
Bunların hepsi, çalıştıkları işlerde insanları kontrol etmeye doğru yöneliyor. Mesela şimdi halen İsveç'te başlamış olan, ama burada da daha genişletilmiş bir şekilde süren, çalışanların üstüne çip takma adeti var ve bunu yaptırtmak için bir de teşvik var. Mesela üstünüze çip konmasına izin verirseniz, kahveniz bedava ve başka ilginç şeyler, insanlar da buna uyuyor. Ama bu aynı zamanda sizin davranışlarınızı kontrol ediyor. Mesela Amazon'un deposunda iseniz, halen sistemler var ve bu insanı çok yoran, canını çıkartan bir iş- onlar iki nokta arasında en hızlı yolun ne olduğunu keşfetti.
Ve eğer belli bir zaman çizelgesine göre hareket etmek için yarış halindeyseniz ve verilmiş bu yoldan ayrılırsanız, hemen olumsuz bir puan yüklenir. Bir arkadaşa merhaba demek için azcık zaman ayırırsanız ihtar alırsınız. Halen UPS (United Parcel Service- ABD'de posta paketleri yollama hizmetini veren şirket) bunu, çalıştırdığı kamyon sürücüleri için kullanıyor. Örneğin geri gitmemeniz gerekirken geri giderseniz bir ihtar alıyorsunuz. Kahve almak için durdunuz ve o anki rutininizde bu yoktu, hemen bir ihtar. Ve böylelikle verimliliği arttırdıklarını söylüyorlar; çalışanlar hepsi de bunu içselleştirmiş, komutlara uymak için yarışıyor. Öyle ki UPS artık daha az sürücü ile daha çok paket taşıdığını iddia ediyor.
Gittiğimiz istikametin bu olduğu Çin'de oldukça iyi görülüyor- son derece ağır gözetim sistemleri var, kameralar ve sizi izleyen başka aletler vs. Ve bir de kredi, sosyal kredi denen bir sistem var. Belli sayıda puanınız var; trafik ışığını veya bir trafik kuralını ihlal ettiniz hemen puan kaybediyorsunuz. Eğer yaşlı bir kadının karşıya geçmesine yardım ederseniz puan kazanıyorsunuz. Bir süre sonra bunun hepsi içselleştiriliyor ve ömrünüz bu kurallara uymaya çalışmakla geçiyor. Bir süre sonra hepsi içselleşiyor ve bütün hayatınız kabul edilmiş kurallara dayanıyor. Eşyaların interneti (internet of things) denen şeye doğru ilerledikçe bu daha da çok genişleyecek. Çevrenizdeki her şey, buzdolabından, diş fırçanıza kadar her şey- yani eşyaların interneti denen şeye doğru ilerledikçe, bunların hepsi sizin yaptıklarınız hakkında bilgi toplayacak, bundan sonraki adımınızın ne olacağını tahmin edecek, sonra da bu adımları kontrol ederek veya size tavsiyelerde bulunarak sürdürecek. Huxley bu açıdan oldukça haklı idi. İnsanlar bu tür gözetimi hayatlarına bir müdahale olarak görmeyebilir, 'hayat böyle bir şey' diyebilir, sabahları nasıl güneş doğuyorsa, öyle.
RS: Bundan da öteye gidin: özgürlüğü, tüketicinin egemenliği olarak algılıyorlar. Ve giyilecek ayakkabılar konusunda ve en ucuz mal konusunda bir seçimleri olduğunu düşünüyorlar- Amazon bunda ihtisaslaştı- bu pek büzük bir özgürlük tanımı. Çünkü aslında siyasi özgürlüğü ve toplumsal eylemciliği veya topluluğunuzun ahlaki hayatına karışmak istiyorsanız, o zaman dışarda mevcut bu bilgilerden biraz rahatsız olacaksınız. Bununla ilgili bir şey söylemek istiyorum. Edward Snowden bunun hakkında herkesten fazla bilgi açıkladı- ki sanırım siz bundan haberdarsınız, yıllarca bu teknolojinin pek çoğunun merkezi olan MIT (Massachusetts Institute of Technology)3. Özel sektörün elde edebileceği ile hükümetin elindekiler arasında yakın bir ilişki var. Ve Snowden'ın en aydınlatıcı ifşası da Google, Amazon ve hükümet arasında bir duvar olmadığı idi. Hatta şunu biliyoruz ki Amazon cloud'u4 (bulut teknolojisi) geliştirmeye devam ediyor ve bütün bu bilgiyi hükümet için, CIA (Merkezi İstihbarat Ajansı) için ve istihbarat ajansları için biriktiriyor.
Şimdi distopik modellere dönecek olursak şöyle bir durum mevcut: Huxley'in anlattığı gibi insanlar bilgilerini, kendilerine saklı tutmaktan vazgeçiyor (yani kendi bilgilerini dışarı veriyor), çünkü ilacı, yani tüketiciliği, ya da her neyse, onu alıyor. Ama aynı zamanda, Orwellyan her şeyi bilen bir Büyük Abi (Big Brother) imgesi var çünkü NSA5 (National Security Administration- Ulusal Güvenlik Ajansı) ve CIA (Central Intelligence Agency) ve diğer her bir ajans bu bilgiyi Google'dan aldı. Bunun için de size şunu sormak istiyorum: Bizim türümüz için zamanın sonuna geldik mi? Ve bu bir yansıtma- telaşa kapılmış gibi görüneceğim, ama, kitabınız, “Hegemonya ya da Hayatta Kalmak”ı (Hegemony or Survival) okudum; sanırım 2003’te yayımlanmıştı. Yani internet standartlarına göre çok erken bir zamanda. Ve orada siz diyorsunuz ki, bir canlı türünün tipik yaşam süresi 100 bin yıldır. Kitaptan öğrendiğim bir şey bu ve her nasıl olursa olsun, biz, belki, bu 'sevimsizliğin' sonuna geldik. Ve ikinci olarak da akıllı olmak, bizim tanımladığımız şekilde akıllı olmak, felaketten kaçınma ve türün yokolmasını önlemek için gerekli midir? Bu da açık bir soru.
Ve siz sorunun cevabını açık bırakıyorsunuz. Bunun, şu an için önemli ve ilgili bir sorun olması da David Halberstam'ın tanımladığı gibi, bize Soğuk Savaşı, Vietnam'ı, Irak'ı ve diğer her şeyi ve bildiğin gibi parayı Ana Cadde'den alıp Wall Street'e verenler, en iyiler ve en parlak olanlardı. Ve şimdi başımızda kaba, hoyrat, görgüsüz biri, yani Donald Trump var. Ve şimdi Trump abdesti var. Aniden bu yaramazlığın çoğunu yaratan liberal insanlar, şimdi de bu soytarının kireç badanasına, ya da Trump badanasına bulandı. Dolayısı ile şimdi size sormak istiyorum: Öncelikle, bu anlamda, gerçekten zamanın sonuna geldik mi? Ve bu muharebe nedir, benim tanımladığım haliyle Clintonizm ile Trumpizm arasında bir muharebe mi?
(Deşifrede anlaşılmayan yarım saatlik bir bölüm, dolayısı ile deşifrede de kesinti var.)
NC: Pek çok noktaya değindiniz. Bahsettiğiniz kitabın hemen göze çarpmayan, belki kimsenin dikkatini çekmeyecek bir boyutu var. Kitap, büyük biyolog Ernst Mayr'ın bir tartışması ile başlıyor; o bir türün ortalama yaşam süresinin- ki on milyarlarca tür var- yaklaşık 100 bin yıl olduğunu söylemişti, bu da bizden çok uzak değil- Ama onun esas söylemek istediği, zekânın bir tür ölümcül mutasyon olduğu idi. Biyolojik başarıya bakarsanız, bir türün hayatta kalıp, çoğalmasına neden olan şey, öyle görünüyor ki zekâ ölçeğinde yukarı doğru çıktıkça varlığını sürdürme kapasitesi azalıyor. Dolayısıyla, bu bağlamda en başarılı tür böcekler, sabit bir yaşam alanları var ve hiç değişmezler. Her şey değişir, tüm dünya değişir; ama onlar yaşam alanlarını hiç terk etmeden ürerler. Hatta bir kere Julian Huxley'e, Aldous Huxley kardeşi ve önemli bir biyologdur, biyolojinin kendisine Tanrı hakkında ne öğrettiğini sormuşlar. O da kendisine öğretilenin, “Tanrının böcekleri sevdiği” olduğunu söylemiş. Çünkü her yerde çok sayıda böcek var ve keyifleri yerinde. Keyfi yerinde olan bir başka tür de bakteriler, en düşük zekalı onlar, ama hemen mutasyona uğruyorlar: Dolayısıyla ne olursa olsun ona uyum sağlıyor ve yok olmuyorlar.
Daha yukarı doğru, mesela memelilere, büyük memelilere çıktıkça varlığını sürdürme kapasitesi düşüyor. Peki insanlara gelince? Diyebilirsiniz ki -şu kadarını söyleyeyim, bahsettiğimiz kitabın sonunda Russell'dan bir cümle var. Russell'a soruyorlar: Dünyaya ne zaman barış gelecek? Cevabı: Biyolojik ölçekte daha yükseklerde olan bütün organizmalar yok olduğunda. İşte bakterilere geri geldik, barış o zaman olacak. Yapı bu. Şimdi düşünecek olursanız birkaç yüz bin yıldır buralardayız- en akıllı tür olduğumuz söyleniyor- Mayr'ın tezini doğruluyoruz. Sizin söylediğiniz sebeplerden değil- ki bunlar yeterince berbat, ama organize insan yaşamı imkanını yok etmek üzere yarışıyoruz. Ve bu, kendisine en iyi ve en parlak diyenlerin ve Trumpçı yontulmamış tiplerin eşliğinde gerçekleşiyor. Eminim ki ExxonMobil ve JPMorgan küresel ısınma hakkında en az bizim kadar bilgili. Ve biliyorlar ki, kuşkusuz, yaptıklarını yapmayı sürdürdükçe- yani fosil yakıtların kullanımını arttırıp, bankalardan paraları fosil yakıtlara aktarıp- örgütlü insan hayatının olasılığını yok edecekler ve uzak gelecekte de değil.
Öbür uca git, Trump kendinden başka kimseyi takmıyor. Kafasında başka bir fikir olduğunu da sanmıyorum- sadece ben. Ne yapıyor? Kendi için en iyi ne ise onu: seçmenini memnun et, yani zengin ve güçlüleri ve bir şekilde diğerlerini de kontrol et. Bunu yapmanın bir yolu da fosil yakıt kullanımını maksimize edelim. Daha çok kömür kullanalım, daha çok enerji kullanalım, dünyadaki en büyük ülke olalım. Şimdi tekrar dünyada başlıca fosil yakıt üreten ülkeyiz- Suudi Arabisan'ı geçtik. Harika, bayram yapalım.
Ne olacağını biliyor mu? O bile biliyor. Örneğin deniz seviyesinin yükseleceğini ve bunun tehlikeli olduğunu biliyor. Hatta İrlanda Hükümeti'ne bir öneride bulundu, bırakın size bir duvar yapayım, biliyorsunuz duvarlara bayılıyor- böylelikle İrlanda'da kendi kullandığı golf sahasını, deniz seviyesinin yükselmesinden koruyacak. Trump'ın yönetimi insanlık tarihindeki en şaşırtıcı belgelerden birini ortaya koydu. Ulaştırma idaresi, sanırım birkaç yüz sayfalık upuzun bir çevre değerlendirme etüdü yayımlayarak yüzyılın sonunda sıcaklığın 7 derece Fahrenheit (13,89 derece Celsius) yükseleceğini tahmin etti. Bu iklim bilimcilerinin “tufan” dediği şey, düzenli insan hayatının sürdürülebileceği ısınmanın iki misli ve bundan yola çıkarak bir sonuca varıyorlar. Sonuç da şu: artık araba ve kamyonlara emisyonları kontrol edecek araçlar koymayalım. Niye? Bu da iyi bir argüman. Nasılsa tepetaklak gidiyoruz, bari yolda biraz da eğlenelim.
İşte bütün tayf, hepsi felakete doğru yarışta, son derece bilinçli, bu da insan zekasının en büyük kanıtı. Ve bu sadece başlangıç. Bir şey daha var- bazıları bundan bahsediyor- bunun kadar uç bir noktada bir tehlike daha var, ama nadiren konuşuluyor. Bu da giderek artan nükleer savaş tehlikesi. Çok yükseliyor. Sadece nükleer değil- yeni bir nükleer strateji çalışması- ki bu yeterince kötü. Bundan önce Obama'nınki vardı. O da epey kötüydü. Ama aynı zamanda bizi zar zor hayatta tutan tüm silah kontrol sisteminin devreden çıkarılması. Nükleer silahların geçmişini inceleyenler bugüne kadar yaşamış olmamızın bile bir mucize olduğunu biliyor. Eh, ne de olsa silahları denetlemek için bir sistem vardı. Bunun çok önemli bir kısmı Antibalistik Füzeler Antlaşması6 (ABM) idi, George W. Bush bunu yürürlükten kaldırdı. İkinci kısmı Reagan ve Gorbaçov'un üzerinde anlaştıkları ve nükleer savaş tehdidini 20 yıl için ciddi azaltan INF Antlaşması (Intermediate Range Nuclear Forces Treaty- Orta Menzilli Nükleer Güçler Antlaşması). Trump bunu az önce terk etti ve hakkında tek yazı, hiçbir bilgi yok.
Dahası, bıraktıktan hemen sonra Pentagon bir test yaptı- mutlaka çok önceden ayrıntılı olarak planlanmıştı- anlaşmayı ihlal eden bir füzenin testini yaptı. Bu da ne demek: Ruslara, “Yalvarıyorum, bizi yokedecek füzeler yapın ve onları geliştirin”. Eisenhower'in başlattığı Açık Gökler Antlaşması7- tabii, o zamanlar başka bir dünya idi- şimdi kesme tahtasında sırasını bekliyor- ama ona dokunmazlar. Sırada Yeni START8 Antlaşması var; yönetim daha şimdiden onu imzalamayacağını söyledi. Bu da silah kontrol rejiminin sonu demek. Şimdi artık giderek daha yok edici silahlar yapmak ve başkalarının da aynısını yapacağından emin olmak zamanı geldi. Lockheed Martin ve diğer silah kontrol üreticilerini dinlerseniz, aldıkları koskoca kontratlarla hepimizi nasıl yok edeceklerini hesaplamak, planlamak ve başkalarının da aynısını yapmak üzere olduğundan emin, zevkten, kendilerinden geçmiş vaziyetteler. Kimse de bu konuda tek laf etmiyor.
Bu genel bir bilgi. Tamam. Belki Ernst Mayr haklı idi ve insan canlıları bunun belki yanlış olduğunu kanıtlar ve akıllı olmanın aptal olmaktan daha iyi bir şey olduğunu ortaya koyar. Akıllı olmamız gerekiyor ama bakın yaptıklarımıza- ki burada sizin bahsettiğiniz sistemler, gözetim, denetim falan da yok. Bunlar tüm insanlık tarihinin en önemli sorunları. Şimdiye kadar tarihte insan türünün fark edebileceğimiz haliyle yaşayıp yaşamayacağına karar verilmesi gereken bir an olmadı. Ama aslında o noktaya geliyoruz, sıcaklık artışına ve atmosferdeki karbon dioksit partiküllerinin yüzdesine bakarsanız, yüzbinlerce hatta milyonlarca yıl geriye, deniz seviyesinin 8-9 metre daha yüksek olduğu zamanlara geri dönüyoruz. Bu size insan hayatı hakkında ne söylüyor? Bunu önlemek için ne yapıyoruz? Amerika'nın önderliğinde eski zamanlara geri dönüyoruz. Dünyadaki her ülke bu konuda asgari bir şeyler yapmaya çalışıyor, ama ABD şimdi ikiz felaketi azami seviyeye çıkartmaya kendini adamış durumda, Paris antlaşmasından da çekildi. Başka ülkeler de bu açıdan çok parlak olmayabilir- ama dünyanın en güçlü, en zengin ülkesi, biz, bu konuda başı çekiyoruz. Bu son derece önemli bir şey- bunu anlatacak sözcükler yok.
RS: Bertand Russell'ın bu kadar tartışılmasına, sonra da karalanmasına neden olan da bu- zaten çok belli olana, nükleer ile savaşmanın karşılıklı, garantili imha olduğundan bahsederken, tüm böcekleri değil de karafatmaları, bir başka budala türü, örnek vermişti. Çok iyi eğitilmiş bir yönetimden bu harika politika, karşılıklı garantili yok etme, nükleer savaş vs. çıkarsa, geriye kalan karafatmalar olacak. Zekâ da bu işin içine daha etkili sonuç elde edecek rasyonalizasyon olarak şöyle giriyordu, ya da sizin hakkında çok yazdığınız bir sözcük olarak, kamu için propaganda. Çok marifetli. İddia ettik ki, en iyi ve en parlaklar örneğin, dedi ki- bunu da Washington Post'un Bilgiye Erişim Özgürlüğü yasasını delip açıkladığı gün bu konuşmayı yapıyoruz- yani Afgan Savaşı'nın Pentagon Belgeleri.
Bu savaş bir yalandı- aynen Vietnam Savaşı'nın bir yalan olduğu gibi. Bu savaşı paylaştığımız nedenlerle yapmadık. Ve biliyorsunuz esas olarak hayatlar, kaynaklar hiçbir amaç olmaksızın çarçur edildi. Ve bildiğimiz gibi ABD'nin Vietnam Savaşı'nı yüz kızartıcı bir şekilde kaybetmesi- hep dediler ki “öyle hemen çıkamazsınız”- son derece yüz kızartıcı bir şekilde savaşı kaybettiğimizde komünist Çin ve komünist Vietnam birbiri ile savaşa başladı ve bu ABD'ye güvenlik tehdidini arttırmadı.
İşte en iyiler ve en parlaklar- Halberstam9 tam da bu nedenle bu başlığı kullanmıştı- zekalarını, daha etkin bir şekilde yalan söyleyebilmek, propaganda vs. yapmak için, doğru olmadığını çok iyi bildikleri şeyleri, doğru imiş gibi kamuya anlattılar. Hatta Trump yönetimindeki Dış İşleri Bakanı Tillerson, şimdi iyi çocuk olarak görülüyor, Exxon'un başında idi. Daha etkili bir yalancı olmak istedi, yoksa küresel ısınma hakkında hiçbir şey yapacağı yoktu.
Şunu söylemek istiyorum, bu, sözüm-ona liberaller ile muhafazakârlar arasında bu konuda bir fark yok mu? Yani Demokrat Parti'yi alın, şimdi esas olarak savaş çığırtkanlığı yapan bir parti. Hatta daha da sert olmak istiyorlar. Hatta, mesela Gorbaçov ile anlaşmayı yapan Reagan idi, ki o da bir savaş kışkırtıcısı idi. Reykjavik, İzlanda'da şöyle demişti: geri adım atabiliriz. Onlara canavar dedikten sonra hem de- geri adım atabiliriz. Biz de bunun birazını yapabiliriz. Ve zaten şimdi de bir sürü alakasız nedenle Rusya ile yeniden bir Soğuk Savaş istiyoruz, kızılsız kızıl-avı yapmak istiyoruz. Bir çılgınlık egzersizi. Silahları kontrol altına almayı tamamen terk ettik. Ve ironik bir şekilde, Trump da ara sıra bu insanlarla iyi geçinmek gerekir gibi makul laflar ediyor.
Bunun kökeninde sizin daha önce etkili bir şekilde yazmış olduğunuz bir şey var. Amerikan masumiyeti, Amerikan istisnacılığı anlayışı- bilmem bu sözcüğü kullanır mıydınız? Ve bildiğiniz gibi bu küresel ısınma ta siz yazarken ve biz, dünya nüfusunun yüzde 6'sı, tüm kaynaklarının yüzde altmışını kullanırken. Ve bu reklamcı topluma içkin israf, vs. yani sizin bilgeliğinizi, öz olarak ödünç alsam: güçlü insanlardan, açgözlülükten ve zenginlikten korkun. Çünkü ne kadar zeki iseler gerçeği o kadar saptıracak ve kendileri için iyi olan bir şeyin dünya için de iyi olduğuna bizi inandırmaya çalışacaklardır- gerçek tam tersi olduğu halde.
NC: Birçok konuyu dile getirdiniz. Onları teker teker ele almak iyi olacak. Şimdi bir dakika Pentagon Belgeleri10 ile başlayalım. Pentagon Belgeleri'nin yorumlanışı, evrensel olarak yorumlanışı tam da sizin yaptığınız gibidir. Pentagon- New York Review'da Hannah Arendt'in yazdığı bir makaleyi hatırladım; yöneticilerin yalan söylediklerini anlatıyor ve Washington için “yalanlar şehri” diyordu. Bence Pentagon Belgeleri'nin gösterdiği bu değil, sanmıyorum. Pentagon Belgeleri hakkındaki tartışma hemen tamamen 1960’lara endeksli. New York Times'ın bundan yaptığı seçkiye bakarsanız, tam 1960’lar. Evet doğru, çok saptırma vardı, yalan vardı- kendini aldatma vardı 1960’larda. Ama Pentagon Belgeleri 1940lara kadar uzanıyor. Ve ilk kısımlarına bakarsanız- ki ben o zamanlar yazmıştım- oldukça rasyonel bir fotoğraf çekmiş.
Ve gerçekten o fotoğrafa bakarsanız, ABD'nin Vietnam'da yenildiği fikri giderek bulanıklaşır. Vietnam'a niye girdik? Bunun için 1950’lere bakarsınız. 1940’ların sonunda ABD emperyal sistemlerle nasıl baş edebileceği konusunda ikircikli idi. Bir yandan, eğer müttefiklerini desteklemek istiyorsa- aslında bunlar, o zaman müşterileri olmuştu- Britanya, Fransa, Hollanda vs. bu, onların emperyal sistemine destek demekti. Öte yandan, o zamanlar ABD kendini açık dünyaya adamıştı- bu dünyada Amerikalı çokuluslular, ki o zaman daha yeni gelişiyordu- istedikleri gibi dünyayı suistimal edebilir, kaynak elde edebilir ve hiçbir mani olmadan yatırım yapabilirdi. Yani kapalı bölge yok, her yer açık, biz de oralarda egemenliğimizi kurabilirdik. Bu da emperyal sistemlere karşı gelmek demekti.
Yani bir tereddüt, bir ikilem var. Ve en iyisi nedir diye düşünürken farklı durumlarda farklı kararlar alındı. Sıra Vietnam'a gelince, bu tam da Çin'in düşmesinden sonra oldu. Çin'in kaybı- çok ilginç bir terim; varsayım şu: Çin bizimdi ve biz onu kaybettik11. Bu McCarthyizme vs. yol açan çok büyük bir olaydı. Tam o sırada ABD'nin Vietnam politikası değişti. Ondan önce bir ikilem vardı. Ama o noktada Fransa'yı savunup eski sömürgesini, yeniden ele geçirmesi için yardıma karar verildi. Bunun bir sebebi vardı. Bütün tarihin altında yatan, her yerde geçerli olan bir neden, şimdi domino kuramı diye alay ediliyor- ve alay edildiği halde hala terkedilmedi, çünkü doğru. Dolayısı ile defalarca ona geri dönersiniz, tekrar, tekrar.
Altında yatan fikri Henry Kissinger pek güzel ortaya koydu- bulaşıcı bir virüs var ise- virüs, kalkınmadan bağımsızdır, ABD'nin kontrolünden çıkmıştır. Eğer bu başkalarına bulaşırsa, başımız belada. Onlar da aynı yolu izler ise üstünlük kurma ve denetleme böylece sona erer. Bulaşan bir virüsü nasıl kontrol edersiniz? Virüsü öldürürsünüz, kurbanlara da aşı yaparsınız ki onlara bulaşmasın. Vietnam'da yapılan tam da bu idi. Başka kimseye model olmaz. Çevredeki ülkelere aşı yapıldı: onlara kötücül, kaba, baskıcı askeri sistemler empoze edildi. Orada enfeksiyon yok; her şey kontrol altındır.
Ve bu işe yaradı. En iyi örnek Endonezya. Vietnam'a pek aldırış etmiyorlardı, ama Endonezya önemliydi- çok zengin kaynakları vardı, vs. 1965’te Suharto iktidara gelince yüzbinlerce kişi öldürüldü, cinayet ve işkenceyi kurumlaştıran bir rejim geliştirildi ve bunun hepsi harfine uygun bir şekilde, keyifli bir şekilde anlatıldı. Times'ın liberal muhabiri James Reston'un tanımladığı gibi, “Asya'daki umut ışığı”. Bildiğiniz gibi, umut yoktu vs. vs. Niye? Çünkü bulaşıcılığa son vermişti. Hatta Kennedy ve Johnson'un Ulusal Güvenlik Danışmanı Bay George Bundy, savaşı 1965’te sonlandırmış olmaları gerektiğini söyledi; çünkü savaş zaten kazanılmıştı. Vietnam yıkılmıştı. Çevredeki ülkeler şimdi güvendeydi.
1950’de en çok dert ettikleri de Japonya idi. Ünlü Asya tarihçisi John Dower, Japonya için ‘süperdomino’ tabirini kullanıyordu. Onlar şunu dert edinmişti: eğer Endonezya, Burma ve Tayland bağımsızlık yolunda ilerler ise Japonya bu sisteme endüstriyel ticari merkez olarak katılır, bunlar da Güneydoğu'nun geri kalanı olurdu ve Doğu Asya’da çevresindeki kaynak alanı olurdu. Bu ne? Bu Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı sırasında inşa etmeye çalıştığı şey. Bu Asya'daki yeni düzen. 1950'de ABD, Pasifik Savaşını kaybetmeye hazır değildi. Bu utanç verici, ama rasyonel planlama. Sonuçları düşünürseniz oldukça işe yaradı.
Şimdi Afganistan'a bakarsanız, bu sabahki gazetelere- neye odaklandıklarına dikkat edin: beceriksizlik. Yetersizlik, Budalaca kararlar. Ne yaptığımızı bilmiyorduk, vs. vs. Geriye dönün, 1980’lerde Rusya'ya bakın. Eğer 1980’lere ait Rus iç belgelerine bakabilseydik eminim ki generaller, siyasi analistler, Afganistan'da yaptığımız çok beceriksizce diyeceklerdi. Ne yaptığımızı bilmiyoruz. Bu bir hatadır, farklı yapmalıydık. vs. Peki Rusya'nın Afganistan'ı işgalinde sorun bu muydu? Hayır. ABD'nin Hindiçin'i yok etmesindeki sorun da yalanlar ve beceriksiz olmamız mıydı? Hayır. Bunun tümü kemikleşmiş politika, içselleştirilmiş. Yanlış şeye bakıyoruz çünkü bu Amerikan masumiyetini destekliyor. Eğer budalaydık desek, hata yaptık vs. desek, yine de dünyadaki en idealist, harika yerimizi korumuş oluruz; herkes hata yapabilir. Fiili planlamaya bakarsak ve mantığa- o kadar budala değil, hatta defalarca tekrarlanıyor. Kissinger'ın az önce alıntıladığım cümlesi Allende hakkında idi. Şili demokrasisinin bir virüs olduğunu ve virüs gibi yayılabileceğini söyledi. Nasıl başa çıkılıyor? Pinochet'i işin kalbine yerleştirip virüsü öldürüyor. Bütün bölgeye acımasız kötücül askeri diktatörlükler yerleştiriyor. Bu, aşağı yukarı aynı mantığı kopyalamak.
Buna benzer pek çok vaka sayabilirsiniz. Emperyalizm tarihinde bu epey gerilere gider; Kral Üçüncü George'a, Amerikan İhtilali'ne gider. Kral George'un derdi, İngiliz kolonilerinde cumhuriyetçiliğin gelişmesi, başka yerlerde de aynı şeye yol açacak, İngiliz İmparatorluğu da erozyona uğrayacaktı. Bu standart emperyal tarih. Şimdi tam ortasındayız. Bu Amerikan istisnacılığı değil. Emperyal tarihe Amerikan uyumu, bununla birlikte masumiyet propagandası, istisnacılık vs. Ve ilginçtir, şimdi en iyiler ve en parlaklar propagandayı kabul ediyor. Buna odaklanmış vaziyetteler. Rasyonel emperyal planlama değil, bunun uygulanması ve maalesef epey başarılı. Bunun bedelini milyonlarca insan ödüyor. İşte düşünmemiz gereken bu.
RS: Tamam. Şimdi siz şimdi gitmek zorundasınız ve biz de konuşmayı bağlamak zorundayız. Ama ben şimdi başa dönmek ve o zaman konuştuğumuz konu, İsrail'e gelmek istiyorum. Kısa keseceğim. Söylediğiniz hiçbir şeye karşı değilim. Ve bu arada Pentagon Belgelerinin değeri, tam da oraya niye girdiğimiz konusunda yalan söylediğimiz ve Diem'i12 oraya koymak ...
NC: Onun hakkında yalan söylemediler. İlk yıllara, savaşın erken yıllarına bakarsan, gerçeği tam olarak anlatıyor. Altmışlarda yalan söylüyorlardı, evet doğru. Çünkü batağa saplanmışlardı ve ne yapacaklarını bilmiyorlardı.
RS: Tamam ama- şimdi bütün tarihin üzerinden geçmek istemiyorum, ama Tom Dooley ve Katolikler kaçmaya başlayınca ve Vietnam'ı tamamen Katolik olarak tanıtıyorlardı- demek istediğim şu ki tabaka tabaka yalanlardan bahsedebiliriz. Ama bir noktaya mim koymak istiyorum, onu bırakmak istemiyorum ve bunun ilginç bir nokta olduğunu düşünüyorum. Düşünürsek, evet emperyalizmin modası geçti, ya da şimdi savunmak zor, diyelim mesela şimdi Apple'ın patronu Tim Cook veya Google'ın patronu Sergey Brin, ya da MIT veya Stanford veya benzeri yerlerden çıkma bir sürü insanın benimseyeceği bir model değil. Onlar aslında bir tür kötücül, düşmanca kapitalizme inanıyor, yani, mesela, belli endüstrilerde egemen olmak gibi.
Ve bu model- nasıl komünizm ulusalcı değilse, son derece ulusalcı ve asla enternasyonalist değil. Vietnamlılar gerçekten de Vietnam'ı önemsiyorlardı; kendilerinin de Çin ile sorunları vardı- Çin-Sovyet tartışması ta 1920’lere kadar giden bir gerçek idi. Bizim aslında çalışmamız gereken model bu idi- sadece bir hikâye olan komünist emperyalizm değil. Hatta komünistler Karl Marx'ı doğruladı, şöyle ki kapitalizm bir aşamadır ve sosyalizmden önce gelir. Sosyalizmin yerine geçmez, kırsal alan düşkünlüğünü sona erdirir ve büyük kentler inşa eder vs., Marx'ın Manifesto'da yazdığı gibi.
O halde gerçek sorun şu idi: Soğuk Savaş gerekli miydi? Amerikan ekonomik egemenliğini, ticareti vs. gerçekten açık bir toplumda yapabilir miydik, onlar da benzer bir şekilde devlet müdahaleciliğini- ve Çin bunun mükemmel bir örneği. Şimdi çok başarılı bir kapitalist, devlet kapitalisti bir ülke, şu ana kadar ve Vietnam da onu izliyor. Yani bütün demek istediğim şu: emperyalist bir modele sıkı sıkıya bağlanmakta son derece mantıksızdılar, İngiltere ve Fransa bunun ekonomik açıdan yaşatılabilir olmadığını ve terk etmek gerektiğini biliyordu. Böyle- ama şimdi bunu bir kenara bırakırsak-
NC: Size katılmıyorum İngiltere ve Fransa kendi emperyalist modellerini devam ettirmek istiyordu. Hatta geliştirilmiş olan emperyal model gayet başarılı idi. Farz edin ki 1940’larda ve 1950’lerde ABD, gerçekten de ülkeleri kendi hallerine bıraksa idi. Deselerdi ki: Tamam Vietnam, sen bağımsız kalkınmak istiyorsun, kontrol edilmeden- iyi o zaman devam et ve istediğin gibi yap; başarılı olursun. Tayland, Burma, Endonezya da bu yolu izleyecekti; Japonya onlara katılacaktı ve sistemin merkezi olacaktı. O zaman Amerikan çokuluslu şirketleri dünyaya egemen olabilecek miydi? Bugünün dünyasına bir bak.
Bir ülkenin gücüne baktığımızda insanlar genellikle GSMH’yi (Gayri Safi Milli Hasıla) ele alır. ABD'ye bakarsanız- bu düşmüş. 1945’te belki yüzde 40, 1970’e gelindiğinde belki yüzde 25’e düşmüştü, bugünde belki yüzde 17’ye düşmüş görünüyor. Ama gel başka bir ölçüye bakalım- ve burada genç bir politik ekonomist, Ken Starrs'ın son derece ilginç çalışmasından alıntı yapıyorum. Farz et ekonomide kim egemen sorusuna yanıt ararken ABD çokuluslularına bakıyorsun. Müthiş çarpıcı. Amerikan çokuluslu şirketler küresel ekonominin yaklaşık yüzde 50sini kontrol ediyor- yüzde 50sine sahipler. Hemen hemen her alanda perakende satışlar, imalat-
RS: Ben tam da bunu söylemek istiyorum. Bu askeri birlik yollamaktan daha etkili bir model-
NC: Hayır, bu, başarılı olan emperyal model. Başka ülkelerin bağımsız gelişmeye doğru ilerlemesini önledi ve dolaysıyla ABD'li çokuluslu şirketlerin dünyaya egemen olduğu duruma yol açtı. Eğer bağımsız gelişmeye gitselerdi, bugün Çin'de gördüğümüzün aynısını görecektik. Bağımsız gelişmeye doğru yol alıyor; ABD bunu önlemeye çalışıyor. Politikalar iki partinin de paylaştığı politikalar Çin'in bağımsız gelişmesini önlemeye çalışıyor. Biliyorsun- mantra şöyle: “Çinliler işimizi çalıyor.” Çin işimizi çalıyor mu? Tim Cook'un başına silah dayatıp, buraya yatırım yap, demiyorlar. Bize işlerimizi kaybettiren ABD'li çokuluslu şirketler. Ama biz bir ekonomi olarak Çin'in kalkınmasını istemiyoruz.
Bunun için iki partinin programı da Çin ekonomisinin başarılı olmasını önlemeye çalışıyor- örneğin, endüstriyel siyaset, devletin endüstriyel politikası olmasını. Bunun başarılı olduğunu görüyoruz, durdurmalarını istiyoruz. Bu ilginç, çünkü ekonomistler ve diğerleri, kendi sözlerinin tek kelimesine bile inanıyorlarsa tezahürat yapmalı. Çünkü onların kuramlarına göre eğer devlet ekonomiye el atarsa, bu ekonomiye zarar verecektir. Ama herkes biliyor ki doğru olan bunun tam tersi. İşin gerçeği şu ki bizim de kitlesel bir endüstriyel devlet politikamız mevcut. Bu nedenle bilgisayarlar var, internet var, bunların hepsinin parasının çoğunluğu kamu fonlarından geliyor. Ama biz Çin'in bunu yapmasını istemiyoruz çünkü başarılı olacak, denetimimizden çıkacak; biz de bunu istemiyoruz. Ellilerde derdimiz bu idi. Onun için emperyal modelin son derece başarılı olduğunu düşünüyorum. Bu da Amerikan kapitalinin menfaati için tasarlanmıştı ve tahminlerimizden çok daha başarılı oldu.
RS: Kesinlikle doğru. Şimdi soru şu: bu çokuluslu dünyada- öbür noktalara da gelmek istiyorum- ama neyse, Çin'i engelleyebilecek miyiz, o argümanların gerçek testi bu. Çünkü tekil şirketlere gelince, mesela Apple, Çin'den çok para kazanıyor. Çin'de yumuşak, iyi huylu ve durağan bir işgücü var. Dolayısı ile komünist model denen bu model, eğer Çin'i işgal etseydik veya bunu kontrol eden Chiang Kai-shek'i iktidarda tutsaydık, ondan çok daha iyi bir durum yaratırdı.
NC: Doğru. Ama kontrolden azcık çıkmaya başlasa, iki parti bu konuda birleşir ve gelişmesini engellemeye çalışırlar. Bu çok daha küçük bir düzeyde, ama Vietnam'da oldu, Şili de oldu. Tekrar tekrar oldu, incelemeye kalkarsanız Grenada'da13 bile oldu. Bu da biz ona el atmadan çok daha önce gelişen emperyal model. Ve genel olarak epey başarılı idi. Bazı terslikler vardı. Ama işin esasında, Amerikan politikasını yönetenler açısından, ki bu da kapitalin konsantre olmasıdır, epey başarılı oldu.
(BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU)
DİPNOTLAR
1 Burada Genel Yayın Yönetmeni Scheer, kendi soyadı ile bir oyun yapıyor. İkisi de aynı şekilde okunan iki kelimeyi (scheer ve sheer) birbirinin yerine kullanarak Truthdig'deki tüm mülakatları için SAF ZEKA gibi bir başlık oluşturmuş oluyor.
2 ETON: İngiltere'nin en eski ve en elit okullarından biri. Ülkedeki diğer okullara kıyasla çok daha üstün akademik standartlar sunar ve sadece 16-19 yaş arası erkek çocukları yatılı olarak kabul eder.
3 ABD’nin özel bir araştırma üniversitesi. Özellikle teknoloji ve bilim konularında ünlüdür.
4 Cloud- Bulut teknolojisi Bulut teknolojisi en yalın haliyle hiçbir kurulum gerektirmeyen web tabanlı uygulamalar ile işlemsel online depolama hizmetidir. İnternet üzerinde barındırdığımız tüm uygulama, program ve verilerimizin sanal bir makine üzerinde yani en çok kullanılan adıyla bulutta depolanması ile birlikte internete bağlı olduğumuz cihazımızda her lokasyon da bu bilgilere, programlara ve verilere ulaşım sağlayabildiğimiz hizmetin tümüne bulut teknolojisi (cloud) adı verilmektedir. (https://www.natro.com/blog/bulut-teknolojisi-nedir/)
5 NSA: Ulusal Güvenlik Ajansı, CIA'den farklı olarak ABD'dedeki içi güvenlik için ve Savunma Bakanlığı altında istihbarat toplayan kurum
6 ABM: Antibalistik Füze Antlaşması: Nükleer silahlı balistik füze sistemlerinin sınırlandırılması için SSCB ile ABD arasında yapılmış antlaşma. 1972-2002 yılları arasında geçerli idi. Nükleer, kimyasal, biyolojik başlık taşıyabilen uzun menzilli güdümlü veya güdümsüz füzedir. Bu füzeler tek bir nükleer başlık taşıyabilecekleri gibi, birden fazla başlık taşıyarak bu başlıkları farklı hedeflere yollayabilirler. (wikipedia)
7 Açık Gökler Antlaşması (Open Skies Agreement): AB-ABD Açık Gökyüzü Anlaşması, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasında açık gökyüzü hava taşımacılığı anlaşmasıdır. Hükümetlerin ticari uçuşların yoluna, niteliğine, ücretine karışmasını engeller. (wikipedia)
8 Yeni START Antlaşması: Yeni START, ABD ile Rusya Federasyonu arasında, “Stratejik Saldırı Silahlarının Azaltılması ve Sınırlandırılması için Alınacak Önlemler” resmi adı ile nükleer silahları azaltma anlaşmasıdır. 8 Nisan 2010'da Prag'da imzalandı ve onaylandıktan sonra 5 Şubat 2011'de yürürlüğe girdi. (vikipedi)
9 David Halberstam- (1934-2007) Amerikalı tarihçi ve gazeteci. Vietnam Savaşı, siyaset, tarih, insan hakları üzerine kitapları ve gazeteciliği ile tanınıyor.
10 Pentagon Belgeleri (Pentagon Papers): ABD Savunma Bakanlığı'nın Vietnam savaşı hakkında 1945-1967 arası, savaş bitene kadar tuttuğu belgeler.
11 Çin'de sosyalist devrimin gerçekleştiği 1949 yılına atıf yapıyor.
12 Ngo Dinh Diem- 1955'ten 1963'de askeri darbe ile katledildiği tarihe kadar Güney Vietnam Cumhurbaşkanı.
13 Karayiplerde Trinidad ve Tabago'nun kuzeyinde, İngilizlerin kontrolünde bir ada.