Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge'yle konumuz 'Adli Yıl' açılışı.
(2 Eylül 2019 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali bey.
Ali Bilge: Günaydın Ömer bey, günaydın Can, günaydın Selahattin, iyi haftalar herkese.
Can Tonbil: Günaydın Ali bey, iyi haftalar.
ÖM: Neyle başlayalım bugün?
AB: Her zaman olduğu gibi hafta yoğun başlıklarla dolu ama yeni adli yıl bugün açılıyor, isterseniz oradan başlayalım?
ÖM: Evet. Bugün Cumhurbaşkanlığı sarayında Beştepe’de adli yıl açılış töreni var ama boykot eden en az 50, hatta 51 baro olduğunu biliyorum. Yani avukatların %90’ından fazlası katılmıyor bildiğim kadarıyla.
AB: Evet, 20’ye yakın da Yargıtay üyesi katılmıyor, beyan etmiş durumdalar ..
ÖM: Evet. Çok tuhaf bir durum yani.
AB: Evet. Ülkemizde 3 yıldır adli yıl açılışı, sarayda yapılıyor. Otoriter Cumhurbaşkanlığına geçiş için anayasa değişikliğini 2017 yılında yaptık, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine de geçen sene (2018) geçtik. Dolayısıyla bu uygulama demokrasinin asli unsuru olan kuvvetler ayrılığının olmadığının bariz bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Dünyanın hiçbir demokrasisinde karşılaşılan bir durum değil, ancak otoriter rejimlerde karşılaşılabilecek bir durum. Bu manzara, ülkede demokrasilerde asli unsur olan yasama, yürütme ve yargının ayrı olmadığını, tek kişide toplandığını yani kuvvetler birliği olduğu anlamına geliyor, adaletin, yargının şahsileştirildiği anlamına geliyor. Bu görüntüden, bu durumdan rahatsız binlerce avukat, hukuk insanı bunun protesto ediyor. Hukukun ayaklar altına alındığı bir ülkede adli yılın açılışı da böyle oluyor. Çünkü biz hep böyle açılışlara mutlaka bir şey de denk gelir, ülkede o kadar hukuksuzluk yaygın ki, yerel seçimlerde %50-55-60’ların üzerinde oy almış 3 büyük şehir belediye başkanın görevden alınıp kayyum ataması yapıldığı günlerde yapılan bir adli yıl açılışı.
Bu açılış ;Türkiye’de son dönemde devlet yönetiminde hakim olan sünni siyasi islam kökünden gelen otoriter anlayışla, ulusalcı milliyetçi Ergenekon diye nitelendirdiğimiz otoriter anlayışın kardeşliğinin bir simgesi olarak karşımıza çıkıyor. Böyle bir koalisyonun yargısı sarayda buluşuyor. Adli yıl açılışı da, bu kardeşliğin, bu bileşkenin, bu koalisyonun göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu kardeşliğin simgesi olan barolar birliği başkanı , -açılışı %90 üyesi protesto etmesine karşın- kendisi orada bulunmayı tercih etti.
ÖM: Evet hatta %90’ın üzerinde galiba, tam rakamı şey yapamadım ama galiba öyle %95’e doğru giden bir şey. Fakat bu durumu nasıl izah edecek kendisi. Ben de bunu merak ediyorum, yani orada barolar birliği başkanı olarak bulunuyor Metin Feyzioğlu fakat barolarının 2/3’ü katılmadığı gibi avukat sayısı olarak da %90’dan fazlasının katılmadığı bir yerde onları temsilen bir konuşma mı yapacak? Bu gülünç olmayacak mı?
AB: Gülünçlükler serisine eklenmiş olacak, vahim ve gülünç olan seriye eklenmiş olacak. Zaten cumhurbaşkanlığı sarayında yargı yılının açılışı, başlı başına vahim ve traji komik bir durum.
ÖM: Yargıtay üyelerinin diğerlerini sormayacaklar mı ‘neredeler, nerede kaldı bu hakimler?’ filan diye.
AB: Aslında masifleşmiş bir yargı ile karşı karşıyayız, iktidar yargısı masif bir yargı demektir, kendi gibi yargı mı olur ? Bu nedenle 20 yargı insanını kendilerini beyan ederek ortaya çıkması bence önemli bir cesarettir.
ÖM: Bence de önemli bir olay.
AB: Baroları ve avukatları anlarsın %90’nı katılmıyor ama Yargıtay üyesi 20 kişinin “ben bunu açılışı protesto ediyorum” diyerek katılmaması gerçekten önemli. Çünkü bu ülkede saraya karış bir duruş sergilediğiniz zaman hemen başka örgütlerle ilişkilendirilerek suçlanıyorsunuz; PKK’lı oluyorsunuz, Fetö’cü oluyorsunuz, İŞİD’li oluyorsunuz.. Açılışı protesto eden 20 Yargıtay üyesi, aslında ne kadar az değil mi? Görev yapan savcıları ve hakimleri, Danıştay`ı, Yargıtay`ı, Anayasa Mahkemesi'ni düşündüğünüzde. Çok önemli bir cesaret örneği sergilediklerini düşünüyorum, gerçek hukukçu işte bu kadarmış diyor insan.
Bence Barolar birliği başkanı artık baroları temsil etmiyor. Yani, %90 üyenizi karşınıza aldığınızda artık orada bulunmamanız gerekir. Üstelik kendisi de daha önce pek çok kez cumhurbaşkanı tarafından çeşitli “azizliklere” uğramış bir kişidir. Başkan Feyzioğlu, Cumhurbaşkanın Baro üyelerine yeşil pasaport verileceğini çok önemsedi değil mi? Buna mı tav oldu, bilmiyoruz..?
Büyükşehirlere kayyum atamalarının gölgesinde ve %90 avukatların katılmadığı bir adli yıl açılışı yapıyoruz. Türkiye’de kuvvetler birliği esasına dayalı, yargının idareye bağımlı olduğu bir anayasal sistem hüküm sürüyor. Tüm bu gülünç ve vahim törenler karşımıza çıkıyor. Çünkü demokrasisi askıda ve kuvvetler birliğini parlamenter rejimi askıda bırakan bir Türkiye var. Özellikle 2018 Genel seçimleriyle birlikte Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş oldu, onun öncesinde de bu rejimin önemli bir kısmı devreye girmişti. Biz kuvvetler birliğine dayalı bir ülkeyiz, buna uygun bir medya var, buna uygun yargı var, yasama organının büyük yetkileri, çok önemli yetkileri cumhurbaşkanının uhdesinde toplanmış durumda. Başbakanlık makamı yok ve şahsileştirilmiş bir yargıyla karşı karşıyayız.
Geçenlerde bir şey okudum, Osmanlıda asker ve ulema sultanın ülkenin “adalet namusunu” sağlamakta başarısız olduğuna kanaat getirirlerse, Cuma namazı kılmazlarmış, uygun düşmezmiş. Cuma namazı kılmanın zorunlu şartlarından biri sultanın adil oluşuymuş. Cuma namazı kılmak sultana bağlılık ve sadakat anlamını taşıyor. Sadık olmanın şartı da sultanın adalet namusunu korumasıymış. Bugün ülkede “adalet namusu“ işte bu düzeyde, bunun altını çizelim.
ÖM: Ben iki şey söylemek istiyorum. Bir tanesi bu baro üyelerine yeşil pasaport dediniz, barolar birliği başkanı Feyzioğlu onu önermişti.
AB: Cumhurbaşkanı “yeşil pasaport vereceğiz” dedi o da ayağa kalkıp alkışladı.
ÖM: Belki şimdi bu gelişmelerden sonra bir renk değişikliği yapılır ve mor pasaport verilmesi uygun olabilir ne diyorsunuz? Bu benim önerim!
AB: Bizim gibi adi yurttaşlar mor zaten!
ÖM: O zaman mosmor yapalım!
AB: Morcivert olabilir.
ÖM: İkinci olarak T24’de bir derleme yapılmıştı ondan kısaca bahsedeyim. “Yargının yeni adli yıl ajandası yüklü” diyor, yani cumhurbaşkanlığı külliyesinde yapılacak törenle başlıyor, gündemdeki başlıklardan bazıları mesela darbe davaları birincisi, 289 davasından 265’i karara bağlanmış. 3600 küsur sanık hakkında mahkumiyet var, ağırlaştırılmış müebbetler, vs. İki Gezi davası, Osman Kavala’nın Gezi eylemlerinin organizatörü ve finansörü olduğu iddiasıyla tutuklu yargılandığı 16 sanıklı davada ilk savunmalar yapıldı. Kavala halen tutuklu, Kavala’nın tahliyesi yönünde oy kullanan mahkeme başkanı da aynı mahkemenin ikinci heyetine atandı. Aynı dava sanıklarından insan hakları aktivisti Yiğit Aksakoğlu ise ilk duruşmada tahliye edilmişti. Üçüncüsü tutukluluğu uzun zamandan beri devam eden milletvekilleri ve Demirtaş var. HDP’li vekillerin yargılandığı davaların görülmesine devam edilecek. Demirtaş’ın da AİHM’de haklı bulunduğu davaya yönelik itirazlar da AİHM büyük dairede görülecek. Dördüncüsü Cumhuriyet gazetesi eski yazar ve çalışanlarının davaları görülecek. Yani o da yargı dünyasının en tuhaf olaylarından biri, 5 yılın üzerinde ceza alan gazetecilerle ilgili kararın bozulmasını istemişti Yargıtay başsavcılığı, aynı davada yargıda yargılanan 5 yılın altında ceza alan 6 gazeteci ise halen cezaevinde. Böyle bir tuhaflık var. Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın da aralarında bulunduğu gazetecilerin ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildiği davada yerel mahkeme kararı bozulmuş yargıtayca, Yargıtay Mehmet Altan’ın beraatini kararlaştırmıştı. Ahmet Altan ve Ilıcak için de örgüte yardım suçundan yargılama isteği 3 yılı aşkın süredir devam eden tutukluluk hallerinin karara bağlanması lazım yerel mahkemede. Şule Çet ve kadın cinayetleri var bir dolu, Ankara’da bir plazadan atılarak öldürüldüğü iddia edilen Şule Çed’in katil zanlısının yargılandığı davada karar çıkacak ve en kritik başlık olarak af teklifi yeni adli yılda MHP’nin sürekli gündemde tuttuğu adalet bakanlığının üzerinde çalıştığı af teklifi olacak. Bir diğer önemli taslak da yargı reformu strateji belgesi denen şey de ama geçen yasama yılında nedense meclise getirilemeyen çalışma. Düşünce özgürlüğü alanında adımlar atılması bekleniyor.
AB: Bu ortamda!?
ÖM: Evet. 1 Ekim’den sonra meclis gündemine gelecek. Bir de hayvan hakları yasasından bahsediliyor. Geciken adalete peşin tazminat ödenmesi ve son olarak da toplumu ilgilendiren en önemli çalışmalardan biri de nafaka sistemi üzerine. Yani ilk 11 böyle görünüyor.
AB: Bir de eskimeyen talep var, idam talebi!
ÖM: Onu hukuki olarak görmediğim bir şey diyemeyeceğim.
AB: Ama “getirin imzalayayım!” diyor.
ÖM: Evet.
AB: Dinleyicilerin ve sizin dikkatinizi çekmek istediğim bir konu var geçen haftadan. Geçen hafta aslında çok önemli bir açıklama oldu, 22 Temmuz 2015 gerçekleşen Ceylanpınar’daki polis katliamı üzerine yapılan bir açıklamaydı. Haziran 2015 seçimleri sonrasında kanlı dönemi başlatan ve demokrasiyi de sekteye uğratan, yeniden seçim olmasına sebebiyet veren olay üzerine yapılan açıklamaydı. Açıklama HDP milletvekili Leyla Güven tarafından yapıldı. Leyla Hanım, dönemin valisi ile olayın olduğu günlerde görüştüğünü, valinin kendisine “bu polisleri PKK öldürmedi!” dediğini söyledi, bunun altını çizelim. Leyla Güven; vali İzzettin Küçük’le yaptığı telefon görüşmesini şöyle anlattı geçen hafta. Valinin kendisine “o polisler aslında 3 arkadaştı , onlardan birinin diğer ikisiyle aralarında bir husumet yaşanmış ve bunun üzerine arkadaşı olan iki polisi öldürmüş, dolayısıyla bu olay siyasi bir olay değil” dediğini söyledi. Leyla Güven’in bu açıklaması müthiş bir şey , biliyorsunuz bu olay gerekçe göstertilerek Türkiye tekrar muazzam bir kan gölüne döndü ve barış süreci bitti.
Şimdi şöyle bir hatırlatma yapayım, barış sürecine ilişkin İmralı’da Öcalan ,HDP ve Devlet yetkilileri arasında en son görüşme hatırladığım kadarıyla, 5 Nisan 2015’te oluyor 5 Haziran’da Diyarbakır saldırısı oluyor, 22 Temmuz 2015’te polisler öldürüldü ve ondan sonra kıyamet gibi katliam-saldırı -suikast geldi ve savaş başladı. 24 Temmuz’da da Davutoğlu savaş sürecini başlattı.
Benim burada birkaç soru aklıma geliyor bir gazeteci olarak, HDP milletvekili Leyla Güven, -bu sene Öcalan’a yapılan tecrit ,üzerine açlık grevi yaptı- neden bu açıklamayı bugüne kadar yapmadı? Çünkü çok önemli, karanlık bir durum aydınlığa kavuşuyor , tarihi değiştiren bir şey. Neden Leyla Hanım bu bilgiyi bugün açıklıyor ? Bu bir.. İkicinsi, hala bu konuda dönemin valisinden bir açıklama gelmedi, bekledim hafta boyunca Vali Küçük, Leyla Güven’in beyanı üzerine bir açıklama yapacak mı diye. Üçüncüsü Ahmet Davutoğlu’ndan bir açıklama bekledim, 10 gün önce “2015 defterlerini açtırmayın bana!” dedi. Defterin içerisindeki notlardan biri bu muydu? Ne dersiniz? Bana göre geçen haftanın en önemli konusu buydu, bizim görevimiz görülmeyeni görmekse görevimizi yapıyoruz, bu açıklama son derece önemli bir açıklama, hem Leyla Güven hanım açısından hem de konunun muhatapları açısından.
Barış sürecinin ortadan kalkmasına en önemli gerekçe olarak gösterilen polis lojmanlarındaki katliam ki o zaman PKK kaynakları ya da PKK’yı bilen kaynaklar “bu onların usulü değil” demişti ama bu gerekçe gösterilerek bugünlere geldik. Haziran 2015 seçimlerinde çoğunluğu, iktidar gücünü kaybetmiş Erdoğan ve AKP, seçimleri yeniletti, 6 ay sonra seçimlere gittik ve daha sonra anayasa değişikliklerine, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, parlamenter sistemin ortadan kalkmasına, kuvvetler birliğine, bugün adli yılın sarayda açılış yapılmasına kadar neden olacak gelişmelerin başlangıcıdır bu olay. Otoriter rejime gömülüşümüzün başlangıcı. Son derece önemli bir açıklama ama tekrar sorumu tekrar edeyim; Güven bu açıklamayı neden bugünlere sakladı, ikincisi validen henüz bir açıklama gelmedi, muhataplardan, yönetimden, üç Davutoğlu’ndan bir açıklama gelmedi şu an muhalefet partisi kurma hazırlıkları içerisinde olan ve geçen haftalarda “bana 2015’in defterlerini açtırmayın!” diyen kişi. Bunun altını çizmek istiyorum.
ÖM: İki şey de ben ilave edeyim, bir tanesi bu Ceylanpınar’daki polis lojmanlarında zaten dışarıdan gelen herhangi birinin parmak izine rastlanmamıştı hatırladığım kadarıyla o zamanlar okurken gazetelerde ve televizyon haberlerinde. İkincisi de o üçüncü şahıs ne olmuş, öldüren şahıs ne olmuş?
AB: O da işte benim notlarımda beni çok etkiledi bu açıklama, bekledim muhataplardan bir açıklama gelsin. Mecliste 550 milletvekili mi var? Bir tanesi sorsun, meclisimiz kapalı, pasif filan ama gündeme getirsin bunu yahu? Nedir bu, ne oldu? Soru sorsun, önerge versin, araştırma talebinde bulunsun, reddedilsin ama gündeme girsin.
ÖM: Bir de 5-6 Eylül’ün yakında geliyor yıldönümü, yeni ortaya çıkan belgeler vardı Agos gazetesinde geçen Cuma yayınlanan. Çok ciddi bir provokasyonun izlerine rastlanmıştı, o da aklıma geliverdi birdenbire işte.
AB: Sabri Yirmibeşoğlu dönemin kurmay subaylarından.
ÖM: Evet ama vali Fahrettin Kerim Gökay’ın açık emri olmasına rağmen uyulmamış, yani üstüne gidilmemiş göstericilerin.
AB: “Diğer“ devlet unsurları devreye giriyor bu tür durumlarda, Sivas katliamında olduğu gibi.
ÖM: Evet. Ayrıntılı bir açıklama vardı, onu 6-7 Eylül günü konuşuruz.
AB: Yaparız, biz daha önce çok konuştuk, belgesel bile yaptık bu konuda.
ÖM: Evet.
AB: Davutoğlu, parlamento deyince aklıma geldi. 1 Ekim’de parlamento açılacak, yetkilerini büyük ölçüde yetkilerini saraya devreden parlamento! İki yeni parti kuruluşu da bu ay gündeme gelecek. Bir yandan büyük çoğunlukla seçilmiş belediyelere yapılan kayyum atamaları var , seçimleri hiçe sayan bir idare var, diğer yanda sarayda adli yılın açılışı yapılıyor ve protesto ediliyor. Şeytanın avukatlığını yapayım : bu iki partinin kuruluşuna bu yönetim izin verir mi? Ömer Madra hatırlayacaktır, 1983 askeri cunta yeniden partilerin kurulmasına izin vermişti ve partiler kuruluyordu. Parti kurucuları listesi önce içişleri bakanlığına sonra konseye gidiyordu -o zaman Milli Güvenlik Konseyi anayasa mahkemesi işlevini de gördüğü için- ve kurucular, partiler veto ediliyordu. Kurucular veto edilirken 30 kişinin altına düşünce parti kurulamıyordu. Soruyorum: Davutoğlu ve Babacan’ın partisine izin verilecek mi? Verilemeyebilir, engel çıkarılabilir mi? Çünkü adli yılı sarayda yapan bir ülkeyiz. Parti kuruluş prosedürümüze göre önce içişleri bakanlığında dosyamızı veriyoruz, alındı belgesi alınınca parti kurulmuş oluyor ve faaliyetine başlıyor . Sonra dosya anayasa mahkemesine gidiyor, anayasa mahkemesi tüzüğünü, programını inceliyor ve mahkeme inceleyip karara varıncaya kadar parti devam ediyor. Biraz baktım, acaba cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra ya da 15 Temmuz 2016 darbesinden sonra kurulan partiler var mı ? Darbe girişiminden sonra bir parti kurulmuş, adı Osmanlı partisi. 16 Nisan 2017’de anayasa referandumu yaptık, bu tarihten sonra Güven ve Adalet ve Aydınlık partisi kurulmuş Ekim 2017’de, bilmiyoruz, kimlerdir nedir? Bildiğimiz İyi parti var , yani cari parti olarak ayakta gördüğümüz canlı par ti, İyi Parti 25 Ekim 2017’de kurulmuş. Sonra Türkiye İşçi partisi geliyor , HDP’den geçen kişilerle oluşturulan parti, 2017 Kasım’ında kurulmuş, 2017 Aralık’ta Ötüken partisinin kurulduğunu görüyoruz. 2018’de tek bir parti var Adalet ve Birlik partisi.
24 Haziran 2018 genel seçimlerden sonra tümüyle biz, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi dediğimiz , dünyada eşi benzeri olmayan ve yargının da tek adama bağlandığı rejime geçtik. Bu tarihten sonra bir tek parti kurulmuş , adı da Ülkem partisi , 2019 Mayıs ayında kurulmuş. Arada Kürdistan Demokrat partisi adı altında bir müracaat var 11 Temmuz 2017’de, “başvuruyu alacak makam yok” denilerek bakanlık kapısından dışarı çıkarılmışlar.
ÖM: Allah allah! Neymiş partinin adı dediniz?
AB: Kürdistan Demokrat partisi. Bir gün sonra yine bakanlığa gitmişler, yine almamışlar başvurularını. Dolayısıyla dilekçeleri verilemediği için parti kuruluşu da gerçekleşmemiş. Sorum şu : Babacan ve Davutoğlu için böyle bir tehlike olabilir mi? Hukuksuzluğun bu kadar yoğun olduğu bir ülkede olmayacak şey değil. Veto makamı var, adlı yıl sarayda, adalet dağıtmak şahsileşmiş. Böyle bir yerde parti kuruluşuna engeller gelmez diye bir durum söz konusu değil. Otoriter bir rejim var, otoriter rejimin içişleri bakanı da ortada, başkan da böyle.. Eylül ayında kurulacak partiler için gidilecek yer içişleri bakanlığı, içişleri bakanlığından nasıl bir tavır gelecek, gerçekten merak ediyorum.
ÖM: Benim de küçük bir önerim daha olacak bu pasaport renklerinden sonra, yeni kurulacak partilerden bir tanesinin adının Özgürlükler partisi olmasını öneriyorum, böylece kısaltması da gayet barışçı olur: ÖP!
AB: ÖP olabilir, çok güzel, vatandaşı öp! Ama çok öpüldü bu vatandaş Ömer bey yüzyıl boyunca. Geçen şu yüzyıl boyunca, yaşadığımız bu cumhuriyette, siz de ben de hepimiz , barışla doğup barışla ölen bir kuşağı göremedik, barışla doğan barışla ölen bir kuşak yaratamadık. Kan- savaş- sorun-çatışma içindeydik, Kürt sorunu, laiklik sorunu , gayrimüslim tasfiyesi vs.. Rahat, huzur barış böyle bir şey hatırlıyor musunuz? Yok yani! Barışla doğup barışla ölen bir kuşak yaratamadan Cumhuriyetin yüzüncü yılına geldik. Onun için fazla da öpmesinler artık yani!
Konular çok, bu kayyum meselesine ilişkin tepkileri daha da somutlamak gerekiyor. Ancak zamanımız pek kalmadı ama son bir hususa dikkat çekeyim. Diyanet işleri başkanlığı TÜBİTAK’tan bir proje aldı. TÜBİTAK, hicri takvimdeki aksaklıkları giderebilmek üzere ay ve ufuk gözlem ünitesi kurulması için diyanet işleri başkanlığına bütçe ayırdı. Pek çok bilimsel araştırmaya kaynak verilmiyordu, bu iş için 1.146 000 liralık bir bütçe ..
CT: Ne yapacaklar bu 1.146 bin liralık maliyetle?
ÖM: Tabii ki hilali inceleyecekler.
AB: Evet hilali inceleyecek. Astronomik takvim üzerinde ramazan aylarında yaşanan, 1400 yıllık imsakiye tartışmalarına son vermeyi hedefleyen bir gözlem ünitesi kurulacak. Ünite Antalya Bakırlıtepe yerleşkesinde kurulacakmış.. Hani S.Arabistan, Türkiye’den önce kurban bayramına giriyor, yok ramazan ondan önce başlıyor, sonra bitiyor vb. aksamalar var ya. Bu hicri birliği sağlamak üzere yapılan bir çalışma.
ÖM: Şeye fon verilmemiş herhalde değil mi? Çünkü bilim insanlarının son geçen hafta ABD’den bilim insanlarının hazırladığı yeni araştırmaya göre hac ciddi bir tehlike bölgesi olacakmış küresel ısınmadan dolayı. Yani ciddi bir araştırma yapılmış MIT üstelik de çok ciddi bir yerden, MIT News’tan aldığımız bir haber bu. Gelecek seneden başlayarak bayağı ciddi bir problem olabilir deniyor. Müslümanlar hacca gidemeyeceklermiş, bari hiç olmazsa iklim hareketine karar verirlerse haccı da kolaylaştırmış olabiliriz diyorlar haberde.
AB: Onu anlamadım, yani gidemeyecekleri için mi destek versinler?
ÖM: Gidecekler ama yaşayamayacaklar, sokağa çıkamayacaklar, alanlara filan çıkamayacaklar şeytan taşlamaya filan. Dolayısıyla çok ciddi bir sorun yaratacağı söyleniyor. “Artık Müslümanların da iklim hareketine katılmasının zamanı geldi” diyor Remona Ali’nin kendisi de bir Müslüman İngiliz araştırmacı olan Guardian’ın yazdığına göre. Çok ciddi bir tehditten de bahsediliyor.
AB: S. Arabistan turizm gelirleri etkilenecek demektir.
ÖM: Evet muazzam bir gelir çünkü petrolün dışındaki en büyük geliri çok büyük yani çok etkilenecekmiş.
AB: Kabe’nin etrafı da biliyorsunuz oteller bölgesi haline geldi Manhattan gibi.
ÖM: 2022 yılına kadar 150 milyarı aşacakmış hac gelirleri, düşünün artık! Bu olamayacak yani, dolardan bahsediyoruz. Neyse bunu da daha konuşma fırsatımız olacak herhalde.
AB: Evet.
ÖM: Peki çok teşekkür ederiz Ali bey.
AB: Hoşça kalın, iyi yayınlar, iyi günler.
CT: Görüşmek üzere.