İnsanın Kendi Evinden Utanması Berbat Bir Şeydir

-
Aa
+
a
a
a

Son dönemde iki görüntü çok çarpıcıdır, önemlidir, simgedir. Birincisi,  öldürülen yüzbaşının abisi Yarbay’ın kardeşinin cenazesinde sarf ettiği sözler, diğeri öldürülen PKK’lı kadının soyularak teşhir edilmesidir. Bu iki durum çok iyi incelenmesi gereken hususlardır. Çünkü 35 yıldır devam eden savaş tarihinde karşılaşmadığımız gelişmelerdir.

İnsanın kendi evinden utanması berbat bir şeydir. *

İki görüntü..

Son dönemde iki görüntü çok çarpıcıdır, önemlidir, simgedir. Birincisi,  öldürülen yüzbaşının abisi Yarbay’ın kardeşinin cenazesinde sarf ettiği sözler, diğeri öldürülen PKK’lı kadının soyularak teşhir edilmesidir. Bu iki durum çok iyi incelenmesi gereken hususlardır. Çünkü 35 yıldır devam eden savaş tarihinde karşılaşmadığımız gelişmelerdir.

Yığınla vahşetle karşı karşıya kaldık ama PKK’lı kadının öldürüldükten sonra soyularak teşhir edildiği fotoğraf, insanlığın vicdan tarihinde müstesna yerini alacak. Ayrıca,  35 yıldır devam eden savaşın mağdurlarının içinden gelen ses,  kardeşi PKK tarafından öldürülen Yarbay Alkan’ın kardeşinin cenazesindeki sözleri de savaş ve vicdan tarihinde unutulmayacak.

Silahla gelecek yarını istemiyoruz ..

Yarbay’ın sözleri kardeşini yitiren ağabeyin  isyanının  ötesine çıkıyor, tecelli olmasını istediği duyguları ortaya koyuyor.   2,5 yıldır devam eden çatışmasızlığın ve bu konuda yaşanan ilerlemenin altı çiziliyor. Çatışma- savaş sahasında bulunan  askeri kesimin  haykırışını ifade ediyor. Hem Kürt,  hem de asker aileleri 2,5 yıldır devam eden çatışmasızlıktan  sonra masanın devrilmesinden memnun değiller, savaşı istemiyorlar.

Defalarca  yaşadığımız   çatışmasızlık/savaş  tekrarlarını hatırlayalım  bitti/ bitecek duygularıyla yaşanan gel-gitleri hatırlayalım,  ancak hiçbir çatışmasızlık süreci toplumumuzda  sonuncusu kadar ümitkâr olmadı. Görüşmelere dayalı, mutabakat metinlerinin geliştirildiği, gözlemcilerin belirlenme aşamasına gelindiği, nevruz bildirilerinin okunduğu bir süreç daha önce yaşanmadı.

Kürt ve Türk vatandaşlar ve tüm Türkiye “silahla gelecek bir yarını istemiyoruz” diyor.  Delikanlı demiyorum, ‘dilikanlı’ bir Cumhurbaşkanına da haykırıyorlar, evet Kandil’e de haykırıyorlar. Şimdi bu sesleri barışa dönüştürmek gerekiyor,  işte siyasetin gücünün burada işlemesi gerekiyor. Bu haykırışı siyasi  başarıya dönüştürmek gerekiyor.

Sivil darbe oldu..

Ülke zıvanadan çıkmış durumda, yetersizliğini yıllardır konuştuğumuz anayasanın  paçavra haline geldiği  bir dönem yaşıyoruz.  Ana muhalefet partisi lideri “ ülkede sivil bir darbe oldu” diyor. Ve ülkede savaş var.

Eğer bir sivil darbeden söz ediyorsanız buna karşı “ne yapmalı, nasıl yapmalı, nasıl  çıkış yolları aramalı? ne öneriyorsun?” diye sormak gerekir. Eğer bir sivil darbe varsa,   bunun karşısında demokrasi hattını nasıl kurdun,  karşı demokrasi darbesine ne kadar hazırlıklısın, önümüzdeki dönemde nasıl bir kurguyla seçimlere gideceksin, nasıl bir siyaset izleyeceksin, sivil darbeye karşı ittifakların neler? Felaket geliyorum derken neden önlenemedi?  Yaşanan felaketi nasıl ortadan kaldırabiliriz? Bunların ortaya konması gerekiyor.

Doğru siyaset üretebilmek  gelişmeleri iyi okumaya dayanır, süreci iyi okuyacaksınız, sezgileriniz güçlü olacak, yakın gelecekte neler olabileceğini göreceksiniz. ‘Dilikanlı’ yöneticilerin adımlarını takip edebileceksiniz, onları çılgınlarını öngörebileceksiniz. Eğer bunları yapamazsanız karşı hamlelerde yetersiz kalırsınız, felaketi önleyip bertaraf edemezsiniz.

Bu bağlamda baktığımızda önümüzdeki daha  zor bir  dönem bizi bekliyor. Muhalefet partilerinin performansları çok önemli. Demirtaş’ın ve Kılıçdaroğlu’nun  seçimlerden bu yana izledikleri tutumu  dikkatle gözden geçirmeleri  gerekiyor.

Dolayısıyla önümüzdeki dönem;  iki yıldır defalarca dile getirdiğimiz demokrasi cephesi olarak nitelendirdiğimiz -  ki savaş yoktu, çatışma yoktu-  cephenin,  demokrasi ve barış cephesinin etraflıca ince ince kurgulanmasını gerektirmektedir.

Ayrıca otoriter iktidar bloğunun gediklerini de iyi görmek gerekiyor, bu boşluklar ve gerilimler üzerinden siyasalar geliştirmek , 1 Kasım seçimlerinin  siyasi omurgasını ,  eklemlerini  belirlemek gerekiyor. Toplumun geniş dinamik kesimlerinin  saraya karşı nasıl örgütlenmesi gerektiğini, demokrasi ve barış hattının siyasetini ortaya koymak gerekiyor.

  “Bu bir sivil darbedir” deyip ardından “nokta” dememek gerekiyor. Muhalefet partilerin yeni seçime hangi ilke ve düşüncelerle gireceklerini, savaşın bitmesini, barışın başlamasını nasıl sağlayacaklarını ortaya koymaları gerekiyor. İki muhalefet partisi HDP ve CHP arasında  son dönemde başlayan diyalogun diğer toplumsal kesimlerle birlikte genişletecek siyasi projeleri ortaya çıkarmaları gerekiyor. Türkiye’de kan gövdeyi götürüyor, sivil darbe deniyor ama meydanlarda ve sokakta çıt yok..

Sanattan ilham almak..

1 Eylül Dünya Barış Gününden de esinlenerek gelin  hep birlikte önerilerimizi paylaşalım.  

Böylesi tehlikeli bir dönemde sanatçılara seslenmek istiyorum, sanatın gücü böyle dönemlerde ortaya çıkar. “Ne yapmak lazım” dediğimizde en büyük esinleneceğimiz ve ilham verecek  “memba” sanattır. Yaratıcı eylemlere ihtiyacımız var.  Evet,   kadınlarımız sağ olsunlar  canlı kalkan eylemi  geliştirdiler, onlara eklemlenelim.  50 bin kişi öldü 35 yıllık savaşta, gelin  Batı’dan Doğu’ya barış için 50 bin kişilik  insan zincirleri oluşturalım.  Tüm demokrasi ve barış  güçleri sanatın gücüne de  dayanarak,  1 Eylül  Dünya Barış gününden de başlayarak , savaşın bitmesini sağlayacak bir Eylül ayı yaşatalım, seçimlere bu şekilde gidelim. Toplumun uyuyan, şu anda aklını uykuya yatırmış, sinmiş kesimlerini ayağa kaldıralım. Evet sanatçılara büyük bir görev düşüyor; ilham sanatçılardan gelmeli,  sanatın gücü ile yaratıcı siyasi düşünceleri birlikte ortaya koymamız lazım.

Geçenlerde bir yazı okudum, Pakistan’ın Karaçi kentinde savaş, şiddet ve nefret yazılarıyla dolu duvarları aktivistler ve sanatçılar barış ve sevgi resimleriyle boyamışlar, gelin biz bu sarayın kanlı dilini ve duvarlarını  barış ve sevgi resimleriyle boyayalım. Türkiye toplumunun kanaat önderleri,   öne çıkan unsurları artık üstündeki ölü toprağını atmalı.

Kimse, “ savaşı şu başlattı, o bitirsin” tartışmasına girmek istemiyor. Savaşın da , savaşmanın da  ahlakı var. Sivil insanlara yönelik saldırılara karşı bir duruş olmalı. Son  zamanlarda yaşadığımız eylem türlerine karşı bir duruş olmalı , saldırmayanlara yönelik silahlı eylemleri kast ediyorum. Bomba yüklü araçların  patlatılmasını kast ediyorum.  Biz,   Kürtlerin Bağdat’ta, Şam’da  araç  patlattıklarına tanık olmadık, bu eylemler IŞİD’in eylemleridir.  Yapılan bu eylemler doğru  değil. Bu tür eylemlerin soruşturmasını bizzat Kürt siyasetinin yapması gerekiyor.

Eylül ayında  çatışmayı ,  1 Kasım’da da   Erdoğan’ın  kendinden menkul  başkanlık  hırsını “ bir daha”  sandığa gömmek üzere yola çıkmamız lazım. Unutmayalım bu seçimde aslında AKP’ nin değil, Erdoğan’ın ve şürekâsının bekası oylanacak.

Seçimlere giderken yapılması gereken en önemli husus..

Cumhurbaşkanın  yürüttüğü faaliyetler,  Türkiye’de rejimin işlemesini  engelliyor, sistem tıkandı. Seçimden sonra oluşacak parlamentonun yapılacak bir anayasa değişikliğiyle, cumhurbaşkanlığının anayasadaki  görev ve yetkilerini değiştirmesi gerekiyor. Böyle bir mutabakatla seçimlere girmek hedeflenmeli.

CHP, HDP ve  MHP;   birlikte olmazsa  ayrı ayrı da olabilir,   seçmenin önüne  bu konuda bir  sözleşme koymaları gerekiyor. 

Üç partiyi bir araya getirebilecek ortak nokta Cumhurbaşkanlığının yetki ve sorumluluklarının  anayasada yeniden tarif edilmesidir.

 “MHP her şeye hayır diyor ama”  demeden bu meseleyi gündeme getirmekten  kaçınmamak gerekiyor. Unutmayalım , MHP ile Erdoğan’ın ve AKP nin arasındaki makas çok açıldı. CHP’ ye,  bu denklemin kurulmasında önemli iş düşüyor. CHP’nin moderatörlüğüne ciddi ihtiyaç var. CHP ‘nin bu pozisyonu idrak etmesi ve yönetebilmesi önemli.

 Bitmeyen krizlerle yaşamak istemiyorsak,  bu mutabakatı sağlamak   durumundayız. Bu konuda yeni parlamentoda AKP’ nin de içinden destek geleceğini de varsaymak lazım. 

Biz doğru dürüst başkanlık seçimini mi tartışıyoruz?    Özal ve Demirel dönemlerinde belli ölçülerde  tartıştık, koyalım meseleyi ortaya,  nedir ne değildir? Ancak  istenen bu değil.  Gömülmesi gereken suçlar var. Dış politika da girdaplar yaşayan,  yolsuzluklara batmış bir liderin ve çevresinin kendine göre oluşturmaya çalıştığı bir düzen yaratılması isteniyor. “T” tipi başkanlık.. Yolsuzluklara ve Suriye batağına batmış bir yönetimin siyasi ve adli olarak yargılanmasını engelleyen bir sistem kurgulanıyor.

Tekrar altını çizelim: seçimlere giderken, anayasada cumhurbaşkanının yetki ve sorumluluklarını belirleyen maddelerinin bugünden yazılması, seçmene anlatılması lazım , birincisi bu. İkincisi, tüm demokrasi ve  barış güçlerini zincirine ihtiyaç var, siyaset bu zinciri kurma sanatıdır. CHP ve HDP nin  aklını uykuya yatırmamasıdır.

HDP ve   özyönetim.  Kürt sorununda sınır

HDP’nin   özyönetim konusunu,  çatışmasızlığı sağlamaya çalışırken ve seçimlere giderken,   toplumun bütününe iyi anlatması lazım, üzerinde daha detaylı durmaları lazım,  bunun ne demek olduğunu, Dolmabahçe mutabakatını bozan saray ve çevresine karşı bir duruş olduğunu,  açık ve yalın bir şekilde anlatmaları gerekiyor. Bu konu programlarında var ama savaş varken bunu daha iyi anlatmaları gerekiyor.

Öne çıkarılması gereken diğer  önemli husus da şu:  Dolmabahçe mutabakatında neredeyiydik? Anadilde eğitim konuşuyorduk, Avrupa yerel özerklik sözleşmesini konuşuyorduk, çözüm sürecinin gözlemcilerini konuşuyorduk. Bunlar kabul edilmişti. Öcalan’ın açıklamasıyla birlikte  silahların bırakılması  söz konusuydu. Masayı deviren de cumhurbaşkanı Erdoğan oldu.

Bundan sonra Kürt sorunun çözümünde sınır budur artık,  bunun altına inilmez.

*Charles Dikens