Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge'yle konumuz S-400 ve Doğu Akdeniz.
(22 Temmuz 2019 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali bey.
Ali Bilge: Günaydın Ömer bey, günaydın Can, günaydın Selahattin, tüm ekibe merhaba ve iyi haftalar diliyorum.
Can Tonbil: Günaydın efendim, size de iyi haftalar.
ÖM: İyi haftalar. Gene gerginliklerle dolu bir hafta, birazcık video kayıtlarıyla da açılış yaptık, hafif de sarktık ama telafi edeceğiz hemen, saatinizden de çalmayacağız yani.
AB: Teşekkür ederim. Otokratik ülke Türkiye, devasa gerilimler içinde yaşıyor ama bu gerilimlere geçmeden önce Perşembe ya da Cuma günüydü Ankara’da dışişleri bakanlığı bünyesinde bir haber dolandı ve çalkantı yarattı, haber şu: Egemen Bağış Prag’a büyükelçi oluyor.
ÖM: Öyle mi?
AB: Evet. Ben Pazartesi’ne kadar bu haberin çıkacağını tahmin etmekle birlikte, çıkmazsa programda ilk buna değinirim diye düşünmüştüm ama bu konu sızdı dün itibariyle. Egemen Bağış, 17-25 kahramanlarından, kendisi ama siyasi literatüre ‘bakara makara’ kod adıyla dahil olan ünlü bir Türk büyüğü.
ÖM: Bu Disney’in Aslan Kral filmindeki şarkı gibi ‘hatata matata’!
AB: Evet, Cuma günleri gazeteci Metehan Demir’le görüşürlermiş, yaptıkları görüşmelerden biri çeşitli kanallardan sızmıştı, orada “Sallıyorum bir ayet her Cuma bakara makara” esprisiyle siyasi literatüre giren, 17-25 kahramanlarından, AKP’li milletvekili ve eski Avrupa Birliği bakanı Egemen Bağış Prag’a büyükelçi olmak üzereymiş, kararname hazırmış. Karşı taraftan olur bekleniyormuş.
ÖM: Ben şimdi Can’a soruyorum şimdi, Çek’cesi nedir 'bakara makara’nın?
CT: Hemen bakıyorum!
AB: Ankara’daki Çek büyükelçiliği merkezine Bağış hakkında bir not gönderiyor herhalde ve bu notu gönderirken bunu da ilave etmiştir! Bir söz vardır ‘rezillikten vezirliğe’ onun karşılığı bu olsa gerek.
ÖM: Sadece makara yeter!
AB: Makara yeter evet! Biz bununla programa giriş yapmış olalım ama daha önce de benzer vakaların olduğunu da belirtelim , 15 Temmuz’un kahramanlarından Dişli ailesinden Şaban Dişli’nin de Hollanda’ya büyükelçi atandığını söyleyelim, Dişli öncelerinde genel başkanlığı yardımcılığı görevinden de şaibeli bazı konular nedeniyle ayrılmıştı, böyle atamaların devamı niteliğinde bir atama olsa gerek..
CT: Sözünüzü kestim ama ‘bakara makara’nın Çekcesini buldum bu arada ‘bakarat navia’
ÖM: Çok güzel.
AB: Bakara’yı da buldun? Bakara suresi.
CT: Sure olmadığını söylemişti biz de onu değerlendirerek hareket ediyoruz tabii ki.
AB:“Her Cuma bir ayet sallıyorum” demişti. Karşılıklı geyik muhabbeti sonra ortalığa sıçramıştı. Gerçekten bakara makara ortamında vahim hadiseler yaşıyoruz. Yani arka arkaya saymaya başladığımızda, doğu Akdeniz’de bir gerilim yaşıyoruz, malum F35, S400 gerilimi var, birbiriyle at başı gidiyorlar, yurt içinde ve kuzey Irak’ta PKK yönelik ‘pençe harekatı’ devam ediyor, Suriye sınırında Demokratik Suriye Güçlerine Fırat’ın doğusuna yönelik, YPG’ye yönelik bir harekat hazırlığı devam ediyor ve sınır boyunca asker ve silah mühimmat sevkiyatı yapılıyor. Ekonomik sorunlar had safhada .. Böylesi gerilimler ortamındayız. Bunların hepsine değinemeyiz ama bir iki tanesine değinsek süremiz içerisinde yeterli olacak. Sonunda söyleyeceğimizi başta söyleyelim , geçen hafta da belirtmiştik, Erdoğan’ın iktidarı kaybetmemesi için Merkez Bankası kaynaklarına ihtiyacı var. İlaveten, Erdoğan’ın iktidarı kaybetmemesi için savaşa ya da mış gibi savaşa ihtiyacı var.
S400 füzelerine ilişkin sevkiyat başladı, füze parçaları Mürted havalimanına inmeye başladı. Mürted çok eski yıllardan beri askeri bir hava limanıdır, daha sonra ismi değişti Akıncı hava üssü olarak adlandırıldı.15 Temmuz darbe girişiminde aktif bu konumdaydı, 15 Temmuz’dan sonra da burası cezalı hava alanı haline geldi. Tenzil-i rütbe oldu ve ismi yeniden Akıncı’dan Mürted’e döndü. Hava filoları kapatıldı, sadece meydan komutanlığı haline geldi, cezalı bir yer oldu, hatta uçakların orada çürüdüğüne dair haberler duyuldu. Burası bir intikal, meydan hava alanı haline geldi. Geçen hafta da S400’lerde buraya inmeye başladı. Bu konu çok ciddi bir gerilim hattı oluşturuyor, öğreniyoruz ki Trump, 23 Temmuz’da (yarın) Cumhuriyetçi bir grup senatörle bu konuya ilişkin olarak bir araya gelecekmiş. Reuters ajansına bilgi veren üst düzey bir Amerikalı yetkililer, Trump’ın bu konuda Türkiye’yi ikna edememesindeki temel nedenlerden birinin 15 Temmuz darbe girişimi olabileceğini söylüyorlar. Erdoğan’ı kendi hava kuvvetlerine güvenmediği için NATO ülkesi savunma sistemi yerine S400’ü tercih ettiğini iddia ediyorlar. Erdoğan kendisine yapılacak saldırıları S400’lerle , Patriot sistemlerinden daha iyi savuşturacağını düşündüğünü söylüyorlar, Erdoğan’ın 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinde bıraktığı etkilerden dolayı böyle bir seçim yaptığını söylüyorlar. NATO uçakları saldırırsa, NATO füzeleri yerine Rus füzeleri daha iyi korur düşüncesiyle böyle hareket ettiğini ileri sürüyorlar , bu nedenle de Trump’ın Erdoğan’ı ikna edemediğini savunuyorlar. Bir diğer gelişmede şu oldu, bu füzeden sonra, yeni uçakların Rusya’dan alınması meselesi gündeme geldi.
ÖM: Onlar da ‘S’ ile başlıyor değil mi numarasını unuttum şimdi?
AB: SU-57, Rusya savunmadan sorumlu başbakan yardımcısı Yuri Borisov diyor ki “Yeni hava sistemleriyle yeni bir uçak neden olmasın, yol açıldı?” diyor. Bunu Erdoğan da belirtti biliyorsunuz “F35 yerine bunu alırız” dedi ama ilginç bir durum var, belirtmek lazım; aynı Borisov 2 gün önce Moskova Times gazetesine diyor ki “Son 10 yılda Rus ordusu 300 milyar dolarlık silah almasına rağmen Rus savunma sanayii borç batağında”. Bize S400 savunma sistemi satan Rusya savunma sanayiinin, - ki S400 eski bir savunma sistemidir, S500’leri üretmiş durumdalar- 30 milyar dolar borcu bulunuyormuş ayrıca Yuri Borisov, borcun nedeninin de “Kötü yönetim ve devlete ait silah şirketlerinin verimsizliği olduğunu” açıkladı.
ÖM: Bir yandan da borç yiğidin kamçısıdır, bu Rusça’da var mıdır bilmiyorum, Can’a soracağım sonra.
AB: Onu Can araştırırken ben şunu ilave edeyim, Borisov, Moskova’da konferansta bu açıklamayı yapıyor, ve diyor ki “Rus savunma sanayi yeni teknolojiye yatırım yapmak için yeterli paraya sahip değil. 30 milyarlık borcun silinmesi için de Putin’den yardım istiyoruz”. Bu durumu itiraf eden adam aynı zamanda bize SU57 satacak ve S400’leri zaten sattı. Borisov; Rus savunma sanayisindeki problemleri dile getiriyor, dar boğazın nedenlerini ortaya koyuyor, kötü durumun bir nedenin de petrol fiyatlarının düşmesi olarak belirtiliyor, bu hususun Rusya’nın savunma sanayiine ayırdığı kaynaklarda kesintiye gitmesine sebebiyet verdiği dile getiriliyor .
Böyle bir ortamda biz Rusya için cankurtaran simidi gibiyiz ufak çapta anladığım kadarıyla, eğer uçağa dönersek, büyük çapta bir cankurtaran oluruz , F35 ler siparişi büyük bir alımdı, Türkiye’ye 116 tane uçak teslim edilecekti, böyle hacimli bir anlaşma yapılmıştı, iptal edilen anlaşama yüz milyar doları bulan bir paketti. Bu paketi Ruslardan karşılarsak, Rus savunma sanayiini ihya etmiş oluruz.. Rus savunma sanayiinin içinde bulunduğu durumu itiraf eden yetkili Borisov, aynı zamanda Türkiye’nin S400 teslimatı sonrasında yeni uçakların satılması için de güzel bir müşteri olduğunu ortaya koyuyor. Bunun da altını çizmek lazım, gözden kaçan bir şey. Bu S400’ler için bir de arma yapılmış biliyor musunuz?
ÖM: Evet gördüm.
AB: Oğuz savaşçısı.
ÖM: Ok atıyor değil mi?
AB: Evet.
ÖM: Çok heyecan verici. Hepsinin ayrı anlamı varmış, inceledim ama şimdi artık ayrıntıya girecek zamanımız olmayacak diye üzülüyorum.
AB: Bu arma yayınlandı birinci filo için, ikinci filo gelirse ona da yeni bir arma yapılacakmış. Değinilmeyen hususlardan biri Rus savunma sanayiinin içinde bulunduğu durum, diğeri de S400’lerin nereye yerleştirileceği.. Bunlar hiç açık değil, bu anlaşmalar bir offset anlaşması gibi mi düşünüldü, kredinin Rusya’dan mı geldiği, nükleer santralin içerisinde bir offset halinde mi düşünüldüğü, bunun kullanılması için nasıl bir prosedür izleneceği gibi hususlar çok bildiğimiz hususlar değil. Bunlar kamuoyu önünde açıklanmıyor ama arma açıklanıyor. Ayrıca tüm bu gelişmeler; uzunca bir süredir programlarımızda üzerinde yoğunlaştığımız, Türkiye’nin batı ve doğu dengesi içindeki durumunu, eksen kaymasına yol açabilecek bir duruma işaret ediyor. NATO bu durumda Türkiye’ye karşı bir pozisyon belirleyecektir, önümüzdeki dönemde onlar da Türkiye’nin izlediği politika üzerinde yeni bir pozisyon alacaklardır - ki NATO demek de Amerika demek aslında, önemli ölçüde Amerika’nın belirlediği politikaların egemen olduğu bir örgüt. Kısaca önemli gerilim hatlarımızdan bir tanesi bu, elbette bu konuda çok da konuşacağımız şeyler var, çok da konuşuluyor.
Buradan izninizle ikinci gerilim hattı Doğu Akdeniz’e geçmek istiyorum, doğu Akdeniz’e de biz zaman zaman değindik, biraz kronolojik olarak buradaki sorun nasıl başladı, nasıl gelişti, ona değinmekte fayda var, bir de bir iki kavramı açıklamakta fayda var. Bu konuya baktığımızda kıta sahanlığı kavramı karşımıza çıkıyor bir de münhasır ekonomik bölge ilan etme meselesi. Türkiye 1980’lerde Karadeniz’de 200 millik münhasır ekonomik bölge ilan ediyor ve bu bölgenin ilan edilmesinde temel itki boru hatları ve Rusya’dan alınacak doğal gaz hususu. Ege’de zaten bir problemli alan var, Ege’de karasularımız 6 mille sınırlı. 2000’lerin başlarında Doğu Akdeniz’de doğalgaz olduğu ortaya çıkınca 2003’de Kıbrıs yönetimi, (bizim Güney Kıbrıs dediğimiz, dünyanın Kıbrıs diye adlandırdığı ülke) münhasır ekonomik bölgeyi tayin ve ilan ediyor , akabinde de Mısır’la, Lübnan’la ve İsrail’le münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalıyor.
Ancak Türkiye’nin bu konuda Akdeniz’de ve doğu Akdeniz’de kıta kendi kıta sahanlığı haritalarını ve münhasır ekonomik bölgeyi ilan etmediğini görüyoruz. Söz konusu ettiğimiz bu iki kavram neye tekabül ediyor? İsterseniz biraz ona bakalım, kavramları açalım. Uluslararası deniz hukuku çerçevesi içerisinde bu kavramlar tanımlanıyor. Türkiye açısından dediğim gibi Ege’de yıllardır kadim sorunumuz, Yunanistan’la olan kara sularının 6 milden 12 mile çıkarılması taraflar olarak problemdir ve ihtilaflı bir konudur, mahkemededir yani aydınlanmamıştır. Ancak doğu Akdeniz’de özellikle Kıbrıs cumhuriyetinin münhasır ekonomik bölge ilan etmesinden sonra bile Türkiye, Doğu Akdeniz’de Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmiyor ancak 2011’de de Doğu Akdeniz’de KKTC ile Kıta Sahanlığı Sınırlandırma anlaşması imzalıyor. Ancak anlaşmanın koordinatları hakkında bilgi açıklanmıyor. Sadece Türkiye 2004 ve 2013 tarihlerinde Birleşmiş Milletlere 2 tane nota veriyor. Ama bunlar yeterli değil. Kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge ilanı nedenleri üzerinde bir açıklama göremiyoruz. Türkiye’nin doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı nerede başlar, nerede biter ve ilan edebileceği münhasır ekonomik bölgenin enlem ve boylamları nelerdir ve buradaki haritalar nelerdir? Doğru dürüst bilmiyoruz. Bir karmaşa var netlik yok , biraz baktım bu konuya, akademik tarafta da iki tane çalışma var, bu iki çalışma birbiriyle örtüşmüyor, bunlar deniz kuvvetlerinin çalışmalarıyla da örtüşmüyor. Dolayısıyla ortalıkta ateşli milliyetçi nutuklar atılıyor , haklarımızı çiğniyorlar, haklarımızı çiğnetmeyiz denilmesine, böyle öfkeyle kalkılmasına, gerilimin artmasına karşın devlet olarak yapılması gereken teknik çalışmaların da yapılmamış olduğu ortaya çıkıyor.
ÖM: Tabii bunun ötesinde bir de zaman zaman gözden kaçması ihtimali olan ve çok önemli olan bir konu daha var, bunu Güney Kıbrıs için de söyleyebiliriz elbette söylemeliyiz de, bu zaten dünyanın tamamen artık yok oluşa doğru gitmenin eşiğinde bir santimetreküp bile yeni doğalgaz çıkarılmaması ve olanların hepsinin yerin altında bırakılması, bütün fosil yakıtların, petrolün, kömürün de dahil olmak üzere iken bütün umutlarını böyle bir şeye bağlamış olmaları daha da ürkütücü geliyor. Bir yandan da son derece Kıbrıs cumhuriyeti de aynı şeyi söylüyor, KKTC de, hepimiz çevreyi korumak için işte Paris anlaşmasını da henüz onaylamadı, meclisten geçirmedi Türkiye, Kıbrıs geçirdi halbuki. Yani bunların tutulmasına imkan ve ihtimal yok yeni petrol devleriyle beraber yapılırken Paris anlaşmasının zaten yaptırımı olmayan ama son derece dünyada ilk defa bir araya gelen bütün ülkelerin bunu durdurmalıyız diyerek IPCC’nin raporuna uygun. Bunun peşinde koşuyor olmaları da ayrı bir trajedi, traji komedi.
AB: Doğu Akdeniz gezegenin sonunu hızlandıracak bir projeler demetidir
ÖM: Evet. Yani dünyanın sonunu, bütün medeniyetin sonunu hızlandıracak bir proje ama başka hiçbir şey düşünmüyor artık, düşünmez hale geldi yetkililer yani.
AB: Zaten ABD ve Avrupa Birliği, ülkelerine ait çok uluslu şirketlerinin tamamı burada, ENI, Total, Exxon Mobil, Shell, diğerleri hepsi burada parsel satın aldılar, Kıbrıs yönetimiyle anlaşma imzaladılar. Mısır’a boru hattı çekilecek, oradan da sıvılaştırılarak dünyaya taşınacak. Bu anlaşmalar birinci kısım bitti, ortakların içinde Mısır da var, Lübnan, İsrail de var, Yunanistan var, Kıbrıs yönetimi var, parsellenmiş alanlarda sondajlar, üretimler, taşınma hatları ihaleleri, tüm bunlar doğu Akdeniz’i gerçekten cehenneme döndürecek, Irak, S.Arabistan, İran enerji alanları gibi bir bölge oldu Doğu Akdeniz, satılan, parsellenen, planlanan çalışmalara baktığımızda, Doğu Akdeniz’de dünyanın sonunu getirecek bir rezervin kullanıma amade haline getirilmek üzere olduğunu görüyoruz.
CT: Bir de dinleyicilerimiz merak ediyorlar biraz önce bahsettiğiniz o parsellenmiş bölgelerden kasıt münhasır ekonomik bölgeler mi? Münhasır ekonomik bölge ne demek ve aynı zamanda nasıl ilan ediliyor? Burası benim münhasır ekonomik bölgem diye ülkeler nasıl deklare edebiliyorlar diye dinleyicilerimiz merak ediyorlar.
AB: Çok haklısınız ona değinecektim, arada konu değişti. Bir kara parçasının deniz içindeki alt taraftaki uzantısına , devam eden uzantısına, coğrafi olarak bu uzantıya katı sahanlığı deniyor. Eğer kıta sahanlığı erken bitiyorsa, o ülkenin karasularından 200 mile kadar uzanan kısmını kıta sahanlığı olarak kabul ediliyor. Okyanuslarda durum biraz daha net, ama iç çevre denizlerde durum karışık, çoğunlukla itilaflı. Kıta sahanlığı kara ülkesinin doğal uzantısı olarak görülüyor ve bütünün devamı denizaltı alanlarını, deniz yatağını ve yatağın toprak altını içeriyor.
Kıyı devletinin kara sularının ölçülmeye başlandığı esas hattan itibaren su altı alanlarının deniz yatağı ve toprak altındaki cansız kaynaklarını araştırma ve işletme konusunda münhasır egemen haklara sahip olduğu denizalanı burası. Kıta sahanlığı ilan gerektirmiyor Kıta sahanlığında egemenlik hakları var ülkelerin.
Bu kıta sahanlığı daha çok teknik bir çalışmalarla belli oluyor iç denizlerde problem oluyor, özellikle Ege’de Türkiye ile Yunanistan arasındaki durumlar, ta m bu..Kıta sahanlığı 200 milin ötesine de çıkılabiliyor. 1982 yılında yapılan bir anlaşmada Venezuela ile İngiltere arasında yapılan bir anlaşmada kıta sahanlığı meselesine açıklık getiriliyor. Kıta sahanlığı içerisine balıkçılar girebiliyor ama denizin üstünde ve denizin altında, deniz yatağında arama, işletme ve ekonomik faaliyetlerine girmek durumundaysanız münhasır ekonomik bölge ilan etme hakkınız var. MEB , 200 mille mutlak sınırlı, bu kıta sahanlığına bağlı olarak ilan ediliyor ama Yunanistan ile Türkiye arasında ya da Kıbrıs ile Türkiye arasına, Meis adasının yakın olması ve Girit’in etrafındaki adacıklar, taşlıklar deniyor, bunları esas alarak AB, Yunanistan ve Kıbrıs çeşitli haritalar yayınlıyor. Bu haritalara göre göre Türkiye dar bir alanda kalıyor, hak iddia etmesi zorlaşıyor. Türkiye’de bu alanda iki akademisyenin çalışması bulunuyor , akademisyenlerin ve deniz kuvvetlerinin çalışmaları bir biriyle örtüşmüyor. BM’ye verilen 02 Mart 2004 tarihli notada sadece Doğu Akdeniz’deki Türk Kıta Sahanlığı doğu sınırının 32° 16’ 18’’ D boylamından geçtiğini vurgulanmış, Doğu Akdeniz’deki Türk Kıta Sahanlığı batı ve güney sınırının nereden geçtiğini deklare edilmemiş. Türkiye Doğu Akdeniz için BM ‘ye nota vererek enlem&boylam bildiriyor, münhasır ekonomik bölge ilan etmiyor. Sadece dünya da tanınmayan KKTC ile detayları açıklanmayan bir anlaşma imzalıyor. Uluslararası kurallara ve hukuka uygun olarak kıta sahanlığım şu, kara sularım içerisinde münhasır ekonomik bölgem bu, demeniz lazım. Bu ilanların da tabii ki karşılıklı anlaşmalarla yapılması gerekiyor. Türkiye’nin bu anlamda ilan edilen bir açıklaması, anladığım kadarıyla da doğu Akdeniz’e ilişkin netlik kazanmış teknik ve hukuki bir çalışması yok.
ÖM: Bu noktada durdurmak lazım, bu kıta sahanlığına, vs. takılmadan artık bunların çıkarılmasının imkansız yoksa geleceğin olmayacağını net olarak söylemek lazım yani anlaşma meselesinin ötesinde. Mesela çok acayip bir durum var, Çin bir yandan şey yapıyor, güneş enerjisi, yenilenebilir enerji şeyleri kuruyor her tarafa, gayet güzel ama bir yandan da dünyaya yeni bir araştırma yayınlandı mesela ve kömür santralleri ihraç ediyor, yüzlercesini. Çok enteresan bir şey, Türkiye başta geliyor, Vietnam, Endonezya, Bangladeş, Mısır, Filipin, 300’den fazla kömür santrali, yani bir tanesinin bile açık kalmaması, mevcut olanların kapatılması gerekirken ve bunu yapan Çin de kuzey Çin vadisi diye adlandırılan ya da North Chine Plain deniyor işte yaylası diyelim, dünyanın en kalabalık yerlerinden biri, 100 yılın sonuna kadar yani 75-80 yıl içinde 165 milyondan fazla insanın yaşayamayacağı bir yer, 165 milyondan fazla insan küresel iklim yıkımı yüzünden, küresel ısınma yüzünden yok olacak deniyor, yani besin filan üretemeyecekler. Buna rağmen de hem Çin’le Türkiye arasında, bütün ülkeler arasında böyle bir şey yapılıyor. Akıl alır iş değil yani!
AB: Doğu Akdeniz’e ilişkin konuyu araştırırken geriye dönük baktım, değindiğimiz hususlara içeren görünür bir çalışmaya rastlamadım. AB Türkiye’ye kızıyor, nota veriyor, Amerika kızıyor nota veriyor, Türkiye onlara karşı açıklama yapıyor, herkes birbirini enerji haklarını gasp etmekle suçluyor.
Türkiye oraya birkaç sondaj gemisi gönderdi, o bölgelerde dolaşıyor, o bölgede Rus-AB ve diğer ülke deniz kuvvetleri de devriyede, bölge hem askeri hem de enerji açısından kaynıyor. Rusya’nın Suriye’de üssü var, Rusya’nın gemileri orada, Amerikan gemileri orada, herkes orada. Hem savaşa hem dünya gezegeninin sonunu hazırlayan bir platform oldu orası.
ÖM: Sürreel bir durum var, yani gerçeküstü gezegende yaşıyoruz diye zaten Tom Engelhart da yazmıştı.
AB: Avrasyacılar diyor ki mesela, Türkiye’de bu işin en önemli takipçileri Avrasyacılar
CT: Savunucuları.
AB: Evet, “Burada hükümet yanlış yapıyor, Suriye ile el sıkışması lazım” diyorlar. “Orada bir ittifak var, Esad’la barışmalısın, ki o zaman Rusya ile İran’ı yanına almalısın, bölgede kuracağın bu ittifakla dengeleme yapmalısın, iş işten geçti, Türkiye burada zarar yazıyor” diyor.
ÖM: 300 bin kişiyi işkencehanelerde katleden Suriye rejimiyle mi anlaşma yapacakmış!
AB: Evet “Türkiye’nin Esad’la el sıkışması gerekiyor” diyorlar. Diğer bir konu; Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmelere yönelik olarak, TBMM de yer alan partilerin 4’lü bir bildiri yayınlanması , Yenikapı ruhu doğu Akdeniz’de de esiyor, geçen hafta; HDP dışında kalan partilerden, Amerika ve AB’nin ‘doğu Akdeniz’e Türkiye karışmamalı diyen açıklamalara karşı bir bildiri yayınlandı.. Ancak kimse şunu sormuyor, ülke olarak Türkiye bu konularda biraz önce açıkladığımız hususlarda yapılması gerekenleri yaptık mı? Muhalefet bunları hiç sormuyor. İş milliyetçi hamasete gelince yedirmem kardeşim nutukları, bildirileri eksik olmuyor . Madem bu kadar ısrarcısın, burada aktif olmak istiyorsun, burada aktif olman için yapman gereken teknik hazırlıkları neden yapmıyorsun. “Geç kaldı Türkiye, bunları yapmadı geç kaldı Türkiye” deniyor. Haritaların bile doğru dürüst yok, kıta sahanlığına ilişkin, münhasır ekonomik bölgeye ilişkin, yapılan 2-3 çalışma da birbirini tutmuyor.
ÖM: Olsun biz Piri Reis’in torunlarıyız!
AB: Devlet idaresinin de durumunu göstermesi açısından önemli bu yaşananlar, devletseniz şayet bunları doğru bulunur yanlış bulunur ama yaparsınız, biz kamu oyu olarak eleştiririz, kimimiz savunur kimimiz esastan ret eder, öncelikle hidro karbon meselesini ortaya koyarız, ama uluslararası hukuka uygun çalışmalar doğru yapılmış olur. Agresifmiş gibi politika belirliyorsunuz, yanlış bir agresif politika ama onun gereği olan dokümanlar , çalışmalar yetersiz, devletin elindeki bu konudaki politikayı belirleyecek teknik çalışmalar bile yok. Yapılması gerekenleri yapmamışsın.
Bu bölge bir kibritle patlayacak hale gelmiş durumda, gerilim had safhada, bu gerilime en çok ihtiyacı olan kim? o kişinin ekonomisi krizde, yedek akçelerle yaşayan bir ekonomi haline gelmiş durumdayız. Bu bağlamda baktığınızda bu tür gerilimler den medet uman ve bununla ayakta kalmayı hedefleyen ve bu nedenle milliyetçilik dozunu, sertleşmeyi arttıran bir otoriter rejimle karşı karşıyayız. Dünyaya çok önemli siyasi, ekonomik ve iklimsel sonuçları olacak başatlıklar taşıyan bir konu . Gezegenin sonunu hızlandıran bir proje , çünkü yeni rezervler bunlar, yeni üretimler başlayacak
ÖM: Ve dünyanın büyük petrol ve enerji devleri orada. Peki son bir gerelim olarak bu Suruç katliamının 4.yılında Kadıköy’de olanlardan bahsettik ama şeyden bahsedemedik, Radyo Sputnik’teki programlarına Ahmet Davutoğlu’nu çıkaran 3 gazetecinin işlerine son verilmesi. Eleştiriler üzerine de radyonun genel yayın müdürü “Ahmet Davutoğlu’nun haber değeri yok” dedi! Buna ne diyorsunuz?
AB: Davutoğlu’nun söylediklerinin haber değerinin olmaması mümkün değil; Erdoğan sonrası başbakan olan kişi diyor ki “Ben kukla bir başbakandım” bunu itiraf ediyor yani. Bu itiraf onun aynı zamanda ne kadar büyük bir zavallılık görevi ifa ettiğini gösteriyor. Bunun haber değerinin olmaması mümkün değil. Sputnik’e gelince, Sputnik Ankara’ya geldi, önce temsilcilik açtı.
CT: Rusya’nın Sesi olarak gelmişti daha önce değil mi?
AB: Evet.
ÖM: Sonra kozmonot oldu: Sputnik!
AB: Evet, bakın Rusya her yıl Türkiye’ye on milyarca dolarlık fatura kesiyor, biz bağımlıyız Rusya’ya, doğalgazda bağımlılığımız var, buğdayda bağımlılığımız var, turizmde bağımlılığımız var. Şu anda tek çalışan sektör turizm onun da neredeyse %35’i Rus turist
CT: Ama domates, portakal da gönderiyoruz, onu da unutmayalım!
AB: Gönderiyoruz ama o da bize geri gönderiyor! Şimdi siz bu kadar büyük hacimde bir ülkeyle iş yapıyorsanız, böyle bir ülkenin içerisinde olmak durumundasınız demektir. Kendi basınınızın da kuvvetli bir şekilde o ülkede olmak durumundadır. Sputnik geldi önce temsilcilik sonra Meclis'te ofis açtı, işsiz arkadaşlarımıza da iş buldu.
ÖM: Öyle mi? TBMM’de mi?
AB: Tabii ofisi var. Bu durum, Türkiye’ye verdiğiniz değeri, önemi gösteriyor, iç politikada, bürokraside, Meclis'te, bürokraside etkin olma isteğinizi gösteriyor, önem verdiğiniz ülkeyi basın üzerinden izlemek ve etkilemek durumundasınız. Türkiye basınıyla, siyasetiyle ekonomisiyle, bürokrasisi ile yakın ilişkiler içinde olmalısınız. Bakın 1920 yılında meclis kurulur, 3 gün sonra Reuters ajansı Ankara’ya gelir, o günün Ankara’sını dikkatli izlemek durumundadır. Dolayısıyla, kendi ajansınla bir ülkeye gelirsen, o ülkeye ne kadar önem verildiğini göstermişsin demektir. Çok yakından izlemek durumundasın, kendi lehine kamuoyu yapmak durumundasın. Dolayısıyla o ülkenin 15 Temmuzlarına, öncesine sonrasına, S400’lere, gaz satışına, turizmine, hububat satışına, nükleer santrale, Suriye savaşına, bilumum ekonomik ve siyasi meseleleri için ülkenin içinde güçlü olmalısın. Sputnik ajansının varlığı Rusya için önemlidir deyip burada kapatalım, başka gerilimleri anlatmaya vaktimiz olmadı.
Son söz: Davutoğlu’nun açıklamasını haber değeri görmeyen kişi gazeteci değildir.
ÖM: Evet, bu çok acayip bir şey.
AB: Yani o açıklamayı yapan da, “bakara makara” gibi bir şeydir!
ÖM: Aynen öyle. Kadri Gürsel bir twit atmış “Kremlin’den S400 sonrası müşteri hizmetleri” diye!
AB: Evet çok güzel söylemiş Kadri Gürsel. Rusya için Türkiye’ye çok önemli, çok önemli bir müşteri bu kadar fatura kesiyorsan, o işin içinde olacaksın, istihbar edeceksin.
ÖM: Evet pek çok teşekkür ederiz Ali bey.
AB: Görüşmek üzere hoşça kalın!
CT: Hoşça kalın.