Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge'yle konumuz seçim ve demokrasi.
(29 Nisan 2019 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Can Tonbil: Günaydın Ali bey, merhaba!
Ali Bilge: Merhaba Can! İyi haftalar!
CT: İyi haftalar. Ömer bey bugün yanımızda yok, kısa bir ara verdi, dinleniyor ama biz devam ediyoruz.
AB: Tamam, ona selamlarımızı gönderelim.
CT: Buradan günaydın diyelim ona da.
AB: Günaydın. Nasıl başladın?
CT: Haber özetleriyle başladım açıkçası, ardından da bir mülakatımız vardı, çevirisi, onu yayınladık ve şimdi de size bağlandık.
AB: Tamam o zaman gündemden tespit ettiğimiz birkaç konu üzerinde konuşalım istersen?
CT: Lütfen.
AB: Geçen haftaya damgasını vuran başlıklardan bir tanesi Türkiye ittifakı önerisiydi. Öneri Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından gündeme getirildi, basına da 8 maddelik bir Türkiye ittifakı önerisi sızdı. Bunun üzerine bazı yorumlar yapıldı, bu ittifak önerisine Bahçeli karşı çıktı “Cumhur ittifakı varken bu nereden çıktı?” dedi. Bugün Bahçeli’nin önemli bir basın toplantısı yapacağı söyleniyor bakalım bu konuda daha neler söyleyecek? Bu öneriye karşı İyi Parti ve CHP’nin tavrını tam anlayamadık; destekler pozisyonda olan açıklamaları gördük ama partilerin resmi bir açıklaması henüz olmadı. Dün parti meclisi toplantısı vardı CHP’nin, CHP sözcüsünün bu konuya ilişkin bir açıklaması olacak mı diye açıkçası bekledim ancak bu konuya değinilmedi. Dün aynı zamanda Kızılcahamam’da Erdoğan’ın parti yetkilileriyle yaptığı genişletilmiş bir toplantısı vardı, bu konuşmaya da değineceğim Hala İstanbul seçimleri sonuçlanmadı, yeni itirazlarla uzuyor, AKP’nin bankacıların seçim kurullarında görev almasına ilişkin bir itirazı oldu. İktidarın İstanbul sonuçları üzerine YSK’ya baskıları devam ediyor. Bir taraftan ‘demiri soğutmak’ lafları, bir taraftan Türkiye ittifakı önerisi, diğer taraftan da ana muhalefet liderine yapılan linç girişimi ve linç girişimine karşı iktidar bloğunun “hak etti" tavrı. Bunları yan yana koyarak Türkiye ittifakı önerisini analiz etmekte fayda var.
Türkiye ittifakı önerisi için şöyle bir soru sorabiliriz, Erdoğan yeni bir hikaye mi yazıyor yoksa eski bir hikayeyi mi gündeme getiriyor? Bir soru da şu: otoriterliğin yeni ve ileri bir aşamasına geçiş mi yaşayacağız? Türkiye ittifakı önerisinde 8.madde var, o madde diyor ki “Türkiye’nin siyasal icraatının merkezi olan cumhurbaşkanlığını ülke liderliği olarak kabul etmek ve konumlandırmak. Cumhurbaşkanının hükümet etme görevinin yansıra devletin başı olma ve devleti temsil etme ödevi kapsamında ülke liderliği olarak yürüttüğü faaliyetleri desteklemek ve güçlendirmek.” Evlerden, ülkelerden ırak olması gereken bir öneri.. Muhalefet açısından kabul edilmesi ve hatta konuşulması mümkün olmayan bir ifade. Çünkü bu ifade, toplumumuzun parlamenter demokrasiye, kuvvetler ayrılığına geçme arzusunda olan büyük çoğunluğunu yok sayan bir ifade. Demokrasinin yok sayıldığını söylüyor ve külliyen reddedilmesi gerekiyor. Türkiye ittifakının ilk 7 maddesine değinmeyeceğim çünkü onlar malumu ilan maddeler.
Türkiye ittifakı önerisi öncelikle şunu söylemek istiyorum , bu öneri bir milli şef yaratma projesidir. Milli şef ne demektir ona bakalım: Türkiye’de ‘milli şeflik kavramı’ Atatürk’ün ölümünden sonra yapılan CHP’nin ilk genel kurultayında gündeme gelmiştir, ikinci cumhurbaşkanı İsmet paşa için verilen bir unvandır. Milli şef kavramına ilk olarak 1934’lü 35’li yıllarında da rastlarız , cumhuriyetin ilk kadroları üniversite ve liselerde inkılap dersleri vermeye başlarlar, bu derslerde milli şef kavramını ilk kullanan Atatürk’ün çok yakınındaki isimlerden Recep Peker’dir. Peker parti genel sekreteridir. Atatürk’ün manevi kişiliğinde var sayılmıştır milli şeflik, parti tüzüğünün bir maddesi değildir, parti umdesi olarak yer almamıştır. Dönemin Avrupa’sı faşist liderler Avrupa’sıdır Führerler vardır, Duçeler vardır, tek parti, tek millet, tek şef kavramlarına sahip ülkeler bulunmaktadır. Tabi bunların sonlarının da nasıl olduğunu biliyoruz.
Türkiye’de milli şeflikle birlikte öğrenilmesi gereken bir hususta değişmez genel başkanlık meselesidir. Atatürk değişmez genel başkanı değildir. Atatürk CHP’nin, 4 senede bir yapılan kurultaylarında seçilir, değişmez genel başkanlık kavramı 1938 Aralık ayında Atatürk’ün ölümünden sonra -1939’da yapılacaktı - erkene alınan olağanüstü kurultayda gerçekleşmiştir. O kurultayda İsmet İnönü yapılan tüzük değişikliğiyle CHP’nin değişmez genel başkanı olmuştur. Değişmesi sadece vefat, hastalık ve istifa ile mümkün olur, değişmez genel başkanlık ve milli şef kavramı bu kararın gerekçesinde yer almıştır. Milli şef değişmez genel başkanlık demektir, değişmez cumhurbaşkanlığı demektir aynı zamanda değişmez parti lideridir.
Tek parti döneminin ikinci aşamasında İsmet İnönü devrinde biz bu kavramla yaşamaya başlarız. Mustafa Kemal Atatürk’e de ‘ebedi şef’ denilmiştir. Benim milli şeflik hikayesini anlatmama neden olan Erdoğan’ın Türkiye İttifakı önerisidir. Türkiye ittifakının 8.maddesinde de bir milli şef tanımı yapıldığının altını çizelim. Peki bugün Erdoğan neden milli şef olmak istiyor? Aslında kendisi tek adam rejimi ve eğer parlamentoyu esas alıyorsa parlamentoda çoğunluğu var, eğer geçen sene yapılan genel seçimleri esas alırsak, şu ya da bu şekilde orada da çoğunluğu ele geçirmiş vaziyette. Çoğunluk sizdeyken neden daha geniş milli mutabakat iktidarı arayışı içerisinde olursunuz?
CT: Neden?
AB: Siyasal olarak son derece aslında güçlüsünüz, ancak yerel seçimlerde de aslında aldığınız oylar oldukça gerilemiş oylar. Yerel seçimleri bir türlü analiz edemiyoruz, doğru dürüst analiz etme fırsatı verilmiyor , çünkü seçimler bir türlü kesinleştirilmiyor. Altını çiziyorum, 30 büyük şehrin analizini kabaca yaptığımızda buralarda AKP –MHP ittifakının erimeye başladığını görüyoruz. Dolayısıyla yaptığı ittifakta önemli bir kayıp yaşamış bir Erdoğan var, önemli merkezlerde kaybetmeye başlamış bir Erdoğan var. İstanbul’da hala direniyor, seçim sonuçları kazananı belli olmasına rağmen birinci ayına geldi resmileşmiyor. Erdoğan tipi liderler akla karayı yanyana koyabilen konuşabilen liderler, bir taraftan “demiri soğutacağız” diyor bir taraftan linçe maruz kalmış bir ana muhalefet liderine ‘geçmiş olsun’ diyemiyor. Bir taraftan Türkiye ittifakı önerip “herkes elini taşın altına soksun” diyor, çoğunluğu varken üstelik. Türkiye ittifakı önerisi aslında “çoğunluğumu kaybettim” itirafı mıdır diye de insan soru sormadan geçemiyor.
Daha önce gördüğümüz bir oyun vardı; 7 Haziran 2015 seçimleri, 1 Kasım 2015 seçimleri dönemini söylüyorum. Hatırlayın, çoğunluğunu kaybetmiş bir AKP vardı 7 Haziran’da, Türkiye’nin 3.partisi konumuna ulaşmış çok başarılı bir HDP vardı. Başbakan Davutoğlu’ydu , Davutoğlu’nun yürüttüğü istikşafı süreci hatırlayalım, bu dönemde özellikle CHP’nin izlediği yanlış tavrı da hatırlayalım. Sonra ne oldu? Kürt sorunu çözüm süreci ortadan kalktı, şiddet yeniden dirildi , büyük şehirlerde muazzam katliamlar yaşadık. İsmini cismini bilmediğimiz yeni örgütler çıktı ortaya, işte İŞİD’i, TAK’ı duymaya başladık, ne hikmetse bunlar şimdi ortada yoklar, çok büyük katliamlar yaşadık, bir güvenlik ve korunma ihtiyacı korkusu hakim geldi toplumda, şiddet güvenlik iç içe kavramlar. Sonuçta korku ve güvenlik algıları ile yeniden seçim oldu. Haziran ‘da çoğunluğu kaybeden Erdoğan, 6 ay içinde yarattığı korku ve güvenlik algıları ile kaybettiği seçimleri kazandı. Elbette bazı seçim oyunları le birlikte, 2015 Kasım’ında çoğunluğu yeniden elde etti. Bu süreci hiç unutmayalım.. Ülkeye nelere mal olduğunu hiç unutmayalım..
Şimdi siz bir yandan Türkiye ittifakını öneriyorsunuz, “barışalım, kucaklaşalım, el sıkışalım, demiri soğutalım” diyorsunuz, bir taraftan da linç girişimine maruz kalmış ana muhalefet liderine geçmiş olsun demek yerine “sen orada ne arıyordun, niye bulunuyorsun?” diyorsunuz, kutuplaşmaya tam gaz devam ediyorsunuz. Ülkede İstanbul seçim sonuçları için YSK kararı bekleniyor, YSK kararı beklenirken , dikkatinizi çekerim Türkiye ittifakı önerisi beraberinde geliyor. Yani diyor ki, “eğer Türkiye ittifakına razı olmazsan, önerim CHP de karşılık bulmazsa seçimleri iptal edebilirim, iptal olabilir, olur" demek istiyor . Ben böyle okuyorum ..Ayrıca, “bana yanaşmazsan , bu ittifaka hayır dersen kazandığın büyük şehirlerde seni çalıştırmam” diyor. “Belediye meclislerinde çoğunluk zaten benim, merkezi idare de benim, bana geleceksin çok önemli hususlarda, dolayısıyla çalışmak istiyorsan benimle uzlaşmak durumundasın, benimle Türkiye ittifakı yapmak durumundasın” diyor..
Bu aynı zamanda bir milli şef yaratma projesi olmakla birlikte, otoriter rejimi daha da kalıcılaştırmaya, güdümlü muhalefet dediğimiz muhalefet türünü oluşturmaya yöneliktir. Azerbaycan’da da muhalefet var, parlamento var ama hiç orada muhalefetin sesini duyuyor musunuz, gerçek bir muhalefetin? Kızılay gibi Yeşilay gibi bir muhalefet olsun istiyor Erdoğan .
CT: Onlar da devletin denetimi altında hareket ediyorlar yani seslerini çok fazla yüksek çıkaramayan kurumlar.
AB: Tabii esas mesele Erdoğan’ın kurduğu cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile Türkiye yürüyemiyor, rejim işlemiyor, evet rejim bir baskı rejimi ama sistem işlemiyor. Ekonomide müthiş bir dar boğaz var, kriz var. Bugünün 2015 hikayesinden farkı ciddi bir iktisadi bir kriz yaşıyor olmamız. Ayrıca 2015’te sarıldığın çıkarımları, hain argümanı, şiddet argümanı, terör argümanı, IŞİD, FETÖ, PKK vbg. hususları, 4 sene öncesine göre daha az kullanabiliyorsun. Bunlara dayanarak elde ettiği korku tüneli eskisi gibi işlemiyor. Farklı bir zemindeyiz ama 2015‘e benzer senaryo yeniden güncelleştirilerek uygulamaya sokulmak isteniyor. Türkiye ittifakı da aslında sertleşmenin yeni bir aşaması ki gördüğümüz kadarıyla İstanbul‘da ki seçim sürecinin bitirilmesi istenmiyor, daha da sündürülecek, öyle anlaşılıyor ki seçimler iptal edilebilir.
Yumuşamanın tercih edilmediğini ve sertleşmenin devam edeceğini, özellikle Kılıçdaroğlu’na yapılan muamele sonrasında görüyoruz. Türkiye ittifakı teklifinde aslında iktidar CHP’ye diyor ki ‘benim 17 yıllık yanlışlarımın üstüne gitme, ört, gel bundan sonra seninle iktidarı ve iktidar nimetlerini paylaşalım.’
Erdoğan dünkü konuşmasını iyi bakmak lazım. Benim İstanbul seçiminin iptal edileceğine dair edindiğim izlenime dayanak Erdoğan dünkü konuşması, “ben başarılı belediyelerimi geziye çıkacağım ramazandan sonra” diyor. Seçim atmosferinin devam etmesini isteyen direktifler verdi dün Kızılcahamam’da. Erdoğan 2015 senaryosuna benzer bir hikayeyi yeniden üretmeye, güncelleştirilmiş yeni hikayeyi üretmeye çalışıyor. CHP’yi bir anlamda da pazarlığa davet ediyor, bu pazarlık sonucunda geçen hafta konuştuğumuz gibi siyasi denklemin parametrelerinde değişiklikler söz konusu olabilir. Çünkü, cumhur ittifakının en önemli parametresi olan, Erdoğan ile bu rejimi kuran, en büyük destekçisi olan, Erdoğan’ı cumhurbaşkanı yapan, tek adam yapan, ittifakın başat unsuru Bahçeli ve MHP ile olan bir gerginlik var. Bahçeli bu Türkiye ittifakına hemen karşı koydu. Bugün de muhtemelen Bahçeli’yi de tanıyorsak bir teklifte bulunacaktır, ki Bahçeli’nin geçmişine bakmak yeterli, bu tür dönemlerde Ecevit hükümeti döneminde Öcalan ve idam meselesinde yapmıştır, hükümeti bırakmamıştır, sonra erken seçim kararı almıştır. İstanbul seçimlerinin iptalini Bahçeli istemektedir. İstanbul seçimlerinin tekrarı rejimin bekası için gereklidir. Ayrıca Bahçeli de Erdoğan’a diyor ki “denklemden beni çıkarır başkasını koymaya kalkarsan, bazı konuları da Türkiye’nin önüne getiririm, genel seçimi de, CHS ‘yi de tartışmaya açabilirim..” Hatırlarsın şunu söylemişti Bahçeli seçimden önce “eğer cumhur ittifakı millet ittifakının altında kalırsa rejimi tartışmaya açarız”. Bunun da altını çizmiş olayım. Bahçelinin bugün açıklama yapacağı söyleniyor, neler söyleyeceği önemli , Türkiye bir pazarlık ortamına girdi, ittifaklar ve aktörler yer değiştirebilir, duruma göre eski duruşlar devam edebilir. Esas beni burada düşündüren ve gerçekten rahatsız eden husus CHP’nin tavrı.
CT: Hangi tavrı?
AB: Türkiye ittifakı önerisini destekleyen bazı açıklamalar oldu bir genel başkan yardımcısının “Türkiye ittifakını konuşacaktık , neden saldırı yapıyorsunuz “ dedi.. NTV’ye verdiği demeçte Kılıçdaroğlu “Türkiye’nin meselelerini başta ekonomi olmak üzere her şeyi konuşmaya hazırız” dedi. Özgür Özel “sen şunları yap ondan sonra konuşalım” dedi. Şiddete maruz kalmış bir genel başkanına iktidarın takındığı inanılmaz kötü tavır var iken, partiniz ve kurduğu ittifak bir kalkış trendine girmişken, demokrasi ittifakı kalkışa çıkmışken , siz neyi konuşuyorsunuz, Türkiye İttifakı gibi demokrasiyi toptan kaldıran bir öneriyi konuşabiliriz diyorsunuz. . 31 Mart yerel seçimlerinde, demokrasiden, parlamenter sistemden yana güçlerin bir başarısı söz konusudur. Böyle bir durum var iken Kılıçdaroğlu‘ndan ve parti sözcüsünden, resmi ağızlardan “böyle bir ittifakı kabul etmiyoruz” açıklamasını henüz tam duyamadık.
Muhtemelen YSK’nın kararını beklemekle bağlantılıdır bu gecikme ama mesele iktidar meselesi değil, mesele demokrasi meselesidir. Türkiye’de bir iktidar var ama iktidarın demokrasiyle sorunu var. Demokrasiyle sorunu olan tarafla demokrasiyle sorunu olmayanlar arasındaki bir çatışma yaşanmaktadır. Yani inanmayacaksın ama takip ettiğim kadarıyla , Türkiye ittifakı önerisi kimi CHP çevrelerinde ciddi karşılık buldu, hani bir türkü vardır “şimdi yeşillendi fındık dalları” diye, yeşillenenlerin olduğunu gördük.. Şunu iyi anlamak lazım mesele iktidar paylaşımı değil, mesele rejimle ilgili.
Bu rejim bu ülkeyi yönetemiyor, aslında Türkiye İttifakı önerisi ile bunu itiraf ediyor Erdoğan, ama o itiraf, bir milli şef projesine de dönüşebiliyor. İktidara ortak olun ama benim şefliğinde olmak kaydıyla…
CHP’den ağzımız çok yandığı için 7 Haziran – 1 Kasım 2015, neydi adı , istikşafi miydi? Hani bakanlıklar paylaşılıyordu, ekonomi bizde, bilmem ne sizde falan filan bu arada rejim tek adamlığa doğru uçtu gitti. Ardından 2016’da dokunulmazlıkları kaldırılmasına onay verdi CHP. Kılıçdaroğlu’nun herhalde siyasi hayatını yazarken gerekçesini ve sonuçlarını açıklamakta zorlanacağı bir bölüm olacaktır, dokunulmazlıkların kaldırılması. Tüm bunları göz önünde bulundurarak teklifleri ve süreçleri izlemek lazım, siyaseti okurken at gözlüğü takmamak lazım, dağ gibi olumsuz bir 17 yıldan hesap sormaktan vaz geçmek, aklanmaya ihtiyacı olanın desteği olmak demektir.
31 Mart bir tür siyasal kırılma yaratmıştır / yaratabilir , böyle kırılmalar bölüşüm ve menfaat topoğrafyasını da değiştirir, yeni pozisyonlar oluşur, paylaşım pozisyonları, bölüşüm pozisyonları oluşur. Genelde de bugünkü gibi pasta küçüldüğü dönemlerde kavga çıkar, pasta büyükse kavga çıkmaz, az çıkar. Türkiye’de daralıyor, pasta küçüldü, baksana diyor ki Erdoğan, belediyelere sanki seçim direktifi veriyor “%40’ın altında olan projeleri bırakın, %70’in üstüne çıkanlara gaz verin, onları yürütün!” Yeni tip bir sertleşmeye ve de seçim pozisyonuna doğru gittiği söylenebilir.
CHP “hain”, HDP zaten hep hain, kendisinden olmayan karşı ittifakın içinde olan tüm partiler, Saadet’i de, İyi partisi de hain, herkes PKK’lı, herkes Kandilci, herkes terörist söylemi artık eskisi gibi tutmuyor. O zaman ne yapmanız gerekiyor? Sizden alıp götüren ortağın yerine sizden alıp götürmeyeceğini umduğunuz yeni ortaklar koymanız gerekiyor. Hem de ortaklık içerisinde de sizin pozisyonunuz lider olarak hiç değişmeden katmerleşerek artsın istiyorsunuz.
Yayıncılık ve gazetecilik hayatım boyunca en fazla çalıştığım konular toplumsal uzlaşmalar, siyasal uzlaşmalar, iktisadi sorunlar üzerine sınıfsal kesimlerin uzlaşmalar oldu, ki bu konuda Türkiye çok zengin bir deneyime sahip değildir. Dünya tarihinde ciddi deneyim ve literatür var, mesela bu tür uzlaşmalara literatürde ‘kokan uzlaşmalar’ deniyor, kokan uzlaşmalara en büyük örnek Chemberlain, Hitler, Mussolini bir araya gelip uzlaştıkları saldırmazlık paktıdır. Çek bölgesi paylaşılmıştır, Almanlara verilmiştir, Avusturya’nın işgaline ses çıkarılmamıştır. Bunlara kokan uzlaşmalar deniyor yanlış ötesi ittifaklar, sonucunda dünyanın başına büyük belalar yaratmıştır. Stalin’le Hitler’in saldırmazlık anlaşması da kokuşmuş uzlaşmalardandır. Türkiye ittifakı da bana böyle geliyor, yani 8.maddeye baktığımızda bir milli şef tarifi var.
CHP’deki kimi arkadaşlarımız diyor ki “bu tekliften niye uzak duralım? Katılmazsak iş sertleşir ve onlarla mücadele etmek yerine uzlaşalım, belediyeleri aldık ama çoğunluk onlarda, bizi çalıştırmazlar ve çalışabilmemiz için bu ittifaka dahil olmalıyız”. Elinin tersiyle kesip atmak istemeyenler belli ki var ama bu ittifak önerisinin CHP’ye, 2015 koalisyon görüşmelerini de hatırlatarak Türkiye’ye çok yararlı olacağını düşünmediğimizi belirtelim.
TBMM’de ve CHS ‘de çoğunluğu varken kendi çoğunluğunu göz ardı ederek böyle bir teklifte bulunmanın arkasındaki kodları da dikkatlice aramalarını tavsiye etmekten başka sözüm yok. Erdoğan Türkiye toplumunun %50’lerinin kuvvetle destekleyebileceği bir hikaye yazmaktan çok uzak bugün. Ekonomide ve siyasette, iç ve dış siyasette, sorunları var , kendi partisinde de sorunları var artık.. 2015’ten farkı kendi partisinin içerisindeki anafor daha yüksek, sürekli şikayet ediyor partisinden “dağılmayın, gitmeyin!” diyor. Alt alta koyduğunuzda bidünya sorunu kucaklamış vaziyette neredeyse Türkiye; hem uluslararası paktlarla sorunları var, hem süper güçlerle, ekonomide, enerjide muazzam problemlerle karşı karşıya. 31 Mart’ın yarattığı kırılma , iktidar bloğunun hakim olamadığı değişiklikler yaratabiliyor, derin ve derin olmayan değişikliklere sebebiyet verebiliyor, parametreler yer değiştirebiliyor böyle siyasal kırılmalarda, umulmadık ittifak aktörleri de yaratılabiliyor. Hatırlayalım, 2013 yılında Öcalan ve Erdoğan Hükümeti görüşmeleri ile başlayan çözüm süreci nasıl sonlandı ? 30’a yakın görüşme yapıldığı daha sonra basına yansıdı ve sonuçta bir gün bir grup toplantısında Selahattin Demirtaş “seni başkan yaptırmayacağız!” dedi. Sonra da çözüm süreci bitti, terör, şiddet yükseldi, insanlar Haziran 2015 seçimlerinden 1 Kasım’a savruldular.
HDP; her türlü baskıya rağmen Kürt seçmeni, HDP seçmeni diyelim genel olarak, “seni başkan yaptırmayacağız" dan bu yana, varlığını korumasını bildi. Halen, gücü kaybolmuş parlamentoda 3.parti. Aslında 31 Mart seçimlerine baktığınızda gerçekten muhalefete başarıyı tattıran da HDP’nin tutumu oldu. Herhalde görmezden gelmiyor bu durumu Tayyip Erdoğan, Türkiye ittifakında gözettiği bir diğer hususun bunun olabileceğinin de altını çizelim. Son günlerde saray ve iktidar kanadından yapılan açıklamalar dünkü Erdoğan’ın Kızılcahamam konuşması yeni bir seçimi ihtimal dışı bırakmıyor. Erdoğan anlaşılıyor ki seçim ihtimalini hiç ihmal etmiyor, hem İstanbul yenilemesini istiyor, hem de Türkiye genelinde oy oranlarının kayboluşunu görüyor ve kaybettiklerini tekrar kazanma gayreti içinde olacağını satır aralarında söylüyor ,açıklamaları böyle okumak pekala mümkün. Tabii Bahçeli bugün iki konuda ne diyecek? Rejimle ilgili bir şey söyleyecek mi? ‘Kadayıf partisi’ diye bir kavram vardı. 70’li yıllarda Milliyetçi Cephe koalisyon hükümetlerinde anahtar parti Milli Selamet Partisi'ydi ve partinin başkanı Necmettin Erbakan, koalisyonu bozmak istediği zamanlarda “kadayıfın altı kızarıyor” derdi. İttifaklarda anahtar partiler böyledir. Bahçeli ve MHP anahtar rolü terk edecek mi ya da terk etmeyecekse ne tür şartlarla sürdürecekler? Önümüzdeki dönemde bunlara bakacağız CHP’nin de bu konudaki tavrının netleşmesi lazım, seçmenlerine karşı tavrını belirtmesinde fayda vardır diyelim. Vaktimiz de bitti herhalde, hep ben konuştum, sen araya girmedin?
CT: Bugünlük böyle olsun.
AB: Olsun peki.
CT: Çok teşekkürler Ali bey.
AB: Tamam kolay gelsin, herkese iyi yayınlar, hoşça kalın!
CT: Önümüzdeki hafta görüşmek üzere, teşekkür ederiz.