Gülmen ve Özakça’nın durumu kritik aşamada ancak görüşecek hükümet yetkilisi bulunamıyor.
Kaynak: Cumhuriyet (21 Temmuz 2017)
Akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’nın işlerine dönebilmek için başlattıkları açlık grevlerinin 136. günü. Semih Özakça’nın eşi Esra Özakça da 61. gündür eylemde. Esra Özakça, “Endişeliyiz. Elimizden gelenin fazlasını yapmalıyız. Pazar günü herkesi Güven Park’a bekliyoruz” diyor. İnsan hakları savunucuları da Gülmen ve Özakça’nın sağlık durumu kritik aşamaya gelmişken, hükümet ve devlet yetkilisi hiçbir muhatap bulamadıklarını söylüyor.
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Gülmen ve Özakça’nın hak arama yolları kapatıldığı için bu yöntemi denemek zorunda bırakıldıklarını vurgulayarak, “Kişisel tercihleri değildi. Yıllarca emek verdikleri işlerinden koparıldılar. Bu da hiç alakaları olmayan, karşı oldukları darbe nedeniyle çıkaralan KHK ile oldu. Tabii ki bizim tercihimiz hiç kimsenin kendi yaşamını ortaya koyacağı bir hak arama yoluna girmemesi. Ama hiç kimsenin de Semih’e ve Nuriye’ye ‘neden bunu yaptınız’ deme hakkı yok. Tercihimiz açlık grevini bugün bırakmalarıdır. Ama Türkiye’de ve dünyada herkese düşen görev kalıcı bir hasar olmadan Semih ve Nuriye’nin talepleri konusunda bu hükümeti adım atmaya zorlamak olmalıdır” dedi. Tanrıkulu, AKP hükümetinin taviz olarak görüleceği için Gülmen ve Özakça için adım atmadığını kaydetti: “Ama unutmasınlar ki onların yaşamlarına gelebilecek bir zarar, hem bu dünyada hem de kendi inandıkları mahşeri dünyada vicdanları ile baş başa bırakacaktır. Bu yük onların kuşaklar boyu, kendilerinden sonraki kuşaklara bırakacağı en ağır miras olacaktır.”
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel ise TTB olarak Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın sağlık durumlarını değerlendirmek için cezaevinde ziyaret etme taleplerinin Adalet Bakanlığı’nca reddedildiğini söyledi. “Uzamış açlıkla ilgili pek çok risk var” diyen Tükel, risklerden birinin de Wernicke- Korsakoff hastalığı olduğuna dikkat çekti. Uzamış açlığın, tüm sistemleri ve organları etkilediğini anlatan Tükel, “Ağır enfeksiyonlara, kalıcı bozukluklara, organ yetmezliklerine ve ölüme yol açabilmektedir. Uzamış açlıkta ölüme neden olan başlıca sorunlar, enfeksiyonlar, sıvı elektrolit dengesizlikleri, kalp ritim bozuklukları, Wernicke ensefolapatisi, çoklu organ yetmezlikleridir” dedi. Cezaevinin açlık grevinin beden üzerindeki olumsuz etkilerini artırdığını vurgulayarak, “Sürekli yatıyor olmak bile yattıkları yatak uygun olmadığında sırtlarında ciddi yaralara ve buna bağlı enfeksiyonlara neden olabiliyor. Bu nedenle sağlık açısından ilk yapılması gereken tahliye edilmeleri olmalı. İkincisi de görevlerine iade edilmeleri. Hâlâ geç değil.”
TTB eski başkanlarından Prof. Dr. Gençay Gürsoy da Gülmen ve Özakça’nın sağlık durumlarına ilişkin elde güvenilir bilgi olmadığını vurguladı. “Nörolojik muayene yapılmadan kaybedilen bedensel fonksiyonların boyutlarını saptamak mümkün değil” diyen Gürsoy, şöyle konuştu: “Geçmiş dönemlerde, Çapa’daki İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden, açlık grevleri döneminde kritik aşamadaki grevcileri muayene etme imkânlarını buluyorduk. Siyasi otorite o esnekliği gösteriyordu. Bugün bu anlayış yok. Burada özel tutum var. İki insan dünyanın gözü önünde adım adım ölüme gidiyor ve buna bu iktidar tüm soğukkanlılığı ile kılını kımıldatmadan seyrediyor.” Suçu kanıtlanmamış insanların göz göre göre devletin denetimi altında ölüme gönderilmesinin taammüden cinayet işlemek olduğunu belirten Gürsoy, “Siyasi otorite, bu meselenin karşılıklı tavizlerle çözülmesine zemin hazırlayabilecek bir görüşme imkânı sağlamalı. Bu çocuklara, ‘açlık grevini sonlandırın’ demek de insani bir şey tabii ama öte taraftan seçimlerine saygı duymak zorundayız. Belli sürede ne kadar B1 vitamini verirseniz verin nörolojik bozuklukların önüne geçemezsiniz. Nuriye ve Semih’in kritik aşamaya girdiklerini düşünüyorum. Bugün bile sonlandırsalar kalıcı bozukluklar maalesef bu çocukları bekliyor.”
İHD önceki genel başkanlarından, eski milletvekili Akın Birdal, Türkiye’de daha önceki açlık grevlerinde hükümetle iletişim kanalının açık olduğunu söyleyerek “Devletin her koşulda yaşam hakkından sorumlu olmasından kaynaklı bir muhatap buluyorduk. Sivil toplum kuruluşları, insan hakları dernekleri Türkiye’nin vicdanını harekete geçirmeye çalışıyordu. Nuriye ve Semih için de birçok girişimde bulunduk. 14 kişilik heyet oluşturduk. Bakanlıklara başvurduk. Cumhurbaşkanı’nın danışmanlarına ulaşmaya çalıştık. Muhatap bulamadık. Kabine değişikliği oldu. Bizler yine muhatap arayacağız” dedi. Yaşanacak kötü bir sondan, başta iktidarın sorumlu olacağının altını çizen Birdal, “Hepimiz onları yaşatamadığımız için sorumlu olacağız. Ölüme seyirci kalınamaz. Arkadaşlarımız sadece haklarının geri verilmesini, işlerine geri dönebilmeyi istediler. Onları ölüm kıyısından çekmeliyiz” diye konuştu.
Oyuncu Defne Halman, Gülmen ve Özakça’nın sesine ses olmak için bir hafta açlık grevi yaptı. Gülmen ve Özakça’nın zaten devlet tarafından açlığa mahkûm edildiğini söyleyen Halman, “Onlar da bunu bir çaresizlik olarak değil, bir enstrüman olarak kullanmaya karar verdiler. İşimi geri istiyorum özelinde somutlaşmış ama bütünsel olarak OHAL rejimi ve KHK’lere yönelik bir duruş var. Ancak devlet olduğunu unutan bir yapı var karşımızda. Ne mi olacak? Nuriye ve Semih yaşayacak, tarih başka kimseyi hatırlamayacak. Deniz’leri asan cellatları, kalemi kıran hâkimleri kimse tanımıyor ama bugün Deniz’leşen bir dünya var” dedi. Gülmen ve Özakça’nın cezaevinde kalmaması gerektiğini vurgulayan Halman, “Nuriye ve Semih’in havasız, nemli, ışıksız, insandan koparılmış, her gün farklı tacizlere maruz kalınan koşullarda kalmasını siyasetin ve tarihimizin bir utancı olarak görüyorum. Nuriye ve Semih’i yaşatmak, seslerine ses olmakla mümkün. Bu da çok net: ‘İşimi geri istiyorum!’ Üç kelime bir cümle...”
Fatime Akalın (49) ve Ömer Ünal (42), cezaevinde ölüm orucu eylemi yapmış, zorla müdahalenin ardından Wernicke- Korsakoff hastalığına yakalanmış iki eylemci. Akalın, tutuklanmadan önce Gazi Üniversitesi Hastanesi’nde sağlık teknikeri olarak çalışıyordu. Tüm Sağlık Sen Sendikası kurucu üyesiydi. 1996 yılında “örgüt üyesi” olduğu gerekçesiyle tutuklandı. F tipi cezaevlerine karşı eylem yapan Akalın, 264. gününde eylemine son verdi. Uzun süre tedavi gördü. Tek başıma yürüyemiyordu. Hafıza kaybı vardı, konuşamıyordu... Akalın, “Yardıma muhtaç hale geldim ama bizler yaşamda direnmeyi tercih etmiştik. Nuriye ve Semih de direnmeyi seçtiler. Seçimimizin sonuçlarını yaşıyoruz. Bundan sonra Nuriye ve Semih için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...” dedi. Ömer Ünal, 1995 yılında Akalın ile aynı suçlamayla 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Tecrit altında tutulan Ünal, 1996 yılında süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladı. Eyleminin 100. günü geçince elinin, ayağının bağlanarak kendisine müdahale edildiğini söyleyen Ünal, “Ağabeyim ve ben aynı dönemde cezaevinde yattık. O da greve katıldı. Ona da müdahale edildi. Annem ve ablam bizi terk etti. Şimdi bir evde ağabeyimle beraber yaşıyoruz. Ben çoğu işimi yapamıyorum. Nuriye ve Semih’in talepleri kabul edilsin. Bizim yaşadıklarımızı yaşamasınlar” diye konuştu.