Gökşen Şahin
Bundan altı sene önce başlayan ve istersek "başka bir dünyayı yaratabiliriz"in hikâyesi Barışarock. Çok uluslu ve burnumuzun dibinde başlayan işgalin destekçisi bir firmanın sokağın müziğini, rock müziği kendi şişesine hapsetmesine gönlü razı olmayan; sokakta yada sahnede söyleyecek iki çift lafı olan (söyleyecek laflarından başka da bir şeyi olmayan) insanların bir araya gelişinin hikâyesini bugüne kadar çok kereler duyduk ya da anlattık. Bu sefer Barışarock'tan söz ederken bir noktanın altını bir kez daha çizmek lazım belki. Bu senenin Barışarock 6 oluşunun... Rock'ı şişeye sığdıramayanlar, seslerini sokaklarda, meydanlarda yada sahnelerde duyuranlar "Altı üstü savaşa, işgale, ırkçılığa, milliyetçiliğe, nükleer santrallere ve küresel ısınmayı durdurmayanlara Karşı Festivali" bu sene de sokakları arabalarıyla değil adımlarıyla eskitmiş on binlerle beraber gerçekleştirdiler. Bu arada festivali için büyük isimler arayan büyük ve çokuluslu firma çoktan şişelerini toplayıp evine dönmüştü bile.
Bu seneki Barışarock, son Barışarock'tı. Sahneden bu işin aktivistleri, gönülleri, sanatçıları çıkıp bitiriyoruz dediklerinde bir süre susup alandan gelen "7" tezahüratını dinlemek zorunda kaldılar. "Başka Bir Dünya"nın çocuklarına bitirmeyi anlatmak çok kolay olmadı. Evlerimize dönmüyoruz, tartışıp, büyüyüp, başka eylemlerle/ eylemcelerle döneceğiz, "Dans edemediğimiz devrim, bizim devrimimiz değildir" açıklaması ancak Barışarockçıların gönüllerine su serpti. Barışarock da zaten sokağa çıkarttığı, festivalde tanışıp beraberinde "iklim değişikliğini durdurun" yada "Savaşa Hayır" eylemlerine sürüklediği binlerce aktivistini artık istese de evlerine gönderemezdi. Bir kere basit insanların, basit taleplerinin dünyayı değiştirebileceğini görmüştük. "Sektör" olmadan müzik yapılabileceğini, sahneye sadece sanatçıların değil sendikacıların da çıkabileceğini, gençlerin de saatlerce toplantılarda politika tartışabileceğini yani aslında bize olmaz denilenin isteyince nasıl olduğunu Barışarock'ta hepimiz fark etmiştik.
Fotoğraf: Şengül Çiftçi
Barışarock'ın bu sene, son sene olmasının dışında bir başka özel durumu daha vardı. Gürcistan'dan festivale gelen Heavy Cross grubu. Yola çıktıkları saatlerde Gürcistan Güney Osetya'ya saldırmıştı. Türkiye sınırını geçtikleri sıralarda da Rusya, savaş uçaklarıyla Gürcistan'ı bombalamaya başlamıştı. Adında "Barış" olan, "Milliyetçiliğe" karşı bir festivale gelirken; savaş tanrıları, kendi çıkarları uğrunda yüzyıllardır aynı topraklarda yaşadıkları insanları öldürüyorlardı. Kazananın kim olduğu yine masada belli oldu ama kaybedenlerin ölen binlerce sivil olduğundan şüphe yoktu. Heavy Cross alana geldiğinde ailelerine ulaşmaları ve yardıma ihtiyaçları olan her konuda onlara yardım edebilmek için onlarca gönüllü vardı. Geri dönüp dönemeyecekleri belli değildi, morale ihtiyaçları vardı. Barış festivalinin yolu dayanışma sokağından geçtiğine göre, Gürcü grup için ön alkışı ve barış çığlıklarını onlardan önce çıkan gruplar istedi. Heavy Cross sahnedeyken eğlenen on binler şarkı aralarında durup "Savaşa Hayır" diye bağırıyorlardı.
Madem Barışarock sahnesinden söz ederek anlatmaya başladık son Barışarock'ı, sahneden anlarla devam edelim. Pazar akşamı da sahnede DİSK'e bağlı Limter-İş Genel Başkanı Cem Dinç vardı. Tuzla tersanelerinde yaşanan işçi ölümlerinden söz etmek üzere sahnedeydi. Tersanelerde yaşananların iş kazası değil, cinayet olduğunu söyledi alandakilere, 101. işçinin tersanelerde öldüğünden söz etti, sözleri belli aralıklarla "Tersane İşçisi Yalnız Değildir" sloganıyla bölündü. Bu sloganlar herhalde patronların kulağına gitmemiş olacak ki ertesi günün öğleninde Tuzla'da işçiler bir filika denemesinde kum torbası yerine kullanıldıkları için, 3 tersane işçisi daha öldü. Yani bu yazıyı yazılırken 104 tersane işçisi ölmüştü tersanelerde yaşanan iş "kaza"larında, siz okurken umarız bu sayı artmamış olur.
Sadece bu kadar değildi iki gün içinde yaşananlar. Binlerce kişinin eğlendiği bir eylemceden bahsediyorsak mutlaka alanda yapılan yürüyüşlere ayrı bir kısım ayırmak lazım diye düşündük. Barışapedalcılar her yıl yaptıkları gibi Beşiktaş'tan pedal basarak geldiler Barışarock alanına, ellerinde barış bayraklarıyla yüzlerce kişi tarafından karşılandılar. Alanın barış rengine, bir renk daha kattılar bisikletleriyle. Aynı gün Barışarock alanında sendikası kapatılan Genç-Sen'liler, darbe karşıtlarını bir araya getirmeyi hedefleyen 70 milyon adım hareketi, Irak işgalini kınayan savaş karşıtları da yürüdüler. Pazar öğlen, alandaki ilk söyleşi Lambdaistanbul'un söyleşisiydi; hemen arkasından onur yürüyüşü oldu. Böylece ikinci gününe de Barışarock alanı örgütlenme, sokakta gezme, istediğini sevebilme gibi temel özgürlükleri isteyen sloganlarla başladı. Pazar gününde de sahnelerdeki konserler gibi yürüyüşler de, toplantılar da devam etti. Söyleşi alanında, yaşları seçilme yaşının bir hayli altında olan gençler; 1968'den 2008'e öğrenci hareketi, iklim değişikliğini durdurmak için yapılması gerekenler, milliyetçilik ve darbe, Kürt sorunu hakkında politika ürettiler, tartıştılar.
Söyleşi alanında Kürt sorunu tartışılmadan önce Barışarock Cem Karaca Sahnesi ( bu yıl Barışarock alanı düzenlenirken, sahnelere, caddelere, alanlara bu festivalde var olmuş ama aramızdan ayrılmış sanatçıların isimleri verilmişti) Hakkari'den gelen ve ilk defa böyle bir festivale katılan Kürt metal grubu Ferec'le açıldı. Gün boyu sahnede Barışarock aktivistleriyle beraber sunuculuk yapan Mahşer-i Cümbüş ekibi de her arada ırkçılığa karşı, savaşa karşı, işgale karşı, küresel ısınmaya sebep olan ve değişemeyenlere karşı alandan daha gür ses çıkmasına yardımcı oldular.
Bir de atlamadan geçemeyeceğimiz bir atölyeler kısmı vardı festivalin. Sosyal Haklar Kıraathanesinden Filistin Sergisi'ne, Nükleere Karşı Sanat'tan Stencil ve Grafiti Atölyelerine kadar onlarca atölye vardı. Koala dergisi çizerlerinin hazırladıkları karikatürlerin balonlarının Barışarock katılımcıları tarafından doldurulması demek olan Karoekatür atölyesinden Yoga Atölyesine binlerce insan hayatlarında belki de ilk kez yaptıkları onlarca şeyi denediler.
Festivalde neler oldu neler bitti, kimsenin hakkını yemeden anlatmaya çalıştık buraya kadar. Bunları anlatırken asıl amacımız, katılmayanlara neler kaçırdıklarını göstermek değildi ama. "Evimiz Dünya" diye yola çıkan bir grup beş kuruşsuz insanın isteyince, nasıl da sistemi kırabildiklerini anlatmaya çalıştık. Hiçbir özgürlüğün | Fotoğraf: Didem Gençtürk |
diğerinden daha önemsiz olmadığı, fikirlerin tartışılabildiği, kimsenin kimseyi teninin rengi yada cinsel tercihine göre yargılamadığı bir dünyanın aslında mümkün olduğunu ve hatta şimdikinden çok daha güzel olduğunu bizzat gözlerimizle gördüğümüzü anlatmaktı esas derdimiz. Ne kadarını anlatabildik onu bilemeyiz ama on binlerle birlikte "Barış" istemek cidden iyi oluyor; hem yalnız olmadığını görmeye, hem de "Barış"ın aslında ne kadar güzel olduğunu hatırlamaya yarıyor.