Sevgili Ömer Bey merhaba,
Son bir yıldır radyonun yayınlarında ciddi ve göze çarpan ölçüde bir politikleşme var ve bu bizi bazen seçenekler yapmaya zorlayan mantık ve düşünceleri de ortaya koyuyor. Şöyle ki; politikanın seviyesine -communication level anlamında- inildiğinde bir taraf olmak kaçınılmazdır. Ve sizin sunumlarınızda, seçtiğiniz konuşmalarda, çağrılan yorumcuların, profesörlerin, konukların, gazetecilerin çoğunun fikirlerini dile getirişinde şiddetlli bir AKP, Tayyip Erdoğan ama arka planında şiddetli bir din düşmanlığı (resmi cumhuriyet öğretisi gereği heralde) sezinliyorum.
Bunlara oy veren insanların akılsızlığı, ne yazık ki yine oy vereceği, eğitimsiz bir halk olduğumuz, kolay kandırılabildiğimiz, hâlbuki herkes kendileri gibi okumuş, anlamış olsalardı, AKP gibi, İslâm gibi şeylere ihtiyaç duymadan oyunu kullanabilecekken maalesef olmamasının verdiği üzüntüleri dile getirilmesinin farklı kelimelerle konularınızın tamamına yakınının anlatımı görülmekte.
Tesadüfen belki öyledir ama Taraf gazetesi de -sizin radyo o kadar olmasa da- 2011 yılından itibaren tamamen bu kulvara girmişti.
Konuşan yazarlarınızın Radyo konuşmalarından kendi yazdıkları mecralardan daha radikal fikirler beyan etmeleri belki de Radyo'nun dinleyici kitlesinin “beyaz Türkler”den oluştuğu varsayımı ve tüketiciye göre alınmış bir pozisyondan kaynaklanabilir. Örneğin Cengiz bey yazılarında –hem de Taraf gazatesinde- daha mülayim ve az karşıtlıkla -AKP’yi az aşağılayarak diyelim- yaparken yorumlarını radyoda daha şiddetli yapmaktadır.
(Benim AKP ile bir ilgim bağım olduğundan değil bu rahatsızlık ama olsa ne yazardı), ancak yayın rasyonel bilgi, adil davranış, ve en önemlisi hümanist çizgiye aykırı bir mecra olmakta ve bu da Radyonun algısını politize etmektedir (amaç politika ise radyo değişmeden gidilip bir parti kurulabilir, ama eski kredilerle politize ortam yaratmak dinleyiciyi kandırmak demektir).
Örneğin Ahmet İnsel, verdiği bilgiler ve yaptığı çıkarımlar hem bilimselliğe aykırı, küçücük veriden büyük sonuçlar çıkarmakta. Kocaman gerçeklere önemli değildir demekte, (şu Şerif Mardin'in başörtüsünde mahalle baskısı vardır iddasındaki gibi). Fırsat bulduğundan tüm inananlara (muhafazakar olmayı seçmeyi aşağılayarak) giydirmek, onları çağdışı ilan etmek, tam da sizin yıllardır karşı çıkmaya çalıştığınız 'ötekileştirme, nefret oluşturmak' fiilini işlemektedir. Bunları sizin de farkettiğinize eminim ancak bunların fikir çeşitliliği noktasından fikir çoğunluğu noktasına gelmesi tabii doğal olarak dinleyiciye acaba yanlış bir mecrada mıyım diye sormasına neden oluyor.
Gazeteci olmak tam da burada devreye girmesi gerekirken meydanı ilgili kişinin defalarca aynı şeyi değişik kelimlerle söylemesine ve kendisi susana kadar araya girip gazeteci sorusunu sorarak yeni konularda da fikir edinilmesini yerine getirebilir aslında.
Gerçek gazeteci, gazeteciliğini kendi fikrinde bile olmasa bir kişiden en fazla fikri alabilmek, hele mümkünse çelişkili fikirler alabilmek ve bu çelişkileri de hemen oracıkta ortaya atabilmektir bence. “buyurun söz sizde” tarzı bir söyleşi de gerçekte gazetecilik olmamalı.
Hiç ilgim olmayan (AKP) ve bulaşmadığım siyasi seviyeden nefret söylemine –tüketici olarak- tabii tutulmam beni yine hiç ilgi duymadığım ve dünün toplum katilleri olduğunu bildiğim (CHP) politikalarını bize aşılar noktasına gelindiğini görmek gerçekten ürkütücü oluyor. Dolayısıyla birileri beni milyon üzerinde insan öldürmüş, ülkemizin Türk ırkına mensupları dışındaki azınlıkları sürmüş yoketmiş bir rejimin temsilcisi CHP ile daha böyle bir şey yapmamış ama yapma niyeti olduğuna dair iddalarda bulunulan AKP ile aynı kefeye koyamayız. Gerçekte bunu adlandırısak birisi katil faili diğeri de olsa olsa düşünce suçlusu olur. Neyse bu anlattığım zaten politika seviyesi ve olmak istemediğimiz alan.
Halbuki sizler yıllardır bir seviye üstte, önce insan, insanlık, hümanizm noktasındaki söylemlerin hakim olduğu bir alandaydınız. Hümanizm, tüm kültürlerin değerli olması, inanan ve inanmayan, okumuş ve okumamışın eşitliği (buna AKP seçmenlerı ve Tayyip de dahil olmalı pek tabii değil mi?) olayları politikaları ve hedefleri (varsayılan niyetleri değil) değerlendirmek eleştirmek varken insanlara hakaret etmeyi meziyet pilen profesörleri ülkemizde çok gördük, bir kaç ilave fikri bir katkı yapmayacaktır inanın ama birkaç eksik ötekileştirmesi fikir toplumumuza bir katkı yapabilecektir sanırım.
Bir diğer konu ise çevre konusundaki inanılmaz dereceye varan militan bir yaklaşım olduğu. Bizler, dinleyiciler çevrenin zarar görmeden enerji kaynakları üretilmesi, kontrollü, kirlenmeden, vs.vs. olmasını arzu ederken mutlak bir enerji karşıtlığının da günümüzde rasyonelliği mümkün değil. Enerjisiz bir dünyada yaşamak isteyebilecek insan oranının binde bir bile olamayacağı bir ortamda akıl ve mantık ile, çevreye zarar veren prosedürlerin vs.vs. iyileştirilmesi için sonuç alınabilecek alanlarda konuşmak ve bilgi üretmek faydalı olsa gerektir.
Artık Greenpeace'in bile yıllar önce terkettiği “herşeye karşıyız” politikaları insanlarda soğukluk, mesafe duygusu yaratıyor.
Sizlerle bu fikirlerimi paylaşmak istedim.
Sevgi ve Saygılarımı sunarım.
Kaya Bağ
Merhaba Sayın Bağ, Mesajınız için teşekkür ederiz. Daima eleştirilere açık olduğumuzu eski bir dinleyicimiz olarak gayet iyi bildiğinizden eminiz. Bir radyo olarak önemli ölçüde dinleyicinin geri beslemelerinden esinleniyoruz... Ne var ki, birkaç husus konusunda kendimizi biraz daha açıklamamız gerekli görünüyor. Şöyle bir "tashih" yapmamıza izin veriseniz, radyomuzda "politikleşme" gibi bir durumun pek sözkonusu olmadığını söylemeliyiz. Çünkü, biz zaten en başından beri politiktik ve daima öyle kaldık. Mensup olduğum kuşağın şu meşhur duvar yazısını (Paris ' 68 Mayıs) hatırlatmama izin verirseniz: Şu dünyada "HERŞEY POLİTİK!"tir zaten. Bizim radyonun yayınlarında -esas olarak Açık Gazete programında, Açık Dergi'de ve diğer sözel programlarımızda, ama elbette tüm diğer müzik programlarımızda da- son 1 yıldır değil, ta en baştan, kurulduğundan beri, yani 17 yıldır ciddi bir politik tavır var olması için uğraş veriyoruz. Bugüne kadar bu radyoda 1100'e yakın insan gönüllü olarak program yaptı ve eğer varsa, sanıyorum pek az istisnası ile ile hepimiz insanın dürüst ve namuslu duruşunu savunmak, bu ilkeli duruşu da bedeli ne olursa olsun bırakmamak için vargüçle uğraştık. Pulitzer ödüllü ünlü yazar Chris Hedges'in geçenlerde yazdığı gibi: "... iş âlemi ve politikanın tanımları, kazananla kaybedenler, güçlülerle güçsüzler, [seslerini duyuranlarla susturulanlar] gibi kategoriler, eğer giriş ücreti olarak ruhunuzu satmanız gerekiyorsa, hiçbir anlam taşımaz... Tarihi yazanlar (resmi tarihçiler yani) ahlaklı olanı, iyi olanı, neyin doğru neyin yanlış olduğunu, neyin geleceğe kalacağını neyin daha baştan beri hükmünün olmadığını yazmaz." (Truthdig, 21.10.2012) Dolayısıyla, sayın Bağ, siyasi partilerle (AKP,CHP ve diğerleri), siyasi kişilerle (Recep Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu ve diğerleri) bu ilkesel ve etik çerçeve dışında zerrece ilgilenmedik; bundan sonra ilgilenmeyi düşünmüyoruz. Web sitemizde yer alan 17 yıllık manifestomuzu elbette biliyorsunuzdur, işte o manifestoda da açıkça ortaya konmuş olan "amaçlar ve ilkeler" konusunda ne söylemişsek işte odur. Hep onlara bağlı kalmaya çalıştık --ve sanırım iyi-kötü bunu başardık da. Biz, mümkün olduğu kadar sessizlerin sesi, toplumun vicdanı, hakkaniyet ve sosyal adaletin kovalayıcısı, hukukun üstünlüğünün ve katılımcı demokrasinin zenginleştirilmesinin yılmaz bir savunucusu, gezegenin de nâçiz birer emanetçisi ya da "kâhyası" olmaya uğraştık. Kendi hayatımızı hangi evrensel etik ve standartlara uygun olarak yaşamaya çalıştıysak ve çalışıyorsak, yayın hayatımızda da aynen böyle yapmaya çalıştık. Gerisini de -ne yalan söylemeli- pek umursamadık doğrusu. Bir de Türkiye'den tarihçi yazar Halil Berktay'ın geçenlerde yazdığı makaleden bir alıntı yapayım izin verirseniz: "... toptancılığın yerini parçalılık ve perakendecilik aldı. Her bir olayda, o olayı illâ başkalarıyla birleştirmeksizin kendi sınır ve ölçüleri içinde görüp ona göre tavır belirlemek gibi açık uçlu bir eklektisizm, hem mümkün hem gerekli hale geldi. Bu da bütün olaylarda hep aynı saflarla birlikte olmak yerine, her bir olayda değişik kesimlerle bir araya gelebilmeye yol açıyor. Yeri gelmişken: Ben şimdiye kadar yani 2002, 2007 ve 2011 genel seçimleri ile aradaki yerel seçimlerde ne AKP’ye oy çağrısında bulundum, ne de gidip oy verdim (yani öyle, kamuoyu önünde bir şey söyleyip sonra elim varmadığı için başka bir şey yapmış da değilim). Ama 12 Eylül 2012 anayasa değişikliği referandumunda elbette “evet” dedim. Dolayısıyla o noktada AKP ile birlikte, CHP ve BDP’ye ise karşı olmuş oldum. Kendi gerekçelerime güvendim ve AKP’nin ne gibi gizli-açık gündemleri olabileceğine de pek aldırmadım. Buna karşılık meselâ MEB’in 4+4+4 tasarısı çıkageldiğinde, Taraf’ın editoryal tavrını da eleştirerek buna karşı çıktım ve pekâlâ denebilir ki bu, beni bu sefer, bu konuda CHP’yle aynı safa götürdü. Kürt sorununu yaratan “emperyalizm” filân değil Türk milliyetçiliği ve Atatürkçü ulus-devlettir. Kürt halkı üzerindeki her türlü baskıya karşı çıktım ve imzalamadığım bildiri, yapmadığım konuşma kalmadı. Yeni bir anayasada kendi kaderini tâyin hakkının yer alması gerektiğini savundum. Öte yandan, PKK’nın ideolojisini, politikalarını ve örgüt-içi uygulamalarını desteklemeyi de kabul etmedim. 21. yüzyıl başında ve hele bu noktada “haklı savaş” olmaz dedim; şahsen gerillaya oy da vermem ve gidip BDP akademisinde ders de vermem dedim. Yerine ve kimine göre “Kürtçü,” yerine ve kimine göre “Türk ırkçısı” oldum. Dinsizim ve başörtüsü özgürlüğünden yanayım. İslâmofobik nefret söylemine karşıyım ve Richard Dawkins’in de, Salman Rushdie’nin de, Sevan Nişanyan’ın da, Fazıl Say’ın da düşünce özgürlüğünü savunuyorum. Tıpkı, 1 Mayıs 1977’nin bir “devlet katliamı” olduğu uydurması gibi. Bunların hepsini birlikte de söylerim, ayrı ayrı da. İster o sırayla, ister bu sırayla. Her seferinde, kendi kafam ve gerekçelerimle. Hiçbir mahalle baskısına aldırmadan." (Taraf, 20.10.2012) Sayın Bağ, Son olarak, azgın çevreciliğimize ya da sizin deyişinizle "çevre konusundaki inanılmaz dereceye var militan bir yaklaşım"ımıza değinelim. Gezegenin, yüzyüze bulunduğu korkunç tehlike konusunda bu radyoda özellikle son 15 yılda milyonlarca dakikalık yayın yapıldığını elbette biliyorsunuzdur iyi bir dinleyicimiz olarak. Ama dinleyici ve destekçilerimize bir "dizi" halinde gönderdiğimiz ve web sitemizde yayınladığımız aylık "bülten" makalelerinde, bir "vak'anüvis" olarak sadakatle aktardığımız rapor, yazı ve analizler... ve bunların yanı sıra girişilen neredeyse canhıraş diyebileceğim o gözyaşartıcı, fedakârca cesur mücadeleler dünyanın gerçekten en seçkin, en yetkin, en ünlü bilimcilerinin, fizikçilerinin, ekonomistlerinin, coğrafyacılarının, antropologlarının, biyologlarının, gazetecilerinin, yazar, şair ve düşünürlerinin, tiyatro ve sinema oyuncularının ve başka binbir sıradan insanın imzasını taşıyordu. Bunları yayınlıyor, yazıyor, kimi eylemlere gittikçe daha büyük oranda katılmaya çalışıyoruz. Sanıyorum, Greenpeace ve diğer çevre eylemcileri konusunda biraz yanılıyorsunuz: Son haberlerde Kuzey Kutbunu ve buzlarını korumak için Rus Gazprom'un devasa petrol platformlarına tırmanarak, Royal Dutch Shell'in son model petrol arama gemilerinin önüne çıkarak hayatlarını tehlikeye atacak cesaretteki eylemlerine, ABD'de zift petrollerine boru döşeyecek canavar iş makinelerinin önüne bedenlerini siper eden, haftalarca 20-25 metrelik ağaçların tepesinde yaşama pahasına abluka sürdüren, hapishanelere giren, kendilerini gözaltına aldıran genç yaşlı, kadın erkek, "renkli" "renksiz" her kesimden insanlar, bunları aslında kendileri için değil, sizin bizim için de, sizin ve bizim çocuklarımız için de yapıyorlar. Artık buna "militan" sıfatını mı uygun görürsünüz, yoksa fikirlerinin cesaretine sahip vicdanlı insanlar mı, orası biraz tartışmalı. Son bir alıntıyı da dünyanın en ünlü su uzmanlarından, ödüllü yazar ve aktivist Maude Barlow'dan yapmama izin verin: Başkanlığını yürüttüğü Kanadalılar Konseyi adlı sivil toplum kuruluşunun sitesinde şöyle yazıyor Maude "nine": "[Aktivistlerin eylemleri] bana gerçekten esin veriyor ve beni daha iyi bir gelecek konusunda umutlu kılıyor. Hayatın kendisinden bile daha çok sevdiğim, güvenli ve sağlıklı bir dünyada büyümelerini istediğim dört torunum var. Bu eylemleri ben onlar için ve onlardan sonraki nesiller için yapıyorum. Suyu içebilecekleri, havayı soluyabilecekleri bir gelecek istiyorum. Petrol ve doğal gaz şirketleri için, bütün kirleticiler için sübvansiyonların, vergi indirimlerinin olmadığı bir gelecek istiyorum. ... Ama bu geleceği yaratmak bugünden yarına olmuyor. Bu geleceği yaratmaya şimdiden başladık ve bu işi sürdürmek zorundayız... Her yaştan, her kesimden insanların bir araya gelmelerini ve geri basmayacağımızı görmelerini istiyoruz. Ve kazanacağız." (Council of Canadians, 22.10. 2012) Biz de, sayın Bağ, sizlerin desteklerinizle bu Radyo'da bu yayınları yapmayı gücümüz yettiğince kesinlikle sürdüreceğiz. Bu "show"a girmek için ruhumuzu satmamız gerekmiyor çünkü, bunu iyi biliyoruz ve bu genel doğrultudaki bütün yayın çabalarımızda bizi desteklemenizi bekliyoruz. Sevgiler, saygılar, selamlarÖmer Madra
Ömer bey
Yazınızın her noktasına katıldığımı belirteyim, ben de aynı düşıncede ve durumdayım, tek kaygım acaba bu yazı çizgisinden 'hümanizm' adına sapma var mı konusu idi. Olmadığını belirtmenize sevindim. Teşekkür ederim.
Yeşil-sol parti girişiminizin olduğunu duydum, sol kısmını tam anlamdıysam veya beğenmediysem de hümanist olduğu sürece, ırkcı ve din düşmanı kategorisindeki Kemalist sol olmadığı sürece -genel olarak ülkemizdeki solcuların böyle olduğunu biliyoruz- sorun olmaz düşüncesindeyim.
Cevap verme inceliği gösterdiğiniz için teşekkür ederim.
Saygılarımla, Kaya Bağ