Açık iklim kapalı çevre
Ben her Allah’ın günü ve sabahtan akşama kadar “Açık Radyo”yu dinlerim. Doksandört virgül dokuz megahertzin müdavimiyim. Hatta manyağıyım. Çünkü bana sorarsanız, bırakın Türkiye’yi, bu istasyon dünyada dahi eşi emsali az bulunur mükemmellikte bir kalite sunuyor. Amerikan Batı sahili antenleri bile solda sıfır kalır.
Eh, madem böyle pohpohladım bari 212.3434040’a telefon ederek karınca kararınca yardım yapabileceğinizi de ekleyeyim, zira “Açık Radyo” dinleyicilerin yağıyla kavruluyor.
* * *
Ancak sakın sanılmasın ki “Açık Radyo”nun bütün yayın çizgisini benimsiyorum. Hâşâ! Hâşâ, çünkü “çevrecilik” konularındaki yobazlığı beni çıldırtıyor. İfrit ediyor. Burada hiç tereddüt etmeden “ekolojist softalık” deyimini kullanabilirim. Üstelik bu bağnaz yaklaşım son dönemde tam hâd safhaya vardı. Ayyuka çıktı. Dün Kopenhag’da başlayan İklim Zirvesi’nden daha aylar önce mikrofonu her akşam, günahım kadar hazetmediğim ve zengin şımarığı addettiğim “Greenpeace”e teslim ettiler.
* * *
Bir ettiler pir ettiler ki, aslında cazi saate tekabül eden ve meselâ bir Jak Kohen’in, bir Berna Kaytaz’ın, bir Faruk Eczacıbaşı’nın Petrucianni veya Davis tınılarını uzatacağını umduğunuz mavi dakikalarda, söz konusu mikrofondaki hazret döktürüyor Allah döktürüyor. Yok Hint şu kadar milyar metreküp gaz salıyor, yok Maldiv bu kadar santimetre denize gömülüyor, yok Çin o kadar milyon ton kömür yakıyor diye peşpeşe sıralayıp duruyor. “Gezegenin Geleceği”ne dair felâket tellallığına soyunuyor ve nihayetinde de geri sayım tarihine göre programı, “İklim Zirvesi’ne bilmem kaç gün kaldı” diye noktalıyor. Yani klasik “Greepeace” taktiğine başvurarak panik yaratmaya çalışıyor ve toplantıya katılan 192 ülke uzlaşmaya varamazlarsa “gezegenin sonunun geleceğini” (!) çağrıştırıyor. Yağma yok!
* * *
Yağma yok çünkü her şeyden önce ekolojistlerin –ki ezici çoğunluğu Batılıdır- insana suçluluk duygusu aşılamaya kalkışan yaklaşımı kültürel bir dürtüden kaynaklanıyor. Bunun bilinçaltı kökenini de İseviliğin “ilk günah” anlayışında aramak gerekiyor. Havva Ana’mız yasak meyvayı koparttı ya, eh bu takdirde ömrü billâh acı çek ve kışın evde kalorifer yaktığın için, Kuzey Kutbu’ndaki buzulların erimesinden kendini sorumlu tut! Oysa, tabii ki modern uygarlığın ekolojik sorunlarda payı yoktur demiyorum ve daha bir “çevreci” (!) davranılmasını arzuluyorum ama, iş yukarıdaki kadar basit ve şematik değil!
* * *
Değil, çünkü tüm yan sorunlara rağmen o yukarıdaki modern uygarlık sayesindedir ki insanlık bugün tarihte hiç olmadığı ölçüde ve oranda daha iyi ve daha rahat yaşıyor. Tamam, bu yan sorunlar yabana atılamaz. Ama mutlak belirleyici olan şey yukarıdaki gerçektir ve de üstelik iklim değişimindeki “insani sorumluluk” tartışmaya hala çok açıktır. Kaldı ki, moderniteye hasım duran ve tabiata övgü düzen de Maistre, Vico, Spengler hatta Heidegger gibi en muhafazakâr fikir babalarının kitaplarını şöyle bir karıştırın bakalım. Çevrecilerin aynı doğa aşkı ve aynı modernite reddi, bu birincilerin totalitarizmle flört eden ve her halükarda da hümanizmaya fersah fersah uzak düşen düşünceleriyle çok benzeşir. Dolayısıyla, ekolojist yobazlığın arka planında dini ve dünyevi bir gericiliğin yattığını saptamak gerekiyor ki böyle bir ekolojizme ancak, onu zıddındaki diğer yobazlığı oluşturan “teknolojik tapınmaya” karşı bir denge ve bir panzehir oluşturmak için ihtiyaç duyuyoruz. Zaten de sırf bu dengenin yüzü suyu hürmetinedir ki “Açık Radyo”daki “Gezegenin Geleceği” programı kafa ütülemeye başladığında aparatı kapatmıyorum ve “Kopenhag İklim Zirvesine şu kadar kaldı” denilene kadar sabretmek tahammülünü gösteriyorum.