18 Haziran 2009
Sayın Ömer Madra,
55 yaşlarında, bir kız çocuk sahibi, sizin gibi 1970'den beri her darbeden muzdarip olan , kendi işini iyi yapıp (doktor) güzel bir hayat yaşamaya çalışan bir kişiyim.. Sabah 09 sularında işe giderim. Son 5 yılımda, 30 dakikalık bu yolculukta hep Açık Radyo'yu dinlerim. Bunu arkadas toplantılarında da hep dile getiririm. Zaman zaman savunurum. Beni sadık bir dinleyiciniz olarak kabul edebilirsiniz. Ama artık değilim...Nedenlerime gelince:1. Hepimizin nefret ettiği çifte standart davranışları sergiliyorsunuz.
2. Darbeleri desteklemem. Askerlerin politikaya karışmasını istemem. Askerleri "unpredictable" bulurum. Bugün böyle, yarın birbaşka türlü olabilirler. Bugün komünizme düşman, yarın irticaya, yarından sonra kürte düşman olabilirler.. Ama Fetullah'ın ve AKP'nin komplolarına getirilip tokatlanmalarına seyirci olmak istemem ve hele, bir tokat da ben vurayım demem. Demokrasi ve anti militarizm adına söz söyleme görüntüsü altında, sizin de böyle bir davranış içinde olmanızı onaylamam. Ayıplarım..3. AKP'yi, 2. Cumhuriyetci modaya uyarak hangi koşulda olursa olsun desteklemenizi yanlış bulurum. AKP'nin demokrat olmayan, çağdaş yaşam koşullarını küçümseyen, insan değeri bilmeyen, kadınları yok sayan, aşağılayan tarzını görmemenizi onaylamam. Demokrasi adına yapılan her eylemin takiyyenin bir parçası olduğunu görmemenizi kabul edemem...4. CHP'li Arıtman Gül'e Ermeni dedi diye eleştirmenizi, yanınızdaki zeki çocukla beraber dalga geçmenizi kabul edebilirim. Aynı gün, Gül'ün Arıtman'a kendisine Ermeni dedi diye "hakaret davası açmasını" görmezden gelmenize, dayanamam. Zeki çocuk uyudu mu yoksa..5. Zaman, Yeni Şafak, bazı konuları kendi işerine geldiği gibi, felsefelerine uyduğu gibi yanlı yorum yaptığı zaman görmezden gelirken, Cumhuriyet ne olduğu gerçekten şüphe götüren bir belge için " genel kurmayı kollayıcı bir manşet attığı için, 20 dakika eleştirilmesini, sizlerin hayretler içinde kalmanıza dayanamam.6. Radyonuzun sadece size açık olduğunu ne yazık ki gördüm.7. Eger bir kaza olur da bu ülke (şu an Iran'da olduğu gibi) mollaların eline geçerse, sizi, Ahmet Altan'ı, Ali Bayramoğlu'nu ve nicelerini, ülkeden kaçmış sürgündeki aydın havalarında, Paris te La duree de, elinde bir kadeh Chablis, önünde gül aromalı Foi grais tabağına dalarken ve "ülkedeki demokratlar AKP'ye karşı gerektiği gibi uyanık olamadılar" derken hayal ediyorum..8. Yok eğer gizli ajandalarındaki pozisyonlarını elde edemezlerse, zaman içinde yok olup giderlerse de (Ben böyle olacağına kuvvetleinanıyorum), bunun AKP'nin demokratlığından değil de bugün insafsızca eleştirdiğiniz, zeki çocuğun dalga geçtiği Cumhuriyet gazetesi ve benzerlerinin direnişleri nedeniyle olacağını şimdiden bir köşeye yazmanızı dilerim... Bir dinleyicim 2009 da bunu söylemişti diyebilmek için..Ben yokum arkadaş.. Size, kendine açık radyonuz ile iyi yolculuklar...
T.Ö.
Açık Radyo'nun Dinleyicisi ile İlişkisi Üzerine Notlar
Sayın T.Ö., 20-29 Haziran 2009
Mektubunuz ve eleştirileriniz için teşekkür ederiz. Dinleyicilerden tepki almak her zaman iyi birşey. Zira, Açık Radyo'nun neredeyse 15 yıldır günde 24 saat boyunca dinleyicisine aksatmadan iletmeye çalıştığı yayın, son tahlilde bir çeşit etki-tepki esasına dayanıyor. Çoğu genç yaşta bir avuç iyi ve dürüst insanın gerçekten özverili çabalarıyla inşa etmeye çalıştığı bir sada "yapı"sından sözediyoruz. Yegâne muhatabı olan dinleyicisinden bir tür yankı ve karşılık bulmayı – beklemese de - hak eden bir yapı bu. Ve yine bize sorarsanız, karşılığını buluyor da. Örneğin, lûtfedip Açık Radyo web sitesinin sağ üst köşesinde yer alan "dinleyiciden" düğmesini tıklarsanız, 1995'ten bu yana bize gönderilmiş, olağanüstü bir içerik ve renk zenginliğine sahip, 1,600'den fazla seçkin mektup örneğine rastlayabilirsiniz. İşbu satırlarımızdan da anlayabileceğiniz üzere, küfür ve hakaret içermediği sürece, bize gelen tüm dinleyici mektuplarını elimizden geldiği, dilimiz döndüğü ölçüde cevaplamaya gayret ediyoruz. Biraz gecikmekle birlikte, şimdi de öyle yapalım... Bu "karşılıksız karşılığı" bulmak için bakın neler yapıyoruz biz ekip olarak:
Eriyen Kutuplar – Kilimanjaro'nun Karları – Hüzünlü Tropikler
Mesela, Kuzey Kutbundan başlıyoruz dolaşmaya, eriyen buzlar üzerinde, eksi 90°C'de donan yüksek-teknoloji âletlerini bir kenara atan, onların yerine "babadan kalma" yöntemlerle yani "iskandille" buzun kalınlığını ölçen ve çocuklarımıza bırakacağımız -ya da bırakamayacağımız- gezegenin durumunu aktarmaya çalışan gezgin Pen Hadow ve arkadaşlarıyla birlikte "dolanıp duruyoruz"...
(www.guardian.co.uk/.../pen-hadow-end-catlin-arctic-survey)
Afrika'ya iniyoruz oradan, Kilimanjaro'nun karlarına: Dünyanın tek başına özgürce duran en yüksek dağı Kilimanjaro'nun, keşfeden Alman misyonerlerin ithafıyla bir zaman II. Kayzer Wilhem Tepesi denen, ama bağımsızlıktan sonra basitçe Uhuru (Özgürlük) adını alan zirvesinde artık birkaç onyılı (hatta kimi bilim insanlarına göre sadece birkaç senesi!) kalmış son kar ve buzullarının eriyip gitmesini, "buzul ölümü" denen fenomeni, Holosen çağında 300 yıllık korkunç kuraklık dönemini ve ve aşırı sıcak dalgalarını bile atlatan ama şimdi çözülerek insanlığın 12 bin yıllık uygarlık tarihinde eşi-benzeri görülmemiş bu büyük çöküşe meydan veren olguyu iklimbilimci Lonnie Thompson'un benzersiz rehberliğinde "gözlüyoruz"... (Ö.Madra-Ü.Şahin, Niçin Daha Fazla Bekleyemeyiz: Küresel Isınma ve İklim Krizi, Agora, 2. basım, 2007, s. 74)
Oradan da Levi-Strauss'un "hüzünlü tropikler"ine geçiyoruz: Peru'da, binlerce yıldır yaşadıkları ormanlarda maden, kereste, ve bilumum kaynakların büyük şirketlere peşkeş çekilmesini öngören Cumhurbaşkanlığı kararnamesine direnen, bazıları bu uğurda hayatlarını veren Amazon kabilelerinin kurdukları barikatlar arasında "dolaşıyor", Amazon yağmur ormanlarının derinliklerinde, dünyanın en yoksul insanlarının dünyanın en zengin insanlarına meydan okumasını izliyoruz: Petrol ve maden şirketlerine karşı, yalnız kendi topraklarındaki doğal kaynakları değil, onsuz bir tekimizin bile ayakta kalamayacağı ekosistemin bir parçasını sadece ve sadece ellerindeki tahta mızrakları ve bir de yenilmez moral güçleriyle savunan yerlilerin, İspanyol "fatih"lerin (conquistadores) 500 yıl önceki istilasından bu yana sayısız soykırım dalgasına maruz kalan bu kızılderililerin –şimdilik- kazandıkları zafere "tanık oluyoruz"...
Sioux'lara (Yeniden) Soykırım – Irak'ta Radyasyon Kırımı –
Kömür Irmağı Dağı'nda Sivil İtaatsizlik
Ve mesela kızılderililer demişken, beyazların 400 yıl önceki istilasından bu yana sayısız soykırımdan geçen Kuzey Amerika kızılderili kabilelerinin Kara Tepelerdeki toprakları 19. yy'da altın yüzünden ellerinden alındıktan sonra, şimdi Sioux'ların elinde kalan son toprakların da radyasyon yüzünden nasıl harap olduğunu, Kara Tepelerin Savunucuları sözcüsü Charmaine Beyaz Yüz'den "dinliyoruz": "Uranyum maden kuyuları yüzünden bu topraklarda hiç bir şey yetişmez, hiçbir şey yetişemez. Buraları çok fazla radyoaktif... Bu bizim için tam bir soykırım. Hepimiz kanserden ölüyoruz. Soyumuzun tükenmemesi için uğraşıyoruz. Büyük Sioux Kabilesinin soyu tükenmesin diye uğraşıyoruz... Dua için toplandığımızda, gençlere gelmesinler diye sesleniyoruz. Çocuklarınız olsun istiyorsanız, Mağara Tepelere gelmeyin çünkü burada çok radyasyon var..."
(http://dahrjamailiraq.com/destroying-indigenous-populations)
Hani mesela, radyasyon demişken, Ortadoğu'da, Irak'ta Batılı güçler koalisyonlarının önce 1991'de "Çöl Fırtınası", sonra 2003'te "Şok ve Dehşet" başlıklı istila ve işgal operasyonlarında (350 ton+150 ton=) 500 ton DU (seyreltilmiş uranyum) mermileri gibi illegal mühimmat ve silahlar kullanılması sonucunda, kanser oranları 16 yılda en az 3 kat artan Necef'te ve kanserlerle kirlenmeye bağlı diğer hastalıkların özellikle çocuklarda ve gençlerde adeta bir "salgın" boyutuna ulaştığı Felluce'de bağımsız gazeteci Dahr Jamail ile "gözlem" yapıyor, İngiltere'de eğitim görmüş Iraklı uzman doktorların ağzından onların BM için hazırladıkları raporları, ABD başkanına yazdıkları şikâyet mektuplarını okuyoruz... (agy)
Kuzey Amerika demişken, bu coğrafyanın en belirgin geleneklerinden biri olan sivil itaatsizlik eylemlerine geçiyoruz: Herhalde gene yerlilerin adını koyduğu Kömür Irmağı Dağı'ndaki eyleme: ABD'nin önde gelen iklimbilimcilerinden, sinema oyuncularından, aktivistlerinden bir grup insanın, dev kömür şirketinin sırf kısa vadeli kâr amacıyla tarihi dağların tepelerini uçurup patlatarak bölgeyi insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle sonsuza kadar mahkûm edecek faaliyetlerini önlemek için kendilerini tutuklattıkları sırada okudukları 23 Haziran Bildirisi"ne "kulak veriyoruz":
"İnsanlar, hayatlarının bir ânında, kudretli mevki sahipleri tarafından istismar edildiklerini, çocuklarının ve torunlarının geleceğinin kudret sahipleri tarafından tehlikeye sokulduğunu farkettiklerinde, kudretli mevkide olanlara karşı direnmek ve çocuklarıyla daha henüz doğmamış olanların iyiliği için savaşmak o insanların hakkı ve kutsal görevidir."
http://www.columbia.edu/~jeh1/mailings/2009/20090625_
CoalRiverMountain.pdf
Ve Devamı: Başka Bir Dünya Mümkün!
Devamla: Toroslar'da bir yayla köyünde altın çıkartma peşinde koşan şirketlere "ölüler altın takar mı?" diye soran köylü kadınların güçlü narasını mikrofonlarımızdan alabildiğince yankılatıyor; Meclis'te yasa yapılırken içine gizlice gömülen geçici madde ile kömür yakıtlı termik santrallere --iklimbilimci Hansen'in deyimiyle "ölüm fabrikaları"na-- (15 + 15 =) 30 yıl devlet alım garantisi veren yasayı Meclis'e iade etmesi için Cumhurbaşkanı Gül'e açık mektup yazıyor ve bu "dilekçe"mizi, hem mikrofonlarımızdan, hem web sitemizden yolluyoruz; alçakça katledilen dostumuz Hrant Dink'in cenazesinde sessizce yürüyor, cinayetin karanlıkta kalması için sivil-asker bürokrasi tarafından girişildiğinden şüphelendiğimiz sayısız uğraşın karşısına her daim dikiliyoruz; İran'da sokaklara dökülüp seçimin tartışmalı sonuçlarını protesto edenlerin susmasını yüce dinî lider emrettiğinde insanların serbestçe, engellenmeden toplanma, tartışma, bilgiye erişme ve ortak bir eyleme geçme konusunda tartışıp karar vererek bunu özgürce uygulama konusunda özgür olduğunu dünyaya duyuran bildiriyi paylaşıyor, Rusya'da Putin'i insan haklarını ve hukuku çiğneyip ülkesinde ve Çeçenistan'da diktatoryal uygulamaları dolayısıyla gazetesinde amansızca eleştiren ve Putin'in doğum gününde alçakça katledilen cesur meslekdaşımız Anna Politkovskaya'nın, Sri Lanka'da hükümeti insan haklarını ayaklar altına alıp sadece askeri çözümü öngördüğü için amansızca eleştiren ve ifade özgürlüğü uğruna ölümü göze aldığını açıkça dile getirdiği yazısı daha yayınlanmadan alçakça katledilen cesur meslekdaşımız Lasantha Wickrematunge'nin "âleme Davut gibi saldıkları âvâzın" mikrofonlarımızdan ve web sitemizden dünyaya biraz daha çok yayılması için hiç durmaksızın uğraşıyoruz...
Ve kurulduğumuz günden beri dünya haline dair daha nice şeyle uğraşıyoruz biz: Rwanda'daki soykırımıyla, Bosna-Hersek'te Srebrenica katliamıyla, Sudan'da Darfur soykırımıyla, Irak'ı halen mahvetmeye devam eden korkunç istila ve işgalle, Afganistan'ın halen devam eden mahvıyla, Pakistan'da, Somali'de, Kongo'da ve aslında dünyanın her tarafında yerlerinden yurtlarından olan, kendi ülkelerinde mülteci ve evsiz duruma düşen milyonlarca insanla, akıl almaz bir hızla yükselen zengin yoksul eşitsizliğinin pençesinde kıvranan milyonlarca insanla, Tuzla tersane facialarıyla, silikozisle, 1 Mayıs Polis şiddetiyle, çocukların giriştikleri protesto yüzünden mahkeme kapılarında, hapishanelerde ve bilumum hoyratlık mekânlarında sürüm sürüm süründürülmesiyle, çocukların ve gençlerin evlerinin önünde ve babasının gözü önünde, arabalarında "seken" kurşunlarla, hapishanede dayakla öldürülmesiyle, suçlusu bir türlü bulunamayan cinayetlerle; topraktan, denizden, tavanaralarından bodrum katlarından fışkıran suikast silahlarıyla, anti-tank silahlarıyla, bomba ve mermilerle, asit kuyularından çıkan kemik ve iskeletlerle, fişlemelerle, eylem planlarıyla, yolsuzluklarla, örtbas edilmekte olduğu izlenimi veren korkunç "zengin" cinayetleriyle, yükselen deniz seviyeleriyle, deprem ve âfet hazırlıksızlığıyla, orman yangınlarıyla, sellerle, çevre ve iklim yıkımıyla, hem suçlu, hem güçlülerle, sayıları onbini aştığı söylenen faili meçhul cinayetlerle, Kürt sorunuyla, Ermenilerin, Rumların ve gayrimüslimlerin haklarının çiğnenmesiyle, Varlık vergisiyle, 1915'teki korkunçluklarla,1934 Trakya olaylarıyla, 1937 Dersim isyanıyla, 6-7 Eylül Olaylarıyla, 68 Devrimiyle, Sacco ve Vanzetti'nin idamlarıyla, Sabra ve Şatila katliamıyla, 12 Eylül darbesiyle, Kahramanmaraş, Çorum katliamlarıyla, Sıvas Madımak yangın faciasıyla, dünyanın en büyük ironilerinden biriyle "Hayata Dönüş" adı verilen resmî devlet katliamıyla, 11 Eylül korkunçluklarıyla (NY, 2001), 11 Eylül korkunçluklarıyla (Şili, 1973), 15 -16 Haziran (1970) işçi direnişiyle, Cenin katliamıyla, Beyrut katliamıyla, Gazze'nin ırzına geçilmesiyle, İsrail'in utanç duvarıyla, Mardin, Mazıdağı, Bilge/Zanqırt'taki akıl dışı soykırımla, silah endüstrisiyle, enerji endüstrisiyle, nükleer tehditle, nükleer enerjiyle, medyanın rezalet ve sefaletiyle ve daha nice kepazelik ve iğrençlikle... İşin tuhaf tarafı, bu saydıklarımız, olsa olsa bir girizgâh sayılabilir ancak: İlgilendiğimiz, önce kendimiz bilgilenip sonra da bilgilerini kamuoyuyla paylaşmaya çalıştığımız konuların sadece başlıklarını dizsek dahi, inanın tomar tomar sayfa doldururuz. (Lûtfen bkz.: "Açık Radyo Nedir?": http://www.acikradyo.com.tr/arsiv-link?_mv=la&cat=30
Asıl Sorun Nerede? Basit Bir Hesap Yapalım
Sayın Ö.,
Gerçekten bir sorun var ortada, ama bakın bize göre nerede? Siz, radyomuzun yukarıda küçük bir özetini yapmaya çalıştığım yayın içeriği hakkında herhangi bir fikre sahip olsaydınız, kolaylıkla görürdünüz ki, bu radyoda görev yapan insanların herhangi bir ülkeyle, partiyle, kurumla, gazeteyle ya da kişiyle uğraşacak ne zamanı var, ne böyle şeylere ayıracak enerjisi ve nihayet, ne de niyeti. Gezegenin genel gidişâtı böyle lükslere imkân vermiyor. Siz Açık Radyo'nun "sadık bir dinleyicisi" olduğunuzu söylüyorsunuz, ama maalesef doğru değil bu; gerçek bir duruma tekabül etmiyor. Ne yazık ki, "sabah 9 sularında, işe giderken", yaklaşık yarım saat kulak vermekle pek olacak gibi değil bu "sadık dinleyicilik" dediğiniz.
Peki, neden? Basit bir hesap yapalım: Şimdi, sizin "dinleyici" olduğunuzu söylediğiniz o 5 yıl içinde yalnızca Açık Gazete çerçevesinde diyelim 1,250 program yaptık biz. Bunu 2'yle çarpın: 2,500 saat eder. O 2,500 saat boyunca biz şunları yaptık: Dünyadan ve Türkiye'den onbinlerce (evet, onbinlerce!) gazete ve ajans haberi, makale, analiz okuduk, bunların bir bölümünü İngilizce ve Fransızca orijinallerinden ânında çevirdik, sayısız yorum paylaştık, kimi yerli, kimi yabancı yüzlerce (evet, yüzlerce!) kitaptan alıntılar, çeviriler, başka kitap, makale ve raporlara göndermeler yaptık, 5,000'i aşkın sayıda seçme müzik parçası çaldık, yeryüzü canlılarından ya da kul yapısı araçlardan çıkan binlerce "aktüel ses"i özenle çıkarıp dinlettik, ve, belki de hepsinden önemlisi, dünyanın dörtbir yanından gelen, binbir konuda kafa patlatmış, merak ettikleri konuya yoğun düşünsel ve bedensel emek vermiş düşünür, yazar, felsefeci, hukukçu, ressam, müzisyen, mimar, matematikçi, ekonomist, doktor, psikolog, psikiyatr, fizikçi, nükleer fizikçi, iklimbilimci, sendikacı, mühendis, sporcu, siyasetçi, çevreci, aktivist vb., en az 500 insanı konuk ettik! Büyük bir çalışma ve zahmetle elde edilmiş bilgi ve duygu birikimlerini, dünya görüşlerini ve deneyimlerini dinleyicilerle bilâ bedel paylaşan beşyüz değerli insan!
Hesaba biraz daha devam edelim mi? Konuklarımızın yanı sıra, düzenli ve sürekli "köşe"lerimizle de hizmet vermekteydik tabiî: Uluslararası insancıl hukuk, uluslararası ilişkiler ve insan haklarının korunması konularında uzun yıllara dayanan araştırmaları, kitapları ve makaleleri olan bir öğretim üyesi ve yazarın (Dr. Ö. Madra/İstanbul Bilgi Üni.) sunuculuğunda, antropoloji lisanslı bir sivil toplum aktivistinin (A. Haligua) yardımcılığında yürütülen bu programın düzenli "köşe"lerini yürüten programcılara şöyle bir bakalım isterseniz: Uluslararası İlişkiler çerçevesinde global iklim krizini ve yeryüzünün sürdürülebilirlik olanaklarını irdeleyen bir öğretim üyesi (Yrd. Doç. Dr. S. C. Mazlum/Marmara Üni.); günümüz dünya ve Türkiyesi'nde olayların ekonomi politiğini analiz eden bir gazeteci ve aynı zamanda Türkiye'nin ekonomi, finans, işletme alanında en uzun ömürlü ve tek uluslararası hakemli dergisinin kurucu-editörü (A.Bilge); gezegendeki sosyo-ekonomik ve politik gelişmeleri düzenli analiz eden uluslararası kariyere sahip bir başka öğretim üyesi (Prof. A. İnsel/GS. Üni. Ve Paris Üni.); sosyal politika sorunları konusunda düzenli bilgi aktaran, sosyoloji ve ekonomi dallarında uluslararası kariyerlere sahip öğretim üyeleri (Prof. Ç. Keyder/Boğaziçi ve Binghamton,SUNY; Prof. A. Buğra/Boğaziçi Üni.); Helsinki Zirvesi öncesinden başlayarak Türkiye-Avrupa ilişkilerini radyomuz dinleyicileri için o gün bugündür düzenli ele alan, AB-Türkiye ilişkileri ve uluslararası bölgesel örgütler üzerinde çalışmaların müellifi, öğretim üyesi ve yazar(Dr. C. Aktar/Bahçeşehir Üni.); dünyanın ve Türkiye'nin güncel ekonomik meselelerini düzenli olarak analiz eden, matematiksel iktisat, finans konusundaki çalışmaları ile uluslararası kariyere sahip bir ekonomist, yazar, öğretim üyesi ve ayrıca Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Bşk.Yd. görevini yürütmüş bir uzman (Doç. Dr. H. Ersel/Sabancı Üni.), iklim ve hava, âfet yönetimi konularındaki uzmanlık bilgilerini dinleyicilerimize 10 yıldır düzenli olarak aktaran Meteoroloji Mühendisliği anabilim dalı başkanı öğretim üyesi ve bu konularda birçok eserin müellifi (Prof. M. Kadıoğlu/İTÜ); iletişim masterli, uluslararası tecrübe sahibi spor gazetecisi (A. Ulagay/Habertürk)...
Ve biraz daha sürdürelim: "Konuk"larımızın kısa listesi şöyle: Sabahattin Ali, Andersen, Oğuz Atay, Bach, Barok, Beckett, Beatles, Berlioz, Borges, Brecht, Brel, Coltrane, Darwin, De Beauvoir, Don Quijote, Dvorák, Dylan, Duke, Elvis, Freud, Galuppi, Gershwin, Gogol, Guthrie, Händel, Holiday, Kafka, Karamazovlar, Lennon, Madame Bovary, Mahler, Mendelssohn, Mesut Cemil Jim Morrison, Mozart, Nesin, Parker, Pavese, Pınar, Rembrandt, Rey, Salinger, Saroyan, Saygun, Scarlatti, Schiller, Seeger, Selçuk, Shakespeare, Skalkottas, Springsteen, Stravinski, Şostakoviç, Tanburî Cemil, Tevfik Fikret, Tezer Özlü, Usmanbaş, Verne, Weill, Zappa...
Sanırız, bu hesapla nereye varmak istediğimizi anladınız. Biz bu yayını yaparken ülkenin ve dünyanın başka birçok ülkesinin önde gelen düşünürlerini, felsefecilerini, edebiyatçılarını, şairlerini, dilbilginlerini, oyuncularını, müzisyenlerini, bestecilerini, icracılarını, ressamlarını, heykeltıraşlarını, tasarımcılarını, iktisatçılarını, tarihçilerini, iktisat tarihçilerini, siyaset sosyologlarını, matematikçilerini, sporcularını, insan hakları savunucularını, aktivistlerini, gönüllülerini, gönüllerine göre takılan insanları, işadamlarını, işsizleri, sokak çalgıcılarını, sokak insanlarını, berduşları, taksi şoförlerini, sendikacıları, tarımcıları, işkence mağdurlarını, nedamet getirip insan hakları savunusu olmuş eski işkencecileri, hayvanseverleri, ve de sokaktaki sıradan vatandaşları stüdyolarımıza davet ettik, onları elimizden geldiği ölçüde ağırlamaya, onların bize kattıklarına nâçizane karşılık vermeye çalıştık. Yaşayanlardan başka, ölenleri, yüzyıllar ve hatta binyıllar önce yaşamış, dünyamıza düşünceleri, sanatları, kısaca varlıklarıyla anlam katmış olduğunu düşündüğümüz insanları da eserleriyle, bugün bizlere miras kalan düşünce kırıntılarıyla andık.
Evet, işte böyle şeyler yaptık biz...
Peki Derdimiz Nedir?
Peki, bütün bunları bunca yıldır bıkmadan usanmadan neden yaptık biz? Neden hâlâ yapıyoruz? Ve, neden bundan böyle de yapmaya devam edeceğiz gücümüz yettiğince? Media Lens adlı internet dergisinin kurucu editörleri ve Guardians of Power adlı kitabın aktivist yazarları (D. Edwards-D.Cromwell) bu konuda hislerimize tercüman oluyor. Şöyle yazıyorlar:
"Kardeşim sizin derdiniz nedir, diye sık sık soruyorlar bize. Nedir derdiniz, deli misiniz, niye basını sürekli olarak kışkırtıyor, taciz ediyorsunuz? Her şeye muhalif, uyuşturucu müptelası gibi adamlarsınız... küresel ısınma, iklim değişikliği, seller, fırtınalar, kuraklıklar, açlık, yoksulluk, savaş, işgal... başka birşey bilmez misiniz siz? Kâbus musunuz, nesiniz?..." (http://www.acikradyo.com.tr/arsiv-link?_mv=a&aid=16703&cat=100 )
Evet, biz de Açık Radyo'da tıpkı Media Lens aktivistleri gibi "başka birşey bilmezmiş" gibi davranıyoruz. Ve gerçekten de karabasan gibi bir yanı yok değil bunun. (Hatta, "yıpranma tazminatı" bile almalıyız belki bunları sürekli gündemde tuttuğumuzdan dolayı, ama ne yaparsınız ki bunu talep edeceğimiz bir CEO görünmüyor ortalıklarda.) Şimdi, rasyonel gibi görünmeyen davranışlarımızı açıklamada yardımcı olabilecekleri düşüncesiyle, kendimize uygun düştüğünü düşündüğümüz iki alıntı daha yapalım verirseniz:
Birincisi, Dünyayı Değiştirmek (World Changing) adlı internet dergisinin kurucu-editörü, yazar ve aktivist Alex Steffen'dan. Şöyle yazıyor:
"Biz, endüstri medeniyetimizi yeniden icat etmek için böylesine çırpınıp duruyorsak, bunu can sıkıntısından yapıyor değiliz. Demokrasi için, insan hakları uğruna ve dünyanın her yanında iyi yönetimler kurulsun diye savaşıyorsak, bunu kokteyl partilerde konuşacak lâfımız olsun diye yapıyor değiliz. Küresel ısınma konusunda tehlike çanları, siren düdükleri çalıp duruyorsak, bunu çanlarla sirenlerin sesi hoşumuza gidiyor diye yapıyor değiliz. Biz bütün bunları yapıyoruz, çünkü gezegenimizin geleceği tehlikede de ondan. İnsanların hayatları tehlikede de ondan. Hem de milyonlarcasının."
(Alex Steffen, "That debate's history", WorldChangin.com, Sep. 5, 2005 in: Jeff Goodell, Big Coal, Mariner, 2007, s.253)
Etik Üzerine
Olay siyasi, ekonomik, sosyolojik, teolojik filan değil yani. Sonuçta, iş geliyor dayanıyor etik meseleye. Şaşılacak kadar kısa bir süre önce ilga edilen kölelik, etik bir konuydu aslında. Son tahlilde, bunun ekonomik bakımdan yararlı ya da yüksek maliyetli olup olmamasının hiçbir önemi yoktu; kölelik yanlıştı, o kadar. Hem yersel (coğrafî) bakımdan, hem de zamansal (temporel) açıdan büyük bir hakkaniyetsizlikle malûl bir dünyayı Atlas gibi sırtımızda taşımaya çalışıyoruz. Ama, şüphesiz tanrısal ya da yarı tanrısal mitolojik bir figür değil, tabir caizse "vatandaş Atlas" olarak. Fosil yakıtların çılgınca tüketilmesine dayalı çağdaş endüstri medeniyetinin maliyet ve külfetleri, zarar ve yararları kat'iyen eşit olarak paylaşılmıyor bu dünyada. Asıl yararı sağlayan, ılıman kuşaktaki zengin endüstriel kuzey ülkeleri iken, küresel iklim değişikliğinin ağır bedeli en çok "hüzünlü tropikler"de ödeniyor. Ayrıca, kazananlarla kaybedenler arasında bir zaman bölünmesi de var. Kömür, petrol doğal gaz kullanımının yararları şimdi ve fosil yakıt tükenene kadar gelecek yüzyıla kadar "tahakkuk eder" iken, bunun bedeli ileride binlerce yıl boyunca ödenecek. Bugün insanların nasıl davranacakları, nasıl bir hayat tarzı sürdürecekleri konusunda ekonomik açıdan herhangi bir oy hakkı bulunmayan insanların hayatı hakkında karar vermiş oluyoruz. Bugünkü kararlarımızdan asıl derinlemesine etkilenecek olan gelecek kuşaklarsa ve hele henüz doğmamış kuşaklar olunca, siyasi karar alıcılardan ahlaki kaygılar, adalet ve hakkaniyet duygularıyla hareket etmelerini beklemek "gerçekçi" olmuyor. (Bkz.: David Archer, The Long Thaw, Princeton U.P., 2009, s. 172-173).
Gerçekçilik Üzerine
Ama, gelin görün ki, sayın Ö., "gerçekçilik" bizim zanaatimiz değil, uzmanlık alanımıza girmiyor. Çevreci yazar, gazeteci, girişimci Paul Hawken, dünyada gerçekçilikten en uzak insanların hayalperestler değil, herkesi çıkarcı sanan alaycı kinikler (cynic) olduğunu söylüyor. (P. Hawken, "Commencement Address to the Class of 2009, University Of Portland, May 3, 2009, CommonDreams.org)
Biz de tastamam böyle düşünüyoruz aslında sayın Ö.. "Benim bir hayalci olduğumu düşünebilirsin, ama tek hayalci ben değilim" diyen John Lennon'ı sıkça terennüm etmemiz bu yüzdendir –-kulağınıza hiç çalınmamış mıydı yoksa?