Sn. Ömer Madra,
Açık Radyo kadar güzel bir eseri yaratmış olduğunuz için teşekkür ederim. Son bir yıla kadar hem Açık radyoyu hem de Açık Gazete’yi büyük bir zevkle dinliyordum. Son bir yıldır ise Açık Gazete’nin çizgisinde olağandışı bir sapma gözlüyorum. Eskiden hemen tüm fikirlerimiz (nükleer enerji hariç) örtüşürdü. Bazı yorumcularınızın fikirlerini her zaman kabul etmesem de adı “Açık” olan bir gazetede her türlü sesin yer alması bence doğaldı. Ancak son zamanlarda, sadece özellikle Radikal Gazetesinin köşe yazarlarının yorumlarını dinler olduk. Bugün Sn. İsmet Berkan’ın yazısını siz okuyunca kendimi bu mektubu yazmak zorunda hissettim.
Demokrasi adına amacı demokrasiyi ortadan kaldırmak olan karşıdevrimci bir partinin varlığına ne kadar izin verebiliriz? Sn. İsmet Berkan bu konuda benim gibi düşünenleri suçluyor, siz de kendisine hak veriyorsunuz. Ben kendimi hiçbir zaman totaliter bir rejimden yana görmedim ve dogmaları savunanlar dışında herkesin fikrine saygı duyarım. Sadece bir dogmayı savunanları (kendi cüzi akıllarını kullanamadıkları için) ne dinlerim ne de demokrasilerde dogmalara yer olduğuna inanırım. Cahil halkın dini duygularını sömürerek siyaset yapanları ise vücudumuzu sarmış bir kanser gibi biran önce kurtulmamız gereken bir hastalık olarak görürüm. Sn. İsmet Berkan sanki bir Kuzey Avrupa ülkesindeki marjinal bir partiye karşı çıkıyormuşuz da bunun demokraside yeri yokmuş gibi yazıyor.
Toplumun henüz yeterince bilinçlenmediği (kadınların kendilerini ikinci sınıf gören bir zihniyeti hala destekleme aymazlığını gösterdiği) bir ortamda konu bu kadar hafife alınamaz. Bu zihniyet bir seçimle gelip başka bir seçimle gidecek basit bir partiymiş gibi de değerlendirilemez. İktidara gelir gelmez yaptıkları ilk iş kendi dogmatik anlayışlarını besleyecek şekilde milli eğitimdeki tevhid-i tedrisat ilkesini bozmaya çalışmak olmuştur. Ülkemizi Atatürk’ün içinden zorla çıkarttığı karanlığa tekrar gömmek isteyen insanlara karşı kendimizi savunmamız bence son derece doğaldır. Askerin bu çerçevede yaptığı bence yanlış değildir ve demokrasiye müdahale de değildir. “Özünde de Atatürk ilkelerine bağlı” bir Cumhurbaşkanı istemek, eğitim sistemimizi bozarak kendi kopyalarını yetiştirmek isteyenlere müsamaha göstermemek bence her liberal Türk vatandaşının davranış şekli olmalıdır.
Sanıyorum burada Açık Gazete ile yollarımız ayrılıyor. Şimdiye kadar hep destekçiniz olmuş, birbirini tanımayan, bazı yakın arkadaşlarıma bu çizgi sapmasından söz ettiğim zaman “sen yeni mi farkettin, biz uzun süredir desteğimizi çektik” cevabını aldım. Sanırım sıra bende, sizin yolunuz “açık” olsun, umarım Radikal Gazetesi ve Aydın Doğan sizi sizin onları desteklediğiniz kadar destekler.
Saygılarımla,
Murat Albayrak
Sayın Albayrak,
Öncelikle teşekkürlerimizi iletmeme izin verin lûtfen. Açık Radyo ve Açık Gazete programı hakkındaki kıymetli değerlendirmeleriniz, radyomuzdan bir “eser” olarak bahsetmeniz, olumsuz eleştiri ve görüşlerinizi büyük bir açık yüreklilikle, doğrudan dile getirmeniz ve –tabiî hepsinden önemlisi– bunca yıldır eksik etmediğiniz düzenli desteğiniz için çok müteşekkiriz.
Eskilerin deyişiyle “saniyen”, üzüntülerimizi de ifade etmeliyiz: Elbette desteğinizin eksilmesinden dolayı, ama, ondan daha fazla, bunca yıl sonra artık bizi dinlemek istemediğiniz için üzüntülüyüz asıl.
Ama gelin bizim duyduğumuz üzüntüyü, vb. şimdilik bir yana bırakalım ve sizin meselenizi bağlamından çıkarıp sadece ona odaklanmaya çalışalım.... Bence, mesajınızda radyomuza ve özellikle de ‘Açık Gazete’deki “alıntılar”a karşı asıl itirazınız temel bir kaygıdan kaynaklanıyor:
Türkiye’nin son yıllarda “modernleşme” ve küreselleşme sürecinde kazandığı “başdöndürücü” değişim süreci içinde, İslami ve muhafazakâr eğilimleri ağır basan bir partinin oynadığı siyasi ve sosyal rolden duyduğunuz büyük rahatsızlığı dile getiriyorsunuz. Hatta sizin için “kâbus” boyutlarına varan bir korku da diyebiliriz buna. Muhtemelen, son seçimlerde aldığı oyların görece fazlalığına dayanarak, demokrasiye karşı ‘hile-i şeriye’ uygulamaları yapmaya çalıştığını, meselâ kadın nüfusu eve kapatmak, şer’i hükümlere ağırlık vererek erkek egemen bir baskıcı rejim kurmak gibi gizli amaçlar beslediğini düşündüğünüz bir parti var. Ve bu partinin toplumsal hayata egemen olmasına karşı duyulan derin bir kaygıdan, hatta, ‘travmatik’ bir korkudan bahsediyoruz. Bunun özellikle son birkaç yıl içinde dallanıp budaklanmasından – ve sizin gibi düşünüp hisseden– birçok vatandaşımız içinde yer etmesinden, ve yeryüzündeki diğer tüm kaygıların önüne geçerek 1 numaralı sorun haline gelmesinden de söz edebiliriz.
Sayın Albayrak,
Mektubunuzu birkaç kez üstüste okuyup üstünde epeyce de düşündükten sonra size şu aşağıdaki hususları kısaca yazıp bir tür “özeleştiri” yapmak istiyorum: İşlerin bu raddeye gelmesinde, yani korku ve kaygıların bu boyutlara taşınmasında, radyomuz ve onun çalışanları, programcıları vb. olarak bizim de belli bir payımız olmuştur mutlaka. Şöyle izah edebilirim belki: İnsanların böyle kaygılara kapılmasının hiç de temelsiz olmayabileceğini öngörmeliydik bir kere. Böylece bunların temelleri üzerinde daha fazla durmalı, bu hususları daha fazla vurgulayarak belirtmeliydik. Yani, sadece hemen akla gelen bir-iki örnek vermek gerekirse, şunları söyleyebiliriz: Meselâ, aile içinde kız çocuklarının örtünmeye teşvik edilmesinin, çocuk hakları açısından kesinlikle kabul edilmemesi gerektiğini daha çok belirtebilirdik. Mevcut mevzuata, anayasaya, vb. uygun olsa dahi, genel hukuk ilkeleri uyarınca, hakların özüne asla dokunulamayacağı hususunu daha bir özenle vurgulayabilir, bunun için de hepimizin daha fazla gayret göstermesi gerektiğini daha sık tekrarlayabilirdik.
Veya, aynı şekilde, kız çocukların üniversiteye istediği kıyafetle gidebilmesinin temel hakların gereği olduğunu vurgular ve bunu her halde savunurken, aynı zamanda mesela öğretim üyelerinin, yargıçların vb. –kamusal hizmet görevi yaptıkları için– ne kürsüde, ne de mahkemede başlarını örtemeyeceklerini her seferinde eklemeliydik... İnsanların kamusal alanlarda istedikleri gibi dinî, sembolik vb. kıyafetlerle görev yapmalarının kabul edilemeyeceğini –yeri geldikçe– özenle eklemeliydik. Çünkü, böylelikle, ikili bir amaca hizmet etmiş olurduk. Öncelikle, hukukun üstünlüğünü savunmuş olurduk elbette. Ama ayrıca, sözkonusu partinin, aldığı çoğunluk oylarının rehavetine kapılarak bir “çoğunluk hakimiyeti” kurması çabalarının, otoriter eğilimler göstermesinin –yasalar buna müsait olsa dahi– karşısında durulacağını daha net göstermiş olurduk. Böylece, o partinin üst düzey yöneticilerinin akl-ı selim ve temel hukuk ilkeleri sınırları içinde hareket etmelerine daha elverişli bir zemin yaratılmasına yardımcı olabilirdik. Bunları yeterince yapamadık herhalde.
Ne var ki, eksikliklerimiz olabileceğini kabul etmekle birlikte, bu meselelere hepten kayıtsız olduğumuz anlamını da çıkarmamalıyız sanırım. Radyoda bahsedilen, Açık Radyo web sitesine de dikkatle aktarılan birçok konuşma ve yazıdan göğsümüzü gere gere söz edebiliriz. Şu anda yer darlığı açısından tek bir kişiden alacağımız bir-iki örnekle yetinirsek: ‘Bağımsız Sol’un adaylarından Prof. Baskın Oran’ın, seçim kampanya konuşmalarında, sohbetlerinde, Agos ve Radikal 2 gazetelerinde yayımlanmış yazılarında bu “hak ve hukuk gözetir” anlayışın birçok parlak örneğini bulmanın mümkün olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Lûtfen şu aşağıdaki örneklere bakınız:
“Ezber Boz ve Tutarlı Ol”: http://www.acikradyo.com.tr/arsiv-link?_mv=a&aid=18661;
“Topuk”:http://www.acikradyo.com.tr/arsiv-link?_mv=a&aid=18834;
“Seçimleri kimler istemiyor?”:http://www.acikradyo.com.tr/arsiv-link?_mv=a&aid=18760);
ve Birgün gazetesinde Ahmet Tulgar’ın Prof. Oran’la yaptığı söyleşi: http://www.acikradyo.com.tr/arsiv-link?_mv=a&aid=18919
Bu örneklerin dışında özeleştirimizi sürdürürsek: Belki de biraz “post-modern” bir özgürlükçü anlayışın gereği olarak, meselâ “heavy metalci” oğlanla başörtülü kızın yanyana bulunmasının liberal ve çağdaş özgürlükçü toplumun hemen tüm sorunlarını çözmeye yeterli olduğunudüşünenleri yeterince eleştirmemiş olabiliriz.
İktidarı rahat bir çoğunlukla ele geçirmiş olan partiyi birçok konuda kıyasıya eleştiren, onları yeren yazı ve yorumları dinleyiciyle paylaştık. (TCK 301; misyoner söylemleri; cinayetlere karşı kayıtsızlık; basın özgürlüğüne yapılan saldırılar; 1 Mayıs göstericilerine karşı gösterilen polis hunharlık ve vahşeti; hele hele çevre konuları: Kyoto, B2, meralar gibi binbir türlü tasallut ve/ya ihmalller... Ya da şu son iğrenç “ip” tartışmasında görülen, idam cezası konusunda vahşi, yıkıcı ve utanç verici söylem ve tavırlar... ) Ama bu konularda sergilediğimiz kritik/eleştirel tavrı her durumda tutarlı bir şekilde sürdürmeyi başaramamış olabiliriz. Meselâ, başörtüsü vb. gibi konularda AKP’nin sözcülerinin yetersiz ve hatta samimiyetsiz tutumlarını da daha derinlemesine eleştirmek gerekebilirdi. Partinin bu konulardaki tavrının hiç de güven verici bir açıklığa kavuşturulmadığı daha çok vurgulanabilirdi.
İşte size bir “mea culpa”!
Ama, eğri oturup doğru konuşacak olursak sayın Albayrak, ‘mea maxima culpa’ da değil!
Çünkü bir yandan da, Türkiye’deki toplumsal, siyasal sorunlar üzerine etraflı bir tartışmaya yardımcı olabilecek sayısız yazı ve söze yer verme çabasını da hiç eksik etmemiş durumdayız. Yani, Radyomuz (bunu kendimizi savunmak için yazmadığımı bunca yıllık dinleyicimiz olarak bildiğinizi sanıyorum) derinlemesine bir demokrasi tartışmasının gerekliliğini vurgulayan programlarla “lebalep” doluydu her zaman. Bunu gösteren birçok örnek var elimizde: Toplumda oluşan “kopuş”, “öteki”lere karşı duyulan korku ve kaygılar; milliyetçiliğin, darbelerin, özellikle 12 Eylül’ün bize bıraktığı kötü mirasın hem iktidar, hem de muhalefet partileri tarafından içselleştirilmesi ve sürdürülmesi, korkuların sokağa yansıması vb. gibi konularla ilgili olarak radyomuz programlarına ve AR internet sitesine yansıyan birkaç önemli örneği aşağıda dikkatinize sunuyorum:
Ayşe Buğra, “Mitingler Üzerine”, http://www.acikradyo.com.tr/arsiv-link?_mv=a&aid=17985 ;
Ayşe Buğra: “12 Eylül’ün Kötü Mirası”: http://www.acikradyo.com.tr/arsiv-link?_mv=a&aid=18145&cat=100
Toprak Işık: “Demokrasiyi Kurban Etmek”, http://www.acikradyo.com.tr/arsiv-link?_mv=a&aid=18101
Çağlar Keyder, “Toplumun Terapiye İhtiyacı Var”: http://www.acikradyo.com.tr/arsiv-link?_mv=a&aid=17766
Örnekleri epey çoğaltabiliriz; ama buna gerek yok herhalde. Ancak, bizim yaptığımız ve herhalde bir kısmını ileride de yapmaktan kurtulamayacağımız hata ve eksikliklerin, sizin mektubunuzda ifade ettiğiniz meselelerle bir bağlantısı olamaz. Yani, kusurlarımız, sizin kaygılarınızın kaynağı olamaz. Sayın Albayrak, haddim olmayarak, mektubunuzda bir öncelik sorunu olduğunu gözlemlediğimi söyleyebilirim. Sizin büyük bir “âciliyet” hissiyatı ile dile getirdiğiniz kaygıların içinde şunlar yer almıyor:
Bizi yeryüzünün son kuşağı haline getirmiş olabilecek vahametteki küresel iklim krizi;Kapı komşumuz İran’ın ABD veya İsrail tarafından nükleer silahlarla vurulmasıyla birlikte tetiklenebilecek, bölgeyi ve belki de tüm kuzey yarıküreyi yokedebilecek bir nükleer savaşKapı komşumuz Irak’ta yakın tarihin en korkunç uluslarasısavaş ve insanlık suçu (milyonlarca insanı tarumar eden ve belki de bölgemizi altından bir daha asla kalkılamayacak bir yangına dönüştürecek olan Irak işgali);Türkiye’yi hem dışarıda, hem de kendi içinde bir daha içinden çıkamayabileceği korkunç ve kanlı bir kapana sokabilmesi olası görünen Kuzey Irak işgali;Yakın tarihimizin en büyük hukuk, vicdan ve insanlık facialarından biri, belki de birincisi olan ve çözülüp âdil bir sonuca ulaştırılmaması halinde ülkeyi bir daha kendine gelemeyeceği bir toplumsal çözülmeye taşıyabilecek olan Hrant Dink cinayeti;
Bir partinin ülkeye şeriat getirme çabalarına inanmanın sizde yarattığı endişeyi anlayabiliyorum. Peki ama, vahamet kelimesinin ifade etmekte âciz kalacağı bütün bu olaylar, süreçler ve olgulardan bir tekinin dahi sizin mektubunuzdaki kaygılar listesinde yer almamış olmasını anlamakta güçlük çekiyorum! Bu nasıl olabilir?
Siz, bizleri bekliyen bu müthiş risklerin tamamını bir kenara bırakıyorsunuz, ve bir başka kaygıyı onlarla ikame ediyorsunuz. Onlar yerine “belli bir yayın grubunu desteklediğimiz”, belli yazarlardan başkasını izlemediğimiz gibi mesnetsiz ve haksız iddialarla bizi yere vurma yolunu seçiyorsunuz. Doğrusunu isterseniz, bu, bir tür kaçış gibi geliyor bize; biraz kolay bir yol.
Sayın Albayrak,
Açık Radyo ve Açık Gazete ile ilgili olarak kendimize batırdığımız çuvaldızın ardından, iğneyi ele alalım mı şimdi de? Sözünü ettiğimiz partinin çeşitli özgürlük kısıtlayıcı hamleleri ve –hadi neoliberal demeyelim ama– azgın liberal ekonomi anlayışı, çevre konusundaki şaşırtıcı vurdumduymazlığı, vb. gibi bütün bunları da “öteki muhafazakâr, tutucu tavırlara eklesek dahi, sizin önerilerinizi nasıl içimize sindirebiliriz?
Demokratik yollarla kurulmuş, demokrasi platformu içinde yerini almış, seçimlere katılan ya da katılmayan, ama bu ortam içinde meşru olarak mevcut olan herhangi bir partinin “varlığına izin verip” vermemek, ya da böyle parti ve kuruluşların “kanserli bir ur gibi, neşterle kesilip atılması” “operasyon”ları önermek, bizim kabul edebileceğimiz bir anlayışın tamamen dışındadır. Bu tür ‘öneriler’, bir demokratik mecra olarak bizim –değil tartışmak– aklımızın ucundan dahi geçirebileceğimiz şeyler değil. Böyle “konsept”lerin, bizim demokrasi anlayışımız içinde herhangi bir yeri olamaz.
Üstü örtülü ya da açık darbe tehditleri de öyle. Ordunun sivil otoriteye muhtıra vermesinin demokrasiye bir “müdahale olmadığı” yolundaki beyanınızı ise, korku ve kaygılarınızın boyutu ne olursa olsun kabul etmemizin imkânsız olduğunu, hatta okurken biraz korku ve kaygıya kapıldığımızı bütün içtenliğimle belirtmeliyim. Belki de evrensel demokrasi kriterleri hakkındaki bilgi kaynaklarımız aynı değil!
Ülkemizde dört nala kol gezen azınlık düşmanı, yabancı düşmanı, insanlık düşmanı söylemlere bütünüyle karşı çıkmadan duramayız. Misyoner cinayetlerini, suikastçi ve katil çetelerinin aramızda fink atmasını kimsenin dert etmemesini kabul edemeyiz. Onlara yaşamımızın her ânında karşı durmak zorundayız. Askeri muhtıralara, sivil muhtıralara, darbelere, her türlü darbe ihtimallerine, demokrasiye yapılacak her türlü dış müdahaleye, gazeteci cinayetlerine, misyoner cinayetlerine, işkencelere, zulme vargücümüzle karşı durmak, birer vatandaş olarak boynumuzun borcudur – hepimizin boyun borcu. Tıpkı teokratik bir rejimi, yani şeriatı getirmek için yapılacak herhangi bir girişime karşı durmanın şüphesiz aynı şekilde boyun borcumuz olduğu gibi...
Sayın Albayrak,
En azından dört yıldan beri, geçen yıla kadar, yani mevcut iktidar partisinin yönetimde olduğu sürenin dörtte üçlük önemli bir bölümü içinde de sizin kendi deyiminizle “büyük bir zevkle” dinlediğiniz ve gene kendi deyiminizle “güzel bir eser” gibi görüp maddi olarak da desteklediğiniz bir radyonun, birdenbire sapıtıp iktidar partisini desteklemeye koyulduğunu, ve gene aynı hızda bir sıçrama ile, ülkenin en büyük yayın grubuna arka çıktığını söylüyorsunuz. Bu bakış açısında bir tuhaflık yok mu sizce? Amerikalısı, Afrikalısı, Arabı, Hintlisi, Çinlisi, İsraillisi... yeryüzünün dörtbir köşesinden sayısı binleri bulmuş olan seçkin yazar ve düşünürlerin yanı sıra, her gün Türkiye’nin yaklaşık 13-14 gazetesinden, yabancı-yerli birçok kaynaktan sayısız yazar, düşünür ve bilim insanının görüşlerini düzenli olarak siz dinleyicilerimizle paylaşmaktayız.
Bunu işimizin, yani kamu hizmeti yayıncılığının en doğal gereği olarak görüyoruz. Kendi “köşe yazarlarımız”ın yanı sıra, bu yorumcuların birçok yazısı ile aynı görüşü paylaşırız, paylaşmayız, bunun zerece önemi yok. Onların görüş ve değerlendirmelerinin tartışmaya değer olduğunu düşünmemiz yeterli. Anahtar kelime de bizce bu işte: Tartışma. Mektubunuzdan anladığımız kadarıyla tartışmanın sizin hayatınızda pek yeri kalmamış gibi görünüyor. Ama, tartışmaya son verdiğiniz anda demokrasi biter, toplumsal hayatın can damarı da kopmuş olur – hayat biter kısacası –en azından bizim gibi düşünenler için.
Biz böyle düşünüyoruz işte. Ve 12 yıla yakın bir süredir yürütmekte olduğumuz bağımsız yayıncılığımızı bu temel düşünce ve ilkeler üzerinde sürdürmek için uğraşmaya devam edeceğiz. Bizi benzeri biçimlerde eleştiren dinleyicilerimizin mektupları ile onlara dilimiz döndüğünce verdiğimiz cevapların tamamını görmek için de lûtfen www.acikradyo.com adresinde ‘Dinleyiciden’ butonunu tıklayınız. (http://www.acikradyo.com.tr/arsiv-link?_mv=arc&cat=450 )
Sayın Albayrak,
Bunca zamandır destekçimiz olduğunuz için büyük mutluluk duyduk. Şimdi desteğinizi çekmiş olduğunuz için de elbette çok üzüntü duyuyoruz. Mektubunuzdan sonra artık radyomuzu/radyonuzu dinlemeyi kesmiş olduğunuz varsayımıyla, bu sabah, programcılarımızdan Prof. Dr. Çağlar Keyder ile “Türkiye’nin hızlı dönüşümü ve AKP” adını verebileceğimiz derinlikli sohbeti kaçırmış olmanıza da ayrıca üzüldük doğrusu. Neyse ki, sayın Çağlar’la yapılan bu söyleşi, deşifre edilerek en kısa zamanda Açık Radyo web sitesinde yayınlanacak. Belki, o zaman bir göz atma fırsatını bulursunuz.
Umarım ki, tartışma ile ve tartışarak örgütlenme suretiyle dünyayı daha iyi bir yer olmaya götürebileceğimiz bir ortamda yeniden yollarımız kesişir ve siz de, bizi şımartan o zarif benzetmenizle ‘bir eser’ olan Açık Radyo’muzun yeniden dinleyicisi ve destekçisi olursunuz.
Şimdiye kadarki destekleriniz için bir kere daha teşekkür eder, en derin saygılarımı sunarım.
Ömer Madra
Açık Radyo Yayın Yönetmeni
ve Açık Gazete programı yapımcılarından biri.