1-7 Ekim arasında Antalya’da Tekirova Sundance’de İkinci Jonglörlük Festivali gerçekleşiyor. Jonglörler çoktan oraya yerleştiler bile, Volkan Balkan da Antalya’da Sundance’de festivali düzenleyenler ve jonglörlerle söyleşiler gerçekleştirdi.
Volkan Balkan: Bu hafta Antalya’da bir festival var, Tekirova’da Jonglörlük festivali. Bu sene ikincisi düzenleniyor 1 ve 7 Ekim arasında Sundance’de düzenlenecek bu festivali yapan jonglörlerle konuştuk, "bunun için oraya gittik" demeyeceğim, ama oradayken konuşmayı ihmal etmedik en azından. Deniz Soyarslan, Enis Yuğnak, Gökhan Nasıf ve Suzi festivalin çekirdek ekibini oluşturuyor. Hem top ve labut atıp tek tekerlekli 'siklet'le yani unicycle’la dolanıp işleri yapmaya çalışıyorlar, bir yandan çadır inşa ediyorlar. Şimdi tüm bu maceralarını kendilerinden dinleyeceğiz. Daha detaylı bilgi için www.j-fest.com adresinden de bilgi alabilirsiniz.
Nereden çıktı fikir? EY: Fikir hep vardı zaten, sürekli hayal ettiğimiz bir şeydi sonuçta, geçen seneye nasipmiş.
DS: Evet ama ilk önce Enis’in 2000’in yılında gittiği Avrupa festivalini görüşüyle, bambaşka bir anlam kazandı jonglörlük ve jonglörlük yapan insanların başka bir dünyası olduğunu, böyle bir çok insan olduğunu anladık. Ondan sora da “ah, keşke Türkiye’de de yapsak” hayalleri başlamış oldu o günden sonra.
EY: Bu sonuçta bütün jonglörlerin bir araya gelip birbirleriyle bir şeyler paylaşması, birbirlerine bir şeyler öğretmesi. Bir de görerek öğrenilen bir iş olduğu için, insanların en azından senede bir kere böyle büyük bir buluşma yapmaya ihtiyaçları var. Biz de "buna bir şekilde önayak olalım, başlatalım" dedik. Yaptığımız şey çok basit zaten, insanları birleştirmek, onun dışında çok da fazla bir hizmet sunmuyoruz insanlara, yani her şeyini organize etmiyoruz. Deniz daha önce de söylemişti, insanlar kendi eğlencelerini kendileri yaratıyorlar burada.
DS: Şöyle de söylenebilir; bu öyle bir festival ki izleyici yok, katılımcılardan oluşan bir festival, yani festivale gelen herkes bu festivalde, eğer workshop yaparsa ya da gösteride yer alırsa bir gösterisi olur festivalin. Eğer gelen insanlar bunları yapmazlarsa ne gösteri olur, ne workshop olur, ne 'festival' adını koyduğumuz şey olmaz. Burada biz gelenlere altyapıyı veriyoruz, juggling yapabilecekleri ışıklı bir mekân, çadırlar, kamp yapabilecekleri bir alan, tuvaletler, duşlar yemek yiyebilecekleri, restoran, çeşitli imkânlar ve onların rahat edebilecekleri bir ortam. Onlardan istediğimiz, gelsinler buraya workshoplar workshoplara girsinler. Bütün workshoplar herkese açık zaten. En sonunda da son gece 'gala şovu' dediğimiz şey var, buraya gelen insanların o gösteriyi hazırlamasını istiyoruz. Yani birileri geliyor, onlara para ödeniyor, onlar da gösteri yapıyor değil, onun yerine gelenler bunu hazırlıyor. Çok heyecanlı bir şey bu, çünkü hem bu işi profesyonel olarak yapan insanların sahnede yer almalarını sağlıyor, hem de profesyonel olmayıp da sadece sahnede gösteri yapmak isteyen insanlara imkân tanımış oluyor. Yani herkese bir motivasyon. Sadece bu işi profesyonel yapan insanların motivasyonu değil bu.
Geçen sene 300 civarında kişi katılmış, bu sene 500’ü falan bekliyorsunuz, bir yandan da para beklemiyorsunuz değil mi?
EY: Evet bunu belirtmekte fayda var; çevremizde konuştuğumuz insanların da bir çoğu bunu yanlış anlamış sanırım. Ana kişiler olarak 4-5 kişi varız, ilk başta aldığımız karar buydu. Bir de biz para kazanmıyoruz bu işten, gelen para doğrudan bir sonraki festivale bütçe olarak geri gidiyor.
Evet geçen sene küçük bir çadır vardı, koca bir çadır var şimdi, büyütmüşsünüz çadırı, bu işe yaramış.
EY: Geçen senenin pek faydası olmadı bu konuda bize ama. Geçen sene ancak masraflarımızı çıkarınca, üzerine de 3-5 kuruş birşey tabir edebileceğimiz bir para kaldı.
DS: Gerçekten 3-5 kuruş ama.
EY: O bu sene aldığımız kablo parasına bile yetmez, o kadar düşünebilirsiniz.
DS: Ama bu sene her şey yepyeni, yeni bir çadır, yeni bir tuvalet... Mekânın ayarlanması, düzeltilmesi, ışık, elektrik, vs. bunların hepsini yeniden ödedik, ama bu sefer bu ikincisi olduğu için birazcık daha fazla para koyduk. Biliyoruz ki arkadaşlarımız gelecekler. Aslında aldığımız giriş parası bu festivale destek parası. Yani biz giriş parasını para kazanalım diye almıyoruz, bunu yapabilmek için alıyoruz. Sonuçta biz sponsor da aramıyoruz, Bize en fazla Sundance yardımcı oluyor bütün bu alanı bize vererek, bize bir sürü imkân sunarak
EY: İnsan gücü sağlıyor.
DS: Çadır yapmamızı onlara borçluyuz diyebilirim insangücü adına. Altyapımızın oluşturulmasına bize inanılmaz destek oluyorlar. Onun dışında bizim festivale gelen insanlardan aldığımız giriş parası bu festivalin devam etmesi için neredeyse bir bağış gibi, çünkü biz zaten bir sürü şey ödedik. Büyük bir ihtimalle bu sene giren insanların ödediği parayla belki karşılayamayacağız, öyle görünüyor.
EY: Şu an hesaplar öyle görünüyor.
DS: Ne kadar hesaplarsak hesaplayalım, net bir şey var ki, bu sene zaten o verdiğimiz para kadar para almamıza imkân yok, ama bu önemli değil, çünkü seneye biz bir daha yapacağız bunu.
Ve seneye daha büyük bir çadır alıp daha çok borçlanacaksınız ve bu şekilde devam edecek!
DS: Yok, daha büyütmeyeceğiz çadırı, bu kadar kalacak. Biz altyapı kurduk, kiralayabilirdik de, o zaman her sene bir para gidecekti çadıra. Bizim hedefimiz bir an evvel çadırdı, tuvaletti, böyle şeyleri bitirelim, sonra girişten kalan paralar biraz biriksinler, bir dahaki seneye, o zaman belki workshop yapması için birini davet ederiz, bir para veririz. İhtiyacı olan jonglörlere de bu şekilde yine bizden para gitsin istiyoruz. "Biz bu parayı kazanalım, ondan sonra bununla kendimize elbiseler, arabalar alalım" istemiyoruz, bu para bu jonglörlük festivaline gelsin, buradan da diğer jonglörlere gitsin, imkânımız olduğu müddetçe. Ama bu festivallere hep gönüllü gelirler, bu bizim jestimiz olur, en azından onların yol paralarını karşılayabilmek. Yurtdışından gelmek isteyen ama parası olmayan ya da Türkiye’de olup da parası olmayan ve gelmek isteyen bazı insanlar oluyor, biz de onlar gelsinler isteriz, ama paramız yok şu anda, olduğu zaman, ileride daha fazla insan bize katkıda bulunduğu zaman, fazla kasamızda para biriktiği zaman öyle şeylere harcayacağız bu parayı da.
Nasıl çalıştığınızı anlatması açısından bir kaç örnek üstünden gidelim, biri çadırın yapılması, ki internetten bunu nasıl yapılacağını öğrenip burada demircilere kestirip bir çadır inşa ediyorsunuz ki, hiç de ufak bir çadır değil bu. Onun dışında hem çadırdan bahsedin istiyorum hem sen mesela grafik tasarımcısısın Enis, bütün afişlerin görsel malzemelerini hazırlıyorsun. Gökhan burada tek tekerlekli bisikletle tabela boyamaya gidiyor neresi restoran önü, neresi kamp. Aslında festivalin her şeyini yapıyorsunuz, biraz bu işlerden de bahseder misiniz?
EY: Her şeyini yapıyoruz bir şekilde, aslında tabii hepimizin bir ucundan tutabileceği profesyonel bir eğitimi var sonuçta, profesyonel olması gerekmiyor tabii o anlamda söylemedim ama sonuçta dediğin gibi ben tasarımcı olduğum için bunu zaten hobi olarak yapıyorum festivale katkıyı, web sitesini yapıyorum, afişlerini yapıyorum. Ben yapamıyorsam en azından çevrem bununla ilgili geniş, onlara yaptırtabiliyorum, vs. Onun dışında Gökhan unicycle’la her yere koşturup işleri yapıyor, vs. Çadırı da çok ilginç aslında geçen sene de biz böyle bir şey istemiştik ama hem paramız buna yetmiyordu hem de denemek için tabii. Çünkü bunlar farklı farklı boyutlarda, boyut arttıkça parça sayısı da artıyor, iş bayağı karmaşıklaşıyor. Bu geodezik denen tasarım bir garip, o yüzden “hem ufağını yapalım, hem denemiş oluruz, becerebiliyor muyuz?”a geldi iş hem de tabii elimizdeki para kadar bu işi yapabildik. İyi de oldu aslında, geçen sene komple bir denemeydi, yani hadi girişelim arkadaşlar bakalım ne çıkıyor bu işin sonunda, biz çalışabiliyor muyuz, uyumlu yapabiliyor muyuz, insanlar hakikaten gelip ilgi gösteriyorlar mı? Her şey denemeydi, bu sene daha kalıcı şeyler yaptık, yatırım yaptık yani.
Bir de merak ettiğimiz şu, niye bunu yapıyorsunuz? Jonglörlük festivali hepinizin bayağı bir geçmişi var jonglörlükle ilgili, Kelebekler Vadisi’ne uzanıyor benim bildiğim ama şimdi sizden dinleyeceğiz onları. Gökhan daha önce Açık Radyo’ya da konuk oldu, İlkel programına, işi gücü bırakıp artık ben tüm zaman jonglörlük yapacağım demiş birisisin. Mesela Mecidiyeköy’de köprünün altında bisiklet çalıştığından falan bahsediyorsun. Jonglörlük nedir senin için ve yaşamını sürdürebiliyor musun, sürdürebilecek misin böyle?
EY: İnşallah! Sürdürmeye çalışacağım, çok fazla Türkiye’de henüz bu şekilde jonglörlükle hayatımı idame edeceğim noktasında çok fazla insan yok, örnek de yok ama önünün açık olduğuna inanıyoruz. Türkiye’de bu işin hızla yayıldığını görüyoruz ve biliyoruz, yayılmasını da istiyoruz zaten festival de bunun bir parçası. Biz de bir yanından girip kendi birikimimizi, öğrendiğimiz şeyleri hayatta farklı yollarla kanalları yaratmaya çalışıyoruz, kendimizi de bir şekilde hayatta tutmaya çalışarak.
Sadece “laylaylom top atıyorum, hoşuma gidiyor”, demek olmadığından jonglörlüğün, öğreti gibi bir şey olduğundan bahsediyordun.
EY: Çok yönlü bir şey, evrensel bir şey. Bir kere tarihinin çok eskiye dayanmasının bile onu yeterince çok ardında bambaşka şeylerin olduğunu hissettiriyor insana. İçine de girdikten sonra, bir süre sonra festival görünce, bu işi çok daha iyi yapan insanlarla oturup konuşunca, yazılı ya da görsel bir takım yayınlardan da faydalanınca ardında çok fazla şey olduğunu öğreniyorsun matematiğinden mizahına, bir iletişim şekli olmasından kişinin kendi potansiyeline, beden-zihin uyumunu kendi enerjimizi nasıl etkin şekilde kullanabileceğimizden tut da, konsantrasyon, koordinasyon, ritim. Bunlar zaten hayatımızın bir parçası ve hepimizin hayatında girdiği farklı roller, kimlikler var ve hepsinin içinde ayrı bir ritmi var. Aslında hepimiz hayatımızı sağlıklı bir şekilde götürmek için tüm bu ritimleri bir dengede tutmaya çalışıyoruz, aslında yapmaya çalıştığımız şey bu. Bu açıklama zaten jonglörlüğün de temelini oluşturuyor, jonglörlük de aslında varolan tüm ritimlerimizin dengesini arayış, onları kendi sağımızla ve solumuzla, iki tarafımızda da kullanıp bütün potansiyelimizi en etkin şekilde onu aktarma işi. Bunu öğretiyor jonglörlük ve daha pek çok şey, zamanla insan kendi hayatında onu uyguladıkça görüyor faydalarını.
Sen arkeoloji okuyacağım diye, daha doğrusu yüksek lisans için İngiltere’ye gittin, herhalde belki de ülkedeki okullu jonglör ya da akrobat sensin, biraz kendi hikâyenden bahseder misin? Nereden başladı? Bir kere biri size bunu aşılamış Kelebekler Vadisi’nde.
DS: İlk olarak 96’da Enis’le Kelebekler Vadisi’ne gittiğimiz zaman Avustralyalı bir çocuk jonglörlük yapıyordu ve ben hayatımda ilk defa canlı insan gördüm juggling yapan aslında. Ondan bir kaç numara öğrenmeye başladık, ilk top çevirmeyi ondan öğrendim, sonra Enis çok ilerletti, ondan bir sürü bir şey öğrendim. Ben o zamanlar ‘devil stick’ yapmaya başladım, ilk 3 tane çubuk ikisiyle kontrol ediyorsun, ortada bir tane çubuk, onu yapıyordum. Sonra daha önce söylediğim gibi Enis bu festivale gidince 2000 yılında bir sürü insanla tanıştı ve ben de bu aralar arkeoloji ve sanat tarihi okuyorum ve herhalde profesör olurum falan diye epey çalışıyordum, kazılar, George Bus’la çalışıyoruz, sualtı kazıları, vs harika gidiyordum arkeoloji yolunda. Keyfim yerindeydi ama bir taraftan da hobimiz, juggling yapıyoruz, böyle şeyler var ne güzel falan. Üç yaşından beri en büyük hayalim aslında benim dansçı, balerin, böyle bir şey olmaktı zaten, hiç 3 ya da 5 yaşında veya 10-15 yaşında profesör olmayı düşünmüyordum, balerin olmak isterdim, dans etmek, yani sahnede olmak isteyen bir insandım ama hayatım öyle gitmedi. Daha sonra bunları unutuldu, juggling hayatımıza eğlence kattı, sonra ben İngiltere’ye master yapmak için gitmeye karar verdim Bristol’a, oradaki okul beni kabul etti. Enis de bunu duyunca “inanamıyorum, Bristol mu? Benim bütün jonglör arkadaşlarım Bristol’da, inanılmaz bir yere gidiyorsun, orada okul bile var” deyince bir anda “nasıl bir yere gidiyorum ben?” diye iyice mutlu oldum. Zaten gittiğimin ilk haftası, -aslında sualtı arkeolojisi master yapmaya gitmiştim-, oryantasyon gününde bu klüplerin toplandığı günde, ben de gittim oraya, “ben jonglörlük klübüne üye olmak istiyorum” dedim. “Harika, ilk üyemiz sensin bu seneki, başkanımız ol” dediler. “Yok, ben daha İngiltere’ye yeni geldim, bir dakika” falan dedim. Sonra sürekli festivallere gitmeye başladım İngiltere’de bulunduğum o ilk master yaptığım dönemde sadece festivallere gitmeğe başladım, workshoplar, akrobatlarla tanışıyorum, onlarla vakit geçiriyorum. Bir anda fark ettim ki, bu benim kabilem, ben bu insanlara aidim ve bunlarla çok iyi vakit geçiriyorum, kendimi normal ve daha dengeli hissediyorum. Onun için şunu fark ettim, arkeoloji okuyorum, çok güzel ama canım sıkılıyor, onu ittire ittire götürüyorum bir şekilde, o kadar da mutlu değilim ben o işi yaparken. Benim sadece kafamda planlamış olduğum bir şey. Sonra, son hafta bölümü bıraktım, sirk okuluna gittim, öğrendim nasıl giderim, nasıl yapabilirim diye. Bristol’da sirk okulu olduğunu biliyordum. Bir de o kadar çok insanla tanışınca herkes bir şekilde o tanıştığım insanlar bana destek verdiler, tabii yaparsın, tabii gidersin, vs. Ama ben 24 yaşındayım, mümkün değil bu yaştan sonra diyorum, herkes saçmalama öyle bir şeyin yaşı yok dedi. İnanamadım, Türkiye’de her şeyin yaşı vardır ya, İngiltere bana şunu öğretti, hiçbir şey yapmanın yaşı yok, canın isterse yaparsın. Sonra okula gittim, okulun bir sınavı vardı, sınava katıldım, geçtim ve okula girdim. Bu arada bir sene epey yoğun bir eğitim aldık, mutasyona uğradım hem bedensel olarak ama en önemlisi zihinsel olarak bir mutasyona uğradım, kafamda bir sürü şeyi değiştirmem gerekti, 24 yaşından sonra tekrardan böyle bir eğitime girebilmek için. Çok da iyi oldu, yeniden oyun oynamayı öğrendim. Ondan sonra zaten akrobasi, sirk okulu, o çevre, festivaller falan derken Türkiye’ye geldim.
Enis sen nereden oyun oynamayı öğrendin?
EY: Ben de Deniz’in anlattığı gibi 96’da Vadi’de bir çocuktan öğrendim bu işi. Herhalde daha önce de varmış içimde böyle bir şeyler ki, çok küçükken jimnastik falan da yapıyordum, sonra elim bir kaza sonucunda bütün bunlara veda etmiştim. O çocuktan öğrendikten sonra bayağı bir sardım bu işe ama tabii benim için çok sancılı gelişti jonglörlük işi çünkü çevremde hiç kimse yoktu. Tek bir örnek bile yoktu, o zamanlar internet bu kadar elimizin altında, sürekli ulaşabildiğimiz bir şey de değildi, Bilkent’te okurken orada laboratuarda girip bir şeyler araştırıyorum ama pek bir şey bulamıyorum. Kendi başıma bayağı 1-1,5 yıl sadece üç tane topu düz çevirdim ama her türlü şekliyle çevirdim, geniş olsun, yüksek atış, alttan atayım filan, kendi kendime tamamen ne olduğunu bilmeden böyle bir şeyler yaptım. Sonra Deniz bir kitap getirdi bana, elimize bir kitap geçti onun vasıtasıyla bir şeyler öğrendik, o ara biraz internet gelişti, daha hızlı ulaşabildim, oradan bir kaç trik öğrendim. Zaten hemen dünyada kimler var, ne yapıyorlar, bu iş nasıl bir iş, direk bir sürü insanla bağlantıya geçtim, sitelere, forumlara üye oldum, vs. Tabii oradaki insanlar bana çok şey öğretti ama hiç görsel bir şey yok, sürekli hep yazılı üzerinden gidiyorum. Öyle öyle geliştirdim, ondan sonra 2000’den sonra festivale gidince bayağı bir şok yaşadım açıkçası, o zamana kadar labut bile görmemiştim hayatımda, oraya gidip de bütün bu olayları görünce bayağı şok yaşadım. Ondan sonra da devam ediyor. Zaten bu festivalin oluşması filan bütün bunlara dayanıyor biraz; ben yapayalnız bu işi öğrendim, en azından çok gelişmiş bir şey, insanlar... İşte dördüncümüz de geldi bu arada, süper zamanlama, gel Suzi.
Siz çekirdek ekip 4 kişi misiniz?
DY: Evet.
Siz ikiniz ateşle oynuyorsunuz bayağı akşamları burada, ateş bir aşama değil mi? O baştan yapılacak gibi değil değil mi?
GN: Evet, o ilk başta öğrenilecek bir malzeme değil ateş ama ateş, ışık bu tarz faktörler.
Heyecan da katılıyor işin içine değil mi?
GN: Tabii.
Siz her seferinde yanabilecek olduğunuzu biliyorsunuz, yoksa yanmayı mı öğreniyorsunuz?
EY: Her seferinde yanıyoruz zaten, ufak tefek sıyrıklar alıyoruz zaten.
GN: Önce ben de tabii oyun oynamanın yeniden keyfine varıp çok uzun süre öyle vakit geçirdim, jonglörlük yaparak ve neler yapabileceğimi görüp keşfederek, şaşırarak her defasında ama daha sonra işin içine girip bunu daha ilerlettikçe jonglörlüğün en temelde aslında öğrenmeyi öğrenme prosesini öğrettiğini, o gelişim sürecini öğrettiğini öğrendiğimde bu inanılmaz bir şey, çünkü hayatta bunu öğrensem gerçekten başka şey istemem. Çünkü bununla diğer her ilgi duyduğun konuda bu öğrendiğin şeyi ona aktarıp her şeyi doğru şekilde nasıl, senin öğrenme eğilimlerin ne yöndeyse bunları zaten keşfetmeni sağlıyor ve diğer ilgi alanlarında da kendi öğrenme yolunu çizmene büyük kolaylık sağlıyor jonglörlük. Ama diğer yandan da bu hata yapmaktan zevk almak ve bizim kültürümüzdeki eğitim sürecinde hata yapmaktan çok korkarak yetiştirilmemiz, hep kendimizi geri planda tutmamız, hiç öne çıkıp yani hata yapmaktan korkmamız ama bunun tem tersini jonglörlüğün öğretmesi bence bu müthiş gücü olan bir şey. Çünkü insan hata yaptıkça nasıl doğru yapacağını öğreniyor, daha çabuk öğreniyor. Bunları fark ettikçe aslında burada özellikle Türkiye’de bu işin gelişmesini ve daha çok insanın öğrenip bunu kendi öğrenme yolunu çizmesi gerektiğini falan fark etmeye başladım. O yüzden yaymanın ve paylaşmanın daha da önemli olduğunu; çünkü bir noktaya kadar jonglörlük yapmak çok keyifli,ama bir noktadan sonra insanlarla da paylaşmak, onlara da öğretmek, göstermek hem sizin jonglörlüğünüzü hem de insanlara yaymak adına çok güzel.
DY: Mesela geçen sene şöyle bir an oldu; bu çok güzel bir hediyeydi benim için, bu festivalin burada olması jonglörlük adına hepimizi çok rahatlattı, onu diyordu ya Enis, bir sürü şey daha kolay öğrenilebiliyor ve daha kolay erişilebili hale geldi. Geçen sene burada her jonglörlük festivalinde olduğu gibi bizim bir oyunlarımız var, onu da Suzi yapıyor, o oyunlar düzenlenirken şöyle bir aradan dışarıdan çıktım ve baktım, yanımda biri vardı, kim bilmiyorum, dedim ki “tamam artık ben rahatladım, çünkü buradaki, yani Türkiye’de bu işi yapan insanlar, birazcık ilgisi olsun olmasın her kimse bu insanlar artık illa da bu güzelliği görmek için yurtdışındaki bir ülkeye gitmek zorunda değiller, çünkü gerçekten o kadar güzeldi ki, çok güzeldi. Herhangi bir ülkenin, herhangi bir yerde gibiydik, bu illa Türkiye değil de, ben çok festival gördüm, o festivallerden hiçbirinden hiçbir farkı yoktu. Tamamiyle harikaydı, istediğimiz, hayal ettiğimiz şeyi gerçekten buraya kondurduk ve bu insanlar ülkelerarası seyahat etmelerine gerek yok bu güzelliği görmek için, artık Türkiye’de daha yakın, herkes katılabilir, onun için bu çok rahatlatıcı bir histi.
GN: Herkes çok rahattı, herkes kendi gibiydi ve kendi gibi olarak o enerjiyi ortaya koydukça herkes, o rahatlığı, herkesin aldığı tatmin de zevk de arttı aynı şekilde.
Suzi sen ne yaptın da bu kadar heyecanlandılar oyunlar falan?
S: Festivallerin geleneksel bir parçası denilebilir, büyük festivallerin hepsinde oyunlar muhakkak yapılıyor, bu jonglörlük olimpiyatları gibi bir şey. Bunlar jonglörlük üzerine kurulu oyunlar, bunlar benim yarattığım şeyler değildi, başka festivallerin örneklerinden bir araya toplayarak bir şeyler yaptık, ben sadece sundum, çok da zevk aldım. Çünkü gerçekten o anda kendimi gerçekten bir jonglörlük festivalinde hissettim. “En uzun 5 topu kim çevirecek, koşarken labut çevirebilir miyiz acaba?” diye insanları komik de duruma düşürüp aslında tamamen içsel komplekslerinden arındırarak, sadece bunun bir saçmalık ve eğlence olduğunu anlayıp, paylaşmaları, tamamen rahatlamaları için çok güzel bir fırsat. Oyunların asıl amacı o.
Şöyle şeyler oluyor mu, uykusu gelene kadar çeviriyor falan, nereden başlamıştımı falan diyor musunuz?
S: Öyle bir şey olmuyor genelde, en azından ben öyle bir şeyle karşılaşmadım, Avrupa jonglörler festivalinde bile karşılaşmadım. Çok uzun sürüyor, orada en büyük fark mesela bin kişi oluyor 5 top çeviren, öyle başlıyor, bir kişi kalana kadar gidiyor. Burada 15 kişiyle başladık ama 15 kişinin yan yana 5 top kasket yapması bile muazzam bir görüntü. O yüzden izleyiciler için de büyüleyici, jonglör olmayan birinin bile gülmekten kırılıp efektlerden etkilenmesi mümkün, çok keyifli.
(28 Eylül 2007 tarihinde Açık Radyo’da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)