David Whitehouse Yatak çev. Berrak Göçer Domingo, 2011, 289 s. |
David Whitehouse ilk romanı Yatak’ta, geriye dönüşle, yaş olarak birbirine çok yakın iki erkek kardeşin ilişkisi anlatılıyor aslında. Bir kardeşin gözünden diğerinin ve ailesinin hikâyesini okuyoruz. Bu hikâyenin can alıcı yeri, sonrasında aile içinde sorun yaratan kişi olarak gördüğümüz büyük erkek kardeş Malcolm’ün (kısaca Mal), yirmi beşinci doğum gününde yataktan çıkmamaya karar vermesi; ki romanın düğüm noktası da bu kararın neden alındığının anlamlandırılması üzerine. “Belki de haklıdır. İnsana mucizevi bir kalp verip, sonra da onu milyonlarca ufak parçaya ayıran bu şey, hayat mı? Beklemeniz söylenen hiçbir şeyin gerçekleşmemesi? Eğer hayat buysa, yataktan çıkmaya değer mi?” Yataktan çıkmama kararının yirmi yıllık bir süreyi bulduğunu, daha romanın ilk sayfalarından biliyoruz; sayfalar ilerledikçe öğrendiğimiz ise, bu zaman zarfında Mal’in geçirdiği “değişim” ve daha da önemlisi erkek kardeşi, annesi, babası ve kız arkadaşının “dönüşüm”ü...
Dave Eggers Vahşi Şeyler çev. Begüm Güzel Siren Yayınları, 2012, 238 s. |
Normal şartlar altında romanlar filmlerin kaynağı olur; ilgi çekici hikâyeler sinemacıların da dikkatinden kaçmaz. Ender olarak rastlanansa, bir filmden yola çıkılarak kaleme alınan romanlar; Dave Eggers’ın kitabı buna verilebilecek en yeni örnek. Aslında Vahşi Şeyler söz konusu olduğunda belki de böylesi kesin ifadeler kullanmamalıyız, durum biraz daha karışık... Hatırlanacaktır, aynı adlı filmi daha önce (2009) izlemiştik (nedense Türkiye’de Arkadaşım Canavar ismiyle gösterime girdi), aslında bu film Maurice Sendak’ın resimli çocuk kitabından uyarlamaydı. Filmin senaryosunda Dave Eggers ve yönetmen Spike Jonze’nin imzaları bulunuyordu. Kısacası elimizdeki roman, Maurice Sendak’ın resimli çocuk kitabından uyarlanan filmden yola çıkılarak yazılmış! Her ne kadar sadakat konusunda şüphe bulunmasa da, elbette bu uyarlamalar hikâyeyi başka yönlere de çekmiş. Dolayısıyla içinde yaşadığı dünyaya sığmakta güçlük çeken, yaramaz bir çocuk olan başkahraman Max’in üç “farklı” yorumuyla karşı karşıyayız. Üç eseri de bir arada düşünmenin, bu anlamda ilginç bir okuma deneyimi sunacağı söylenebilir.
Hakan Övünç Ongur Tüketim Toplumu, Nevrotik Kültür ve Dövüş Kulübü Ayrıntı Yayınları, 2011, 327 s. |
Şimdilerde Chuck Plahniuk’u bambaşka bir gündem nedeniyle anıyoruz, ama yine de ismi söylendiğinde akla ilk gelenin Dövüş Kulübü olması kaçınılmaz. Bunda kuşkusuz en büyük paylardan biri; Brad Pitt, Edward Norton ve Helena Bonham Carter’lı kadrosuyla David Fincher’ın filmine ait. Hakan Övünç Ongur da buna dikkat çekiyor: “W.W. Norton tarafından basılan [Dövüş Kulübü kitabı], başlarda çok ilgi çekmiyor. Sert üslubu, karmaşık kurgusu, uçlarda gezen karakterleri ve yıkıcı eleştirileri ile ortalama Amerikan okuruna hitap etmiyor haliyle. Ta ki, (...) eskilerin ünlü klip yönetmeni, şimdinin Hollywood ikonu David Fincher tarafından keşfedilinceye kadar...” Belki keşif noktasında filmin etkisi bu oranda olabilir, ama ilginin devamının gelmesinde elbette metnin kendisi ön plana çıkıyor; ve metnin sundukları... Hakan Övünç Ongur da zaten aslen romandan yola çıkarak irdeliyor küresel kapitalizm, yabancılaşma, postmodernizm olgularını... Hakan Övünç Ongur’un, telif kitaplar açısından düşündüğümüzde, eksikliği hissedilen yapıda bir okuma yaptığının da altı özellikle çizilmeli.
ed. Mehmet Said Aydın Sevgili Halit: Halit Refiğ’e Mektuplar Everest Yayınları, 2011, 209 s. |
Sevgili Halit, adından yola çıkıldığında elbette Halit Refiğ ile ilgili, ama aynı zamanda Oğuz Atay, Pakize Barışta, Yıldız Kenter, Adnan Saygun, Giovanni Scognamillo, Sami Şekeroğlu ve İlhan Usmanbaş ile de ilgili; Halit Refiğ ile bu saydığımız isimler arasındaki mektuplaşmaları içerdiği için... Sevgili Halit bir anı kitabı belki ama bir yandan da 70’li yılların –12 Mart sonrası ile 12 Eylül öncesi– şartlarında var olma mücadelesi veren farklı alanlardan sanatçıların, yazarların birbirleriyle hem bireysel hem de toplumsal anlamda dertleşmelerinin, soluk alma çabalarının bir ürünü olarak da değerlendirilebilir. Ancak bir “eksiklik” de dikkat çekiyor. Kitabın başlarında Halit Refiğ’in bu “mektupların hikâyesi”ne ilişkin 2004 tarihli bir yazısı var. Söz konusu isimler arasında Metin Erksan’ın mektuplarının “sorunlu” olduğuna değinmiş Halit Refiğ, ama bu mektuplaşmalardan örnekleri göremiyoruz...
Paul Auster Kış Günlüğü çev. Seçkin Selvi Can Yayınları, 2012, 195 s. |
Tanıtımlarda, Amerikan edebiyatının popüler ismi Paul Auster’ın bu anı kitabının Amerika’dan önce Türkçede yayımlandığı özellikle vurgulanmış; ilginç bir bilgi...
Bir kış gününde penceresinden gördüğü karlı manzara Paul Auster’ı çocukluğunun benzer bir görüntüsüne götürüyor ve işte buradan yola çıkarak yazar, kendi hayat hikâyesini anlatmaya başlıyor Kış Günlüğü’nde. Neden böyle bir anı kitabı yazmaya karar verdiğini de Paul Auster’ın şu cümlelerinden anlamak mümkün. “İş işten geçmeden konuş şimdi ve söyleyecek başka hiçbir şey kalmayıncaya kadar da konuşabilmek umudunu taşı. Ne de olsa zaman azalıyor. Belki de şimdilik hikâyelerini bir yana bırakıp hayatının anımsadığın ilk gününden bugüne kadar bu bedenin içinde yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu incelemeye çalışsan iyi olur.”
Julian Barnes Korkulacak Bir Şey Yok çev. Serdar Rifat Kırkoğlu Ayrıntı Yayınları, 2011, 264 s. |
Her şeyden önce, Barnes’ın Korkulacak Bir Şey Yok kitabını hangi türe dahil etmek gerektiği konusunda bir ikilem var karşımızda; sanırım en doğrusu, anı türü çerçevesinde değerlendirilebilecek bir deneme kitabı olarak tanımlamalı. Ancak başlarken karşılaşılan böylesi bir ikilem, metnin devamı için geçerli değil; aksine bir berraklıktan söz edilebilir. Özellikle ölüm teması üzerinde daha önceki eserlerinde de duran Barnes, bu sefer konuyu belirli isimlerden hareketle masaya yatırıyor. Başta ünlü Fransız yazar Jules Renard olmak üzere Montaigne, Stendhal, Daudet, Somerset Maugham, Arthur Koestler gibi edebiyatçıların ya da Ravel, Rahmaninov, Şostakoviç, Prokofyev ve Rossini gibi müzisyenlerin ilginç tanıklıklarına yer vererek... Kendisiyle yapılan bir söyleşide de, kitabını şu sözlerle tanımlamış Barnes: “Bu, kendimi bir vaka olarak inceleme ve bir soruya yanıt getirme alıştırmasıdır: Zamanın bu noktasında herhangi bir şeye inanmamak ama öte yandan da bir gün öleceğimiz düşüncesiyle uzlaşmamak ne anlama gelmektedir?..”
Pierre Bourdieu ve Alain Darbel Sanat Sevdası çev. Sertaç Canbolat Metis Yayınları, 2011, 201 s. |
Avrupa sanat müzeleri ve ziyaretçi kitlesi üzerine sosyolog Pierre Bourdieu’nün, ekibiyle birlikte uzun ve kapsamlı bir saha araştırmasının sonucu Sanat Sevdası. Grafiklerle, tablolarla desteklenen ve elbette bunların yorumlarını içeren, konusunda hiç kuşkusuz göz ardı edilmemesi gereken bir inceleme... Kısaca söylemek gerekirse, Sanat Sevdası, şu sorulara cevap arıyor: “Müzeleri gezenler ile gezmeyenleri birbirinden ayıran şey nedir? Sanat sevdalıları bu tutkularını her türlü maddi koşuldan bağımsızmış gibi yaşarlar, ama aslında önceden edinmiş oldukları donanım değil mi sanat eserlerinden zevk almalarını sağlayan? Müze denen yer üst sınıfların öngördüğü kurallara en çok uyulan yerlerden biri değil mi? Zorunlu kültürel etkinlikler sanattan gerçekten zevk alınmasını sağlayabilir mi?”
C.W. Ceram Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler çev. Hayrullah Örs Remzi Kitabevi, 2011, büyük boy, 363 s. |
C.W. Ceram takma adını kullanan Alman gazeteci yazar Kurt Wilhelm Marek’in 1945’te yazmaya başladığı Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler, ilk baskısını 1949 yılında yapar. Yayımlandığından bu yana birçok dile çevrilen bu eserin Türkçedeki varlığı da kırk yıllık bir zamanı ifade ediyor; elimizdeki ise, geliştirilmiş dokuzuncu baskısı. Kitap bir roman değil aslında; Arkeolojinin Romanı alt başlığını taşımasının sebebi, kitabın popüler bilim kitabı anlayışına uygun olarak kolay anlaşılır bir dil kullanılarak ve daha geniş bir kitleye hitap etme düşüncesiyle kaleme alınmış olması. Belli başlıklar altında arkeolojik bulguların ve uygarlıkların anlatıldığı kitapta, şu günlerde belki de en dikkat çekici bölüm Maya takvimiyle ilgili sayfalar olacaktır: “Mayaların takvimi dünyanın en iyi takvimiydi! (…) Mayalar dünyadaki bütün öteki takvimlerden üstün bir doğruluk elde etmişlerdir. Biz bugün kullandığımız takvimi genel olarak haksız yere en iyi çözüm saymaktayız, oysa bu takvim yalnızca kendinden öncekilerin düzeltilmiş bir biçiminden başka bir şey değildir.”
Borisoviç Lutskiy Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi çev. Turan Keskin Yordam Kitap, 2011, büyük boy, 367 s. |
Arap ülkeleri, “Bahar”la birlikte yeniden gündemin ilk sıralarına oturdu; dolayısıyla bu konuda çok sayıda kitapla da karşılaşmaya başladık. Bu yeni yayımlanan kitapların en yeni örneklerinden biri de, Borisoviç Lutskiy’in Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi isimli çalışması.
Adından da anlaşılacağı gibi, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi kitabında, XVI. yüzyıldan XX. yüzyıla uzanan süreçte Arap ülkelerinin tarihi gözler önüne seriliyor. İçeriği bir yana, kitabın şöyle bir önemli özelliği de var; Vladimir Borisoviç Lutskiy, Sovyet Arap tarihçileri okulunun kurucusu kabul ediliyor ve önde gelen Arap tarihi uzmanlarından biri... (Kitabın kapsamının XX. yüzyıla dek uzandığını söyledik, ama bu zaman diliminin Birinci Dünya Savaşına kadar olduğunu da hatırlatalım.)