Haftanın Kitapları: 12.10.2011

-
Aa
+
a
a
a

China Miéville

Perdido Sokağı İstasyonu

çev. Güler Siper

Yordam Kitap, 2011, 736 s.

Aslında dünyada çok daha önce dikkatleri üzerine çekmiş olan China Miéville’le, Türkçede 2009 yılında tanışmıştık. İlk romanı Kral Fare’yi yayımlayan Yordam Kitap, o sıralar yazarın diğer kitaplarının da yolda olduğunu duyurmuştu. Bu anlamda, geçtiğimiz günlerde yayımlanan Perdido Sokağı İstasyonu romanı, China Miéville’le tanışıklığımızı pekiştirme yönünde ikinci adım olarak nitelendirilebilir. Üstelik, kitapların aynı çevirmen tarafından çevriliyor oluşu ve Miéville külliyatının –belli ki– kronolojik sıra gözetilerek yayımlanması bu sürecin olumlu ilerlediğinin işaretleri... 

Kral Fare ile dikkatleri üzerine çeken Miéville, Perdido Sokağı İstasyonu ile bilimkurgu ve fantastik edebiyat alanının önemli ödüllerini de toplamaya başlamış. Kral Fare romanıyla hem Uluslararası Korku Cemiyeti hem de Bram Stoker ödüllerine aday gösterilen yazar, Perdido Sokağı İstasyonu ile 2001 yılında Arthur C. Clarke ve Britanya Fantezi ödüllerini kazanmış. Her ne kadar şimdilerde Warwick Üniversitesinde yaratıcı yazarlık dersleri veriyorsa da, yüksek lisans ve doktora derecelerini London School of Economics’te Uluslararası İlişkiler alanında alan Miéville’in Marksist tutumu romanlarından da yansıyor. Yarattığı fantastik edebiyatı “tuhaf kurgu” olarak tanımlayan yazarın bu politik duruşunun, fantastik edebiyatı ticarilikten ve tutucu klişelerden kurtarmayı amaçlamasıyla daha da belirgin hale geldiği söylenebilir.

Kral Fare’de Londra’nın görünen yüzünün arkasındaki gece dünyasında, kanalizasyonlarında ve varoşlarda, kokuşmuş mekânlarda Saul’ün peşi sıra yürümüştük; Perdido Sokağı İstasyonu’nda ise “bambaşka” bir dünya ile karşı karşıyayız: Yeni Crobuzon. Bas-Lag’ın merkezi konumundaki Yeni Crobuzon’daki Perdido Sokağı İstasyonu da, hikâyenin merkezi konumunda... “Kilometrelerce uzunluktaki demiryollarının, yılların mimari biçimlerinin ve aykırılıklarının pıhtısı” olarak nitelendirilen bu bina, temposu hiç düşmeyen bir hikâyenin, büyük bir hesaplaşmanın tam ortasında yer alıyor.

Perdido Sokağı İstasyonu aynı zamanda, yazarın yarattığı Bas-Lag’da geçen bir üçlemenin de ilk kitabı; diğer iki roman, “Yara” ve “Demir Konsey”in de –Yordam Kitap’ın kronolojik sırayı sürdüreceğini düşünerek– sırasıyla yayımlanacağını söyleyebiliriz sanırım.

José Saramago

Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş

çev. Mehmet Necati Kutlu

Turkuvaz Kitap, 2011, 4. basım, 206 s.

Saramago’nun, ölümü kendi üslubuyla sorguladığı romanı adından da az çok anlaşılacağı gibi masalsı bir yapıya sahip. Kısaca söylemek gerekirse, adı bilinmeyen bir ülkede bir “durum” meydana gelir; o güne kadar hiç rastlanmadığı şekilde bir gün, o adı bilinmeyen ülkede kimse ölmez olur. Ancak ilk başlarda bir anda ülkeye yayılan sevinç dalgaları gün geçtikçe sönümlenir ve bir süre sonra ebedi bir yaşlılığın hüküm sürmeye başladığı toplumda huzursuzluklar baş gösterir. Yalnızca yığılmalar nedeniyle sağlık kuruluşları değil, artık bir işlevinin kalmadığını düşünen kilise gibi hükümet, aileler, şirketler ve hatta mafya bile ölümün ortadan kalkmasının getirdiği sonuçlarla mücadele etmek zorunda kalacaktır. Turkuvaz Kitap tarafından geçtiğimiz günlerde dördüncü baskısı yapılan José Saramago’nun bu ilgi çekici romanı, aynı cümleyle başlayıp aynı cümleyle bitiyor: “Ertesi gün hiç kimse ölmedi.”

İzak Babel

Odessa Öyküleri:

Toplu Öyküler 1

çev. Ergin Altay

Can Yayınları, 2011, 374 s.

Can Yayınları, Rus Yahudisi yazar İzak Emmanueloviç Babel’in “toplu öyküler”ini yayımlıyor; iki cilt olarak planlanan toplu öykülerin ilk cildi geçtiğimiz günlerde çıktı...

Sovyet Gizli Polisi tarafından 1939’da tutuklanıp ertesi yıl kurşuna dizilen ve sanki bu yetmiyormuş gibi, bütün yazdıklarına el konularak bir anlamda tarihten silinmeye çalışılan Babel’in itibarı –Stalin’in ölümünden sonra– 1954’te iade edilir ancak. Çok kısaca söylemek gerekirse, Rus sosyal yaşamının farklı renklerini yansıtan öyküler kaleme almış olan Babel, özellikle doğduğu yer olan Odessa öyküleriyle tanınıyor. Yazarın toplu öykülerinin ilk cildindeki öyküleri, üç bölüm altında bir araya getirilmiş: 1913’te yayımlanan ilk öyküsü “İhtiyar Şloyme”yle başlayan “Erken Dönem Öyküleri”, “Odessa Öyküleri” ve “Öyküler 1925-1938”. İzak Babel’in bu öyküleri Türkçede ilk kez yayımlanıyor.   

Stefan Zweig

Geleceğe Güven

çev. Ahmet Arpad

Everest Yayınları, 2011, 171 s.

Zweig’ın Türkçede yakın bir zaman önce çıkan Hayatın Mücizeleri (çev. Esen Tezel, Can Yayınları) isimli kitabından burada bahsetmiştik; yazarın I. Dünya Savaşı öncesinden II. Dünya Savaşı yıllarına kadar yayımlanmış öykülerinden bir seçkiydi bu kitap. Psikolojik çözümlemelerle derinleşen hikâyeleriyle Zweig, tuhaf yazgıların savurduğu insanların izini sürüyordü; şöyle bir tanıtım yapılmıştı kitapla ilgili olarak: “Savaş karşıtlarının ve kurbanlarının, hayatın baskısı altında ezilenlerin, her daim azınlıkta kalanların, beklenmedik tutkuların tutsağı olanların, kapana kısılan ruhların öyküleri bunlar.” Tam da bu hikâyelerle eşzamanlı olarak kaleme alınmış denemeleri yer alıyor Zweig’ın, Geleceğe Güven’de. Yazarın 1909-41 yılları arasında, yani I. Dünya Savaşı öncesinden II. Dünya Savaşı yıllarına dek –Zweig’ın intihar etmesinden bir yıl öncesine kadar– uzanan denemeleri... Kitabın belki de en önemli özelliği, Zweig’ın o iyi bilinen hümanist yönünün nasıl sivrildiğini, düşüncelerinin ne tür evrelerden geçtiğinin gözler önüne seriliyor oluşu.

Mark Vernon

Mutluluk İçin Felsefe

çev. Elçin Karadoğan

Sel Yayıncılık, 2011, 159 s.

Mark Vernon’ın, geçen sene hemen hemen bu tarihlerde, Zamane Platon (çev. Gül Korkmaz, Sel Yayıncılık) isimli kitabı yayımlanmıştı. Antik dünyadan günümüze, günümüz modern yaşamına doğru, ama çok farklı bir şekilde yol alan bir kitaptı Zamane Platon. “Modern yaşam için antik bir kılavuz” olarak nitelendirilen kitapta, antik dönem filozoflarının modern hayata dair hâlâ söyleyecek sözlerinin olduğu vurgulanıyordu. Mutluluk İçin Felsefe kitabında ise mutluluk kavramı felsefe penceresinden bakılarak tartışılıyor. Zaten Vernon, Londra’daki “Yaşam Okulu”nun kurucuları arasında yer alan ve hayatı anlamak için felsefeye başvurmanın elzem olduğunu bütün kitaplarında vurgulayan bir isim; dolayısıyla Mutluluk İçin Felsefe’yi de bu düşünce ekseninde kaleme alınmış bir kitap olarak değerlendirmek mümkün.

Michael Foley

Saçmalıklar Çağı

çev. Algan Sezgintüredi

Domingo, 2011, 245 s.

Michael Foley’ye göre artık mutluluk kavramını tanımlamak dahi güç: “Bildiğimiz, eski ‘mutluluk’ utanç verici olma konumunda ve sözcüğü kullanmanın eziyeti bir yana, tanımlamak da mümkün değil.” Kitabın ilk bölümünde “Mutluluğun Saçmalığı” başlığı altında modern hayatın sorunlarını –bir başka deyişle kitabının alt başlığı da olan “modern hayat neden mutlu olmayı zorlaştırıyor” sorusunu– ortaya atan Foley, kitabına bir mutlu sonla nokta koymayı da ihmal etmemiş; bu seferki başlığı ise “Saçmalığın Mutluluğu” olmuş! Günümüz kültürel şartlandırmalarının bireyi gitgide daha koyu bir tatminsizliğe ve daha yoğun bir endişeye sürüklediğini vurgulayan Foley’nin çizdiği tablo, tam da Kafkaesk bir atmosfere benzetilebilecekken, yazar son bölümde adını anıyor zaten Kafka’nın: “20. yüzyılın huzur kaçırıcı birçok keşfinden biri, yaşamın özünde saçma oluşuydu. Fikri ilk ortaya atan Kafka’ydı. Kafka’nın arayış öykülerinde kahraman sürekli hüsrana uğrar; Şato’ya veya Baro’ya bir türlü giremez ama aynı ölçüde arayıştan da vazgeçemez. Bir başka deyişle anlam arayışında anlam asla bulunamayacaktır ama buna rağmen arayışa devam edilmelidir.” 

Michel Reynaud

Aşk

Hafif Bir Uyuşturucudur... Genellikle

çev. Sevgi Türker Terlemez

İmge Kitabevi Yayınları, 2011, 335 s.

Psikanalizin son yıllarda rüyalar âleminden sıyrılarak, örneğin nöroloji gibi doğrudan modern tıbbın uygulamalarıyla birlikte anılmasını göz önünde bulundurunca, “aşk”la ilgili olarak da –duygusal yaklaşımlar bir kenara bırakılarak– organizmayla bağlantısını ortaya koyan araştırmaların yapılmaya başlandığını görmek şaşırtıcı değil aslında! Michel Reynaud da, “sevda durumunun her evresini, biyolojik ve psikolojik görünümleri altında” ele almış kitabında. Özellikle “müptela”lık durumundan söz eden Reynaud’a göre, “Aşk bağımlılığını uyuşturucu bağımlılığına koşut kılan benzerliklerin sayısı çoktur” ve “bu benzerlikler rastlantısal değildir.”