Ölümle Röportaj

-
Aa
+
a
a
a

Bir gazeteci için, hayatının en önemli şeyi mesleğidir. Çünkü bu meslek, öyle diğer işlere benzemez ve insan gerçekten sevmiyorsa, bu işi yapmakta çok zorlanır.

 

Gazetecilik, aslına pek çoklarının sandığı gibi “köşe yazarlığı” değil, haberciliktir, röportajdır, olayların perde arkasını bulmak ve okuyucuya, seyirciye iletmektir.

 

Onun için de gerçek gazetecilerin, yazmakta oldukları köşelerinde bile, her zaman yorumdan daha çok haber vardır.

 

Ben de gazeteciyim. Üstelik bu meslekte hatırı sayılır yıllar geçirdim. Önüme gelen her ilginç konuyu derinlemesine araştırıp, soruşturmayı bir yaşama biçimi haline getirdim, ama inanın ölümle röportaj yapmayı hiç mi hiç düşünmedim. Hatta ölümden öylesine korktum ki, onu değil bir söyleşinin konusu, tanıdık birisi olarak bile düşünmek istemedim.

 

Gelin görün ki usta gazeteci Metin Münir bu işi de başarmış ve ölümle röportajı gerçekleştirmiş, hem de tam bir genel yayın müdürünün isteyeceği gibi, haberini bir başka kaynaktan doğrulatarak, o kaynağı da konuşturarak yapmış bu işi...

 

Metin Münir, çok eski ve sevgili dostumdur. Ankara’da yaşadığı yıllarda nasıl ve nerede tanıştığımızı anımsamıyorum ama, bana ilk çok para kazandıran “ağabeydir”.

 

O zaman İngiltere’den, BBC’den gelen bir televizyon ekibine, TRT’de çalışmakta olduğum için mi bilmiyorum, beni ses asistanı olarak vermiş ve güzel bir gündelik almamı sağlamıştı. Hiç unutmam.

 

Sonra, ikinci karısı Augusta ile evlendikten sonra İstanbul’da görüşmeye başlamıştık, arada sırada onların Kuzguncuk’taki evlerine giderdik. İlk bebek yeni olmuştu, Metin’in üçüncü çocuğuydu.

 

Dördüncü de olduktan sonra, Metin Münir’in kulakları ile ağzı arasındaki mesafe iyice kısalmış, keyfine diyecek kalmamıştı.

 

O dönemde zaman zaman çoluk çocuk bir lokantaya gider, yemek yerdik hep beraber. Sonra biz Türkiye’den ayrılınca, işimiz e-maillere kaldı. Metin Münir öyle sıcak ve uzun mektupların adamı değildir, kısa ve ılık notlar yazar, o da kırk yılda bir. Ama arayınca hep orada olduğunu bildiğiniz bir dosttur.

 

İstanbul’a, yıllar sonra ilk gelişimdi, onun kalp krizi ile Amerikan Hastanesi’ne kaldırıldığını duyunca hemen gittim. Ziyaretçi kabul etmiyorlardı, bir defter açmışlar, gelen giden oraya yazıyordu. Ben de yazdım. Sonra yine bir iki e-mail...

 

Ben Metin’in gerçekten kalp krizi geçirdiğini sanmıştım. Oysa kazın ayağı farklıymış, o ölümle röportaj yapmaya gitmiş meğerse...

 

Geçen hafta İstanbul’daydım, hemen gidip kitapçıdan buldum yeni kitabını, merak etmiştim. Döner dönmez de bu muhteşem röportajı bir solukta okuyup bitirdim.

 

Metin Münir, ölümle giriştiği haber mücadelesinde herşeyi çözmüş ama o petek renginin ne olduğunu söylememiş ölüm !...

 

Olaya tanık olan bir başkası da, onun en yakın arkadaşı olarak tanımladığı Toria hanım. 

 

Toria’nın mektubu başlı başına bir belge niteliğinde yer alıyor kitapta... 

Metin Münir’in, ölümle röportajı Doğan Kitap’tan çıkmış, adı: “Ölümden sonraki hayatım” 

Gazeteci-yazar Metin Münir bu kitabı ile, ilk kitabı “Sabah Olayı”ndan farklı olarak usta bir dil kullanıyor. Yer yer İngilizce’ye olan yakınlığını çağrıştıran farklı sözcükler kaleminden kaçmışsa da, bunun günahını kitabın editörüne yüklemek daha uygun düşer, çünkü onun kurguladığı röportajın dili çok sıcak, duygusal ama inanılmaz gerçekçi.

 

Trafikte ezilmiş bir kedinin gözlerinde başlayan, bir yılanın kafasının ezilmesi ile süren ölüm serüveninin bu denli keyifli olabileceğini okura hissettirmek için, ancak usta bir gazeteci olmak ve konuyu yaşamış olmak gerekiyor. 

Metin Münir’in “Ölümden sonraki hayatım” kitabını okuduktan sonra, yaşamaya değer ne var diye düşünüp bir liste hazırladım ve ilk iş ufak tefek arızalarım için doktordan randevu aldım ve kendime sigarayı bırakmak için, hem de en kısa zamanda bunu yapabilmek için söz verdim...

 

Ölümle röportajda, ölüm ne kadar sıcak ve güzelse de, ben de Metin gibi düşünüyorum ve ölümden korkmadan burada kalmayı yeğliyorum, gideceğimi bile bile...