Faiz İndiriminin İktisattaki K

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

 

Ömer Madra: Faiz indiriminin iktisattaki karşılığını konuşacağız bugün. Biraz teknik bir mesele.

Hasan Ersel: Tam da gününü seçtik! Merkez Bankası dün faizleri 50 baz puan, yani bizim günlük yaşamdan alıştığımız deyimle yarım puan düşürdü. Böylelikle Merkez Bankası’nın işlemlerinde uyguladığı faiz oranı %16,25’e indi.

 

ÖM: Çok denk geldi bunun üzerine.

 

HE: Evet, bunu planlayıp yapmadık. Aslında bu konuda düşünüp tartışanlar faiz indirimi bekliyorlardı Merkez Bankası’nın bu toplantısında. Oranı konusunda farklı görüşler vardı, “0,25 olabilir” diyen de vardı, “0,50 olabilir” diyen de vardı, ama 0,50’ye eğilim daha yüksekti, Merkez Bankası’nın daha evvel yaptığı açıklamaların ışığında düşünülüyordu. Peki Merkez Bankası bunu nasıl savunuyor, niye indirdi? Merkez Bankası bir kaç noktaya dikkati çekiyor; bir tanesi son zamanlarda gıda dışı enflasyonda bir yumuşama var. Gıdada bir yükselme var, fakat gıda ürünlerinin fiyatlarını para politikası ile kontrol etmek ne bizde ne başka yerde pek mümkün değildir, başka şeylere bağlıdır. Hava koşullarına bağlı oluyor vs. Öyle pek kolay etkilenir şeyler değil, ama sonuçta bütçemize giriyor, bir tarafa atılsın anlamına söylemiyorum. Dolayısıyla, “burada olmayan bir hareket öbür tarafta oluyor” dediği zaman Merkez Bankası şunu söylemek istiyor, “para politikasının etkili olduğu alanda işler beklendiği yönde gidiyor.” Bu iyi bir nokta, buna dikkat ediyor. Tabii çalışmalar var ellerinde onlara dayanarak, “enflasyonun düşme süreci orta dönemde devam edecek gibi gözüküyor” diyor. Bu noktaların altını çizmek lazım, çünkü insanın zihni hep günlük yaşamında karşılaştığı olaylara gidiyor ve bir şey oluyor mesela fiyatlar artıyor, azalıyor, hemen “Merkez Bankası da şunu yapsın” filan diye başlıyoruz. İnsana öyle geliyor ki, Merkez Bankası bugün olanlara bakarak bir karar alacak, o da hemen yarın sabah etkili olacak. Halbuki öyle olmuyor, Merkez Bankası’nın aldığı kararların enflasyon üzerinde etkisi 9 ay filan sonra gözüküyor. O yüzden de Merkez Bankası’nın anlık olaylar karşısında bu tür kararlar almayıp olayların orta dönemdeki etkilerini tahmine çalıştıktan sonra bir karar alması lazım. Zaten her açıklamasında da böyle yaptığını söylüyor, ama biz yine heyecanlanıp “ya, bugün şöyle oldu, şöyle yapsaydı iyi olurdu” falan diyoruz. Bu önemli bir nokta, yani Merkez Bankası’nın görevi nedeniyle bakması gereken zaman boyutuyla, bizim gibi sokaktaki insanın bakacağı zaman boyutu aynı değil. Olaylara farklı bakmak buradan kaynaklanıyor doğal olarak. Merkez Bankası o konumunu kaybederse bu çok kötü olur, bizden de Merkez Bankası’nın sofistikasyonunu beklemek çok doğru değil tabii. Merkez Bankası bu son enflasyon raporunda, “2008 sonu itibariyle enflasyon %4 civarına inebilir” demişti. Dolayısıyla bu görüşünü muhafaza ediyor, o nedenle de faizleri indirebileceğini düşünüyor. Yalnız tabii bazı noktalara da dikkat çekiyor, bir tanesi bu petrol.

 

ÖM: Yükselmesi mi?

 

HE: Sadece yükselme değil, vergisi de var. Tütün ve elektrik tarifelerinde de bir artış söz konusu. Bu önemli bir şey, çünkü elektrik sadece bizi evde kullandığımız için etkilemiyor, diğer fiyatları da etkiliyor. Bunlar kısa dönemde enflasyonu oynatabilecek şeyler. Dolayısıyla Merkez Bankası şöyle bir şeye de dikkati çekiyor, “evet biz iyi bir orta dönem senaryosu görüyoruz, ama kısa dönemde tersine gelişmeler olabilir bu nedenlerle” diyor. Dolayısıyla böyle ihtiyatlı olduğunu bildirerek bir faiz indirimi yapıyor.

 

ÖM: Yani 0,50 puan daha inmiş durumda?

 

HE: Evet. Bir de Merkez Bankası’ndan çok daha radikal bir faiz indirimi isteği var, o isteğin arkasında olanlar, bunu, mali piyasalardaki dengeler açısından değil de ekonomik performans açısından istiyorlar.

 

ÖM: Bir de kurun yükselmesinin işlerine yarayacağı da düşünülüyordu değil mi?

 

HE: Evet. Ben de oraya geleceğim, faiz inince olabilecek şeylerden bir tanesi şudur, döviz talebini tetikler, “dövizde mi durayım yoksa TL’de mi durayım?” diyen insanlar faiz düşünce TL’nin cazibesi düşeceği için dövize geçerler. Öyle olunca da biraz kur oynar. Bu kur oynamasını niye istiyoruz? Bir rakam olarak kurun oynamasını istemenin pek bir anlamı yok, zaten istenen de o değil. Reel olarak oynaması isteniyor, yani TL cinsinden ürünlerin uluslararası pazarlardaki değeri yükselmesin, rakiplerimizin üstüne çıkmasın veya aradaki fark daha da açılmasın isteniyor. Burada ilgilenilen şey, döviz kuru, ama reel döviz kuru, yani bizim ülkemizdeki enflasyonla başka ülkelerdeki enflasyonun arasındaki farka göre düzelmiş bir kur. Böyle bir çalışma, böyle bir endeks var ve bunu Merkez Bankası web sitesinde görmek mümkün. 2006 yazında bir şok yaşadık ekonomi olarak, orada TL önemli bir reel değer kaybına uğramıştı, onu grafikte görmek mümkün Merkez Bankası sitesine bakılırsa. Ondan sonra 2007 Haziran’ında bir sene sonra bu şokun önceki düzeyine gelmiş reel kur, yani Mart 2006 düzeyine gelmiş. Çok hızlı bir şekilde TL değer kazanmış reel olarak. Çok kaba bir hesap, ama Ekim ayında, yani Ekim 2007 itibariyle benim ulaşabildiğim son rakam TL’deki reel değerlenme için %24,3. Bu yüksek bir rakam, ülkenin parası, başka ülkelerin de enflasyonlarını hesaba kattıktan sonra %24,3 değerlenmiş. Sizin bir kontrat yaptığınızı düşünelim, döviz cinsinden bir kontrat yaptınız, %24,3’lük bir marj elde etme şansınız rekabetçi dünyada çok zor, ama birdenbire böyle bir olay oluyor, siz o gün bir kontrat yaptınız, parayı bugün aldınız diyelim; TL cinsinden düşündüğünüzde bir kayıp var. Bu önemli bir nokta ve küçümsenecek bir nokta değil, dolayısıyla bu şekilde bir şikâyet beyan edenlerin haklı olduğu bir nokta var, çünkü bu onların rekabet gücünü aşındıran bir olay. Türkiye’nin ihracatına bakıyoruz, o dönemde artıyor, dolayısıyla Türkiye’nin ihracatında pek düşürücü bir etki yapmış değil bu değerlenme. “Peki şikâyet edenler haksızlar mı?” diye düşünebiliriz, “madem ihracat artıyor, demek ki bu çok önemli değilmiş” diyebiliriz, ama bu da çok doğru değil, başka şeylere bakmak lazım; ihracatınız artıyor olabilir, ama daha evvel %10 kâr ediyorken şimdi %1,5 kâr ediyorsunuzdur, yani hemen kârsız hale dönüşüyor olabilir, ama buna bakmadan, “ihracat arttığına göre mesele yok” dememek gerekir. Tabii öbür etki çok belirgin, aynı dönemde ithalat da hızlı bir şekilde artmış. Bence bu noktada dikkat etmek ve “TL değerleniyor, bu da iyi bir şey” diye düşünmemek gerekiyor. Ama önerilen şeye gelince; deniyor ki “faizleri düşürün.” Niye? Faizi düşürünce TL’nin dolar veya Euro karşısındaki değeri biraz düşecek. Ama az önce söyledim, önemli olan reel olarak düşmesi, yani nominal olarak rakamın kaç olduğu değil de Türkiye’deki enflasyon. Peki, ben farklı bir önermede bulunsam, desem ki “hayır, ben enflasyonu çok hızlı düşüreceğim, dünya enflasyonu 3 mü, ben 2’ye indireceğim.” Aynı etkiyi yaratırım. Esas itibariyle Merkez Bankası böyle bir şey söylemiyor, ama Merkez Bankası’nın politikası budur, Merkez Bankası şu anda enflasyonun dünya enflasyonunun, hele bizim ticaret yaptığımız ülkelerdeki enflasyonun çok üstünde olduğunu görüyor, yani orada 3 iken bizde 7. Bir facia anlamında değil, ama üstünde. Diyor ki “ben bunu 3’e indirirsem bu değerlenmeden gelen etki çok daha çabuk giderilebilir.” Bu işin birinci yönü; ikinci yönü de şu, devamlı borçlanırsanız, borç arayan yüksek faiz önerir, bir de o var. Bu da üzerinde çok durduğumuz bir konu, eğer tasarruflarınız biraz daha yüksek olsa, o zaman faizi o kadar da yüksek tutmak zorunda kalmayız. Diyelim ki Merkez Bankası faizi indirdi, bunun karşılığında devalüasyon oldu, -geçen sene gördük- yani ülke parasının değerinde önemli bir düşüş. Bu olur, “olmaz” lafı bana çok anlamlı gelmiyor, ama hükümetin iradesiyle devalüasyon kararı almak başka bir şey, paranın devalüe olması başka bir şey. Daha evvel de şaka yollu söylediğim gibi, yetkililerden 3-5 tanesi arka arkaya fevkalade sorumsuz konuşmalar yapsa, başka bir şey yapmaya lüzum yok, devalüe olur zaten. Bu durumda, iki tür firma olduğunu düşünelim; ihracatçılar var bir de iç pazar satışı yapanlar. İhracatçı olaya ciddi olarak bakıyorsa ihraç ettiği malın fiyatı cinsinden düşünecektir, o zaman YTL olarak ödediği girdi maliyetini döviz kuruyla düzelttikten sonra hesaba katacaktır. Kur yükselince, iç pazardan temin ettiği girdiler, ücret ödeme ölçüsü ne kadarsa maliyeti o kadar düşecektir. Tabii bu onun işletme kredisi gereksinimi de azaltacağı için borç yükünü de düşürücü bir etki yapacaktır. Bu da olumlu bir nokta. Dolayısıyla bu istek, bir ihracatçı firma açısından diğer şartlar değişmediği takdirde anlamlı gözüküyor. Yalnız Türkiye’deki firmaların büyük çoğunluğu salt ihracatçı değil, ya iç pazara üretim yapıyor ya da biraz dış pazara biraz iç pazara üretim yapıyor. Türkiye büyük iç pazarı olan bir ülke, mesela Singapur’u ele alırsak üretim kapasitesine göre bu ülkenin iç pazarı küçük, üretim kapasitesi çok daha büyük o yüzden ihracata yönelik bir ülke. Türkiye için bunu söylemek zor, elbette Türkiye’de ihracat önemli bir kalem fakat iç pazarı da büyük bir ülke, dolayısıyla iç pazara üretim yapanlara ne olacak diye bakıyoruz. Eğer firmalar ithal girdi kullanıyorlarsa ithal girdi maliyetleri yükseliyor, bu işletme kredisi gereksinimi arttırıyor, dolayısıyla onların bilançoları üzerindeki etki o kadar olumlu değil, hatta olumsuz. Bütün bunları bir araya getirirsek ekonomide böyle bir devalüasyonun etkisi ne yönde olur? Buna kafadan cevap vermek pek mümkün değil, modellemek lazım. Hangi firma sayısı daha çok, hangi tür firmalar daha büyük? Bunları hesaba katmak lazım, onları hesaba kattığımız zaman pekâlâ böyle bir kararın ekonomide daralmaya yol açabileceği sonucuna varabiliriz, ama iş burada da bitmiyor. Devalüasyon firmalar üzerinde olumsuz etki yaratıyor, hele bunların borç yükü yüksekse o zaman devalüasyon iflas riskinin artmasına yol açabilir. Bu riski karşılayabilmek için, faizler, bırakın düşmeyi, artabilir de. Böyle bir karar pekâlâ daralmaya yol açabilir, açar demiyorum açabilir diyorum, çünkü bu etkilerin gücüne bağlı. Böyle olunca iki şey ortaya çıkıyor; bir tanesi, demek ki böyle bir karar herkesin lehine değil, “böyle bir karar almak memleketin lehinedir” dendiği zaman doğru olmuyor, çünkü her firmanın lehine değil. İkinci bir nokta var, “firmaların borç yükü yüksekse” diyorum, “verimliliği o kadar artmıyorsa” demiş oluyorum, çünkü verimliliği artarsa onu da çözer. Bunlar çeşitli yapısal faktörler, parasal değil. Halbuki dikkat ederseniz bu talep edilen şey, sadece bir parasal işlem, önemsiz bir parasal işlem değil, ama sonuçta sadece parasal işlem. Tabii ki Merkez Bankası’nın alacağı bir karar önemli bir karardır, fakat bir parasal işlemle bir çok reel yapısal değişkenin çabucak değişeceği gibi bir düşünce pek de doğru değil. Yani tanı doğru, tedavi yanlış, hatta zararlı. Sanayi politikası, tasarrufl arttırıcı önlemler gibi şeyleri devreye sokmak lazım. Yani soruna bir paketle bakmak lazım, ondan sonra, “döviz kurunun ekonomide sorun doğuracak şekilde dalgalanmaması için, yükselmemesi için vs. bir şeyler yapılabilir mi?” sorusu  tabii ki gündemde olması gereken bir soru, ama sadece ona bakıp, “dövizi bir şekilde halledersek kalan her şeyi hallederiz” deyince aslında bir şey söylemiş olmuyoruz. Biraz da haddimi aşarak söyleyeyim, geçici bir süre için bir grup insanın ya da firmanın lehine gelir transferi yapmış oluyoruz, onun da çok fazla anlamı yok, eğer işi ciddiye almak istiyorsak.

 

ÖM: Evet önemli bu tabii.

(15 Kasım 2007 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)