Ömer Madra: Büyüme rakamları açıklandı. Büyüme devam ediyor, ama frene bastığı şeklinde yorumlamalar ve yakınmalar da var. Son rakamlar üzerinden birazcık duruma bakabilir miyiz?
Hasan Ersel: İkinci çeyrek, yani Nisan’da başlayıp Haziran’da biten dönemin rakamları geç yayınlandığı için, ister istemez onları yorumlarken içinde bulunduğumuz ortamın etkisinde kalıyoruz. Halbuki o işler olup biteli epece oldu, biz şimdi Eylül’deyiz. Bu doğal, ben de öyle yapıyorum, başkaları da öyle yapıyor. Oysa biraz o dönemi hatırlamak gerekiyor.
Büyüme ile ilgili isteklerimiz hep çelişiyor. Bir yandan ekonomi hızlanınca “çok ısındı” diyoruz, ondan sonra yavaşlayınca da “dünyadaki gelişme yarışında acaba geri mi kalıyoruz?” diye tedirgin oluyoruz. Bu defa ikinci kategorideyiz. Büyüme hızı GSYİH ölçüldüğünde %3.9 olmuş, geçmişe oranla düşmüş. Bu çok acayip bir durum mu, hiç beklenmeyen bir durum mu? Değil, o dönemi hatırlarsanız, ekonominin yavaşlamakta olduğunu hep hissediyorduk, çeşitli göstergelere bakıp söyleniyordu. Yavaşlaması gerektiği de biraz söyleniyordu. Tabii rakamı kestirmek mümkün değildi.
Ben bir kaç noktaya değinmek istiyorum; bir kalemde, galiba ben biraz farklı düşünüyorum, o da tarım. Tarım geliri geçen yılın aynı dönemine oranla %1.1 azalmış. Deniyor ki, “kuraklığın etkisiyle bu olmuş”. Ben çok emin değilim, geçen sene aynı dönemde TÜİK’in yaptığı ilk tahmin de % 1.1 daralmaydı, sonra düzelttiler %0.4 olarak değiştirdiler. Dolayısıyla geçen sene aynı dönemde de tarım gelirinde bir azalma var. Bunu şunun için söylüyorum, ben o tarihlerde Tarım Bakanlığı’ndan, bu konuyu bilen bir zatla konuşmuştum; o dönemdeki yağmurlardaki azalmanın tarımsal üretime etkisinin çok sınırlı kalacağını gerekçeleriyle anlatmıştı. Örneğin ürün kompozisyonu, yağmurun eksik olduğu yerler ve kuraklığa dayalı buğday tohumlarını kullanma yaygınlığı gibi. Bana öyle geliyor ki, kuraklığın etkisi ikinci çeyrekte değil, üçüncü çeyrekte gözükebilir. İkinci çeyrekteki olayın daha başka nedenlerden kaynaklanmış olması olasılığı daha yüksek. Tabii bu konuyu anlayabilmek için uzmanların ürün bazında çalışmalar yapmalarına gerek var.
İkincisi, ilginç olan bir nokta, bu bizim milli gelirimizin harcama tarafı ile, yani elde ettiğimiz geliri nasıl harcadığımızla ilgili. Gelirimizi tüketiriz, yatırım yaparız ya da devlete vergi olarak veririz, devlet harcama yapar. Bunların içinde en büyük kalem, %60 ın üstünde, özel tüketim harcamalarıdır. Orada daralma var, o azalıyor. Bu ilginç, çünkü geçmiş dönemlere bakıyoruz, özel tüketimdeki artış bayağı yüksek. Çok uzun zamandır ilk defa %0.3 düşüyor.
ÖM: Özel tüketim eşyası talebi mi düşüyor?
HE: Özel tüketim harcaması düşüyor. Bu bence önemli bir nokta. Bu kalemin, yaklaşık %20’sini oluşturan dayanaklı tüketim mallarında (buzdolabı, vs.) çok ciddi bir düşüş var: %9.3 düşmüş. Yani hane halkları gidip buzdolabı, çamaşır makinesi vs. alımlarını fena halde kesmişler. O dönemde, ilkbaharda, ortalıkta siyasi belirsizlik vardı, ne olduğu/olacağı belli değildi. Ancak ben bunun bu belirsizliğe mekanik bir şekilde bağlanamayacağını düşünüyorum; çünkü aynı dönemde özel sektörün yatırım harcamaları ve bunların içerisinde, de bu tür olaylara en duyarlı olan makine teçhizat yatırımları ciddi bir şekilde artmış.
ÖM: Nasıl yorumluyoruz bu durumu o zaman?
HE: Demek ki bu olayın o dönemdeki belirsizlikle çok büyük bir ilgisi yok. Özel sektör, ihtiyacı olan makine teçhizatı yapımını yapmaktan kaçınacak kadar ortalığı kötü görmemiş. Bu önemli bir şey. Buna mukabil, özel tüketimdeki daralma, hele bu dayanıklı tüketim mallarına yapılan harcamalardaki düşme, belki finansman ile ilgili. Öte yandan, gelir artamamışsa insanlar bu harcamalara yönelemezler. Bence dayanıklı tüketim mallarındaki daralma bu tür etkilerle olmuşa benziyor. Bu ikinci dönem, öyle ilk bakışta çağrıştırdığı kadar, ekonomik yaşamın altüst olduğu bir dönem değil, daha çok iktisadi faaliyetin yavaşladığı bir dönem. “Bu kalıcı olarak Türkiye’nin büyümesini etkiler mi?” diye bir soru sorduğunuzda, pek öyle görünmüyor. Ben şöyle düşünüyorum; bir bunalım havasına girmiş olunsaydı, makine teçhizat yatırımları olmazdı. Demek hava o deği,l ama bir yavaşlama, duraklama var.
ÖM: Evet yatırım olmazdı, yatırım yapılmaya devam ediliyor.
HE: Evet. Söylediğim rakamlar büyük düşüşler. Peki bunu ne telafi etmiş? İhracatın artış hızı bu dönemde %12.7 ve ithalat artışının üzerine. Yalnız iki şeye dikkat edelim; Bir tanesi şu: ithalât üç dönemdir çok az artıyordu, geçen senenin 3. çeyreğinde, sonra %1, sonra %4.3; ikinci çeyrekte ise % 8.4. Dolayısıyla ithalât aslında bu dönemde canlanmış! Ona dikkat etmeli. Aslında 2006’nın 4. çeyreği biraz istisna oluyor, o dönemde % 6.2 artmış ihracat geliri, fakat 2006’nın 2. çeyreğinden itibaren yaklaşık 2 haneli gidiyor %9.1, % 11.5 ve bu senenin ilk çeyreğinde 14.7, ikinci çeyreğinde 12.7. Yani ihracatta hareketlenme var.
Bir noktaya dikkati çekeyim; İç talep daralınca insanlar hiç iş yapmamaktansa, bir dış piyasa bulup oraya mal ihraç edebilirler. Dolayısıyla ihracatı bir çıkış yolu olarak bulurlar, bu gayet mantıki bir davranıştır, iyi de bir şeydir, fakat daha sonra iç talep canlanınca o ihracat pazarlarında kalmaya gerek görmüyorlar, yani kalıcı olmayabiliyor bu ihracattaki canlanma. 2007’de gördüğümüz olay, ihracattaki kalıcı bir artışı mı gösteriyor, yoksa iç talep daraldı da o yüzden mi elimizdeki malları,, şimdilik bulduğumuz dış pazarlara satmayı düşündük, “ondan sonra, bakalım duruma göre ne yapacağız” diye mi düşündük? Geçici pazarlar bulundu diye de bir gösterge yok. Ben sadece öyle olup olmadığına dikkat etmek gerekir diye düşünüyorum.
Bir noktaya daha değinmek istiyorum. Geçen sene, hani Mayıs-Haziran ayında bir dalgalanma yaşanmıştı dünyada, Türkiye bundan etkilendi, ondan sonra da merkez bankası faizleri arttırarak bir müdahalede bulundu, sonra da bir iki böyle hamle yaptıktan sonra durumu açıkladı, dedi ki; “enflasyonist baskının birdenbire güçlenmesinden korkuyorum, iç talebi kontrol etmeye çalışacağım.” Faizi onun için arttırıyor, Merkez Bankası kendi faizlerini arttırınca o da daha uzun vadeli faizleri etkileyecek, dolayısıyla kredi kullanmanın maliyeti yükselecek. Mesela dayanıklı tüketim mallarındaki düşmenin bir nedeni de o olabilir. “Bundan dolayı ekonomide toplam iç talep biraz daralacağı için de enflasyonu kontrol edeceğiz.” Bu tür bir müdahalenin etkisi gecikmeli olarak gözükür, 9 ila 12 ay alır. Geçen yılın Temmuz’undan itibaren ölçerseniz, 2007’nin ikinci çeyreğine geliyor ve o ikinci çeyrekte de ekonomi yavaşladı. Bunu aslında şöyle de düşünmek mümkün; Bir, Merkez Bankası ne yaptığını biliyor, ki ben öyle olduğu kanısındayım. İki, ekonomi de beklenen yönde reaksiyon gösteriyor, yani iktisat politikasının çalıştığı bir ekonomideyiz. Ama böyle elinizle koymuş gibi, “% 3.9 olmasın da % 4.3 olsun” diye büyüme hızını saptayamazsınız. İktisat politikasındaki değişiklikten gelen etkiyle genel konjonktürdeki değişiklikler de etkilendi. İkisi bir araya geldiği zaman, böyle bir büyüme performansı çıktı. Ben, bunun Türkiye’nin önümüzdeki dönemi açısından, bir düşük büyüme patikasına girmenin göstergesi olduğu kanısında değilim. Ama buna mukabil, şu anda dünya konjonktüründeki değişikliklerin etkisiyle, Türkiye’nin büyüme hızı düşebilir, o ayrı bir konu. Fakat bu o değil, bu o dönemi etkileyebilecek beklenen olayların bileşkesinin sonucu. Bunu da niçin ısrarla söylüyorum? Birdenbire, üstelik de yetkililerden, “faizler indirilsin” baskısı başladı. Ama bütün bunlara iyi bakmak lazım. O müdahale yapıldığı için enflasyon buraya geldi, ama henüz onun oturduğunu da bilmiyoruz, hemen paldır küldür “faizleri indirelim” demek çok anlamlı olmuyor. Tabii ki yüksek faiz hiç kimsenin hoşuna gitmez, ona bir itirazım yok, yalnız iktisat politikası açısından daha dikkat etmek lazım.
ÖM: Yani iktisat politikası aletlerinin çalıştığı sonucuna da varabiliriz?
HE: Ben öyle düşünüyorum çünkü Türkiye’nin o dönemde duraklamasına yol açabilecek olağanüstü kötülük olmadı. Siyasal açıdan biraz ortalık ısınmıştı, doğru, ama trajik bir şeyler olmadı. Ama ekonomi yavaşladı, demek ki bölük pörçük olan bazı olayların bileşkesi bizi buraya getirdi.
Bir şey daha ekleyeyim, kamu dengesinin Türkiye standartlarına oranla çok disiplinli olduğu bir dönemden, o kadar disiplinli olmadığı, eski günleri hatırlatan, bir döneme doğru bir geçiş oldu bu arada. Bu ciddi bir sorun. Kamu harcamaları çok hızlı arttı -2007’den söz ediyorum- ama kamu gelirleri o kadar hızlı artmadı. Onunla ilgili düzeltme yapmak gerekiyor, ama şu veya bu nedenle bunda gecikildi. O düzeltmeler yapıldığı zaman ekonomi yeniden bir şekillenmeye girecek, dış alemdeki olayların nasıl gideceği ve bizi ne ölçüde etkileyeceği konusunda da iyi düşünmemiz lazım. Önümüzdeki dönemde eğer doğru dürüst bir büyüme performansı tutturmak isteniyorsa, iktisat politikasının çok ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. İşleri yürütmenin de ciddi olarak güçleşeceği bir dönem var önümüzde. Hükümet programında ima edilen %9-10’luk büyümeleri unutsak bile, yüksekçe bir büyümeyi Türkiye’nin sağlayabilmesi o kadar kolay gözükmüyor.
ÖM: Bunu incelemeye devam edeceğiz, daha doğrus etmek zorunda kalacağız herhalde, hükümet hele bir çalışmaya başlasın da.
HE: Evet ona ihtiyaç var. Hükümet programında bazı açıklamlar var, ama bunların somuta indirgenmesi gerekiyor. Bunun yeri belki hükümet programı değil, ama bunun yapılması zorunlu. Olayların hızlı değiştiği bir dönemdeyiz, bütçe gelecek vs, vakit alan bir şey, ama bütçe öncesinde hükümet tarafından, yetkili ağızlar tarafından “şunu şöyle, şöyle yapacağız, yapmayı düşünüyoruz” gibi açıklamalarla bu olmaz. Neler yapılacağına biraz açıklık kazandırılması gerek.
(13 Eylül 2007 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)