Ömer Madra: Bugün IMF’den kriz uyarıları geldiğine dair haberler vardı. Dövizde de yükselme var.
Avi Haligua: Bir de cari açık, ihracat rakamları, vs. gibi yeni rakamlar var.
Hasan Ersel: Artık benim iyimser olma zamanım geldi, çünkü herkes kötümser oldu! Kısaca manzaraya bakalım, Mayıs ayında piyasalar dalgalandı, bu dünyadaki bir hareketlenmeydi, tetiklenen bir olaydı, bu doğru ama içeride yarattığı etki oldukça büyük oldu, diğer ülkelerden çok oldu. Hatta 30 yıllık Eurobond’un fiyatındaki düşme Türkiye’nin Eurobond’dundaki düşme, geçmiştekinden çok daha az oldu; yurt dışında satılan kâğıtlarımızı kast ediyorum. Buna rağmen içerideki piyasalar çok dalgalandı. Sadece başka ülkelerle karşılaştırmıyorum, Türkiye’nin çıkardığı bir kâğıdın fiyatındaki dalgalanma yurtdışında o kadar fazla olmadı, oldu ama çok fazla olmadı, içeridekiler çok büyük oldu. Mesela borsa endeksi %12 düştü, kur %17 yükseldi, Mayıs ayı içerisinde söylüyorum. DİBS faizleri 2,5 puan arttı ve şu anda da aşağı yukarı çıktıkları yerde duruyorlar. Yani epeyce süredir, 15 günden fazla oldu, öyle duruyor. Böyle bakınca “dünyadaki hareket durdu” demek mümkün değil, oradaki hareketlenme de devam ediyor. Türkiye’de bu olayı dünyadan farklılaştıran bir şeyler var. Şunu görüyorum, siyasi ortamdan gelen haberler çok olumlu değil açıkçası, siyasi gerginlik tırmanıyor. Kim tırmandırıyor bir tarafa bırakalım, sonuçta gördüğümüz manzara siyasi gerginliğin tırmandığı bir ülke.
ÖM: Siyasi gerginlik tırmanıyor, üstelik de son derece ipe sapa gelmez nitelikte, absürd nitelikte, teröre yönelik ister Danıştay ister Başbakanlığın kendisine ait konutların haritaları, vs. elden ele dolaşıyor.
HE: “Gerginlik” sözünü biraz o anlamda kullandım, her ülkede, tansiyon olabilir, demokratik ülkelerde bazen siyasi tansiyon gerilir ama bu onun ötesinde bir olay.
Dolayısıyla herkesin kafasında, yerli ya da yabancı, kim olursa olsun, bir belirsizlik doğuyor “ne oluyor?” diye. Çünkü, kanun üzerinde bir zıtlaşma var diyelim, muhalefetle iktidar arasında, o zaman aşağı yukarı ne olacağı bellidir, arada bir yerde uzlaşacaklardır, kabaca kestirirsiniz, ama şimdi ne olduğu belli değil, bir karışıklıktır gidiyor. O zaman, piyasa diline çevirince risk algılaması yükseliyor, olay bu. “Bu iş çok riskli oldu, biraz durayım” diyor. Ekonomik alanda temel kaygı var, önce onu söylemek lazım, o da reform sürecincedeki duraklama. Aksi ne kadar söylenirse söylensin, ortalıkta somut bir şeyler yapıldığına dair bir şey yok. Bu kendisini AB müzakere sürecinde çok somutlaştırıyor, çünkü bazı konularda, özellikle Avrupa tarafından eleştiri geliyor. “Yanlış yapıyorsunuz” diye değil, çünkü yapılan bir şey yok. Ayrıca başka bir sorunumuz var, Türkiye üzerinde çalışma yapan araştırmacıların da işaret ettiği gibi, mikro düzeyde bazı düzeltmelere ihtiyacımız var; yani verimlilik artışının sürdürülebilmesi için yapılması gereken şeyler vs. Böyle bir hava yok. Halbuki 2-3 yıl önceyi hatırlarsanız, hakikaten yapılan bir şeyler vardı. Ama şimdi, ortalıkta iktisat politikası olarak yarına bir hazırlık görünmüyor. Bir de cari açık meselesi var, o değişmedi. Cari açığımız yüksek, artık tekrarlanacak bir şey değil. Fakat başlangıçta bundan kaygı duyanların sayısı azken şimdi arttı, onu söyleyebilirim. Ben hep kaygı duyanlar safındaydım, ama bazı insanlar “yok canım, o kadar da önemli olmayabilir, halledilebilir” derken, bunun kronik hal almağa başlaması ve pek de çıkış yolu görülememesi rahatsız etmeye başladı. Aslında bunun çıkış yolu rahatsız edici. Çıkış yolu yok diye bir şey yok cari açıkta, kapanır ama nasıl kapanır? Ekonominin büyüme hızını aşağı çekersiniz, duraklatırsınız, bunun sonunda ithal talebiniz düşer, o da tabii cari açığı aşağı doğru çeker. Tabii bir iki tedbir daha almak lazım, aynı zamanda ihracat malları üretimimiz de düşerse olmaz. Oradaki sorun da şu; zaten bu büyüme istihdam yaratma açısından çok başarılı bir büyüme değildi, daha doğrusu çok sorgulanan bir büyümeydi. Böyle olduğu için, “bir de büyüme hızını aşağı çekersek acaba istihdam üzerinde çok daha fazla olumsuz etkisi olur mu?” kaygısını, bu defa hem iktisat politikasını yapanları hem de genelde herkes eleştiriyor. Dolayısıyla böyle bir sorun da var. İktisat politikası iyi yapılıyor mu? Orada da bir sorun var, bence iktisat politikasının ciddiyeti konusunda, yaşadığımız dönemde en önemli olay, Merkez Bankası başkanının atanması sürecidir. Kişiden tamamen bağımsız bir süreç. Bu süreç Merkez Bankası’nın saygınlığını zedeleyici bir sonuç doğurmuştur. Bu da kurumun para politikasını yürütmesini zorlaştırmıştır. Merkez Bankası’nın teknik kapasitesinde değişen bir şey yok, bir başkan değişti diye teknik gücü değişmez kurumun, daha evvel ne kadar iyi ise şimdi de o kadar iyidir, daha evvel ne kadar iyi değilse şimdi de o kadar iyi değildir. Dolayısıyla orada bir sorun yok ama, para politikasını yürütmek sadece teknik bir iş değildir, yani o kurumun itibarı, o kurumun kamuoyu ile olan iletişimi gibi faktörler vardır. Bu son iki faktör zedelendi. Merkez Bankası hem daha zor bir döneme girmenin yükünü taşıyacak, hem de kendi kusuru olmayan bir zedelenme sürecini düzeltmekle uğraşacak. Buna da para politikasının etkinliğinin azalması diye yorumluyorum. Bir tane örnek vereyim; mesela faiz indiriminin hemen arkasından enflasyon yüksek çıkmıştı ve bundan dolayı Merkez Bankası’nı kolayca herkes eleştirdi, ama bu aslında haklı bir eleştiri değildi, belki başka bir ortamda insanlar daha hakkaniyetle davranırlardı ama bir saygınlık yoksunluğu olunca, herhalde politik nedenlere indirgendi. Halbuki Merkez Bankası uzun döneme bakarak faizleri değiştirir, yani faizi düşürmesi o ay bir etki yaratmaz ki, o ayki olayda orta vadeli senaryoyu değiştirebilir de değiştirmeyebilir, onlar değiştirmediklerini öngörmüşler. Halbuki otomatik olarak eleştirildi. Tabii bu eleştiri yer ediyor insanların kafasında ve bir daha bir şey yapınca “acaba arkasında başka bir neden mi var?” sorusu geliyor, bu da Merkez Bankası’nın işini zorlaştırıyor. Kendisine görev çıkanlar çok Türkiye’de, mesela şöyle bir olay var; tabii basına yansıması mı öyleydi yoksa kurum mu söyledi onu bilmiyorum; TMSF döviz satacağını söyledi. TMSF satar, benim cebimde 5 dolarım vardır, satarım, o kimseyi ilgilendirmez ama TMSF’nin bu verişi sanki piyasaları sakinleştirmek içinmiş gibi, “TMSF piyasaya girecek, döviz satacak” gibi bir şey çıktı. Bu, Merkez Bankası’nın yanında bir tane daha merkez bankası kurmak demek, çünkü para politikasını Merkez Bankası yürütür, ayrıca kamu kuruluşunun mevduatı, kaynakları Merkez Bankası’nda bulunur, bu yasal bir zorunluluktur, şubesinin olmadığı yerde Ziraat Bankası’nda bulunur. Dolayısıyla döviz satıp satmayacağına, hele bu amaçla döviz satıp satmayacağına karar vermesi gereken tek yer budur.
ÖM: TMSF kendisi mi söylüyor bunu?
HE: Başkan’ın ağzından böyle bir konuşma çıktı gazetelerde. Yalnız tekrar söylüyorum, bazen insan çok müşkül durumda da kalabiliyor, bambaşka bir şey söylemiş de olabilir ama böyle algılanmış ve yansımış olabilir basına ve şimdi durup dururken bir insanı haksız yere eleştiriyor olabilirim ama böyle bir havanın doğduğu doğru. Bu noktada basında da eleştiriler çıktı, “böyle bir şey yapılmamalı” dendi ki tamamen katılıyorum, aksi halde yarın öbür gün para politikasını devletin hangi kurumunun yönettiğini sormağa başlarsınız, “Devlet Su İşleri mi?”, vs. diye ki bu iş böyle olmaz. Bir tek Merkez Bankası’nın bu işi yapması lazım, siyasilerin de, özellikle hükümet üyelerinin de bu konuda çok titiz olmaları lazım. Halbuki düzelttikleri zaman bile, “pardon” deyip düzeltiyorlar, her defasında sanki hükümetin para politikası gibi anlaşılabilecek beyanlar veriliyor, sonra “pardon” deniyor, Merkez Bankası, vs. deniyor. Hayır böyle sürçme bile olmaması lazım. Bu hükümetin de çok daha işine yarayabilecek bir şey ama nedense olmuyor. Olayı toparlayabilecek olan da hükümettir, tabii bu tür her ortamda hükümete çullanıyorsunuz, ben de aynı şeyi yapıyorum, bu şundan kaynaklanıyor, sorumlu makam o, yoksa “tek kusurlu olan hükümettir” demek biraz insafsızlık. Fakat sorumlu makam hükümettir ve bir de onun gücü vardır. Bundan sonrası için “biz eskiden yaptıklarımıza devam ediyoruz” edebiyatı sanıyorum piyasaları sakinleştirmeye yetmez. Tam tersine “biz önümüzde olacakları görüyoruz, onlarla ilgili şu, şu, şu değişiklikleri yapıyoruz, gerekirse şu yönde de değişiklik yapabiliriz” gibi olaya hakim olduğunu gösteren ve günlük siyaset sorunlarından arındırılmış bir tavır alması gerekiyor. Bu yapılmadığı takdirde piyasalar bu yaz tedirgin geçecek, yazın sakinleşmesi bile sakin olmayan bir piyasada olacak. Bu yaz siyasi bakımdan olayların pek çabuk söneceğini sanmıyorum. Sonbaharda da bazı olaylar var, trajedi değil ama var, mesela AB süreci. AB’nin “özümsenme kapasitesi”, Haziran’da karara bağlaması söz konusu. Bu Kopenhag kriteri kadar, aynı düzeyde ve önemli bir kriterdir dendiği zaman, burada kimin neyi özümseyeceği belli, burada kastedilen Türkiye, yani büyüklüğü nedeniyle. Bulgaristan daha küçük bir ülke olduğu için özümseyebilir ama Türkiye’de sorun çıkar. AB çeşitli kanallardan sürekli mesaj veriyor ki olumlu olmayan bir değerlendirme çıkacak sonbahara doğru, esas itibariyle reform süreci aksadı, bazı şeyler yürümüyor, hatta Kopenhag Siyasi Kriterleri konusunda bile geriye gidiş olduğunu ima eden açıklamalar geldi. Bu olumsuzluğun da müzakere sürecini etkileyeceğini açık söylediler. Bu da havayı yeniden karıştıracak bir şey, bu durumda da tedirgin olan piyasalarda, sakinleştirici bir şeyler yapılmaz, biraz güven telkin edilmezse bu yaşadığımıza benzer bir olay herhangi bir dış nedenle olabilir, iç nedenle de olabilir. Yani piyasalar tekrar huzursuz olabilir ve Mayıs ayında yaptığı aramayı tekrarlayabilir. Aynı boyutta mı, daha mı çok bilmem, ama yine böyle tansiyonun yükseldiği bir dönem yaşayacağız önümüzdeki dönemde. Buna müdahale edilmesi gerekir diye düşünüyorum. Son olarak da şunu söyleyeyim, DİE Dış Ticaret İstatistikleri yayımladı, bir kaç nokta ilginç; bir kere ticaret açığımızda büyüme var geçen seneye oranla. Bu bence önemli bir şey.
ÖM: 4 ayda %35 artış.
HE: Geçen sene yaklaşık 12 milyar dolar, bu sene 16 milyar dolara çıkmış. Bir de rakamlara baktığımız zaman, bir şey dikkat çekiyor, -tabii ilk 4 ayla yılı karşılaştırmak uygun değildir, fakat rakamlar çok çarpıcı-; mesela geçen yıl, yani 2005 yılındaki toplam ihracat artış oranı, ihracatın 2004 yılına göre artışı %16.3. 2006 yılının ilk 4 ayında artış var ama %3.5, Nisan ayında düşüş var: %6. Buna mukabil ithalata bakıyorum; 2005 yılında ithalat %19.5 artmış, ilk 4 ayda da %14 artmış yine. Yani onda da bir düşüşü var, o kadar dehşet bir rakam değil ama, bu ihracattaki olaya oturup bakmak lazım. Bunun çağrıştırdığı cari açığın ne olacağını şu anda kestirmek mümkün değil ama bir kaç gün içerisinde Merkez Bankası yayınlar, o zaman ne olduğunu görürüz, ama cari açıktaki olay devam ediyor. Aslında başka bir şeyi söylemek için bu rakamları vurguladım, önümüzdeki dönemde, yani yaz aylarında tedirginlik yaratacak bir unsur da Türkiye’nin toplam döviz gelirlerinin nasıl hareket ettiği, sadece ihracatın değil, toplam döviz gelirlerinin, turizm, vs. dahil. Bu bizim döviz gelirlerimizin arttığı dönemdir, yine de artacaktır fakat beklenen bir artış var, bir de gerçekleşen artış var. Eğer bunlar arasındaki fark yüksek olursa, yani beklenenden düşük bir artış çıkar ve bu da epeyce yüksek olursa, tutturamıyoruz hissine kapılırsa piyasalar, bu tedirginliği daha da arttırır. Çünkü şimdiye kadar ekonomide rahatlık sağlayan unsur –altını çizelim- dünya konjonktürünün kolay olması, müsait olması nedeniyle Türkiye’ye çok döviz girmesiydi. “Şimdi o kesiliyor mu acaba?” sorusu, gündeme gelebilir. Teorik açıklamalarla pek fazla insanlar etkilenmez, gördüğü zaman etkilenir, “ben 15 dolar kazanacağımı bekliyordum, 13 kazandım, önemli değil, olabilir, ama 15 bekliyordum 9 kazandım” olunca o, davranışların değişmesine yol açabilir. Bütün bunlarda, tutarlı, güven veren iktisat politikası oluşturulmasına ihtiyaç var, Haziran’ın başındayız, vakit de var.
ÖM: Peki neden iyimser dedin başta?
HE: İyimserliğin şu son söylediğim cümlede, yani eğer istenirse uğraşılırsa, doğru yönde sinyaller verilir, bunlar da güvenilir sinyaller olursa, doğru yönde gidiyor olmamız insanlara güven verir. Yaz ayları biraz daha sakin geçen aylardır, siyasi tansiyon da düşer, bunlar doğru kullanılabilir. Ama burada bir kaç yönde bu işin olması lazım, bir siyasi alan, iki iktisat politikasının kapsamlı bir şekilde tutarlı bir yeni patikaya oturtulması –ısrar ediyorum ‘yeni patika’, üçüncüsü “AB konusunda gelen açık olan risklerin farkındayız” demek gerekiyor. Çünkü AB “Türkiye’yi özümseyemeyeceğiz” diye karar veriyorsa buna yapılacak bir şey yok ama özümseyemiyorsa biz de şunu, şunu, şunu yapar, buna göre şu tedbiri alırız. O yüzden biraz iyimserim.
(1 Haziran 2006 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)