Ekonomi Notları: 11.08.2005

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Petrol fiyatlarının alıp başını gittiği, Çin’in ve Hindistan’ın büyük oyuncular olarak ortaya çıktığı, Japonya’nın siyasi açıdan epey karışık bir ortama doğru gittiği, erken seçim kararı aldığı bir ortamda Türkiye’nin ekonomisinde nasıl bir gidişat var?

 

Hasan Ersel: Bir yandan anlaşmaların oluştuğu bir dünyaya gidiyoruz, Amerika Çin’le bir konuda anlaştı: Çin’in uluslararası oyuncu olmasını kabul etti. Çin de uluslararası oyunculuğa uygun şekilde davranacağının sinyalini verdi. Çin’in parasını dalgalanmaya, ama sınırlı dalgalanmaya bırakmasıyla verdiği işareti kastediyorum. Ancak öte yandan da acayip gerginlik noktaları var; hakikaten acayip. Örneğin şimdiye kadar pek fazla düşünülmeyen, ufak tefek sürtüşmeler ötesine geçmesi kimsenin aklına gelmeyen Çin ve Japonya gerginliği çok arttı. Bir yandan sakinleşme var, bir yanda böyle artan bir tansiyon var. Kendi çevremize bakınca, bir anlamda değişiklik yok, hep gergin bizim buralar...

 

Ama bu durumda Türkiye’nin kendi işlerini kendi çözebilmesi için de bu olayları algılaması gerekli. Çin’in dünya piyasasındaki ağırlığının geçici bir olay olduğunu ima eden açıklamalar yapılıyordu. “Çare buluruz, tedbir alırız, vs.” gibi. Ama tedbir denilen şeyler mekanik tedbirler, “Çin mallarına karşı şunu yaparız, bunu yaparız” vs. Ama öyle olmayacağı anlaşılıyor. Çin uluslararası planda oyuncu olduğunu kabul etti ve bundan sonra da bu oyunu oynayacak ve hep ciddi bir rakip olarak kalacak.

 

Türkiye’de üretim yapıyorsanız, nasıl Avrupa’yı hesaba katıyorsanız, artık Çin’i de hesaba katacaksınız. Bu nokta çok önemli, çünkü ileriye doğru bakarken bunu geçici bir olay olarak düşünmek başka bir şey; Çin var, “böyle davranıyor, önümüzdeki dönemde de şöyle davranacak”, eh, o durumda ben örneğin  “tekstilde ne yapacağım, otomobilde ne yapacağım” biçiminde düşünüp kararlar almak başka bir şey. Örneğin bence bir süre sonra Çin ciddi biçimde otomobil piyasasında da görünecek.

 

Avi Haligua: Dün NTV’de de cep telefonu piyasası ile ilgili, Çin’le ilgili uzun bir program vardı. Çin’in cep telefonu piyasasına Avrupa’da da girmesi ile birlikte, durumun burada da çok değişeceği anlatılıyordu.

 

HE: Çok doğru. Otomobil üretimini düşünelim; Yetişmiş işgücüne ihtiyaç var; işgücü yoğun bir teknoloji, Çin’in bu alanda önemli bir avantajı olacak.

 

Unutulmaması gereken bir şey de, bir ülkenin uluslararası pazarda başarısı için dayanabileceği bir iç pazarının olması önemli bir şeydir. Yani gereğinde bazı şokları absorbe ederken içerideki pazardan yararlanabilirisiniz. Yani içeride fiyatları yüksek tutmaya devam ederken, dışarıda düşürebilir, maliyetlerinizi karşılayabilirsiniz -tabii uluslararası hukuk içerisinde-, ama iç pazarınız yoksa yapamayabilirsiniz. Çin’de iç pazar da müthiş, sadece insan sayısı olarak söylemiyorum, geliri de artıyor.

 

ÖM: Otomobil de artacak tabii.

 

HE: Tabii otomobil de, cep telefonu da. Ben Çin’de cep telefonunun yaygın bir şekilde kullanıldığını sanmıyorum. Piyasanın doyması için daha çok var.

 

Dünyada sadece Çin yok, Hindistan da var, Brezilya da var, başka ülkelerde de var. Biz ne yapacağız? Burada beni bir süredir tedirgin eden şey şu; “iş adamlarımız kendi kendine ne yapacaklarını bulurlar” gibi bir mantığın” hakim olması. Bu güven iyi de, bu sadece bizde var galiba. Çünkü her ülkenin bir sanayi politikası olduğuna göre oralarda bu işler “kendileri bulur” diyerek olmuyor anlaşılan.

 

2003’ten bu yana ekonominin hareketi hakikaten kendi iç dinamiği ile oldu, bu hareketlerin iktisat politikasının sonucu olduğunu sanmıyorum. Bunu söylerken enflasyonla ilgili olan mücadeleyi hariç tutuyorum. Merkez Bankası’nın enflasyonu kontrol etme gayretleri var ve etkili oldu. Ama bir iktisat politikası yokluğu sorunuyla karşı karşıyayız gibi geliyor bana.

 

İkinci nokta da Türkiye’de istatistiklerin sıkça ve önemli ölçüde düzeltiliyor olması. Bugün Hürriyet gazetesinde sayın Ercan Kumcu köşesinde yazmış; bazen o kadar büyük düzeltmeler geliyor ki bir önce söylediğimizle bir sonra söylediğimiz çelişir hale geliyor. Örneğin sanayi istatistiklerinde büyük oranda düzeltme var. Sanayi üretimi aşağı doğru çekildi. Tamam, yeni bilgi gelince düzeltme yapılmalı. Ama bu düzeltme çok büyük olunca ciddi sorun oluyor. İstatistiklerin toplanmasında bir sorun var herhalde. Buna mutlaka bir çare bulunmalı. Çünkü o istatistiklere dayanarak yorumlar yapılıyor ve kararlar alınıyor. Ama öyle olmamış olduğu aradan 3 ay geçip yayınlanınca biraz garip oluyor. Bu nokta rahatsız edici. Hiç düzeltme olmasın demek mümkün değil. Daha önce olmayan bazı bilgiler her zaman gelecektir. Ama o yeni bilginin getireceği etkinin mümkün olduğu kadar az olması lazım. İstatistik toplamada maharet de burada. Bu kadar büyük fark olunca insan ne söyleyeceğini şaşırıyor. O yüzden bütün yorumum, şu anda elimizde olan, Ağustos ayında yayınlanmış olan DİE’nin haber bültenindeki aylık sanayi üretimi endeksi bilgilerinin doğru olduğu varsayımı ile geçerli. Bunlar da değişirse, benim söylediklerimin de bir anlamı kalamayacak.

 

Sanayi üretiminde yavaşlama var. Bu görünüyor. Geçen senenin ilk 6 ayının ortalamasında toplam sanayi üretimi %13.5 artmış, bu sene %4.5. Sanayiinin en büyük kısmı imalât sanayii. Oraya baktığımız zaman, geçen yıl üretim %14.7 artmış, bu yıl ise sadece %3.7 artmış. Bu rakamlar ciddi bir yavaşlamayı gösteriyor. İstatistiklerde kuşkumuz var, onun için başka kaynaklara da bakıyorum, onlar da doğruluyor.

 

 

İstanbul Sanayi Odası Başkanı Sayın Tanıl Küçük’ün açıklamasını dünkü Referans gazetesi detaylı bir şekilde veriyor. ISO’nun üyeleri arasında yaptığı anket sonucu o da bunu doğruluyor, sanayide bir yavaşlama var.

 

İmalat sanayiine bakıyorum, geçen senenin ilk yarısı hızlıydı, Temmuz’a kadar üretim artışı hızlı gitti; Şubat-Temmuz döneminde hep çift haneliydi, hatta yüksek çift haneli, imalat sanayiinde %16-17’lerde üretim artışı oldu. Fakat ikinci yarıda düştü. Ama bu düşme biçimi de garip, bir ay düşük bir ay yüksek şeklinde.

 

ÖM: Bu nasıl olabiliyor?

 

HE: O, bir önceki yıla bağlı olabiliyor. Örneğin geçen sene Kasım ayında imalat sanayii üretimi %4.1 artmış, ama bir önceki yıl %21 artmış. Bazı kaymalar olabiliyor, Ramazanın hangi aya geldiği gibi.

 

Fakat çok kabaca, yılı ikiye böldüğümüzde ikinci yarıda yavaşlama var. Yılın son ayında ise imalat sanayi üretimi %10 gibi yükselmiş. Bu yılın ilk ayı üretim endeksindeki artış Ocak’ta %5’miş, Şubat’ta %10’a çıkmış, ama ondan sonra Mart’ta %2.2, Nisan’da %4.1, Mayıs’ta %1.4, Haziran’da% 1.2 üretim artışı var. Burada görüyoruz ki, üretim artışının düştüğü döneme yeni girmiş değiliz, aşağı yukarı Mart’tan beri böyle bir dönemdeyiz ve imalat sanayiindeki %3.7’lik ortalama artışı yaratan esas itibariyle ilk 2 ay; sonraki aylara baktığımızda öyle bir şey yok, %2-2.5 civarında bir büyüme görüyoruz.

 

Bu eğilimin devam edip etmeyeceğini kestirmek gerekiyor ama bu o kadar kolay değil. Tahminim, sanayicilerin izlenimlerine paralel, yani Türkiye’de üretimde bir yavaşlama dönemi başladı gibi ve önümüzdeki dönemde de devam edecek.

 

Bunun yararı ne, zararı ne? Bu büyüme hızını etkiler; ama mekanik olarak etkilemez, çünkü bu üretim rakamı öteki katma değer... Aynı şey değil, ama etki söz konusu. İthalat üzerinde bir etki yaratabilir, çünkü imalat sanayii üretim artışının düşmesi bizim ara mali ithalatımızı etkiliyor, bu da ödemeler dengesi üzerinde bir olumlu etki yaratabilir. Ödemeler dengesi açığımız biraz ciddi sinyaller veriyor şu ara... Bu açıdan iyi olabilir.

 

Tabii büyümenin yavaşlaması iktisat politikası açısından ne olsa sorunların doğmasına yol açacaktır. Çünkü şu ana kadar bir çok rahatsızlık, büyümenin hızlı olması ile gideriliyor, ya da giderilebilir deniyordu, başta istihdam olmak üzere. Önümüzdeki döneme baktığımızda böyle bir sorunumuz var. Bu yılın büyüme açısından geçen yıldan çok farklı bir yıl olduğunu görüyoruz. İçinde bulunduğumuz ikinci yarı için de iktisat politikasına bunun yansıması söz konusu olacak:  “Hay Allah, biz bu enflasyonu galiba fazla hızlı düşürdük, böyle olunca ekonomi yavaşladı” gibi bir yanlış fikre kapılanlar çıkabilir. Böyle olursa, enflasyonla mücadelenin tavsayacağı kaygısı belirebilir. Aslında, enflasyonla mücadele konusunda hükümet tarafından gelen fazla bir olumsuz sinyal yok, ama toplumda çeşitli  kesimlerin istekleri açısından bakarsak, doğal olarak, herkes “bu olmuyor, kendi gelirimi arttıracak bir şey bulayım şeklinde” bir taleple ortaya çıktığında, onların hemen hemen hepsi enflasyonist oluyor.

 

Ekonomi politikası açısından ilginç bir dönem yaşayacağız, bakalım hükümet bu türlü baskılara direnebilecek mi?

 

ÖM: Ama bu büyümenin bu şekilde bu hızda devam etmeyeceği anlaşılıyor herhalde?

 

HE: Benim izlenimim öyle... Bir nokta daha önemli geliyor bana. Bu yavaşlama, büyüme hızını aşağı çekmek yolunda belirgin bir politika izlenmeden oldu. Yani ekonomi kendiliğinden bu yapıya girdi, bence önemli olan tarafı bu. Şöyle de gözüküyor, şoktan sonra imalat sanayii üretim artışı hızlanıyor ve yüksek hız platosunda uzunca bir süre devam ediyor. Son aylarda ise eğilim tersine dönüyor. Eğilim itibariyle bakınca  geçen seneden başlayan bir zayıflama eğilimi var sanayinin performansında.

 

ÖM: Bu büyümenin de zaten biraz fazla olabileceği ve bir şekilde düşmesinin nispeten pozitif olabileceği yolunda görüşler vardı.

 

HE: Ben de bu görüşteyim; hem ödemeler dengesi üzerindeki baskıyı, hem de enflasyonist baskıyı hafifletir diye düşünüyorum. Aldığımız bu bilgi, üretim yönünde bir yavaşlama olduğunu gösteriyor. Ama iç talep ne oldu? Pek bilmiyoruz. İç talep hızlı gidiyorsa, yani biz yine mal satın almaya devam ediyor, ama eski hızda üretmiyorsak bu ithalâtımızı da arttırabilir. Bu konu bir süredir ilgimizi çekiyor. Türkiye’de üretim yavaşlamasına rağmen ithalât düşmedi, ithalâtta çok hızlı sayılabilecek bir artış var. Dolayısıyla üretimdeki bu yavaşlama, ithalatta devam eden artış, ödemeler dengesinde bu şekilde açık ekonomide dengelerin bozulması sonucunu da verebilir.

 

Buna karşılık işler kontrol altına alınır, iç talepteki artış da makul düzeylerde tutulursa, yani enflasyona karşı olan mücadele de devam ederse (bu bir noktada faizlerin yükselmesi anlamına geliyor) dengelerin bozulması önlenebilir. Ancak, bu tür önlemler popüler önlemler değil. Büyüme hızı düştüğü zaman, iktidarda kim olursa olsun onu rahatsız eden siyasal sonuçlar doğurur.

 

Bizdeki durum, daha önce de söylediğim gibi iktisat politikası uygulamasından kaynaklanmış gibi görünmüyor. Yani ekonomi kendi dinamizmiyle hızlı büyümeye başladı, sonra kendiliğinden yavaşlamaya başladı. Tabii bunu daha iyi düşünmemiz gerek. Bunun nedeni sadece iç talepteki oynamalar mı? İstanbul Sanayi Odası anketinde “siparişlerde son 3 yılın en düşük rakamlarını aldık” diye bir sonuç var. Yani talep sorunu var. Öte yandan, ihracatımızın artış hızında da bir yavaşlama var.

 

Bu hareketlerin izleri daha önceki ayların verilerinde biraz vardı. Bu nedenle yılın ikinci yarısının değişik olacağı, iktisat politikasında bir şeyler yapılması gerekeceği görüşündeydim. Ama itiraf etmem gerekir ki, olayları aynı yönde etkileyen ve benim öngörmem olanaksız gelişmeler de oldu.

 

(11 Ağustos 2005 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)