İktisat ve İnançlar

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

 

Ekonomi Notları – 145

 

Ömer Madra: Bugün biraz büyüme meseleleri üzerinde duralım. Rakamlar üzerinde de epeyce tartışma oldu, bir uluslararası iktisatçının da yorumları var;“bu kadar büyüme olamaz” demişti galiba. Gelişme nedir, büyüme nedir, sürdürülebilir mi?

 

Hasan Ersel: Ben arada düşündüm, bu konuşmamıza bir başlık bulmak gerekirse ‘İktisat ve İnançlar’ diyebiliriz bu konuya. Bir rakam söylendi ve 3 tane farklı görüş çıktı.

 

Bu görüşlerden ilki Devlet İstatistik Enstitüsü’nün. DİE “2004 yılında %9.9 büyüdük” dedi.

 

ÖM: “Bu bir rekordur” dedi.

 

HE: Evet. Biz de baktık, benim gibi insanlar buna inandı.

 

ÖM: Benim gibi insanlar da inandı!

 

HE: Birileri de “hayır, böyle şey olmaz, biz buna inanmadık” dediler. Bir başka kişi de çıktı “tamam, işte gördünüz, artık Türkiye sürdürülebilir bir büyüme yoluna girdi” dedi.

 

ÖM: Bir adım ileri götürmüş oldu.

 

HE: Bunu söyleyen Başbakan idi, bu görüşte olanlar başkaları da olabilir tabii.

 

Dikkat ederseniz ortalıkta bir tane rakam var, üç tane de görüş var. Peki bu görüşler nasıl temellendiriliyor? İnançlarımızın arkasında ne yatıyor? Tabii hiç kimse DİE gibi oturup milli gelir tahmini yapmadı, mümkün değil zaten. Benim gibiler sanayi üretimindeki artışa baktı (o ayrı bir istatistik serisi), oradaki hareketlerle tutarlılık var mı diye... Tutuyor gibi görünüyor... İthalattaki patlamaya baktı. Niye ithalat yapıyoruz? Bizim ithalatımızın büyük kısmı ara malı ithalatıdır. Eğer ekonomide büyüme olmazsa ara malı ithal etmeyiz. Bu da hızla arttığına göre demek ki büyüme var. Dolayısıyla bu inanç grubu kendisine böyle gerekçeler buldu.

 

İkinci grupta da yine çeşitli insanlar var, öz önce sözünü ettiğin yabancı iktisatçı da bunlar arasında, o galiba rakam söylemiş, benim bildiğim Türkiye’de bu konuya eleştirel bakanlar, böyle, “% 5 olur, % 4 olur” gibi bir rakam söylemediler ama “bu rakam doğru değil galiba” dediler. Orada da şöyle görüşler var, “eğer böyle büyüme olsaydı istihdam artardı, üretim artıyorsa herhalde işçi kullanmak gerekir, işçi kullanılıyorsa da istihdam artar ama istihdamda ahım şahım bir artış yok” dediler.

 

ÖM: Hatta binde 1 galiba?

HE: Böyle olunca da “bu büyüme olmamıştır” dendi. Dikkatiniz çekeyim, yine bir inanç söz konusu, çünkü “istihdam istatistikleri doğrudur” diyor bu görüşü belirten. Yani DİE’nin öbür istatistiklerini doğru kabul ediyoruz. Ona dayanarak milli gelir tahmininde bir terslik vardır diye düşünülüyor.

 

ÖM: Bu da çok tuhaf değil mi?

 

HE: Evet. Ama benim durumum da biraz tuhaf. Ben de milli gelir tahminini doğru kabul ediyorum; DİE öyle tahmin ettiğine göre öyledir diyorum.

 

Başka görüşler de var. Türkiye’de milli gelir iki yönde hesaplanıyor, bir üretimden bir de harcamalardan; üretimden %9.9 çıktı. Peki nasıl harcamışız diye bakıyorlar, orada görülüyor ki önemli bir stok artışı var, yıllardır stok artıyor Türkiye’de. Nedense bizim sanayiciler üretiyor ve rafa koyuyor görünüyorlar. Böyle bir stok artışı olamaz diye düşünenlere de büyüme bu kadar olmamıştır sonucuna varıyorlar.

 

ÖM: Bu stok artışı meselesi konusunda da epey tartıştık.

 

HE: Evet benim de takıldığım bir nokta. Bu bakış açısında da ilginç bir nokta var; harcamalar tarafından milli geliri ciddiye alıyor, orada bir terslik bulunca, DİE’nin üretim yoluyla hesaplanan milli hesaplarında bir sorun var, olduğundan yüksek çıkıyor sonucuna varıyor. Yine bir istatistiğin “daha doğru” olduğunu düşünüyorsunuz, ya da inanıyorsunuz.

 

Üçüncü görüş ise biraz değişik: “Bu büyümenin olduğuna kuşku yok. Üstelik artık bu olay bizim sürdürülebilir büyüme yoluna oturduğumuzu gösterir.”

 

Burada bir parantez açıp “Sürdürülebilir büyüme” deyince ne kastettiği üzerinde durmak lazım. Eğer Türkiye, Allah korusun, dışarıdan gelen kötü bir olay olmadığı sürece büyümeye devam eder, artık gelirin düştüğü dönemi kapattık, anlamında kullanılıyorsa, bu olabilir. Bana da makul geliyor. Gerçekten, Türkiye bundan sonra % 4 mü büyür, 5 mi büyür onu bilemem ama yakın gelecekte bir kriz yaşanması olasılığı pek yüksek değil.

 

Fakat, teknik anlamıyla,  sürdürülebilir büyüme bu değil, biraz daha detayı var. Bu büyüme yolu bizi de tatmin ettiği için biz artık bu yolda büyümeye gayret ederiz. Yani toplumumuz öyle bir büyüme istiyor. Bu sadece teknik bir olay değil, toplumu da tatmin ediyor. Bu anlamada büyümenin sürdürülebilir olduğuna o kadar emin değilim. Çünkü insanlara sormadık, bu büyüme iyi midir diye henüz bilmiyoruz. Örneğin işsiz olan birisi memnun olmayabilir.

 

ÖM: Bu konuda bir kamuoyu araştırması da yapılmadı bildiğimiz kadarıyla.

 

HE: Özellikle işsizlik böyle yüksek orandaysa, tatmin edici istihdam yoksa; örneğin bir işte çalışıyorsunuz ama “ne yapalım, mecburen çalışıyoruz, istediğim iş değil” diyorsanız, bu sizin istediğiniz büyüme yolu olamaz. Dolayısıyla bu ikinci anlamında sürdürülebilir büyüme olduğu söylenemez.

 

Bir tanım daha var. Çevre kirlenmesine yol açmayan, toplumsal huzuru sağlayan, dengeli gelir dağılımına yol açan ve Türk toplumunun uzun vadeli gönenci açısından uygun olan büyümeye “sürdürülebilir” deniyor. Elimizdeki bilgilerden buna ilişkin sonuç çıkarmak ise olanaksız.

 

Dolayısıyla bir rakam çıktı ortaya, herkes kendi inancına göre bu rakama bir yorum getirdi. Bunda bence bir sakınca yok, çünkü bir başka iktisatçının başka bir varsayım yapması bana çok doğal geliyor, varsayımlar açıkça söylenmek kaydıyla tabii. Bu görüşleri beyan edenlerin bazılarının varsayımları belli, biliyoruz, söylüyorlar, orada hiçbir mesele yok, katılmayabilirim ama ne dediği belli. Bazıları ise o kadar belli değil ki, örneğin (tebliğini görmediğimi de belirteyim) “Türkiye olsa olsa %5 büyümüştür” diyen bir zatın başka türlü bir hesap yapmış olması lazım çünkü rakam veriyor. Ama bunu nasıl yaptığını, ne varsaydığını bilemiyorum. Böyle olunca da anlamlı mı değil mi, insan karar veremiyor.

 

Yalnız bu farklı konumların sonuçlarına dikkat çekmek istiyorum. Nereden hareket ederseniz politika öneriniz ona göre değişecektir. Bir örnek vereceğim: benim katıldığım görüşü alalım. Ekonomi böyle hızlı büyüdü ama istihdam yaratılmadı. O zaman araştırması gereken konu acaba niçin Türkiye’de istihdam yaratmıyor?

 

Ama öbür görüşü kabul edersek, “ekonomi o kadar büyümedi zaten” dersek o zaman istihdam sorunu başlı başına bir sorun olmaktan çıkıyor. Çünkü büyüme daha hızlı olsaydı istihdam artardı. Görüldüğü üzere hangi görüşün benimsendiği bir sonraki aşamada neyle ilgilenilmesi gerektiğini etkiliyor. İlk görüş bizi işgücü piyasası üzerinde, işgücü kalitesi üzerinde araştırmalar yapmayı gerektiren bir yola götürüyor, ikincisi ise büyüme hızını arttırmak için ne yapmalıyız sorusuna... Sonuçları çok değişik.

 

ÖM: Bu hengame içinde, bütün bu farklı görüş, inanç arasında gerçeği  nasıl bulacağız? Çünkü bunu bir yerlerde kaybetmiş gibi görünüyoruz.

 

HE: DİE, bütün yayınlarında da vurguladığı üzere, aslında bir tahmin yapıyor, her tahminde bir yanılma payı vardır, bu doğal. Dolayısıyla “bu rakam yanlış mıdır?” diye sorarsanız ben “%100 yanlıştır” derim tahmin olduğuna göre ama binde 1 hatası vardır, ama yüzde 1.

 

Milli gelir istatistiklerimizi daha iyi tahmin etmemiz lazım. Burada yöntemlerimiz artık ihtiyaca karşılık vermiyor. Fakat bu yeni bir laf değil, DİE bunu yıllardır söylüyor, bu konuda hazırlıklarını yaptı ve bu seneden sonra galiba yeni yöntemlerle istatistikleri tahmine geçecek.

 

Öte yandan iktisadi değişkenler arasındaki ilişkileri kullanarak karşılıklı kontroller yapılabilir. (Üretim arttıysa, ara malı ithalatı artmıştır gibi.) Bir de tabii herkes çevresine bakıyor ama o yanıltıcı olabilir, sizin baktığınız çevre, bulunduğunuz il, yörede işsizlik olmayabilir “yok” dersiniz ama başka bir yerde olabilir. Böyle gözlemlere o kadar inanmamak lazım. Bir de tabii bu argümanları ileri sürenlerin bütün varsayımlarını, bütün gözlemlerini çok açık koyup tartışmaya açması lazım. Bulanık olunca olmuyor, “ben bir şey varsaymıştım ama söylemiyorum” olunca neden olduğu anlaşılmıyor.

 

ÖM: Bu meselenin bizi daha epey uğraştıracağı anlaşılıyor, belki daha geniş çaplı bir şekilde bunun üzerinde konuşmalıyız.

 

HE: Tabii, varsayımlarımı da açık söyleyeceğim!

 

(23 Haziran 2005 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)