4 Nisan 2005Referans Gazetesi
29 Mart 2005 tarihli Referans gazetesinde "Reel Sektör Dövizde Açıldı" başlıklı Anka kaynaklı bir haber ve bir de tablo yer alıyor. Bu tabloya göre reel kesimin "döviz açığı" 2004 yılında 27.9 milyar dolar olmuş. Bu rakam 2003'e oranla yaklaşık yüzde 23.5 artışı ifade ediyor. Sevinmemiz mi gerekiyor üzülmemiz mi? Yazının havasından hissettiğim kadarıyla ikincisi! Acaba?...
Verilerin kalitesi sorununu bir tarafa bıraktığımızda yine de sormamız gereken bir soru var. Bu tablo bize neyi gösteriyor? Bir davranış biçimi değişikliğini mi? Öyle ise kimin davranış değişikliğini? "Reel sektör" terimi veri sorunları nedeniyle, özel firmaları, gerçek kişileri ve KİT'leri kapsıyor. (Bunların sözünü ettiğim yazıda vurgulandığını belirteyim) Dolayısıyla bunun içinde farklı motiflerle hareket eden karar alıcılar var. Bunların tümünü kapsayacak biçimde "şu nedenle böyle davrandı" demek olanaksız. İç pazara satış yapanlar mı döviz cinsinden kaynak kullanmışlar, yoksa ihracat yapanlar mı? Belli değil. Gerçek kişilerin yurt dışındaki mevduatları ile şirketlerinkini ayırt edecek bilgi elde olmadığı için tabloda bu ikisi bir arada veriliyor. Bunun sorun doğurduğu da yazıda belirtilmiş. Gerçekten de sorun doğuruyor. Nitekim aynı yol izlenip yurt içi döviz tevdiat hesaplarının da tamamı alınsaydı açık pozisyon filan kalmazdı.
Açık pozisyon değerlendirmesi
Üzerinde asıl durmak istediğim konu ise bir şirketin açık pozisyonunu değerlendirmede mali tablo bilgisinin yetersiz olması. Bir örnek vereyim:
İki şirket düşünelim. Bunların bilanço büyüklükleri ve döviz yükümlülükleri aynı olsun. Bunlardan her ikisinin de aktifinde döviz varlığı olmasın. Ancak şirketlerden birisinin ihracat bağlantısı olsun. Döviz yükümlülüğü ile de bu ihracat için yapacağı üretim için gerekli hammmadde alınmış olsun. Döviz yükümlülüğünün vadesi de ihracat yapıldığında malın bedelinin ödendiği gün ile uyumlu olsun. (Söz gelimi üç iş günü sonra). Öteki şirket ise yurt dışından kısa vadeli borç almış olsun. İhracat bağlantısı olmasın.
Bu iki şirkette de mali tablolardan hareket ettiğimizde aynı miktarda açık pozisyon ortaya çıkacaktır. Ancak olay aynı değildir. İşler normal gittiğinde ihracatçı şirket döviz geliri elde edecek, borcunu ödeyecek, döviz fazlası yaratacaktır. İkinci şirket ise borcunun vadesi geldiğinde piyasada döviz talebi yaratacaktır. Peki bu iki şirketin açık pozisyonu aynı biçimde mi yorumlanmalıdır? Sanırım hayır. Bir noktaya daha dikkati çekeyim. Diyelim ki ihracatçı firma aynı finansman desenini koruyarak ihracatını yüzde 10 artırdı. O zaman döviz yükümlülükleri de yüzde 10 artacak. Ama ihracat taahhütleri ile döviz borcu arasındaki denge bozulmamış olacak.
Bu örneğin ışığında aşağıdaki bilgiyi değerlendirelim:
TCMB tarafından yayınlanan ödemeler dengesi rakamlarına göre 2004 yılında Türkiye'nin ihracatı, bir önceki yıla oranla yüzde 35.8 artmış. Oysa söz konusu tablodaki tahminlere göre, ne olduğu pek açık olmayan "reel sektörün", döviz yükümlülükleri sadece yüzde 20.1 artmış.
Bir daha sorayım: Türkiye'de reel sektörün mali verilerden hesaplanan açık pozisyonunun artmış olmasına sevinmemiz mi gerekiyor üzülmemiz mi? Bu defa yanıt verirken "bilemiyorum" seçeneği de var.
2004'te dış ticaret ve büyüme
Geçen hafta DIE 2004 yılı Milli Gelir rakamlarını yayınladı. Ekonomimizin geçen sene çok hızlı büyümüş olduğunu gördük ve sevindik. Bu arada benim aklıma büyüme dış ticaret ilişkisi takıldı.
Aşağıdaki tabloda 2004 yılının çeyrekleri itibariyle aramalı (hammadde) ithalâtındaki artış ve sanayi kesimi büyüme hızları verilmekte. Tablodan da görüleceği üzere 2004 yılında sanayi yüzde 9.4 gibi hızlı bir biçimde büymüş. Öte yandan, çok büyük ölçüde sanayi kesimi tarafından tüketilen aramalı ithalâtındaki artış bu kesimin büyüme hızının çok üstünde, yüzde 35.5, olmuş. Ara malı ithalatının, sanayi kesiminin büyümesine olan duyarlığını veren esneklik katsayısı 3.78 olmuş. Başka bir deyişle, 2004 yılında sanayi üretimimizde yüzde 1'lik bir atış, ara malı ithalâtında yüzde 3.78 artış ile birlikte gerçekleşmiş. Üstelik bu katsayı yılın ilk çeyreğinde 3.07 iken üçüncü çeyrekte 4.50 ye ve son çeyrekte ise 8'e çıkmış.
Bir malı üretirken, işgücü, sermaye, enerji ve ara malları (hammadde) kullanılır. Üretim artışının bu girdilerin kullanımını artırması beklenir. Ancak bu aynı oranda olmayabilir. Verimlilik artışının söz konusu olduğu durumlarda, bu girdilerden birisi ya da tümündeki artış oranı, üretimdeki artış oranının altında kalabilir. Örneğin üretim artarken emek verimliliğinde de bir yükselme oluyorsa bu işgücü girdisindeki artış hızının daha az olduğu anlamına gelir. Buna karşılık toplam faktör verimliliğinde artış olması, kullanılan girdi sepetindeki artışın üretim artışının altında kalması demektir. Ancak, tablodaki sonuç, sanayi kesiminde üretimde girdilerden birisinin (ithal ara malı) kullanımındaki artış hızının yaratılan katma değerdeki artışın çok üzerinde olduğunu anlamına gelmektedir.
Sorun nerede?
Bu nasıl oluyor? Akla iki olasılık geliyor:
1) İlk olasılık ara malı girdilerinin yerli ve yabancı bileşenleri olması ile ilgilidir. Sanayi bazı ara mallarını ithâl etmekte, bazıları ise yurt içinden temin edilmektedir. İthal edilen ara mallarında bu kadar büyük artış olmasının bir nedeni yerli girdiler yerine ithal girdilerin kullanılmasının artması olabilir. Peki neden böyle olmuş olabilir? Bir yanıt ikamenin nedeninin ihracatın artması olabileceğidir. İhraç anlaşmaları, belli girdilerin ithal edilip kullanılmasını şart koşmuş olabilir. Ancak, olayın bununla açıklanamayacağı anlaşılıyor. Çünkü 2004 yılında Türkiye'nin ara malı ithalâtı 67.4 milyar dolar. Bu rakam Türkiye'nin aynı yıldaki toplam ihracatından (63.1 milyar dolar) daha fazla. Ayrıca kabaca hesaplandığında 2004 yılında Türkiye'nin ihracatında yüzde 1 artış karşılığında ara malı ithalâtında yüzde 1.06 artışa olduğu görülüyor. Dolayısıyla girdi kullanımında bir ikame olmuşsa bu ihracattan kaynaklanmışa benzemiyor. Anlaşılan iç pazar için yapılan üretimde ithal ara malı kullanımı epeyce artmış.
2) Akla gelebilecek ikinci olasılık sanayi gayri safi üretim değerindeki artışa oranla, milli gelir hesaplarına yansıyan sanayi katma değer artış hızının düşük kalmış olmasıdır. Anlatımı kolaylaştırmak üzere katmak değeri kâr ile ücretin toplamı olarak tanımlayalım. Bu durumda, ara malı kullanımının çıktı miktarının belli bir oranı olduğu varsayıldığında, birim üretim için kullanılan girdi değeri başına kâr+ücret düşmüş olmaktadır. Yani sanayi kesimimiz toplam katma değerini artırabilmek için daha düşük katma değer oranına razı olmuştur.
Şimdi, bu iki soruyu bir arada değerlendirelim: Öyle görünüyor ki, Türkiye'de sanayi kesimi, rekabet karşısında, katma değer oranını koruyamamaktadır. Dolayısıyla yarattığı katma değeri düzeyini koruyabilmek için büyümek zorundadır. Bu ise maliyetlerini denetleyebilmesini gerekirmektedir. Görüldüğü kadarıyla bu amaçla başvurulan yol da yerli ara malı yerine ithal ara malı kullanımına yönelmektir. İthal girdilerin görece daha ucuz olmasını sağlayan önemli bir unsur da TL'nin değer kazanmasıdır. İç pazara yönelik üretim yapan firmaların, bu ikameyi döviz cinsinden borçlanarak gerçekleştirmeleri durumunda ise reel sektörde açık pozisyonun "gerçekten" artmış olduğu söylenebilir.
Bu durum sürdürülebilir mi? Sürdürülmeye çalışılmalı mı?...
2004 Yılı ara mali (hammadde) ithalatı ve sanayideki büyüme
I. Çeyrek II. Çeyrek III. Çeyrek IV. Çeyrek 2004
Ara Malı İthalâtındaki artış (% ) 31.9 40.1 34.0 32.0 35.5
Sanayi Kesimi Büyüme Hızı (% ) 10.4 15.7 7.5 4.0 9.4
Esneklik 3.07 2.55 4.50 8.00 3.78
Kaynak :DIE