Ekonomi Notları - 108
Ömer Madra: Bugün aslında olağanüstü bir gün BM tarafından Irak savaşının illegal olduğu tespit edilmiş. Bu da mutluluk verici.
Hasan Ersel: Tabiatıyla ben bunun çok iyi bir şey olduğunu düşünüyorum dünya ahvaline bakarak...Yoksa normal olarak bakıldığı zaman herkesin saptaması lazımdı.
ÖM: Bunu konuştuğumuzu hatırlıyorum, BM antlaşmasında “bu böyle olmaz” diyor demiştik. Peki biz Türkiye’ye geçelim.
HE: Gündeme getirmeğe çalıştığımız konu bu kadar trajik ve insanlığa karşı bir eylem değil. Sorumuz şu: Türkiye’de verimlilik artışı konusunda işler iyi gidiyor diye kabul etmeli miyiz yoksa biraz daha etraflı düşünmemiz gerekiyor mu? Bunu gündeme getirirken “Türkiye’de verimlilik artışı oluyor, bu da iyidir” diyenlerden birinin ben olduğunu söyleyeyim. Dolayısıyla kimseye bir lâf atıyor değilim...
Verimlilik artışı niye önemli? “Şirketler daha etkin çalışıyor, rekabet güçleri daha artıyor” çağrışımlarını yaptırdığı için... DİE’nin verimlilik rakamlarına baktım. Bunlar özel kesim imalat sanayiinde işgücü verimliliği rakamları. Bu yılda ortalama % 4.96 verimlilik artışı olmuş. Bu yüksek bir rakam. ABD’ye bakıyoruz. Teknolojik gelişmenin bu kadar hızlı olduğu bu ülke %2 verimlilik artışı sağladığı zaman çok memnun oluyor. Biz ise 1997-2003 döneminde yılda ortalama %5 verimlilik artışı sağlamış görünüyoruz.
Bu olmaz diye bir şey yok, olabilir. Ama nasıl oldu?
Bir şey daha dikkatimi çekti, 2001’de verimlilik endeksi sadece 13 puan artmış. 2001’den sonra birdenbire iki yılda 133’e çıkıyor.
ÖM: Nasıl oluyor?
HE: Verimlilikteki artış oranı 2002’de %9.9, 2003 de %7.7... Bunlar çok yüksek artış oranları...
Adam başına üretim bir kaç nedenle artar. Daha ileri teknoloji kullanmaya başlarsınız, daha çok sermaye kullanırsınız. Örneğin saatte 1000 şişe kapaklayan bir makineden 4000 şişe kapaklayan bir makineye geçersiniz. Bu makineyi de 3 kişi kullanıyordur ama adam başına üretim artar. Fakat dikkatinizi çekeyim. Bu durumda üretim maliyetleri düşmüştür diyemeyiz, bilmiyoruz. Çünkü o makinenin kullanması çok pahalıya gelmektedir. (Amortismanı yüksektir, çok elektrik yakmaktadır vs.) Sonuçta işgücü verimliliği artmış olsa maliyet yükselebilir. Ya da o makine pahalıdır ama çok etkindir ve üretim maliyeti düşmüş de olabilir. Bu örnekte kişi başına verimlilik artışının nedeni bu yeni sermaye malının üretime girmiş olmasıdır. Akla gelebilecek ikinci yol, iş gücünün becerisinin artmış olmasıdır. İş başı eğitimi yapılmıştır ya da daha nitelikli insanlar işe alınmıştır. Üçüncüsü de toplam faktör verimliliği denilen şey artmış olabilir, yani kullandığınız bütün girdileri hesaba kattıktan sonra verimlilik artmış olabilir.
İşgücü verimliliğindeki artış bu üç faktörün toplam etkisinden oluşuyor. DİE’nin ısrarla belirttiği gibi bu bir kısmi verimlilik endeksidir, yani sadece işgücü verimliliğini ölçen endeks. Bunun bileşenlerine ilişkin malumat yok. Bunları toplamak o kadar kolay da değil, araştırma yapmak lazım. Benim önerim de bu: yapılsın...
Bu yüzden bu rakamlara bakıp, acaba Türkiye’de rahatlatıcı bir verimlilik artışı var mı sorusuna cevap bulmak o kadar kolay değil. Ama bir soru daha var o da bu hareketin kalıcı olup olmadığına ilişkin. Özel imalat sanayiinin tümü için söylediğim rakamlar, alt dallarına gidince çok farklılaşıyor. Başka bir deyişle “ortalama değer temsil edici değil”. Hani bir sınıf vardır, sınıfın boy ortalaması 1.65 diye hesaplamışsınızdır. Sınıfta 1.65 boyunda bir kişi yoktur, biri kısmı 1.90’larda, öbür kısmı 1.30’lardadır. Bu da onun gibi...
Bu defa uluslararası karşılaştırılabilirliği daha fazla olan saat başına işgücü verimliliği verilerine baktım. 2002 yılında %7.8 verimlilik artışı gözüküyor özel imalat sanayiinde... Fakat %5-10 arasında verimlilik artışı olan sadece 22 alt kesim var. Oysa istatistikler 22 alt kesim için verilmiş. Benzer durum, 2003’de de ortaya çıkıyor. Bu yılda da 22 sektörden sadece 5inde verimlilik artışı ortalamanın içinde bulunduğu %5-10 artış aralığına düşüyor. Diğerleri başka yerlere dağılmış.
Biraz rakam okuyayım, Ana Metal Sanayiinde 2002 yılında saat başına verimlilik artışı %19.3. Bu çok yüksek bir rakam. 2003 yılında Diğer Ulaşım Araçları İmalatında işgücü verimliliği %38.5 düşmüş. 2002 yılında Tütün Ürünleri İmalatında işgücü verimliliği %39.8 artmış.
ÖM: Bu nasıl izah edilir?
HE: Evet bu nasıl olabilir? Şöyle olur: sektörde işgücü kaydırmaları olmuştur, bir fabrikada verimlilik çok düşmüş, sonunda kapanmıştır, o sektörün içinde çeşitli faaliyetler vardır da işçiler başka bir faaliyete geçmiştir, oradaki faaliyette verimlilik daha yüksektir, birdenbire işgücü verimliliği artmış görünür. Bu da olumludur, kötü bir şey değil ama devam edecek bir verimlilik artışı değildir.
Bütün bunların yanı sıra daha fantastik rakamlar kamu kesiminde var...Biraz esprili gibi oluyor ama söyleyeyim, Deri işlemesi sanayiinde 2003 yılında işgücü verimliliği %83.7 düşmüş!
ÖM: Bu nasıl oluyor?
HE: O fabrika kapanmıştır, soruna girmiştir, üretim durdurulmuştur, öyle olur. Yoksa birdenbire hem yönetim hem işçiler geri gitmedi ya... Bunlar istisnai olaylardır.
Dolayısıyla bu serilerin ortalaması da ilerisi için çok malumat verici nitelikte değil diye düşünüyorum. Tekrar altını çizeyim, “bu seriler yanlıştır, yalandır” anlamına gelecek bir şey katiyen söylemiyorum. Zaten bunu söyleyecek bir bilgim de yok. Tek söylediğim bu serileri kullandığımızda “verimlilik artışı şu kadardır, böyle devam eder veya biraz azalarak devam eder” derken çok ihtiyatlı olmamız gerektiği...
Niye bu konuya takıldığımı söyleyeyim. Dikkat ederseniz, son zamanlarda kurdan şikâyet eden sanayici sayısı çok arttı. “Maliyetler yükseliyor, üretimde zorlanıyoruz, kâr edemiyoruz” vs. diyenler de arttı. Bu kadar yüksek oranda verimlilik artışı, bizim anladığımız anlamda maliyet düşürücü verimlilik artışı olmuş olsaydı, bu şikâyetler bu kadar olmazdı diye düşünüyorum. O yüzden bu verimlilik sorununa bakmamız ve verimliliği arttırıcı yollar bulmakta biraz daha aktif olmamız, daha açıkçası da bu niyette olan firmalara destek vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Destekten kastım da para değil; o işin bir yönü, ama neler yapılabileceği konusunda bir bilgilendirme gerekiyor.
ÖM: Zaten tuhaf haberlere yavaş yavaş alışıyoruz artık her konuda ama bu verdiğin rakamların da mantıki bir çerçeveye oturtulması zaman içinde güçleşiyor gibi bir his var içimde.
HE: Ben diyorum ki, bu tür sanayilerde araştırma yapılırsa, bu bilmeceler çözülebilir. Niye işgücü verimliliği %39 arttı, niye %83 düştü? Bunların nedenlerini bulmak gerek. Ben bu olayların açıklanabileceğini ve verimlilik düşüşünün mutlaka kötü bir şey olduğu anlamında yorumlanamayacağını düşünüyorum. İşgücü bir yerden bir yere kaydırılmış olabilir, bir faaliyet durdurulmuş olabilir, daha verimli bir faaliyete geçilmiş olabilir, vs. Ekonometri deyimiyle, “gürültüler” temizlendikten sonra geri kalan verimlilik artışına bakmamız lazım. Türkiye neyi yaratabiliyor, ne kadar verimlilik artışı sağlıyor ve bunu nasıl sürdürebiliyor?
ÖM: Bir de uluslararası diyebileceğimiz bir alana, yarı uluslararası, bölgesel bir alana, komşularımızın ekonomik durumlarına bakma geleneğimizi de sürdürmek için İran’da ekonomik açıdan neler oluyor bakalım mı?
HE: İran aslında “tam uluslararası” ama ekonomisi nedeniyle değil de bu nükleer programı nedeniyle. Yalnız bu nükleer program ekonomisini de etkiliyor. Sonuçta nasıl bir çözüme varılacağı İran ekonomisinin nasıl seyredeceği konusunda önemli olacak. İran ekonomisinin kâğıt üstündeki rakamlarına (ortaya çıkan sonuçlar demek istiyorum, “uydurma” anlamına kullanmıyorum), bakarsak ekonominin performansı iyi gözüküyor. Mesela 2002-2003 GSYIH artış hızı (orada Hicri takvim olduğu için tam denk düşmüyor) %7.5. 2003-4 döneminde ise %6.6 büyüme tahmin ediliyor. Gelecek yıl için de, uluslararası kuruluşların beklentileri %6 dolayında büyüme olabileceği biçiminde. Enflasyon %15 dolayında seyredip gidiyor. Düşük değil, ama müthiş bir rakam da değil. Kamu dengesine bakıyorsunuz, geçen sene kamu açığı GSYİH’nin %2.5’u dolaylarında. Fakat bu sene için kamu açığı olmayacağı tahmin ediliyor, bundan sonraki dönemde de fazla vereceği beklenmiyor. Dış ticaretine baktığınız zaman bizden farklı olarak mal alım-satım dengesi lehine olan bir ülke. Cari açığı da yok, cari fazlası var.
Böyle baktığınız zaman diyorsunuz ki, İran’ın ekonomik performansı hiç de fena değil, hakikaten de öyle. Yalnız önemli bir değişiklik oldu, bunun üzerinde biraz durmak gerekli. Biliyorsunuz İran’da seçimler yapıldı. Biraz da garip bir seçim oldu. Yani bir tarafın adayları veto edildiği için öbür taraf seçime girdi. Sonunda muhafazakârlar meclisi ele geçirdiler. Şu anda başkanlık makamı dışında bütün karar alınan noktaları muhafazakârlar ele geçirmiş durumda. Bu muhafazakarlârın bir özelliği de başlanmış olan iktisadi reform sürecine kuşku ile bakmaları.
ÖM: Onlar da her şeyden kuşkulanıyorlar yahu!
HE: Muhafazakârlığı biraz uç noktaya götürünce öyle oluyor tabii... Ama burada biraz kendi bacaklarına da kurşun sıkıyorlar mı acaba diye de insanı düşündürecek şeyler var. Çünkü bu reformistler de, hani çok atılımcı filan değildi, işler yürümediği için reform yapıyorlardı.
ÖM: Bazı adayların büyükçe bir bölümünün seçime katılmasının yasaklanması gibi bir durum dışarıda bırakılırsa, Amerika’yı da anlatıyor olabilirdin, İran kelimesi yerine Amerika’yı da koyabilirdik. Orada da muhafazakârlar aynı şeyi yapıyorlar, cumhuriyetçiler meclise hakim olmuş durumdalar. Böyle bir seçim yasağı ile değil de, parasal yollarla gerçekleşmiş de olsa, bir paralellik gördüm ben. Evet spekülasyon ama olsun...
HE: Benim bir itirazım yok. Ayrıca da ben çok karışık bir işle karşılaşınca temel değişkenlere indirgemeyi tercih ederim, 2-3 değişken olunca kafam alıyor, daha fazla olunca aklım karışıyor. Onun için de muhalifler para yoluyla mı engellendi, yoksa bir hukuki ayak oyunu mu yapıldı pek fark etmiyor, önemli olan engelleme.
ÖM: Hemfikir olduğumuza memnun oldum.
HE: Bu ülkedeki sorunun büyüklüğü için bir iki gösterge üzerinde duracağım; bu ülkede sübvansiyonların milli gelire oranı %15. Bu rakam dünyadaki en yüksek rakamlardan birisi. Enerji tüketimine verilen sübvansiyonun milli gelire oranı %9. Dolayısıyla bu ekonomi bir yerden bir yere bir şeyler aktarmak ve o aktarım yoluyla denge kurmak üzerine kurulmuş. Bu da tabii büyük ölçüde etkin olmayan bir sistem yaratıyor.
ÖM: Sürdürülebilirlik sorununu hemen akla getiriyor.
HE: Şu son zamanlarda İran ekonomisinde gördüğümüz rahatlamanın bir tek nedeni var; o da bu ülkenin ekonomisinin temelini ve dış ticaretinin temelini oluşturan hidrokarbonlar, yani petrol ve doğalgaz sektörlerinin performansı. Cari dengesindeki hareketin %60’ını bununla açıklamak mümkün. Son zamanlarda petrol fiyatlarındaki artış İran’ı çok olumlu etkiledi. Bu da çok önemli.
Şöyle bakarsak, hidrokarbon sektörünün büyüme hızı, 2001-2002’de %-8 imiş, küçülüyormuş. Sonra % 5 büyümüş, bu yıl 8.4 büyümüş.
İran’da kamu dengesi fazla açık verdiği zaman da, bir petrol istikrar fonu var, oraya aktarıyorlar, fiyatlarda ters bir hareket olunca dengelemek için. Ama ekonominin en önemli problemi, cari denge kazançlarının %60’ından fazlasının bu hidrokarbon ihracatından geliyor olması. Beş aşağı beş yukarı tek mal üreten bir ekonomi hissi veriyor. Bölgede nüfusu en fazla olan ülkeden söz ediyoruz... Türkiye’den biraz az, ama nüfus artış hızına bakılırsa yakında geçecek gibi. 1 milyon küsur kilometrekarelik bir alana dağılmış bir ülkeden bahsediyoruz, büyük bir ülke. Bu ülkede iktisadi faaliyetin canlandırılması ve etkinliğin arttırılması lazım ama orada ciddi takılmalar var. Bir kere kamunun sahip olduğu, yani KİT dediğimiz şeylerde bir reform yapılması lazım, bu reform süreci başlamıştı, soğudu. Yeni meclis buna pek sempati ile bakmıyor veya bazı şeyler engelliyor. Burada el konan malların yönetilmesi ile ilgili kurulmuş önemli kuruluşlar var. Devrimden sonra el konan malları yönetecekler sonra bunların ne olacağı belli olduktan sonra bu kuruluşlar ortadan kaldırılacaktı. Şah’ın devrilme tarihi 1979. Şimdi 2004’teyiz; hâlâ varlar ve henüz kaldırılmaları gündeme gelmiyor. Büyük alt ekonomiler oluşmuş durumda, yani İran’ın KİT’leri bir alt ekonomi durumunda, kendi kendilerine hareket ediyorlar. Hatta Devrim Muhafızları’nın da kendilerine göre fabrikaları vs. var. Dolayısıyla bu kamu sektörü reformu problemi ciddi ve gözleyenlerin söylediğine göre epey ciddi sorunlar var. Bizdeki şikâyetlerin çok ötesinde sorunlar bunlar. Mali sektörde bir reform başlatılmıştı, özel bankacılığa izin verilecekti... Pek bir şey olmamışa benziyor. Bu özel bankacılık pek sempati toplamamış yeni meclisin gözünde ve bu reform durdurulmuş durumda. Yabancı bankalara izin verilmesine gelince: bir tek bankaya, Standard Chartered’a izin verildi. Ama o da Basra Körfezi’ndeki Kish adası ile sınırlı. Burası da serbest ticaret bölgesi zaten. Bu banka İran’ın içerisinde iş yapamıyor. Devlet bankalarının ne kadar etkinlikten uzak çalıştığı konusu da dillere destan. Aktarım ekonomisini değiştirilmeye, galiba kimse de cesaret edemiyor.
Dış ticaretinde bir noktaya dikkatinizi çekeyim, oradan da yine bu nükleer sorununa bağlayacağım, İran’ın dış ticaretindeki en büyük ortağı, ithalatta en çok iş yaptığı ülke Almanya. Toplam ithalatının %17’si Almanya’dan yapıyor. Fakat bu nükleer meselesi Amerika ile İran arasında olmaktan çıktı. Burada bir süredir Avrupa da ciddi kaygılarını belirtiyor. Almanya’da da aynı kaygılar var. Bir Alman bankacısı ile konuşuyordum, “o ülkede ciddi ticaretimiz var ama bunu kaybetme tehlikesi de var çünkü İran’daki eğilim rahatsız ediyor ve iş kötüye gidebilir” dedi. İran’ın bu nükleer olayında dünya ile anlaşıp anlaşamayacağını yakın zaman içinde göreceğiz.
ÖM: Bu başka bir konuyu da gündeme getiriyor; İsrail, Hindistan, Pakistan ve diğer ülkelerin sahibi olduğu nükleer silahların yasaklanmasına dair bir adım atılmazken, İran üzerine bu kadar düşülmesi. Ama bu bambaşka bir konu.
HE: Tabii, fakat İran’ın ekonomisi açısından bakarsak, bizi ilgilendiren bazı konular var. Bir yandan Türkiye’nin İran’la sınırlı da olsa bir ticareti var. Diğer taraftan Almanya’nın İran’la ticareti olması Türkiye’nin karayollarını kullanarak İran’a ulaşımı canlandırıyor. Bu yollarda giden kamyonların bir kısmı bir kısmı Türk ulaştırma sektöründen geliyor. Yani Almanya-İran ticaretinin devam edip etmeyeceği Türkiye için de, trajik ölçüde olmasa bile, önemli. Tabii işin siyasi yönü de çok önemli.
(16 Eylül 2004 tarihinde Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)