Yine Cari Açık Meselesi

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları – 106

 

Ömer Madra: Cari açık üzerinde defalarca konuştuk ve konuşmaya devam edeceğiz anlaşılan. Meseleyi biraz daha konuşalım mı bugün?

 

Hasan Ersel: Bugünkü gazetelerde ihracatla ilgili “artıyor, ama istendiği, beklendiği kadar da artmıyor” gibi bir haber çıktı. Bu cari açık nereye gidecek ve ne tür etkiler yaratabilir? Gündemi bu konu işgal ediyor. Bir de bunu kısıtlamak gerekir mi, gerekirse nasıl yapılabilir tartışması var. Cari açığımız Haziran ayında 10 milyar Dolara ulaştı ve öyle gözüküyor ki bu biraz daha büyüyecek. Bu büyük bir rakam. Karşılaştırmak için şunu söyleyeyim, 2004’ün 6. ayında 9.9 milyar Dolar civarında bir cari açığımız var, 2000 yılının tümü için bu büyüklük 9.8 milyar Dolardı. Önümüzdeki dönemde cari açığı etkileyebilecek neler var? Temmuz-Ağustos ve bir dereceye kadar Eylül ayı için turizmden gelen açığı azaltıcı etkiler söz konusu olabilir. Petrol fiyatları düşmeyecek gibi gözüküyor, yani yüksekçe bir yerde olacak, bu olumsuz yönde etkileyecek Ondan  sonrası da ihracatın ve ithalatın performansına bağlı.

 

Türkiye’nin ithalatı çok büyük ölçüde Türkiye’nin büyüme performansına bağlıdır. Yani durup dururken Türkiye ithalat yapmaz. Türkiye’de büyümenin henüz pek hız kesmediği anlaşılıyor. Dolayısıyla ithalatın artış hızının düşmesi zaman alacağa benziyor. İhracatın ise performansı fena değil ama bir iki noktaya dikkat etmek gerekiyor. Türkiye’nin ihracatı belli bir kurumsal çerçeve içinde yapılıyor (bilgi toplama, buna dayanarak üretim, ihracat arasındaki kurumsal ilişkiler) Buna kötüdür demiyorum, bugünkü ihracatı sağlayan bu yapı. Ancak bununla ulaşılabilecek belli bir düzey var. Yeni pazarlar, eski pazarlarda yeni olanaklar aramak, daha farklı bir kurumsal yapı ve örgütlenmeyi gerekli kılıyor. Yani ihracatımızı, bu alanlarda ciddi adımlar atmadan, artırmak bana pek kolay görünmüyor. Benim bu izlenimimi doğrulayan çalışmalar var; Güzin Erlat ile Prof. Dr. Haluk Erlat’ın, Türkiye’nin Orta Doğu Ülkeleriyle Olan Ticareti 1990-2002 ve Ercan Uygur ile Prof. Dr. İrfan Civcir’in [Der.] Gap Bölgesinde Dış Ticaret ve Tarım, (Ankara: Türkiye Ekonomi Kurumu Yayını, 2004, s.33-56) başlıklı çalışmaları. Bu çalışmada, Türkiye’nin Orta Doğu ülkelerinin ithalatının bileşimindeki değişmeye uyum sağlayamadığı gösteriliyor. Bu ülkelere Türkiye’nin yaptığı ihracat artmış, ama kabaca biz eskiden hangi malları ihraç ediyorsak onları ihraç etmeye devam etmişiz. Diyelim ki buğday alıyorlardı, şimdi üzüm almaya başlamışlar. Buğday da ithal etmeye devam ediyorlar. Biz de buğday ihraç etmeye devam ediyoruz. Ama üzümde yokuz. Bu ülkelerin talebinin kaydığı yeni mallarda ihracatımız pek artmamış. Peki neden? İki temel neden olabilir. Bu ülkelerin ithalatının bileşiminin değişmekte olduğunu kestirememiş olabiliriz. Bu bir bilgi eksikliği sorunudur. İkincisi ise sanayi yapımızın bu tür malları üretebilecek ve ihraç edebilecek durumda olmamasıdır. Bu ise sanayide bir yeniden yapılanma sorunudur. Çözümü de uzun dönemlidir.

 

Önümüzdeki döneme bu gözle bakmadığımız takdirde bu ihracatımız arzu ettiğimiz şekilde gelişmez. Bunu yapacak olan da temelde devlet değildir, ama iktisat politikasının bunu özendirici biçimde olması gerekli.

 

Kısa döneme dönersek, galiba herkes cari açığın yüksek olduğu konusunda hemfikir, orada pek sorun yok, yalnız ne yapmalı konusuna gelince farklı görüşler var.

 

ÖM: Yani cari açığın yüksek olmasının aşağı yukarı en önemli problemlerden birini oluşturduğu konusunda da hemfikir galiba insanlar?

 

HE: Evet, ama bunu nasıl değerlendirdiğinize göre de olay değişebiliyor. Mesela bazı kimselerin görüşü şöyle; “Cari açığın büyümesine yol açan temel nokta ithalatın hızlı büyümesidir. Bunun da nedeni Türkiye ekonomisinin büyümesidir. Türkiye’nin büyüme biçimine baktığımızda da bu iç talepteki hızlı canlanmadan kaynaklanıyor. O halde bu iç talebi soğutmak gerekir.” Ben de bu görüşe katılıyorum.

 

Buna karşılık bazı kimseler “TL aşırı değerli, bu da ithalatı çekici kılıyor. Eğer TL’nin değeri düşürülürse –böyle bir olasılığın var olduğu kabul ediliyor- o zaman ithalat düşer, ihracat artar, cari açık sorunu da çözülür” diyorlar.

 

Döviz kurunun uyumunun ciddi bir sorun olduğunu göz ardı etmemek gerektiği açık. Ama, yaşadığımız olay bundan mı kaynaklanıyor, yoksa kurdaki hareket de bütünün bir parçası mı? Türkiye 2000 yılında sabit kur sistemi ile büyük bir cari açık yaratmıştı. Döviz kuru rejimimizi değiştirdik, 2004’de yine aynı sonuç ortaya çıktı. Her iki yıla baktığımız zaman ortak nokta iç talebin hızlı büyümesiydi. O yüzden bu duruma dikkat etmek gerekiyor.

 

Bu görüşe pek itibar etmeyenler diyor ki “”finanse edilemeyen cari açık olmaz”. Bu durumda getirilen öneri, finansman olanaklarını (özellikle sıcak para denilen kısa dönemli kaynaklarını) kısıtlamak. O zaman ithalat kısılır, cari açık da daha makul düzeye iner. Burada söylenen, cari açığı yaratan iktisadi değişkenleri etkilemek, sistemin hareket alanını kısıtlamak.

 

ÖM: Bu biraz semptomatik tedavi dediğimiz şeye benziyor galiba?

 

HE: Evet, doğru. Böyle olunca, bu tür sermaye hareketi olmayacağı için, döviz kuru yükselecek, bu da davranışları etkileyecek.

 

Bu yaklaşımda bazı sorunlar var. Bunlardan ilki, iç talepteki büyüme bekleyişi devam ediyorsa, böyle bir kısıt etkili olmayabilir. Mesela, ben iç talebin artacağını düşünüyorum, bu sebeple bir tesis kurmaya başladım, sonunda bu tesisin ürettiği malı satacağımı düşünüyorum. Hangi fiyattan satacağım o kadar önemli değil, maliyetinin üzerine makul bir kâr koyarak satabilirim diye düşünüyorum, bu arada kur yukarı oynarsa yeni fiyattan satarım, çünkü talep var diye düşünüyorum.  Dikkat ederseniz bu durumda “enflasyon” veri alınmaktan çıkmış oluyor. Kur hareketlerinin enflasyonu etkilemesi söz konusu. (İktisatta “pass-through effect “denilen olgu.)   

 

Türkiye’de yatırımlar da canlandı bu yıl, yani iç talep artışının ithalat üzerindeki etkisi sadece ara malı ya da tüketim malı talebindeki artış biçiminde değil. Yatırım malı ithalatı da artıyor.

 

Ayrıca bu öneride benim takıldığım bir nokta daha var; Türkiye nasıl bir dünyaya uyum sağlamaya çalışıyor? Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir dünyaya...Avrupa Birliği de böyle bir yer değil mi?

 

Dikkat ederseniz Türkiye’nin başına bir felaket geldiği için cari açığımız artmadı. Öyle olsaydı, olağan üstü önlemler alabilir, bunu hem kendimize hem de başkalarına anlatabilirdik. Oysa olan bu değil, ekonomi hızlandı ve cari açık verdik. Bu durumda “olağanüstü önlemelere” başvurmak ne anlama gelir? Bence bunun anlamı, “bu gitmeye çalıştığımız dünyaya uyum sağlayamayacağımızı” itiraf etmektir. Oysa, bu gibi sorunların köküne inerek, ekonominin cari açık yaratma eğilimini törpüleyecek önlemler almak daha kalıcı ve güvenilir sonuçlar verecektir. İç talebi denetleyebilmek bu açıdan çok önemli bir sinyaldir. 

 

Bu düşüncelere karşı ileri sürülen bir görüş de “zaten maliye politikası çok sıkı, daha fazla bir şey yapılamaz” biçiminde. Maliye politikasının sıkı sayılabileceği görüşüne katılıyorum. Ama unutmayalım ki, Türkiye’de bütçe açığı büyük bir rakam. Biz sonuçta milli gelirinin %11’i dolayında açık veren bir ülkeyiz. Bunun nedeni de faiz ödemeleri. Dolayısıyla maliye politikasının sıkı olmasına rağmen ekonomiye etkisi genişlemeci.

 

Artık fonksiyonel bütçe de yapmaya başladık. Kamu harcamalarını tipleri itibariyle daha yakından izleyebiliyoruz. Özel harcamaları uyarıcı etkisi yüksek olan harcama kalemleri üzerinde yoğunlaşılarak bazı önlemler alınabilir. Yani, maliye politikası bu anlamda daha da sıkılabilir. Unutmayalım, amaç büyümeyi durdurmak değil, makul sınırlar içine çekmek.

 

Bana, işin iktisadi özüne dönülmediği takdirde, bu cari açık problemi ile baş edemeyiz gibi geliyor. Kısa dönemden uzun döneme geçtiğimizde, önümüzdeki döneme, daha önce sözünü ettiğim, “İhracatımızı arttırmak için alınabilecek önlemler nedir, küresel ekonomiyle bütünleşmede başarılı olabilmek için nasıl bir sanayi yapısına ulaşmamız lazım?” gibi sorular çerçevesinde bakmamız gerekiyor.

 

ÖM: Yani yapısal bir değişim..

 

HE: Evet.

 

ÖM: Ağustos’ta da ihracat artışı düşük kalmış, bunun sebebinin yüksek faize bağlandığı belirtiliyor bugünkü gazetelerde, Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Oğuz Satıcı’nın, reel faizin Türkiye’nin içini boşaltmakta olduğu yolunda bir tespitine yer verilmiş mesela.

 

HE: Tabii burada bazı şeylere dikkat etmemiz lazım, mesela “reel faiz yüksektir” dediğiniz zaman “neye göre yüksektir?” diye bir soru soruluyor. Uygun olanı nedir ve neden onun üstündedir? Çünkü ortalıkta bir de enflasyonu düşürme programı var. Faiz durup dururken yükselmiş değil. Bu tür program uygulayan ekonomilerde reel faiz hep yüksek kalmış. Döviz kuru ile ilgili olarak benzer bir görüş var.  Özetle “efendim, reel kur benim istediğim yerde değil” deniyor. “Senin istediğin yer nedir?” dendiği zaman da bir yanıtı olması lazım. Bana sorarsanız “benim işime gelen” de kabul edilebilir bir yanıttır. Tek sorunu “benim işime gelen”in, sizin işinize gelmeyebilmesidir.

 

Ama bunu, “böyle hesap yapılamaz” anlamında söylemiyorum. Ben de böyle bir çalışmaya katıldım. Bu hesap yapıldığında neyin esas alındığı açıkça ortaya konulmalı. Örneğin “uzun dönemde cari dengeyi sağlamak için gerekli kur nedir?” gibi bir soru sorulabilir.  Bu bize bilgi de verebilir. Ama sistemde bu kuru arzu eden hiç kimse olmayabilir.

 

Bazı açıklamalar “ben bu kurdan ihracat yapamıyorum, o halde bu kur düşük” anlamına geliyor. Bu tabii “belki sen ihracat yapmayı beceremiyorsun. Maliyetlerin yüksek, çalışma biçimini değiştirmen gerekir. Kabahat kurda değildir” biçiminde bir itirazı akla getiriyor.

 

ÖM: Bunu daha uzun boylu konuşacağımız da anlaşılıyor.

 

(2 Eylül 2004 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)