Ekonomi Politik – 93
Ömer Madra: Bu hafta çok derinlemesine tartışılan kur yükselmesi olayı var, neden olduğu konusunda konuşmamız gerekiyor herhalde? Bir tevatür de dolaşıyor ortalıkta, bu krize gider mi, gitmez mi tarzında, pek anlamadığım ama kulağımıza gelen konular bunlar. Bu konuda bizi biraz aydınlatır mısın?
Hasan Ersel: Memnuniyetle. Tabii aydınlatabilecek bilgim varsa... Bildiklerimi söyleyeyim; Döviz kurunda hareketlenme oldu, bu olayın farklı yorumları yapıldı. Bazı yorumcular bunun carî açık büyümesine bağladılar, bazıları ise ABD’nin faiz artırması olasılığının ciddi olarak gündeme gelmesi olduğunu söylediler.
ABD Merkez Bankası, ekonomideki ısınmayı kontrol edebilmek için faiz artıracağını ciddi bir şekilde ima eden bir davranış içine girdi. Bunun anlamı ise Amerika’da faizlerin yükseleceği, dolayısıyla riskin görece çok daha az olduğu bu ekonomide daha yüksek kazanç elde edilebileceğidir. O zaman sermaye oraya doğru yönelir. Oraya yönelir de nereden çıkıp yönelir? Dünyanın en iyi ikinci ekonomisinden çıkıp oraya gitmez herhalde. Gelişmekte olan ülkelerdeki, fazla riskli piyasalardaki sermayenin bir kısmı ABD’ye doğru hareket eder. Böyle olunca da insanın aklına Türkiye, Brezilya ve Rusya geliyor.
Türkiye’ye dönersek, buradan nasıl gider o sermaye? Bu sermaye Türkiye’nin ihraç ettiği Eurobond’ları almıştır, onları satar, gider Amerika’da yatırım yapar. Eurobond’ları satınca da bunların fiyatı düşer; yani Türkiye’nin ihraç ettiği Eurobond’un fiyatı düşer, ikinci el piyasadaki faizi yükselir.
Bunun bir ikincil etkisi daha var. Şöyle bir durum düşünelim; benim elimde bu Eurobond’lar var, gidip kredi almak istiyorum ve diyorum ki “Teminat olarak size Eurobond’larımı gösteriyorum, elimde 1 milyon Dolarlık Eurobond var, siz bana 900 bin dolarlık kredi verin”, 100 bin Dolar da marj var diyelim. Bunları değeri düşerse, sözgelimi 1 milyon Dolardan 850 bin’e düşerse, o zaman teminat karşılığı kredi veren diyecek ki “Ya parayı geri getir ya da 150 bin Dolar daha bul getir de şu teminatın tamamlansın.” Eurobond’ların değeri böyle düşünce, bu şekilde “yapılandırılmış işlem” yapmış olanların acil döviz bulma gereksinimi doğuyor, teminatlarını eski düzeyine getirebilmeleri için. Bunlar piyasaya gelecekler, döviz alacaklar, yani döviz istemi artacak; o zaman da kurda yukarıya doğru bir oynama olacak.
Böyle anî hareketler olduğu zaman bizim piyasamızda gördüğümüz bir başka özellik var. Oyuncuların büyük kısmı kur yükselince satıcı olmaktan vazgeçip çıkıyor, “aman, garip bir şey oluyor, dövizimi kaptırmayayım, bekleyeyim” diye düşünüp piyasadan çekiliyorlar. Satıcı sayısı azalıyor; hatta yok oluyor. Bu durumda piyasadaki döviz işlem hacmi azalıyor; o zaman da dövizin fiyatı acayip yükseliyor...
Sizin dövize acele gereksiniminiz varsa ne yapacaksınız? Diyelim ki vadesi gelmiş bir döviz borcunuz var. Tabii ki dövizin fiyatı ne olursa olsun almaya çalışacaksınız. Bu da kuru daha da yükseltiyor. Bu durumda da kurda çok hızlı hareketler olabiliyor. Tabii bu verdiğim örnek tek değil. Benzer sonuç veren başka hareketler de var... Ama lafı uzatmayayım, bunları da eklediğiniz zaman piyasada güçlü fiyat oynamaları olabilir.
Ben kurdaki son oynamanın bu biçimde açıklanmasına büyük ölçüde katılıyorum. Özetle, kurdaki artışın temel nedeni ABD’nin faiz artırması olasılığının yükseldiği ortamda piyasalarda bu tür bağıtların var olması...
İkinci görüş, yani ödemeler dengesinin carî açığının büyümesi nedeniyle piyasaların karıştığı görüşü bana pek ikna edici gelmiyor. Carî açığa önem vermiyor değilim, bu sorun da gündemde; ama henüz daha ufukta. Biz şu anda Şubat sonu itibariyle Türkiye’nin carî açığını biliyoruz. Ama dikkatinizi çekeyim; kurlardaki hareket Mayıs ayında oldu. Yani Türkiye carî açık verirken döviz sıkıntısı yaşamadı. Ocak-Şubat rakamlarına dayanarak Mayıs’ta niye paniğe kapıldığımızı açıklamak biraz zor.
Diyebilirsiniz ki “Rakamlara bak, geçen sene aşağı yukarı Ocak-Şubat aylarında carî açık 1.4 milyar Dolar olmuşken bu sene 2.8 milyar Dolar, çok artmış.”
ÖM: Tam iki katına çıkmış.
HE: Doğru. Soru şurada; Artmış olması bu artışın sürekli devam edeceği ve Türkiye’nin finanse edemeyeceği büyüklüğe geldiğinin bir kanıtı mıdır? Öyle olmayabilir. Örneğin döviz kazandırıcı faaliyetlerin yoğun olduğu bir döneme giriyoruz; turizm mevsimi başlıyor, Türkiye’nin geleneksel ihracat ürünlerinin ihracatı bunu izleyecek. Carî açığın büyüklüğünü değiştirebilecek gelişmeler olabilir. O yüzden bu iki aylık rakama bakarak Mayıs ayının bir haftasında durup dururken insanların paniğe düşmesi bana pek tutarlı gelmiyor.
ÖM: Aynı şekilde mesela ABD Merkez Bankasının bu faiz yükseltme iması da daha önceden yapılmış bir şeydi.
HE: O da benim şimdi söylediğimin eleştirisi oluyor... Doğru, orada bir sorun var. Evet, ABD Merkez Bankası bu açıklamayı yaptı. Peki Türkiye’de bu bağıtları yapanlar, kurumlar, bankalar anlamadılar mı? Bu düşünülemez herhalde! Bankalarda bu alanda çalışan insanlar deneyimli insanlar, bilgili insanlar bunu anlarlar. O halde yapmaları gereken neydi? Belirli bir zararı göz önüne alıp bu yolla temin ettikleri krediyi iade etmek.. Ama bankacılık sisteminde –herhangi bir bankayı kastederek söylemiyorum, bütünü için söylüyorum- sermaye yetersizliği varsa, bankalar başka türlü kaynak temin edemiyorlarsa bu bağıtlardan vazgeçemiyor olabilirler. Bu bağıttan vazgeçmek ne demek? Bu yolla elde edilen kaynağı birisine kullandırdınız, elinizde bunu ikame edecek kaynak yoksa, kullandığınız kişiye dönüp, “Ver krediyi geri!” demeniz lâzım. Oysa banka oradan gelir elde ediyor. O yüzden bu finansman yolunun gerektirdiği ek maliyete katlanmak daha anlamlı olabilir. Yani, belki bankalarda çalışanlar bu sonucu kestiremediklerinden, ya da algılayamadıklarından değil, mecbur oldukları için bu ek maliyete katlanmak zorundalar. Dolayısıyla malî sistemdeki zayıflık bu sonucu doğuruyor.
O zaman bir yapısal soruna işaret etmiş oluyoruz. Türk bankacılığının sermaye yapısının güçlendirilmesi gerekiyor, Türk bankacılığının kârlı faaliyet gösterebilmesi için bazı önlemler alınması gerekiyor... Bunları daha sonra konuşabiliriz.
ÖM: Bankacılık sisteminin biraz daha toparlanması lazım.
HE: Daha güçlenmesi gerekli. Bankacılık sisteminin krizin etkisinden arındırıldığını söylemek fazla iyimserlik olur. Eskiye oranla daha iyi olduğu doğrudur. O başka...Krizden hemen sonrasına oranla şimdiki bankacılık sisteminin durumunun daha iyi olduğu açık. Bence orada tartışacak bir şey yok, bundan dolayı paniğe düşülecek bir durum da yok. Fakat yeterince güçlü olmadığı, daha güçlü olması gerektiğini bu olaylar gösteriyor. Bu, işler ters gittiğinde sınanabilir bir şey. İşler ters gittiğinde tepkiler beklenenden çok daha fazla ise demek ki bir zayıflık noktası var diye düşünmek gerekir. Bunu ben sistem aleyhine dedikodu yapmak olarak görmüyorum, ne yapılacağını saptayabilmek açısından hayırlı bir düşünce yolu diye bakıyorum.
Carî işlemlere gelirsek, carî işlemler açığı ne demek? Sonuçta mal ve hizmet alıp satıyorsunuz, bir de yatırım gelirleriniz ve giderleriniz var (faiz geliri/gideri diye basitleştirebiliriz). Bunların sonucunda kazandığınız döviz ile harcadığınız döviz miktarı arasındaki fark ödemeler dengesinin carî işlemler hesabını veriyor.
Burada yatırımlardan kaynaklanan gelir ve giderleri mal ve hizmetlerden kaynaklananlardan ayırt eden bir özellik var. Bunlar bu dönemdeki faaliyetle ilgili değil, geçen sene borç aldım, onun bu dönem faizini ödeyeceğim. Oysa mal ve hizmet gelir ve giderleri carî iktisadî faaliyetlerle ilgili. Bu nedenle iktisat alanındaki çalışmalarda, bugünkü iktisadî faaliyetlerimizin carî işlemler dengesi üzerindeki etkilerini görebilmek için faiz dışı carî işlemler dengesine bakılıyor.
Biz bununla ilgili çok yakınlarda Türkiye’ye ilişkin bir çalışma yaptık. Türkiye’nin faiz dışı carî işlemlerinin milli gelire oranını neyle açıklayabiliriz diye baktığımızda şunu görüyoruz: En önemli açıklayıcı değişken iç toplam istem, yani özel tüketim, özel yatırım, kamu tüketimi, kamu yatırımının toplamı. Toplam iç istem arttığı zaman Türkiye’nin carî işlemler açığı büyüyor. İkinci önemli değişken döviz kuru. Ama reel döviz kuru, yani Türkiye ve ticaret yaptığı ülkelerdeki enflasyon göz önüne alınarak hesaplanan kur. TL’nin reel olarak değer kazanması faiz dışı carî işlemler açığını büyütmek yönünde etki yapıyor. Tabii yurt dışındaki ekonomilerin istemi -bunu da OECD ülkelerinin toplam iç istemi ile tahmin etmeğe çalıştık- arttığı zaman bizim ihracatımız artıyor. O da anlamlı çıktı.
Bu çalışmadan çıkarılabilecek önemli sonuç şu; Carî işlemler açığımız büyüyorsa ilk bakmamız gereken şey iç istemdeki artış olmalıdır. Türkiye’deki cari işlemler açığını büyüten temel etmen ithalâttaki büyümedir. İthalâttaki büyümenin nedeni ise iç talepteki büyümedir. Bu çok sözü edilen ama ağırlığı az olan tüketim malları için de, ara ya da yatırım malları için de doğrudur. O halde carî açıkta kaygı verici bir hareket varsa iç istemin genişlemesi denetim altına alınmalıdır. Türkiye’nin geçmişindeki deneyim de gösteriyor ki Türkiye’nin carî açığı tehlikeli boyutlara gelebilir ve ekonomide sorun yaratabilir.
Bunu şunun için söylüyorum, şu andaki olay carî işlemler açığı ile ilgili değil ama önümüzdeki dönemde eğer bu konuda hassas olunmazsa, neler yapılabileceği şimdiden planlanmazsa bu da gündeme bir sorun olarak gelebilir.
ÖM: Peki bunun planlandığına dair bir emare var mı? Hükümet bu konunun üzerine eğilip tedbir alıyor mu?
HE: Bu konunun tartışıldığını ve gündeme getirildiğini biliyorum. Onun ötesinde somut olarak yapılan bir şey yok. Şimdi durup dururken “şunlar yapılabilir” deyip, gereksiz aletleri de sayıp, ondan sonra kamuoyunu korkutmamak da gerekli. Benim bildiğim bundan başka bir açıklama yok. Niye yok? Çünkü iç istem büyümesi devam ediyor mu etmiyor mu diye de bir sorunumuz var. Dikkat ederseniz bizim elimizde Şubat rakamı var. Şubat ayında ithalât üzerindeki etki belki Ocak-Aralık aylarındaki iç talep büyümesinden kaynaklanmış olabilir. Elimizdeki göstergelerden edindiğim kaba izlenim son aylarda o kadar güçlü bir iç istem büyümesi olmadığı yönünde. Yani ekonomi hafif bir şekilde soğuyor olabilir. Tabii bundan emin değiliz. Rakamlar çıktığında görülecektir. Yalnız bunun üzerinde dikkatle durulması lâzım. Mart-Nisan aylarındaki iç istem genişlemesinin ne yönde olduğu ve carî dengeyi nasıl etkilediğine bakmak gerekiyor. Bundan sonra gerekiyorsa faizleri kullanmak suretiyle iç istemi denetim altına almak gerekebilir. Ben bunun da yapılabileceğini düşünüyorum. Zaten yapılmazsa program rayından çıkabilir.
ÖM: Bu durumda paniğe mahal olmamakla beraber önlemler üzerinde çok dikkatli düşünerek devam etmek gerekiyor.
HE: Evet. Dört önemli noktaya değinmek istiyorum; Bazı yapısal sıkıntılarımız olduğunu gördük, şok karşısında sendeliyoruz, buna dikkat etmek gerekiyor. İkinci olarak ise, şu ana kadar aşağı yukarı 1.5-2 yıldır devam eden tatlı ortam bitti, dünya konjonktüründe bir değişiklik var, bu da olumlu yöne doğru değil.
Üçüncü olarak faizleri yükseltmek gerekir dedim ama unutmamak lâzım ki faizleri yükseltmek iç borcu çevirmenin maliyetini arttıracaktır; bu takdirde yeni bir sorun gündeme gelecektir. Acaba bu Türkiye iç borcunu çevirebilir mi? Nasıl “Kurları bırakalım yükselsin” denildiğinde kamu borcunun TL cinsinden maliyeti yükseliyorsa, burada da benzer bir sonuç çıkıyor. Bunları da düşünmek gerekli.
Son olarak bir de ithalâtı etkileyen önemli bir noktanın altını çizeyim; Türkiye’nin ihracatının yapısında önemli bir değişiklik var. Son bir-iki yıldır otomotiv, beyaz eşya, kahverengi eşya ihracatı çok arttı. Otomotiv sanayiinin ise uluslararası firmalardan oluştuğunu unutmamak gerekir. Türkiye’de üretilen arabalar uluslararası büyük firmaların fabrikalarında üretiliyor. Dolayısıyla onlar “Şu tarihten itibaren Türkiye’deki fabrikamızın durumu iyi, o bunu yapabilir durumda, buradan ihracatı şuraya doğru yapalım” dediğinde Türkiye’den ihracat da artıyor. Dolayısıyla bu ihracatın artış nedeni ülkeye özgü koşullardan çok dünya bütününde alınan kararlar.
Türkiye’de otomotiv sanayiinin özelliği ise ithal girdisi çok olan bir alan olması. Bir arabayı yaparken bazı standart parçaları kullanacaksınız; Türkiye’de yapıyorum diye saatini başka türlü yapamazsınız. Öyle olduğu için de ithalâtın bir kısmı kısıtlanamaz ithalâttır. Ya da otomotiv ihracatını durdurursunuz. Onu da kimse yapmak istemez.
Onun için olay büyük ve bir tek “Şunu yapıverelim olsun” diyerek yürümez, çok daha ince ve zor bir olay. İnşallah siyasi karar alıcılar da bunu farkına varırlar.
ÖM: Belki de önümüzdeki gün ve haftalarda, daha etraflı bir programla ekonomik tablonun daha genel bir değerlendirmesini yapmamız gerekli olacak gibi gözüküyor.
HE: Yağmurlu bir günde mi?
ÖM: Evet!
(13 Mayıs 2004 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır)