Ekonomi Notları – 84
Ömer Madra: 70 saatlik uzun bir yayın kesintisi felâketinden sonra tekrar buluşabilmenin keyfi içindeyiz.
Hasan Ersel: Allah’a şükür!
ÖM: Öyle hakikaten. “İntermodülasyon” sorunumuz halloldu... Bugün biraz da dünyanın güney tarafına, gelişme yolunda ülkeler diye kibarca ifade edilen yoksul ülkelere bakalım diyorduk. İlk örnek Hindistan. Dünyanın en kalabalık ülkelerinden biri olan Hindistan ne yapmakta?
HE: Baştan bir söz vereyim, Açık Site’de yazdığım yazılar gibi (Hindistan'ın Jet Savaş Uçağı Yapma Denemesi, Hindistan ve Pakistan - Tarafların Askeri Gücü) olmayacak bu, yani Hindistan’ın yaptığı Prithvi füzesi, Mumbai sınıfı destroyerler, Hafif Savaş Uçağı (LCA) ya da Arjun tankından söz etmeyeceğim; doğrudan doğruya Hint ekonomisinden söz edeceğim.
Niye durup dururken Hindistan’dan söz ediyoruz? Bir kere Açık Radyo geleneğine uygun... Biz bir dünyada yaşıyoruz ve bu dünyayı tanımamız gerekli... Bu da onun bir parçası. Bir de Hindistan’a özgü gelişmeler var. Bu ülkede ciddi bir hareketlenme var. Yarın öbür gün ticaret alanında bize ciddi bir rakip bu ülke... (Aslında şimdi de öyle ya, Körfez bölgesinde ticaret yapan iş adamlarımıza sorun)... Hindistan bizim öyle filmlerde görüp, ya sefaletini ya da geçmiş şaşaasını izlediğimiz bildiğimiz bir yerden ibaret değil... Büyük bir endüstriyel güç olarak ortaya çıkan, ticaret yapan, ihracatı, ithalatı artan, dünyanın çeşitli yerleri ile ilişkiler kuran bir ülke. Onun için de öğrenmekte yarar var diye düşünüyorum.
Önce bu ülke hakkında bir iki şey söyleyeyim, bu ülkede 1 milyar civarında insan yaşıyor. 28 eyalet var, eyalet deyince insanın aklına pek büyük bir şey gelmiyor, ama öyle değil; bunların bazıları dünya ölçüsünde kalabalık bir devlet sayılacak kadar. İlk beşin nüfusunu vereyim:
Uttar Pradesh: 166 milyon
Maharashtra (Mumbai, yani eski adı ile Bombay’ı içeriyor): 96.8 milyon
Bihar: 82.9 milyon...
Andhra Pradesh: 75.7 milyon...(Hyderabat burada)
Tamil Nadu: 62.1 milyon (Sri Lanka’nın hemen kuzeyinde. Tamil gerillaları ile savaş süregelmekte).
ÖM: Türkiye büyüklüğüne yakın.
HE: Bunlar koca birer ülke. Hindistan’ın eyaletlerinin hepsi de bu kadar büyük değil. En küçüklerini de söyleyeyim:
Sikkim: 500 bin (Nepal, Çin ve Bhutan arasında...)
Mizoram: 900 bin (Bangladeş ile Myanmar arasında)
Arunachal Pradesh: 1.1 milyon (Bhutan, Çin, Myanmar arasında)
Goa: 1.3 milyon...(Arap Denizi Kıyısında, eski Portekiz sömürgesi, 1961’de Hindistan savaşıp topraklarına katmıştı)
Nagaland: 2 milyon (Myanmar ‘a komşu).
Hindistan dünya nüfusunun %17’sine sahip, ama dünya gayrisafi yurtiçi hasılasının sadece %2’sini ve dünya dış ticaretinin de sadece %1’ini yaratıyor. Tabii kalanı biz yaratmıyoruz, Amerika, Avrupa ülkeleri gibi büyük ülkeler yaratıyor.
ÖM: Çok büyük bir gelir dağılımı eşitsizliği de burada gözüküyor.
HE: Evet, onun için söyledim. Bu ülkenin nüfusu %2 artıyor (Bu daha önceki yıllara oranla ciddi bir düşüş olduğu anlamına geliyor). Yalnız nüfusun %2 artması bu ülkeye her sene 181 milyon kişinin, yani Brezilya’daki kadar insanın katılması anlamına geliyor.
ÖM: Olağanüstü bir şey.
HE: Bunun sonucunda ne olacak? Yakında, 10 yıl içinde bu ülkenin nüfusu Çin’i geçecek. Daha da ilginç bir sonuç var, işgücüne ilişkin; öngörülere göre 10 yıl içinde Hindistan’da işgücü artışı, Çin dahil tüm Doğu Asya’daki artıştan %50 daha fazla olacak.
ÖM: Bu ne demek?
HE: Yani nüfus artıyor, nüfus artınca insanların belli bir oranı çalışmaya gidiyorlar, o çalışan nüfusu alıyorsunuz, ne kadar artacak diye tahmin ediyorsunuz. Bütün Doğu Asya’dakilerin toplamını alıyorsunuz (Çin dahil) ve Hindistan’da çok daha fazla insan emek piyasasına giriyor. Küreselleşen bir dünyayı düşünelim, emek piyasasının büyük ölçüde yerel olduğunu düşünelim... Bu artışın ücretler üzerindeki etkisi ne olur? Dünyada yatırımların yönelmesi açısından ne anlama gelir? Bu sorular çok önemli.
Tabii emeğin kalitesi sorunu da var. Bu kadar insanın hepsi nitelikli değil. O ayrı bir sorun. Benim esas söylediğim, bu kadar insanın belli bir oranı eğitim görmüşse, yine de büyük bir nitelikli işgücü sunumu olacak. Dolayısıyla Hindistan bana büyük bir yatırım çekme gücü olan bir ülke gibi görünüyor. Yani Hindistan’da az olan yatırımı çekme gücü, önümüzdeki dönemde çok daha artabilir. Bu son derece önemli bir konu.
ÖM: Hindistan’ın tabii iki ayrı yüzü ortaya çıkacak herhalde? Bir yanda yüksek teknoloji (high-tech) denen bilgisayar ve diğer alanlarda müthiş bir dinamizmi varken, bir yandan da tarifi güç bir açlığın, sefaletin kol gezdiği bir yer. Benim bildiğim kadarıyla böyle paradoksal bir tablosu var.
HE: Evet. Yirmi yıl önce, Hindistan’a gitmiştim. İnsan etkileniyor. Bir tarafta fevkalade kaliteli insanlar görüyorsunuz. Bunlar Hindistan’da yetişmiş, Hindistan okullarından mezun, çeşitli alanlarda çalışan insanlar. Yani dışarıdan gelmiş değiller. Ama sokakta, tarlada çok daha farklı bir dünya görüyorsunuz. Bana sokaklar daha kötü gelmişti, fakirlik açısından...
Bugünkü Hindistan’a dönelim. Hindistan şu andaki performansını göstermeye devam ederse GSYIH’si, 2032’de Japonya’yı geçecek. 2050’ye vardığında da adam başına geliri bugünkünün 35 katına ulaşmış olacak. (Bu Hintliler çok zengin olacak anlamına gelmiyor. Hindistan’da bu gün adam başına gelirin çok düşük olduğunu göz önüne almak gerekiyor.) Bunu, ülkenin dinamizminin sonuçları hakkında bir fikir vermek için söylüyorum.
ÖM: Japonya’yı geçmesi de aslında, nüfusla göreceli bir...
HE: Tabii 1 milyar kişilik bir ülkenin toplam geliri Japonya’nınkini geçmiş oluyor.
ÖM: Hatta 1 milyar değil, nüfusu 2032’de çok daha fazla artmış olacak.
HE: Evet. Hindistan’ın dünya siyaset ve kültür yaşamında hatırı sayılır yeri, ağırlığı var. İktisadi açıdan ise konumu biraz farklı. Bir yandan çok önemli. Özellikle iktisadi düşünce açısından bir yandan da o kadar önemli değil, dünya ekonomisindeki ağırlığı açısından.
1960’larda Türkiye’de Hindistan deneyimi ilgiyle izlenirdi. Çünkü kalkınma planlamasını sistematik bir biçimde uygulamaya başlayan ilk ülkeydi. Dünyada planlama deneyimi, Sovyetler Birliği’nde başladı, ikinci defa planlama (Sovyet anlamında değilse de) Türkiye’de 1930’larda uygulandı. Ama kalkınma planlamasını bir ekonomik model içine yerleştirip, uygulayan ilk ülke Hindistan’dı... Biz o yıllarda Hintli iktisatçıların ne yazdıklarını anlamaya çalışırdık... Hatta bazı değerli Hintli iktisatçılar sadece yazıları ile değil, Türkiye’ye gelip fiilen çalışarak da Türkiye’de planlamanın yapılmasına yardım ettiler, çok büyük katkıları olmuştur. Hindistan’ın birinci ve ikinci beş yıllık kalkınma planlarının matematiksel modellerini, büyük Hintli istatistikçi Mahalonobis yapmıştı. Ben bu modelleri anlamak için epeyce uğraştığımı anımsıyorum.
Hindistan merkezi planlama ile kalkınan, piyasanın kısıtlı (o zamanki Türkiye’den de az) etkin olduğu bir kalkınma denemesi yapıyordu. Daha sonraki yıllarda Hindistan deneyimine duyduğumuz ilgi azaldı. Çünkü Türkiye’de planlı kalkınma anlayışından uzaklaşıldı.
1970lerde (hatta 1980lerde) Hindistan’ın büyüme performansı ile ilgili bir meşhur söz vardı... “Hindu büyüme hızı”...
Bu düşük hızla büyümek demek. Hindistan’da büyüme oluyordu. Ülkede sanayi üretimi de artıyordu, dış ticaret de... Ama hepsinde gözlenen hızlar düşüktü...Hindistan yıllarca böyle düşük büyüme hızlarında kaldı, bu durum da bu ülkenin deneyimini Türkiye açısından ilginç olmaktan çıkardı. Bu dönemde olsa olsa sefalet denildiğinde akla Hindistan geldi. Bu ülkenin Pakistan’la anlaşmazlıkları, Keşmir sorunu denildiğinde Hindistan gündemimize düştü. Türkiye’de Hindistan’la ticaret yapmak gibi bir şey pek kimsenin aklına gelmiyordu.
Bu durum bir süredir değişmeye başladı, Bence bunun başlangıç noktası 1991’de Hindistan’ın iktisadi serbestleşmeye gitme kararı ile oldu. Yani Hindistan başka bir şekilde büyüme yolunu aramaya başladı. Bunun sonucunda çok ilginç şeyler çıktı; sen biraz evvel çok güzel vurguladın, mesela yazılım, iletişim hizmetleri, vs. gibi alanlarda Hindistan’da müthiş bir potansiyel ortaya çıktı, bu alanlarda önemli adımlar atıldı. Bugün bu gibi alanlarda Hindistan dünyanın her yerine hizmet veriyor.
Bu hizmetlerden birisi de “call center” denilen telefon merkezleri... Telefon edip işini çözüyorsun. Şimdi, ABD’den telefon ediyorsun Hindistan’dan yanıt geliyor. İngilizce bilen nitelikli ve görece düşük ücretli çok insanı var bu ülkenin... Bu değişiklik içinde Türkiye’de de Hindistan’la iş yapmaya ilgisi son zamanlarda arttı.
Artık Hindu büyüme hızı dönemi de sona erdi. Hindistan’ın 2003’ün üçüncü çeyreğinde -benim ulaşabildiğim son rakam bu- ulaştığı büyüme hızı %8.4.
ÖM: Son derece yüksek bir büyüme hızı.
HE: Bir de düşün ki koskocaman bir ülkeden bahsediyoruz. 1996-2000 döneminde ortalama büyüme hızı da %5.7. Ama % 8 gibi bir büyümeyi hedefliyorlar, istihdam sorununu çözebilmek için...
Hemen söyleyeyim 2003’ün üçüncü çeyreğinde ulaşılan büyüme performansı bir rastlantı, sadece o çeyrekte ulaşılmış bir sonuç değil. 2003 yılında büyüme hızı % 8 dolaylarında...
1996-2003 döneminde imalat sanayiinde ortalama büyüme hızı da % 5.7 Dönemin ortalama tasarruf oranı %23. Bu tasarrufların aşağı yukarı hemen tamamını özel kesim yapıyor. Kamu tasarrufu dönemin ikinci yarısında eksi. Birazdan ona da değineceğim, bizim başımızdaki dert onlarda da var. Kamu açıkları...
Enflasyon düşük ama var, 1996-2003 döneminde ortalama enflasyon % 6.3. Bu dönemin başında daha yüksek, şimdi ise daha düşük gözüküyor. İhracatı 2003 Nisan’ında biten 12 aylık dönemde -orada rakamlar Nisan’dan Nisan’a- 53 milyar dolar, ithalatı 65 milyar dolar, cari dengesi 3.7 milyar dolar fazla vermiş o dönemde. [2004’ün üçüncü çeyreği itibariyle cari dengesi 2.3 milyar dolar fazla veriyor]. Görüldüğü gibi ülkenin ödemeler dengesinin cari kalemi artı. Yani Hindistan cari fazla vermiş, harcadığından daha fazla döviz kazanmış. Öte yandan ihracat ile ithalat rakamları o kadar büyük bir ülke için fazla değil, neredeyse Türkiye kadar. Ülke hala dış ticarette fazla açılmış görünmüyor. Sermaye hareketleri dahil edilince ödemeler dengesi aşağı yukarı 18 milyar dolar fazla veriyor. 2003’te bu ülkeye giren doğrudan yabancı yatırım 4.5 milyar dolar. Bu Çin’in 1/10’u, ama Türkiye’nin de 5 katı, hatta daha da fazlası. Ülkenin döviz rezervleri de 100 milyar dolar, 2004 Ocak rakamı bu.
Ülkenin dış borcu 105 milyar dolar, bu GSMH’sının %20’si. Pek bir şey değil, yani dış borç yükü ağır olan bir ülke değil, fakat kamu açıklarında ciddi bir durum var. Son 4 yıldır kamu açıklarının GSYIH’ya oranı %10 dolaylarında. Bana bir başka ülkeyi anımsatıyor. Bizi!!! Toplam iç ve dış kamu borcunun GSYIH’ya oranı ise %82, ki bu da yüksek bir oran, bu da bizi anımsatıyor... Bizimki biraz daha fazla.
Burada esas mesele vergi gelirlerinin GSYIH’ın sadece %9’u olması. Çok düşük... Serbestleşme programı başladığında daha yüksek vergi topluyorlarmış... The Economist’te okudum. Şöyle bir espri varmış Hindistan’da:
“1991 serbestleşme reformu ile lisans sahibi olma hükümranlığına son verildi ve yerine muafiyet edinme hükümranlığı konuldu”.
Bana bu söz Türkiye için de çok geçerli gibi geliyor...
ÖM: Bir de mesela potansiyel olarak çok büyük bir önemi olduğu apaçık ortada Hindistan’ın. Bunun eski dünya siyasetine yansıması ne ölçüde mümkün olacak bilemiyorum. Eskiden, özellikle bizim kuşağın zihninde kalan şey, Hindistan’ın bağlantısızlık hareketinin önemli temsilcilerinden biri olduğuydu ve nötr bir politika ile, yani o zamanki tabiri ile ‘az gelişmiş ülkeler’in önde gelen temsilcilerini kendi bünyelerinden çıkartmışlar; ta Gandi’den başlayarak, Nehru’lardan geçerek. Ekonomi üzerinden böyle bir potansiyel tekrar yansıyabilir mi diye insanın aklına geliyor tabii.
HE: Benim de bu bağlamda değinmek istediğim bir nokta var. Hindistan çok büyük bir ülke, sorunları da büyük... Karmaşık bir yapısı var. Öte yandan, bu yapıda var olan kültür mozaiğinin da ilginç bir özelliği olduğunu düşünüyorum. Hiç olmazsa benim izlenimim bu yönde. En zor sorunları sabırla, hoşgörü ile, derinlemesine düşünerek çözme anlayışı var. İnsanın ümitsizliğe kapılmasına yol açabilecek kadar derin sorunlara (sefaletin yaygınlığı gibi) ilişkin olarak konuştuğum değerli Hintli iktisatçılarda ben bu yılgınlığa tanık olmadım. Onlar olayı anlamak, insanca yaklaşmak ve sabır göstermek gerektiğini kabul edip çözmeye çalışan insanlardı. Ben çok etkilenmiştim. Ama bu toplumda son zamanlarda gazetelerde ve televizyonlarda izlediğimiz, sabırsızlıkla yoğrulmuş ve kolayca şiddete dönüşen bir bakış açısı daha var.
ÖM: Böyle bir eğilim de var, yeni sağ iktidarlarla beraber: Hindu milliyetçiliğinin ağır bastığı, hatta düpedüz faşist grupları da iktidar partisinin örgütlemekte olduğuna dair haberler geliyor ve bunlar çok endişe verici.
HE: Evet, öyle. Şu anda görülen, Hindistan dış sorunlarını barışçı bir şekilde çözmek niyetinde (özünde Pakistan’la olan sorunlarını kastediyorum). 1962 savaşından bu yana soğuk olan Çin ile ilişkilerini de yumuşatmaya çalışıyor. Fakat ülke içi epeyce karışık görünüyor. Orada da, bizdeki gibi, bir muhalefet partisi var... Ve yine bizdeki gibi bu parti yok... Kongre Partisi’nden söz ediyorum. Hindistan’ı kuran parti... Ne hikmetse orada da bizde de ülkeyi kuran siyasal partiler ortada yok...
ÖM: Büyük de bir yolsuzluklar zinciri ile yıkılıp gitti zaten Kongre Partisi, ama partinin içinde yüzdüğü korkunç bir yolsuzluk ve çürüme vardı.
HE: Doğru. Parti durup duruken bu duruma düşmedi, ama sonra da toparlanamadı bir türlü... İktidardakiler de bir koalisyon. Şimdilik o koalisyon yürüyor, ama ne olacağını kestirmek zor. Ama bugünkü hükümetin iktisadi başarıyı ön plana çıkarmaya yöneldiği anlaşılıyor. Bu nedenle de, Hindistan’ın dünya siyasal ortamında bazı konularda eskiden olduğu kadar aktif olamayacağını beklemek gerekir. Fikir hakları, sağlık gibi konularda ise, gelişmekte olan ülkelere öncülük etmek ve uluslararası forumlarda da sözcülük yapmaya devam edeceğini sanıyorum. Bunu yadırgamıyorum doğrusu. Az önce söylediğim gibi, her sene Brezilya’da yaşayanların toplamı kadar nüfusu artan bir ülkede iş alanı nasıl yaratılır? Bu insanlar eğitilecek, bunun için yatırım gerekli, onlara iş alanı bulunacak, bunun için yatırım gerekli... Ama bu, ülkenin yatırım yapabilme gücünü aşıyor. Böyle olunca tabii ki yabancı sermaye arayışı var. Bu da Hindistan’ı herhalde bazı piyasa ekonomilerine daha yakın, daha piyasa içerisinde hareket eden ve onlarla karşılıklı etkileşimin daha arttığı bir dünyaya çekecek.
Bütün bunlar beni Hindistan’ı bizim için önümüzdeki dönemde uluslararası pazarda ciddi bir rakip olarak görmeye yönlendiriyor. Yeniden vurgulamak istiyorum. Aslında şu anda da çok ciddi bir rakip, ama ileride çok daha büyük bir rakip olacak. Onun için Türkiye’nin, “rakipsiz bir dünyada rahatça, keyfimizce bir büyüme yolu çizebiliriz” diyecek lüksü yok. Üstelik, Hindistan ciddi bir örnek ama başkaları da var. Türkiye’nin bütün bunları hesaba katması gerekli. Küreselleşmeye uyum bütün bunları düşünüp ona göre politika kararları almayı gerektirir. Ben biraz tedirginim, bana rehavet içindeymişiz gibi geliyor...
ÖM: Bu vesile ile şunu da söyleyeyim, -belki sana bir angarya olacak ama- rakip olsun olmasın başta komşular olmak üzere bu gibi ülkeler hakkında bilgi sahibi olmak, zaman zaman bunların üzerinde de bir sohbet yapmak çok aydınlatıcı oluyor tabii.
HE: Memnuniyetle ben de yapmak isterim.
ÖM: Bir zamanlar klasik müzik programlarında yaptığın şeyi şimdi biraz da iktisadi açıdan yapmamızda fayda var, sosyo-ekonomik açıdan galiba? Bir de tabii dünyanın en büyük demokrasisi diye adlandırılır öteden beri Hindistan; bu da çok önemli bir kavram, çok zor bir olayı başarıyorlar aslında bir açıdan bakıldığı zaman.
HE: Kesinlikle.
(26 Şubat 2004 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)