Ekonomi Notları: AB'nin motoru bozdu

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları – 76

 

Ömer Madra: Bugün Avrupa’da ekonomik Almanya ve Fransa’nın Maastricht kriterlerine uymaması ve uymamalarının da herhangi bir yaptırıma bağlı kalmaması, yani “yanlarına kâr kalması” konusuyla ilgili konuşacağız, değil mi?

 

Hasan Ersel: Evet, yalnız ondan sonra da Türkiye üzerine bir cümle söylemek istiyorum.

 

Önce bu konuya başlayalım. Geçen ay şöyle bir şey oldu, Almanya ve Fransa’nın Maastricht kriterlerinin öngördüğü bütçe açığının milli gelirin % 3’ünü geçememesi kriterini çiğnemekte oldukları ortaya çıktı. Sadece çiğnemiş oldukları değil, çiğnemeye devam edecekleri ve başka çareleri de olmadığı da anlaşıldı... Bu ülkelerin hükümetleri bu çizgiyi değiştirmeye yönelik önerileri kabul etmiyorlar, ya da edemiyorlar... Bu ülkelerin beklenen açıklarının milli gelire oranı % 4’ün üzerinde, 4.2 gibi bir rakam. Bu gelecek yıl da öyle olacak, öbür yıl da öyle olacak. Üstelik 2002’de de öyleydi.

 

Böyle olunca iki sorun birden ortaya çıktı. Bunlardan bir tanesi Avrupa Birliğinde “istikrar anlaşması” (stability pact) denilen bir anlaşma vardı. Maastricht ölçütlerine uyulmasını öngörüyordu. AB üyesi ülkelerin maliye bakanları toplandılar ve AB Komisyonunun “bu ülkeler sözkonusu sınırlara uymuyor, o halde yasal önlemleri alalım, ülkeleri uyaralım, politikalarını değiştirsinler, değiştirmezlerse gerekli tedbirleri alalım” önerisi reddedildi.

 

Doğrusu reddedilmesi başkaları tarafından nasıl yorumlanır bilmiyorum ama benim için bu, “kurallar uygulanmıyor” demektir... Türkçe’si bu. Böyle olunca AB düzeni neyin üzerine oturuyor, neye dayanıyor sorusu gündeme geliyor. AB ancak bir ortak yasal çerçeve üzerine oturabilir. Nitekim farklı iç yasal düzenleri olan ülkeler bir ortak yasal çerçevede birleşmeye çalışıyorlar. Bu iktisat alanında büyük ölçüde gerçekleşti, diğer alanlarda gerçekleşmesi bekleniyor... Ve... Bu ortak yasal çerçevenin en önemli kurallarından birisi ihlâl edilmiş oldu. Bence bu olay son derece önemli olmasına rağmen fazla da yankı bulmadı galiba... Belki de ben yanılıyorum ama Türkiye’de bu konuyla ilgilenildiğini görmedim... Çok önemli bir olay, çünkü -- dediğim gibi -- bir kural var, o da şu anda ihlâl edilmiş oluyor.

 

Bu kararı iktisadi açıdan savunmak mümkün mü? Başka bir deyişle Allah’ın iradesi gibi konulmuş bir % 3 tavanı olmalı mıydı? O ayrı bir konu... Bu noktada benim ciddi kuşkularım var. Ama böyle bir düzenleme var. Bu düzenleme ihlâl edildi şu anda. Diyebilirsiniz ki “eh, ihlal ettik, arkadan da gerekli değişikliği yapacağız, kimse bu işten fazla bir zarar uğramadı.” Sorun bu kadar basit ve açık değil... Çünkü bu ihlâl ne demek? Almanya ile Fransa daha fazla borçlanıyorlarsa mali piyasalar üzerinde daha fazla baskı oluşuyor demektir, bu da faizlerin yükselmesine yol açabilir. O zaman diğer ülkeler, yani kendilerini disiplin altına almış olan diğer Avrupa ülkeleri de, söz konusu ülkelerin işi ciddi tutmaması nedeniyle yüksek faiz ödüyor olurlar. Yani bu ülkeler faturayı başkalarının ödemesine de yol açmış oluyorlar. Sorun burada... Yoksa Fransa ya da Almanya sorunu değil...

Kim yaparsa yapsın, piyasaları etkileyecek böyle bir olay başkalarını etkiler.

 

Öte yandan diyelim ki bütçe açığı konusunda farklı görüştesiniz, % 3 olmasın diye düşünüyorsunuz. Ama kural ihlâline izin verirseniz sınırı % 4'e çıkardığınızda birilerinin % 7'ye tırmanmayacağını nasıl garanti edersiniz ki... Bu ilk ve çok temel nokta...Yani birlik içinde birileri kurallara uymuyor, faturayı öbür üyeler de ödüyor.

 

Portekiz yapınca "cezalandırılmış" oldu

 

İkinci nokta, başka bir sorunu gündeme getiriyor; 2001 yılında da böyle bir olay yine oldu, bu defa Portekiz % 3 sınırı geçmek zorunda kaldı... Ama o zaman kurallar uygulandı.

 

ÖM: Yani, Portekiz, kurallara uyduğu için bir anlamda cezalandırılmış oldu, öyle mi?

 

HE: Bir anlamda cezalandırıldı. Aslında orada yapılan, kurallar uygulamak...  Ama sonuca bakalım; Portekiz’e bu baskı yapıldı, bu ülkeye “kamu harcamalarını kontrol etmen gerekir” dendi. Portekiz’in şimdi içine düştüğü durgunluğu buna bağlıyorlar...

 

ÖM: Uygulamasına?

 

HE: Evet. Harcamaların kısılması bu ekonomide durgunluğa yol açtı... Durgunluğa yol açtığı için de bir anlamda Portekiz cezalandırılmış oldu... Buna karşılık Fransa ve Almanya’ya gelince bu olmadı. O zaman bir de eşitsizlik olayı yaratmış oluyor, bu da bir sorun, bu da sıkıntı yaratıyor. Bunun yaratabileceği bir başka sorun, bu birliğe katılmak isteyenleri nasıl etkileyeceği... Birliğin kuralları var mı yok mu? Çünkü sizi bir kulübe davet ediyorlar ve deniyor ki “kulübe girebilmeniz için kravat takmanız lazım”, içeri bir giriyorsunuz balıkçı yakalı kazak giymiş adamlar oturuyor.  Kural eskiden vardı da kapının önündeki tabelanın kaldırılması mı unutuldu, yoksa birilerinin kuralları çiğnemesi serbest de siz uymaya mı mecbursunuz? Bunu bilemezseniz nereye girmekte olduğunuzu anlayamazsınız. Belki de kulübe girmezsiniz.

 

ÖM: O kulübe gidip herkesin boynundaki kravatları da söküp atamazsınız herhalde.

 

HE: Evet... Ama o zaman belki burası sizin girmek istediğiniz kulüp değildir, belki de siz kravatlı insanların kulübüne girmek istiyorsunuzdur. Ayrıca mesele sadece kravat olmayabilir, kravatta böyle bir esnekliğe ya da laubaliliğe yol açan bir düzenleme belki başka bilemediğiniz, sizin için çok daha yaşamsal önemi olan bir konuda da, örneğin tarım politikasında da problem yaratabilir. Onun için bu kararın siyasal sonuçları bence çok önemli, iyi düşünülmesi gereken bir konu. Nitekim Avrupa Komisyonu da mahkemeye gidip gitmemekten bahsediyor. Haklı olarak diyorlar ki “kurallar böyle çiğnenirse bu iş olmaz.”

 

Gelelim işin ekonomik yönüne... Onu da iyi düşünmek lazım; her türlü koşuldan, ekonominin içinde bulunduğu durumdan bağımsız, böyle “% 3 olursa iyidir, 3.5 olursa kötüdür” denebilir mi? İktisatta bunu savunmaya olanak sağlayacak bilgi veya kuramlar var mı? Bu konu biraz karışık... Benim bilebildiğim kadarıyla böyle bir sınır koymanın bir psikolojik bekleyişleri etkileme ötesinde fazla bir anlamı yok. Almanya ve Fransa ile ilgili alınan, “evet bir süre daha bunların açık vermesi kaçınılmazdır“ kararı belki de doğru bir karar. Çünkü bu iki ülke ekonomisini durgunluğa sokmanın da Avrupa için bir anlamı yok. Ama tekrar ediyorum iki tane ayrı konumuz var, bir tanesi iktisadi açıdan bu olayda öyle mi davranmalı, böyle mi davranmalı? Bir de bir bağıt varsa, o bağıta uymamanın ne anlama geldiği...

 

ÖM: Bu özellikle normatif, yani hukuk, legalite ve hatta etik meseleleri de içeren kuralların tartışılması açısından tabii bambaşka sorunları gündeme getiriyor. Dünya çapındaki bir başka trendi, eğilimi de etkiler nitelikte. Mesela BM Antlaşması’nın mevcut kuralları içinde bu gördüğümüz savaşların bu şekilde yapılmasını, yani Irak’ın istila edilmesini haklı çıkaran hiçbir madde yok. Bildiğimiz, Antlaşmanın 51. maddesi, ancak burada silahlı bir saldırıya maruz kalması halinde, meşru müdafaa amacıyla bir müdahaleden bahsediliyor. Onun dışında her türlü savaş ve kuvvete başvurma yasaklanmış durumda. Bu temel norm tamamen çiğnendi.

 

İkincisi de; BM sisteminde, uluslararası sistemde böyle önleyici savaş doktrini gibi yeni bir norma yer verecek hiçbir şey yok. Ancak, yeni bir norm getirirseniz, kendinize gelebilecek herhangi bir tehdidi önlemek için, sadece kendi değerlendirmeniz açısından bir ülkeye saldırmak gibi... Dolayısıyla güçlülerin, güçlü büyük devletlerin lehine normatif değişiklikler yapılmasının bir küçük başka örneği olabilir mi acaba, diye bir soru aklıma geldi. Ciddi bir tartışma alanı...

 

Türkiye tartışma dışında

 

HE: Buradan Türkiye’nin durumuna gelecek olursak; bir tanesi, “bütçe açığının üst sınırı % 3 mü olsun, % 3.5 mu?” şeklindeki tartışma ile Türkiye’nin verdiği açık arasında bir ilişki yok. Yani milli gelirin % 13-15’i gibi bir açık veriyorsanız bunun indirilmesi gerektiği konusunun tartışılacak bir tarafı yok. Bahsedilen % 3 mü, % 4 mü olsun; bir yıl sürsün mü, sürmesin mi sorunudur. Yoksa aşırı bütçe açığı vermenin yanında olan bir iktisadi düşünce benim bildiğim yok. “Ekonominin açık vermesi gerekebilir” diyenlerin de kastettiği "% 13-15 açık verebilir" değil! Onun altını çizeyim.

 

Şimdi Türkiye’ye ilişkin söylemek istediğim noktaya geleyim: Türkiye’nin III. çeyrek büyüme hızını DİE % 4.8 olarak tahmin ediyor. Piyasada öngörü yapanların bir kısmı biraz “hay Allah, büyüme hızı beklediğimizden düşük çıktı” gibi bir hava içinde. Oysa, bu sonuç Yapı Kredi Araştırma Bölümünde yaptığımız öngörülerle uyumlu.... Galiba –diğer çalışmaları yapanların nasıl yaptığını o kadar bilmiyorum, bu nedenle haksızlık da ediyor olabilirim- sanayideki hızlı gelişme ekonominin kalanına genelleştirildi... Oysa durum böyle değil... Tarımda büyüme hızı eksi. Tarımda büyüme hızının eksi olacağı da tahmin edilebilir bir şey, çünkü şu bizim ‘var yılı, yok yılı’ sorunumuz var. Bu yıl ‘yok yılı’; yani tarımsal ürünün kötü olduğu yıl.  İnşaat kesiminde de bir daralma devam ediyor.  Bunları göz önüne alınca sonuç beklenilmesi gerekenden farklı değil...  Bu yüzden de biz 2003 yılı büyüme öngörümüzü değiştirmiyoruz, yani ekonomi % 5 civarında büyümüş olacak. Özetle, bu kötü bir haber değil...

 

ÖM: Yani yıl sonu itibarı ile % 5 civarında bir büyüme gerçekleşmiş olacak, öyle mi?

 

HE: Evet.

 

(11 Aralık 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)