Ekonomi Notları - 64
Ömer Madra: Bugün yalnız iktisatla da sınırlı kalmayacağımız ve arada küçük bir “silah ve savaş” parantezi açacağımız bir konuşma yapacağız herhalde. Ama öncelikle Türkiye’de bütçe açığı ve bunun getirebileceği sorunlar üzerine konuşalım demiştik.
Hasan Ersel: Temmuz ayı bütçe rakamları yayınlandı, yılın ilk 7 ayı sonunda bütçe açığımız 29.4 katrilyon TL. Yılın sonu için beklenen açık 45.2 katrilyon TL olacaktı. Yani yıllık beklenen açığın % 65’sini yılın 7 ayında sağladık. Yılın ilk 7 ayı yılın yaklaşık % 58’si eder. Kabaca baktığımızda, yılın % 58’inde öngörülen açığın % 65’ine ulaşmış görünüyoruz. Yani açık biraz hızlı gidiyor gibi görünüyor. Bir de bizde kamu harcamaları genelde yılın ikinci yarısında daha çok olur. Dolayısıyla, bu sonuç rahatsız edici.
Bir de faiz dışı dengeye bakıyoruz, orada da 10.5 katrilyon TL faiz dışı fazla var ama yıl sonu için 20.3 katrilyon TL olması bekleniyordu. Bu defa yılın ilk 7 ayında hedeflenen faiz dışı bütçe fazlasının sadece % 52’si gerçekleşmiş. Burada da bir geri kalma var.
Demek ki yılın geri kalan 5 ayında bütçe açığında ciddi bir düşüş sağlamak gerekiyor ki dengeler yerine otursun. Aksi halde olumsuz sonuçlar elde edilecek. Ama dikkat edilmesi gereken nokta şu yapılacakların bütçe açığını azaltırken faiz dışı bütçe fazlasını da artırması gerektiği. Örneğin faiz harcamalarını kıstık diyelim; bu beklenen sonucu sağlamayacaktır. Çünkü faiz dışı fazlayı artırmıyor. O halde dikkatli düşünerek birşeyler yapmak, hele hele rehavete kapılamamak gerekiyor.
Bütçe açığı niye artmış, ona bakalım: Bütçenin gelir tarafında, vergi gelirleri fiyat hareketlerinden arındırıldıktan sonra %9.5 artmış. Bu makul gözüküyor; yüksek bir artış değil ama bu koşullar altında da bu kadar olur. geçen yılın koşulları ve bu yılki büyüme temposuna baktığınız zaman bu sonuçda bir acayiplik yok. Vergi dışı normal gelirlerle, özel gelirler ve fonlar kaleminde ciddi düşüş görülüyor. Üstelik bu nominal olarak bir düşüş... Ama bunda bir anormallik var mı derseniz, bence yok, çünkü vergi dışı nominal gelirlerdeki düşmenin nedeni geçen sene bu kalemin istisnai derecede yüksek olması. 2002 yılında Merkez Bankası kârı bütçeye gelir olarak aktarılmıştı, bu büyük bir rakamdı. Bu sene aktarılmadı, o yüzden de düşmüş görünüyor. Özel gelir ve fonlara da baktım, sistematik bir neden yok, bazısı düşmüş, bazısı yükselmiş. Yani gelir tarafında bir belirgin bir sorun yok.
Ama harcama tarafına baktığımız zaman sorunlar görüyoruz. En önemli sorun, faiz dışı harcamaların ¼’üne ulaşmış olan sosyal güvenlik harcamalarında. Sosyal güvenlik kurumlarına yapılan transferler ciddi bir şekilde artmış. Artış hızı % 21. Sorunun en belirgin olduğu sosyal güvenlik kuruluşu ise SSK.
Faiz ödemeleri artacak
ÖM: Her zaman en önemli sorunlardan birini o oluşturur zaten, değil mi?
HE: Burada sistematik bir sorun var. Bu olay bu hükümetin bu yıl yaptığı bir hata değildir. Türkiye’de sosyal güvenlik sistemi kendi harcamalarını karşılayacak geliri üretemediği için bütçeden destek vermek gerekiyor. Bu destek de zaman içinde artıyor. Bu üzerinde çok dikkatle durmamız gereken bir konu.
Personel harcamalarında da artış olmuş, bunun tersi bekleniyordu. Reel olarak artış % 1.8’i oranında. Gerçi çok değil ama artmış. Faiz harcamaları ise enteresan, bir önceki yıla oranla reel olarak düşüş olarak düşüş var, % 5.5 dolayında düşmüş. Bunun nedenini daha önce de konuşmuştuk; 2002’nin ilk yarısında iyice bir hava vardı, hükümette sorunlar çıkıncaya kadar faizler düşmüştü. Henüz o düşük faizleri henüz ödeme dönemindeyiz, bundan sonraki dönemde faiz ödemeleri biraz daha artacak.
Bir de ekleme yapayım, “Irak olayları oldu, bu nedenle askeri harcamalar arttı” diye düşünmek de mümkün; böyle diyenler de oldu galiba. Ama ben baktım, yılın ilk 7 ayında bütçeye Milli Savunma Bakanlığı için konulan ödeneğin sadece % 29’u kullanılmış. Yani bütçenin diğer kalemlerine oranla fevkalade kontrol altında bu harcamalar. Oradan gelen olumsuz bir etki yok.
Bütün bunlara birarada bakınca insanın aklına şu soru geliyor: “Kamu kesimi faiz dışı dengesi GSMH’nın % 6.5'i oranında fazla verecek” diye hükümetimiz bir söz verdi. Bu söz hem kamuoyuna duyuruldu hem de IMF’ye verilen niyet mektubunda da yer aldı. Oysa görünün bu sözün tutulamayacağı yönünde düşünenelere hak verdirebilir...
Burada iki noktayı göz önüne almak gerekiyor. Bunlardan ilki hatırlayacaksınız hükümet 2 katrilyon TL tutarında bir ek kaynak bulmaya yönelmişti. Ek kaynak bulma arayışına bu gelişmeler öngörüldüğü için girildi. Dolayısıyla bu hükümetin farkında olduğu bir olay ve çare bulmaya çalışıyor.
“2 katrilyon lira bu dengeyi oluşturmaya yetmeyebilir” diye de düşünülebilir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var. Söz verilen % 6.5’lik faiz dışı fazla, tüm kamu kesimi için. Bu da bütçe ve bütçe dışı kamu kesiminden oluşuyor. Bütçe dışı kamu kesiminin en önemli kalemi de KİT’ler. Anlaşıldığı kadarıyla KİT’lerde durum iyi, onların kârları bu sene yüksek geliyor ve böyle olaylar devam ederse hedeflenen % 6.5 kamu kesimi fazlasını tutturma olanağı var gibi gözüküyor. KİT’lerin kârlı olmalarının nedeni TL’nin reel olarak değer kazanması. Bu özellikle petrol ve petrol ürünleri alanındaki KİT'leri kârlı kılıyor.
Piyasalarda keyifli bir rahatlık vardı geçtiğimiz günlerde. Umarım hükümet buna kendini kaptırmaz. O zaman kamu dengesi öngörülen biçimde gerçekleşebilir. Kamu kesimi dengesinde çok ince bir yol üzerindeyiz, onu unutmamak gerekli.
ÖM: “Bütçe açığı çağı”nın da bir sonucu olabilir bu tabii. ABD’de mesela yarım trilyon dolar gibi astronomik bir rakamı da öngördüğü düşünülürse, onların sorunlarının yanında bizimki fazla büyük bir mesele değil gibi geliyor insana.
Bizim sorunlar devede kulak
HE: ABD’de olup biteni, önceleri, ben pek fazla yakından izlememiştim. İzlemeye başlayınca, ses tonumdan ve seçtiğim kelimelerden de anlaşılacağı üzere, Türkiye’de maliye politikasının yürütülmesine ilişkin sorunlara ilişkin olarak daha hoşgörülü davranmaya başladım. Çünkü Amerika’daki çok acayip bir şey.
ÖM: Ben de onu kastetmek istedim, sen bütçe açığının % 40 oranında, % 20.3 gibi rakamlardan bahsederken, orada çok büyük oranlar olduğu için insan kendini ayarlamakta güçlük çekebiliyor.
HE: Ve... ABD gibi bir ülkede, bu konuda yönetimin neredeyse vurdumduymaz denebilecek bir tavırı nasıl olup benimseyebildiğini (ya da o izlenimi verdiğini) anlamak çok güç. Bunun tehlikesini bilmemeleri sözkonusu olamaz. Fakat öyle görülüyor ki önlem almamışlar, daha doğrusu almak niyetinde değiller.
ÖM: Evet öyle görülüyor, 500 milyarın üzerinde olacağı bağımsız bir denetleme kuruluşu tarafından, “bipartisan” dedikleri, her iki partinin de, Demokratların ve Cumhuriyetçilerin de aralarında bulunduğu bir komisyonun raporu. Yalnız bu hesabın da tam olmadığı, çok daha yüksek olacağı konusunda CNN.com’da bir haber vardı. “500 milyar hiçtir, çok daha yüksek olacak” diyenler de var. Ben anlamıyorum tabii hiçbir zaman, ama böyle.
Şimdi bir de iktisat dışı konu vardı sormak istediğim. Senin özel hobi olarak takip ettiğin bu kitle imha silahları (KİS), genel olarak silahlar konusunda, kehanetlerin de adamakıllı doğru çıktığı için yine sorma ihtiyacını hissettim. Şimdi bu silah denetçisi müteveffa Dr. Kelly davası soruşturması sırasında, aslında dava demeyelim buna ama, komisyon önünde verilen ifadelerde İngiliz istihbaratının en yüksek yetkilisi çıkıp yine Blair’in bir zamanlar savunduğu tezi savunmuş: 45 dakika içinde Irak’ın dünyaya kitle imha silahlarını püskürtebileceği ve büyük bir tehdit olacağı iddiasını tekrarlamış: “Evet ısrar ediyorum, 45 dakikada bunu yapardı” demiş. Büyük istihbaratçı söyleyince ben dara düştüm, anlayamadım, onun için bunun anlamı ne demektir, teknik olarak senden rica edelim.
HE: Vallahi böyle bir şeyi bu kadar rahat bunu söyleyebilmesine şaşırmamak elde değil. Benim aklıma gelen ilk şey tanım sorunu: Acaba 45 dakikadan neyi kastediyor?
Önce benim gibi meraklı, ama uzman olmayan birisi, "Irak bu kitle imha silahlarını 45 dakikada kullanıma hazır hale getirebilir”, ifadesinden ne anlar? Onu söyleyeyim.
KİS olarak kabul edilen silahlar, kimyasal, biyolojik ya da nükleer başlık taşıyanlardır. Irak’ın nükleer silahı olmadığını herkes biliyor, kimyasal ve biyolojik silahları olduğu söyleniyor. Bulunamadı ama, var diyelim. Sorun şu: Irak’ın bu kimyasal veya biyolojik bir silahı 45 dakika içinde hedefe gönderip gönderemeyeceği. Ben böyle anlıyorum.
ÖM: Bunu neyle gönderiyoruz?
HE: Bu silahlar laboratuvar ortamında üretiliyorlar, değil mi? Demek ki laboratuvar ortamından çıkarılacak, neyle atılacaksa o başlığın içerisine yerleştirilecek, bu başlığı taşıyan -top mermisi olabilir, uçağa yüklenmiş bir bomba olabilir, füze olabilir- silah hedefe gidecek ve bunların hepsi 45 dakika içinde olacak. Diyelim ki bu maddeler hazır, laboratuvarda filan değil, üsse koyduk, hazır duruyorlar. Burada 45 dakikada nereye gidebilir sorusunu soralım.
Herhalde bu kimyasal ya da biyolojik başlık taşıyan bir top mermisi ile Bağdat’ın 30 km ötesine bir hedefe göndermekten söz etmiyoruz... Yanlış anımsamıyorsam hedef lafları edilirken, “Aman Kıbrıs’taki Akrotiri üssünü filan vurur” deniyordu.
ÖM: Hayır, Ankara’yı filan vuracağı söylendi.
HE: Ankara’yı vuruyor, Tel Aviv’i vuruyor, Akrotiri’yi vuruyor... Demek ki 45 dakika içinde uzunca menzilli bir hareket yapmasından söz ediyoruz. Topçu atışından değil...
45 dakika - Böyle tanım olmaz
ÖM: Zaten bunun İngiltere ve ABD’de tehdit olarak algılanması için mutlaka o ülkelere göndermesi lazım...
HE: Evet Irak’ın kendi toprağında birine bu mermi ile ateş etmesi diğer ülkeler için tehdit olarak düşünülemez herhalde?
ÖM: Bu savaşa sırf bunun için girildi de!
HE: Peki nasıl ve neyle gönderebilir? Bakınca tek seçenek füze görünüyor... Çünkü Irak Hava Kuvvetlerinin donanımı bunu uçakla yapmak için yeterli değil. Irak’ın elinde bunu yapabilecek kapasitedeki tek uçak Sukhoi Su-24 bombardıman uçağı idi. Bazı dedikodulara göre –yazılı olarak görmedim ama konuyu bilen bir tanıdığımdan duydum- “ilk Körfez Savaşında, Irak İsrail’e karşı bu uçaklarla bir saldırı düzenlenmeye çalışmış ama ABD Hava Kuvvetleri bunu engellemiş.” O zaman bu uçaklar faaldi. Oysa sonra ambargo ve diğer nedenlerle bu uçaklar uçabilir durumdan çıktı. Zaten savaş sırasında gördük, Irak Hava Kuvvetleri uçmadı bile.
ÖM: Zaten Birinci Körfez Savaşında da senin etraflı olarak yazdığın gibi İran’a teslim etmişti bütün uçaklarını.
HE: Evet. Özellikle de Su-24’ler kaçtı. Sonuç olarak Irak’ın elinde uçabilir durumda uzun menzilli bombardıman uçağı yoktu. Zaten Irak bunlarla saldırsa saldırsa, İsrail’e saldırabilirdi. Akrotiri’ye filan gidemezdi...
Geriye füze kalıyor. Irak’ın bu menzile sahip tek bir füzesi var, o da El Hüseyin. [Bir de El Abbas var... Daha uzun menzilli. Hep haritalarda nereye ulaşabileceği gösteriliyor. Ama bu füze kağıt üstünde var, başarılı olamdığı için seri üretime geçilemedi.] El Hüseyin’in bir özelliği var, bu sıvı yakıtlı bir füze. Sıvı yakıt son derece yanıcı bir madde. Füze ateşlenmeye karar verilince içine yakıt dolduruluyor ve sonra ateşleniyor. Fakat bu çok vakit alıyor, öyle 45 dakika filan değil, saatler alıyor. [El Huseyin, Sovyetler Birliği’nin geliştirdiği Scud-B füzesinden türetilmiş bir silah. Sovyet Ordusu 1970'lerde bu silahı 90 dakika dolaylarında savaşa hazırlıyabiliyordu. Hindistan’ın Prithvi füzesinin hazırlık süresi 6 saat filan alıyor. Irak’ın her iki ülkeden de çok daha etkin olduğunu düşünmek için hiç bir neden yok.] Dolayısıyla bu füzeyi 45 dakikada hareket ettirmek için ya Iraklıların deli olması, füzenin içine bu kadar tehlikeli bir yakıtı yükleyip güneşin alnında saatlerce tutup atış emri gelmesini beklemeleri gerekli (ki bunun olasılığı çok düşük), ya da katı yakıtlı bir füze ile bu işi yapmaları...
Irak’ın elinde katı yakıtlı füze var. İngiliz hükümetinin Iraq' Weapons of Mass Destruction- The Assessment of the British Government, 23 Eylül 2002 adlı dökümanında ‘gizli’ diye belirtilen bir füze. Resmi geçitte fotoğrafı çekilen bir füze nasıl gizli oluyorsa? Bu da El Ababil (ya da Ababail-100) füzesi... Ama bu füzenin de menzili yalnız 140 km... Yani sözü edilen hedeflere gitmesi olanaksız....
ÖM: Yani Londra’yı pek vuramaz?
HE: Füzeyi Londra’ya götürüp ateşlersek vurur... Zaten Irak’ın elinde hiçbir zaman Londra’ya ulaşabilecek bir füze olmadı.
İşte bu anlattıklarım nedeniyle “45 dakika” ile neyin kastedildiğini anlamak olanaksız. Bu benim söylediklerimi İngiliz yetkililerin bilmemesi olanaklı değil. Bunları değiştirecek bir bilgi de vermiyorlar... Eğer, tanımı hazır olan, içerisine sıvı yakıt konulmuş bir füzenin tepesine başlığını 45 dakikada koymak diye değiştirmişlerse, tutarlılık sağlanır ama böyle tanım olmaz.
ÖM: Yalnız koskoca İngiliz istihbaratının başı da bir tuhaf yani, nasıl yalan söyler?
HE: Tabii ben amatör biriyim, okuduklarıma bakıyorum. İngilizce okuyabiliyorum yalnızca. Okuduklarımnın çoğu da Amerikan dokümanı. Benim bilgilerim bunlarla sınırlı. O ise bir istihbarat başkanı, belki Irak’ın dehşetengiz silahları olduğunu biliyordur, ondan söylüyordur... Bir de bunların nerede olduklarını söylese...
ÖM: Evet, onu açıklamıyor. Çok teşekkür ederiz, müthiş teknik bir söyleşi oldu; belki bunu rapor olarak da Britanya’ya göndermemiz gerekebilir, bilgi eksikliği olmasın diye.
Bir de sen özellikle komşularımızın ekonomik durumu ile ilgilenen Türkiye’deki ender insanlardan birisisin, İran’ın mevcut ekonomik durumu hakkında da biraz bilgi verebilir misin?
İran Ortadoğu'nun en hızlı büyüyen ekonomisi
HE: “Küreselleşme süreci içindeyiz” diyorsak önce komşularımızı iyi tanımamız gerektiğini düşünüyorum. Ben kendi hesabıma bunu iki alanda yapmaya çalışıyorum, müzikte (klasik müzik) ve iktisatta. İran’ın ekonomisine bu nedenle eğilmek istedim.
İran ekonomisi öyle çok kötü durumda değil, “İran ekonomisi batıyor, vs.” diye bazı laflar çıkıyor gibi ama pek öyle değil. International Institute of Finance'ın (IIF) [özel bankalar birliği gibi bir kuruluş] 20 Haziran 2003 tarihli son raporuna baktım. IMF’in geçen sene yayınlanan değerlendirme raporuyla da karşılaştırdım. Bunlara dayanarak özetliyorum:
2000 yılından bu tarafa bakalım. Ancak bilindiği üzere İran’da takvim farklı, Hicri yıl Miladi iki yıl arasında bölüşülüyor. Bu durumda Hicri 1379’dan başlamış oluyoruz. Bu da 2000/2001 yılı oluyor. Bu yılda İran’ın gayri safi yurt içi hasılası (GSYIH) % 5.2 artmış. 2001/2002’de büyüme hızı % 5.8 olmuş. Bu yıl, yani 2002-2003’de ise % 7.6 büyüyeceği tahmin ediliyor. Ancak gelecek yıl, 2003/2004’de, büyüme hızının biraz azalacağı ve % 5.8 olacağı öngörülüyor. Iran son zamanlarda Ortadoğu’nun en hızlı büyüyen ülkesi görünümünde...
Özel tüketim de artıyor. İran devriminden sonra epeyce sarsılmıştı ülke, ciddi gönenç (refah) düşüşüne yol açmıştı bu çalkantılar. Tülketim düzeyi düşmüştü. Şimdi bu da değişmişe benziyor. Öte yandan yatırımlarda da artış var. Bu bilgiler aşağıdaki tabloda özetleniyor:
Değişim Hızı (%) | 2000/2001 | 2001/2002 | 2002/2003 | 2003/2004 |
GSYİH | 5.2 | 5.8 | 7.6 | 5.8 |
Özel Tüketim | 7.1 | 4.7 | 5.2 | 4.5 |
Gayri Safi Sabit Sermaye Oluşumu | 4.5 | 9.9 | 11.8 | 10.0 |
İran’ın dış ticaret dengesi fazla veriyor, yani ihracatı ithalatından daha fazla. Bunun temel nedeni de petrol ihraç eden bir ülke olması. İran ekonomisinin bir temel özelliği, ekonominin yüzde 15'inin petrol ve doğalgaz kesimi tarafından oluşturulması, buna karşılık ihracatın büyük bir kısmının (IMF kaynaklarına göre 2001/2002'de bu oran % 82) bu kesimtarafından yapılması.
Son yıllarda İran ekonomisinde görülen olumlu gelişmelerin önemli bir nedeni de petrol fiyatlarındaki artışlar. (Örneğin 1999/2000’de (Hicri 1378 yılı) varil başına 18.2 $ olan ham petrol fiyatı 2000/2001 de 24.8 $ ve 2001/2002’de 21.3 $ olmuş. IIF 2002/2003’de 25.2 $ olacağını tahmin ediyor. Bunun sonucu olarak da İran örneğin 1999/2000 yılında 2.1 milyon varil petrol ihraç edip 13.8 milyar $ kazanırken 200/2001 yılında ihracatını sadece 200 bin varil artırmasına rağmen gelirini 20.8 milyar $ çıkarabilmiş. Bunun anlamı ülkenin iktisadi performansının petrol fiyatlarına karşı çok duyarlı olması. Bu bir anlamda da zayıflık göstergesi... Çünkü denetleyemediği bir dış değişkene çok bağlı İran...
Gelecek yıl içi dış ticaret dengesinin açık vermesi hatta bunun cari dengeyi de vurması bekleniyor. Ama son üç yılda cari denge hep artı olmuş. Ancak cari denge fazlasının GSYIH'ye oranı de hızlı bir düşüş eğilimi göstermiş. 2000/2001 yılında % 14.9 iken, 2001/2002de % 6’ya düşmüş. Bu yıl ise ancak % 3.9 olacağı tahmin ediliyor. Gelecek yıl için ise öngörü, açığın GSYIH’nin % –0.3’ü olacağı biçiminde.
Bu ülkenin bizden çok farklılaşan bir tarafı dış borç yükü... Bu yıl dış borç stoku ne kadar biliyor musun? Sadece 8.7 milyar Dolar... bizimki 133 milyar Dolar olduğunu anımsatayım.... Iran’in dış borç stoku dünya ölçüsünde de son derece düşük. Dolayısıyla cari açık vermesi, hele GSYIH’nin binde 3’ü gibi çok küçük bir oranda açık vermesi Iran açısından hiç de sorun doğuracak bir konu değil.
Buraya kadarki olaylar iyi gözüküyor. Ama fakat ülkenin aslında durumu o kadar da iyi değil... Hatta, uzun dönemde tehlike sinyali olarak düşünülebilecek oluşumlar söz konusu.
Önce enflasyona bakalım. Iran’da enflasyon bizim inmeyi düşlediğimiz düzeylerde: 2002/2003 için % 17.5 olacağı tahmin ediliyor. Ama daha önceki iki yılda sırasıyla % 11.3 ve % 11.7 imiş... Gelecek yıl için öngörülen ise % 16. O da önlemler alınır ve etkili olursa...
Bankacılık sorunlu
Peki bizim inmeye çalıştığımız enflasyon düzeyine İran çıkıyor diye endişelenmek gerekir mi? Galiba evet...
Parasal göstergelere baktığımız zaman şunu görüyoruz: İran Merkez Bankası rezerv parayı, yani kendi bastığı parayı, kontrol etmeye çalışıyor. Bu yıl bu büyüklüğün % 12.6 oranında artacağı tahmin ediliyor. Ancak M2 olarak adlandırılan geniş anlamda para sunumu çok daha hızlı artıyor. 2000/2001’de % 30.5, 2001/2002’de % 25 artmış 2002/2003’de de % 30 artacağı tahmin ediliyor. Kredi hacminde de benzer hızlı artışlar var. 2000/2001 yılında % 30.5 ertesi yıl % 25.8 artmış. Bu yıl için tahmin % 30.1 dolaylarında. Yani bu ekonomide parasal büyüklükler hızlı artıyor. Bir ekonomide parasal büyüklüklerdeki artış bir yerde enflasyonu azdırır. Belki zamanını kestirmek zordur ama olacaktır.
Peki neden böyle oluyor? İran’ın güçlü bir Merkez Bankası var, Bank Merkezî, ve buradaki insanlar ne yaptıklarını biliyorlar... Neden müdahale etmiyorlar, diye düşünüyor insan... Anlaşılıyor ki siyasal yapıdan gelen bazı engelleyici etkiler var.
Öte yandan İran’da devletin hakim olduğu bankacılık kesiminin durumu da iyi değil... Mevcut bankaların sermaye yeterlilik oranları, devletin verdiği desteğe rağmen, uluslararası kabul edilen alt sınırın bile altında... Özel bankacılığa bir süre önce izin verildi. Ama henüz bu faaliyet çok sınırlı.
Ülke dengelerini büyük miktarda sübvansiyon vererek sağlıyor. Devlet bu mekanizmayla insanları tatmin etmeye çalışıyor. Sübvansiyonların GSYH’ye oranı % 15. Bu oran çok yüksek, sanırım dünyadaki en yüksek sübvansiyon oranı... Burada enerji fiyatlarına verilen sübvansiyon çok önem taşıyor. Bunun miktarı GSYH’nın % 10’una ulaşıyor. Bu ekonomide özel faaliyetlerin yürüyebilmesi bile devletin çok büyük desteği ile olanaklı gibi... Bu kamu açıklarının büyümesine yol açıyor. IIF’in rakamlarına göre geçen yıl GSYIH’nin % 4.5 ulaşan bütçe açığını bu yıl denetim altına almaya çalışmışlar. Bu nedenle 2002/2003 dönemi için bütçenin, GSYH’nin % 0.8 oranında fazla vermesi bekleniyor. Ama IIF gelecek yıl için GSYIH’nin % 3.9’u oranında açık öngörüyor.
Özetle kamu dengesi, bugün çok bozuk görünümü vermese de, ileriye doğru bakıldığında tehlike sinyalleri duyuluyor. “Sen raporlara bakıyorsun da İranlılar görmüyor mu?” diye sorabilirsin. Tabii görmemeleri mümkün değil, görüyorlardır. Yalnız bu ülkede bir mufazakârlar-reformcular çekişmesi var. Bu siyasi kilitlenme reformları engelliyor. Yakın yıllarda yaptıkları tek reform tek bir döviz kuruna geçmekti. Eskiden çoklu kur vardı, yani ihracatta başka kur, vs. tabiatıyla karaborsa kuru, vs. şimdi bunda tek bir kura geçildi. Ama onun ötesinde pek bir faaliyet yok. Oysa ciddi reformların bir an önce yapılması zorunlu.
Bütün bunlardan sonra, yani bir petrol zengini diye düşündüğünüz ülkenin adam başına geliri sadece 1750 Dolar.
İran’ın bir başka sıkıntısı daha var. Dış alemde de ciddi bir sorunla karşılaşmış durumda. ABD, İran’ı nükleer silah yapmakla itham ediyor, bundan dolayı da olumsuz bir tavır almış durumda. Bu İran’ı sıkıntıya düşürüyor. İran, AB ülkeleri ile daha yakınlaşmaya çalışıyor, fakat o ülkelerin de kafasında İran’ın nükleer silah programı bir soru halinde duruyor.
ÖM: Aslında bu tam bir açmaz, çünkü çevresinde de İsrail başta olmak üzere nükleer ve diğer biyolojik, kimyasal vb. pek çok silah sahibi ülkeler var, tehdit altında. Daha sonra uzun boylu belki konuşuruz ama, ambargo da uygulanıyor çok uzun yıllardan beri İran’a, onun da ekonomiye büyük etkileri oluyordur herhalde?
HE: Tabii.
(28 Ağustos 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)