Eko Notları: Gelişme istihdam sorununu çözmüyor

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları -  53

 

Ömer Madra: Bugünkü konumuz her zaman ele almaya çalıştığımız, özellikle senin çeşitli boyutlarıyla önemle üzerinde durduğun işsizlik. Türkiye’de krizlere de bağlı olarak endişe yaratan işsizlik konusunda nereye gidiyoruz?

 

Hasan Ersel: İşsizlik konusunda DİE yeni bazı bilgiler yayınladı, öte yandan yeni bazı araştırmalar da var. Bunların ışığında işsizliğe bir kez daha bakmanın uygun olacağını düşünüyorum. Hatta bunu yapmakta geç bile kaldık diyebilirim, kendi hesabıma.

 

İşsiz sayısı 2002 yılında (yani ekonominin %7.8 büyüdüğü yılda) %26.8 artmış, 510 bin kişi daha işsiz kalmış. Toplam işsiz sayısı ise 2.412.000 kişi. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün yaptığı hane halkı işgücü anketindeki rakam bu. Yani kayda geçenleri söylemiş oluyorum bu rakamı vermekle. Belki, gerçekte, daha fazladır ama kayıtlardan bilebildiğimiz bu.

 

ÖM: 2.5 milyona yakın bir işsiz kitlesi çok düşündürücü.

 

HE: Bu artış oranı kentsel yerlerde daha fazla, %29’un biraz üstünde... Kırsal kesimde ise daha az: %19. Yani kentsel kesimde, modern kesimde, işsizlik oranı daha fazla artmış geçen yıl. 2001 yılında Türkiye’de işsizlik oranı (yani işsiz olanların çalışabilir nüfusa oranı) % 8.5 imiş, bu oran 2002’de %10.6’ya yükselmiş. Bu rakam Avrupa ortalamasının epey üstünde, Avrupa’da işler iyi gitmemesine rağmen % 8 dolaylarında. (Gerçi bazı ülkelerde epeyce yüksek ama...)

 

Tarımda işsizlik genelde daha küçük oluyor. Çünkü aile işletmeleri var, bu işletmelerde kim çalışıyor kim çalışmıyor belirlemek zordur. Tarım dışı işsizlik oranı 2001 yılında %12.6 iken, 2002’de %15.1’e yükselmiş. Ben serilere baktım, bu 1991 sonrası en yüksek işsizlik oranı rakamı.

 

ÖM: Hangi dönem için?

 

HE: 1991 sonrası. Galiba daha öncesi için güvenilir istatistik yok. Ama benim bakmamın nedeni 1991’in Türkiye’nin sermaye hareketleri serbestleştiği, bugünkü ortama girdiği tarih diye düşünüyor olmam.

 

ÖM: Bir rekor var, bu çok düşündürücü.

 

HE: Peki bu işsizler kimler. DİE’nin web sitesindeki bilgilerden çeşitli özellikleri çıkartmak olanaklı (cinsiyet, tahsil vs.) Ben sadece bir boyut üzerinde duracağım kısaca, 2001 yılında işsizlerin % 21’i işten çıkartılanlarmış, kalanlar ise yeni iş arayanlar. 2002 yılında oran değişmiyor, aşağı yukarı aynı ama rakam 491 bin kişiye çıkıyor. Bu okuduğum rakamlar ciddi derecede kaygı uyandırması gereken rakamlar.

 

Ben bir de 1991 ile 2002 yılları arasındaki rakamları karşılaştırdım. Toplam istihdamdaki artışa baktım. Yani Türkiye bu dönem içerisinde yeni kaç kişi istihdam edebilmiş? 1991’de Türkiye’de toplam istihdam 19.100.000 imiş, 2002’de 20.200.000 kişiye çıkmış, 12 yılda toplam artış % 6.1. Bu iyi bir rakam değil...

 

Tarım dışı kesime baktığımızda görünüm o kadar kötü değil. Tarım dışı istihdam % 37artmış aynı dönemde... Ama ülkenin nüfusundaki artış gözönüne alındığında, hele bu kesimin ekonomi içindeki ağırlığının artmasıyla birlikte düşünüldüğünde bu sonucun işsizlik sorununu çözmeye yetmeyeceği ortaya çıkıyor. Çünkü tarım kesiminde istihdamda %27’lik düşme olmuş. Tarım kesiminde emek fazlası var, bu diğer kesimlere ihraç ediliyor. Dolayısıyla tarım dışı kesim hem nüfus artışından kaynaklanan, hem de tarımın ihraç ettiği yeni istihdam istemini karşılamak durumunda. Ama işsizliğin artıyor olması bu yönde yeterli başarı sağlanamadığını gösteriyor.

 

ÖM: Peki bu gidişin muhtemel sonuçları hakkında da bir kaç cümle söylemek mümkün olabilir mi?

 

HE: Bu işin kolay bir çözümü yok... Akla ilk gelen kamu kesiminde istihdam yaratılması. Ama o zaman iki tane sorunu bir arada düşünmemiz lazım. Bunlardan ilki kamu kesimine insanları doldurup orada etkinsiz bir yapı yaratmanın maliyeti olduğu. Bunu gördük, görmekteyiz de. Dolayısıyla işsizliğin böyle bir çözümü aslında yok.

 

İkinci bir nokta daha var. Türkiye’deki kamu hizmetinde çalışan sayısının nüfusa oranı Avrupa ülkelerindeki oranın yarısından az. Aslında kamu hizmetlerinin daha iyi verilebilmesi için belki çalışan sayısını arttırmak gerekir. Ama bu işsizliğe çare bulmak için oraya alıverilenlerle olmaz. Kamu kesiminde kimlerin istihdamının arttırılacağı çok önemli. Kamu kesiminde çok büyük nitelikli eleman açığı var.

 

ÖM: Burada paradoksal bir durum var.

 

İstihdam ve işsizlik konusunda kaynaklar 

 

HE: Evet.  Kamu kesiminde istihdamı artırmak ucuz bir yol değildir. Kamu kesiminde bir kişiyi, bir uzman mühendisi istihdam etmeniz, kamu hizmetinin çok daha iyi görülmesini sağlar. Ama bu insana hakkı olan, kabaca piyasa ölçütlerine uygun ücreti vermeniz gerekir. Buna karşılık 10 tane nitelikli olmayan kişiyi istihdam ettiğiniz zaman belki onları düşük ücret vermenize rağmen, bir süre için, mutlu edebilirsiniz ama kamu hizmeti verilmiş olmaz. Kamu kesiminde bir kişinin istihdam edilmesinin savunulabilir bir nedeni olması gerekir. Bu gereksinim de kamu kesiminin işlevinin değişmesine koşut olarak değişecektir. Kamu kesimindeki reformlara bu bağlamda bakmak gerekir. Kamu hizmetlerinin düzeyinden kimse memnun değil. Hem bu düzeyi yükseltmek hem de gereksiz istihdama yol açmamak gerekli. Dolayısı ile “kamu kesimini insanlarla doldurarak işsizlik sorununun içinden çıkmak olanaklı değilse, “kamu kesimini boşaltarak” kamu hizmetleri sunumunu doyurucu düzeyde tutma sorunu çözmek de olanaklı değil.

 

Türkiye’de istihdam ve işsizlik konusunda benim görebildiğim 4 tane önemli çalışma var –atladıklarım muhakkak olmuştur.

                                                                                                     

Bunlardan ilki hocamız Tuncer Bulutay’ın Employment, Unemployment and Wages in Turkey, (Ankara: ILO& SIS Publication, 1995) adlı kitabı. Bu kitap Türkiye’de istihdam, işsizlik ve ücretler konusunda verilerin sistematik bir biçimde toplanması ve çözümlenmesini yaparak hem tarihimize ışık tutmuş hem de bu konunun araştırmacıların ilgisini çekmesine büyük katkı yapmıştır. Hocamız bu çalışmalarına devam da ediyor, bazı çalışmaların koordinatörlüğünü üstlendi. Allah razı olsun demek lazım.

 

Peki bu yapıtın açtığı olanakları kullanan çalışmalar çıktı mı? Evet, üç çalışma daha biliyorum. İlki Seyfettin Gürsel ve Veysel Ulusoy’un Türkiye’de İşsizlik ve İstihdam (İstanbul: Yapı Kredi Yayıncılık, 1999). İkincisi Hacer Ansal, Suat Küçükçiftçi, Özlem Onaran ve Benan Zeki Orbay’ın Türkiye’de Emek Piyasasının Yapısı ve İşsizlik (İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2000). Geçen senenin Aralık ayında Seyfettin Gürsel, Haluk Levent, Enver Taştı, Arzu Yörükoğlu, Ayla Saygılı Erçevik ve Pelin Tercan’ın kaleme aldıkları Türkiye’de İşgücü Piyasası ve İşsizlik (İstanbul, Tusiad Yayını, 2002) başlıklı çalışma.

 

Bu çalışmalarda çözümün nerede olabileceği konusunda farklı arayışlar ve öneriler var. Ama hepsi Türkiye’deki işsizlik sorununun son derece ciddi olduğunda birleşiyor.

 

İstihdam konusunda karşılaştığımız sorun şuna benziyor: Türkiye ekonomisini küreselleşen dünyaya uyarlamaya çalışıyor, bu belli teknoloji seçimlerini gündeme getiriyor, bu teknoloji seçimlerinin de en fazla istihdam sağlayanlar olması pek mümkün gözükmüyor. Özel kesimde bir firma kendisinin kârlı olarak yaşayabilmesi için uygun teknolojiyi seçtiğinde çok az kişiye istihdam sağlıyor olabilir. (Bu mutlaka böyle olacaktır anlamına söylemiyorum, ama öyle olabilir.) Bu yüzden istihdam sorununu çözmeyi hedefleyen bir iktisat politikasına gerek var. Yoksa “ekonomi gelişecek, yeni firmalar açılacak, bu süreç istihdam sorunu kendiliğinden çözer” demek olanaklı değil.

 

Ama bu politikanın da çok dikkatle yürütülmesi gerekli: “kamu kesiminde filan firmaya 6 kişi daha alıverelim” demek istihdam politikası uygulamak anlamına gelmez. Olsa olsa içine düştüğümüz krizin bir benzerine ortam hazırlamaktır.

 

Önümüzdeki dönemde Türkiye’de işgücü piyasasında karşımıza çıkacak bir sorun daha var. İş olanaklarının varlığı ve iş arayanların olması bunların mutlaka örtüşecekleri anlamına gelmez. Çünkü iş vermek isteyenlerin istediği nitelikler, emeklerini sunanlarda yoksa hem iş arayanlar hem de işçi istemi (boş yerler) beraberce artabilir. Bu sonuçta eğitim sorununa bağlanıyor. Teknik öğretim, okul sonrası eğitim gibi konuların ciddiye alınması gereğine bağlanıyor.

 

ÖM: Bu çok önemli bir mesele. İki küçük soru sormak istiyorum, bir tanesi daha önce de konuştuğumuz gibi büyüme rakamları yüksek görünüyor, ama büyümenin yeterince istihdam yaratmadığı ortaya çıkıyor. Bunu nasıl açıklıyoruz? Bir de, işsizliğin sosyal, toplumsal huzur açısından değerlendirilmesi? Sosyal psikoloji alanına giriyoruz belki.

 

Enflasyona benzemez

 

HE: Önce ilk konuya değineyim, Türkiye’nin kabaca geçmiş büyümesi baktım, 1991-2002 döneminde Türkiye’nin ortalama büyüme hızına baktım, %3.1 gibi bir rakam çıktı, istihdam artışı ise % 1.1 dolayında. Türkiye hızlı istihdam artışını sağlayamıyor. Büyüme hızının bir miktar altında istihdam artışı sağlıyor. (Soruna tarımdan gelen etkiyi giderecek biçimde bakarsak, Türkiye’de tarım dışı gelirdeki artış hızı 1991-2002 ortalaması olarak yaklaşık % 3.3; tarım dışı istihdam da ortalama % 3.1  artmış. Bu rakamlar sadece kaba bir fikir vermek için. Çünkü farklı dönem alındığında, örneğin kriz yılları dışarıda bırakıldığında değişik rakamlara ulaşmak olanaklı.)

 

Türkiye’nin bundan sonra da büyüme hızının altında istihdam artışı yaratması biraz kaçınılmaz gibi. Bu olayı şöyle de görüyoruz. Geçen seneye, yani 2002’ye bakalım. 2002’de istihdam edilen ve işsiz kalan sayısı arttı dedim. Bu nasıl olmuş? 2002’de sanayi % 9.4 hızla büyüdü.

 

ÖM: Ben de onu sormak istedim.

 

HE: Sanayi sektöründe de istihdam artışı gerçekten olmuş, rakamlar onu gösteriyor ama, bu artış %4.1’de kalmış. Büyüme emek piyasasındaki fazlayı emmek konusunda sınırlı etki yaratabilmiş. İşte bu nedenle istihdamın şekillendirilmesi, insanlara yeni beceriler kazandırılması ve büyümenin yeniden biçimlenmesi bağlamında sorunun bu boyutunun politika olarak tasarlanması gerekiyor.

 

Bu da kolay bir iş değildir, insanları ilerice bir yaşta, belli bir iş deneyiminden sonra başka bir yere yönelteceksiniz. Bu emir-komuta ile olacak iş değildir. Özendirim gerekli, özel eğitim programları gerekli vs. Bu konuda hiçbir şey yapılmıyor demiyorum. Özel kesimde görüyoruz. Firma içinde bir faaliyet alanında insan gereksinimi düşünün, oradaki insanlara belli bir eğitim vererek başka alanlara kaydırma uygulaması var. Ama sorun bunun daha geniş ölçekte buna benzer uygulamaların yapılması ve yaygınlaşmasını sağlamakta.

 

İkinci soruya gelince. İşsizlik enflasyon gibi bir olay değildir. Enflasyonda yaşadığınız olay elinize gelirle alabileceğiniz mal ve ürünlerin biraz azalmasıdır. İşsizlik, evin büyüklerinin, annenin, babanın eve boyunları bükük “ekmek yok” diye gelmeleridir. Bunların arasında büyük fark var. İnsan yaşamını etkileme biçimi farklıdır. Kişinin yaşama, topluma, komşularına küsmesine yol açan bir olgu bu. Onun için de işsiz olan bir kişiye “herhalde hak etti de işsiz kalmıştır” diye değil, “ona bu döneminde nasıl destek verebiliriz? Onun ve ailesinin yaşamını olabildiğince sarsıntısız atlatabilmesi için ne yapmalıyız?” biçiminde yaklaşılması gerekli. Avrupa’daki işsizlik sigortası benzeri düzenlemeleri kastediyorum. Ama unutmamak gerekiyor, bunlar çok pahalı sistemlerdir, o nedenle bizim bunları kabul ederken de dikkat etmemiz gerekiyor.

 

ÖM: Özet olarak bir çeşit yeniden yapılandırma, bir reform gibi ele alınıp planlanması gerekiyor?

 

HE: Öyle. Çok kısa vadede de mucizevi sonuç beklememek lazım.

 

ÖM: Bu yönde bir gelişme görülüyor mu, seziliyor mu?

 

HE: Biliyorsunuz bu işsizlik sigortası düzenlemeleri, vs. başladı, şu noktada yetersiz diye düşünebiliriz, ama başlamış olması da iyi. Olayı biraz yakından takip etmek, özellikle de benim vurguladığım bu eğitim boyutu üzerinde çok durmak lazım ki, işgücü piyasasındaki hiç olmazsa bundan kaynaklanabilecek tıkanıklıkların açılabilsin.

 

(29 Mayıs 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)