Ömer Madra: “Türkiye’de sanayi üretimi patladı” diye bir haber var.
Hasan Ersel: Allah korusun! Patlamak, filan...
Şerif Erol: Büyüme trendine girdiğimiz de haber veriliyor ayrıca…
HE: O iyi. İyi bir rakam var sanayi üretiminde. Toplam sanayi üretimi %18.7 imalat sanayi %20.5 arttı. Her halükarda bu iyi bir şey, bir kere onunu adını koyalım. Mart ayında elde edilen sonuçlar, “aylık sanayi üretimi serileri” ile bakıldığında yılın ilk üç ayında sanayi üretiminde artış olduğunu gösteriyor. Ancak dikkat edilmesi gereken birkaç nokta var. Bu yıl, geçen yıla oranla üç gün daha fazla çalışılmış. Tatillerden gelen bir etki bu. Ama bu Mart ayında üretimin artışı olduğu gözlemini değiştirmiyor. Gün başına üretim 2002 Mart ayında, hem 2001 Mart'ına hem de işlerin çok daha iyi olduğu 2000 Mart'ına oranla daha yüksek. Örneğin 2000 yılına oranla %5 dolaylarında artış var. Yani bu düzeltmeyi yaptığımız zaman da durum iyi. Üretim geçen sene meydana gelen düşüşü (toplam sanayide %7.6, imalat sanayiinde %7.4) telafi edip onun üzerine çıkmış. Sabah gazetelere baktım. Bazı yorumcular “tamam, oldu bu iş” havasında yazılar yazmışlar. Ben sorunun onların ortaya koyduğu kadar basit olduğunu sanmıyorum. Mart ayındaki sohbetlerimizi anımsarsak, bir canlılıktan bahsetmiştim. Bankaların aracı olduğu para akımlarında ciddi artışlar gözleniyordu. Buna karşı kredilerde bir canlanma yoktu. Bunda hayıflanacak birşey yok aslında… Bir ekonomi canlandığında krediler hemen canlanmaz. İnsanlar (ve firmalar) önce ellerindeki kaynakları kullanır, canlanmanın devam ettiğini görürlerse kredi arayışına başlarlar. Mart ayında da krediler canlanmadı ama para hareketlerinde bir canlılık vardı. Nisan ayında ise canlılık Mart gibi değil. Yanlış anlaşılmasın, eğilim tersine dönmedi. Sadece Mart ayındaki kadar hızlı bir canlanma yok.... Benzer bir durumla daha önce de karşılaşmıştık. Ocak ayının ilk yarısında da hareketlilik vardı. Sonra durdu. Bu noktada şu soruyu sormak lazım, “acaba bu üretim artışı, stoklardaki aşırı düşüşü gidermek için, deyim yerindeyse, bir defalık bir olay mı yoksa talep artışı bekleyişinin sonucu olarak süreklilik kazanabilecek nitelikte bir hareket mi?” Takdir edersiniz ki bir aylık gözlem bu soruyu doyurucu biçimde yanıtlamak için yeterli değil…
ÖM: Onu soracaktım. Bir detay gibi görünüyor ama önemli bu fark, bunu nasıl öğrenebiliriz?
HE: Nisan ayı sonuçlarını bekleyelim. Nisan ayında bu kadar büyük, dramatik olmasa bile sanayi üretiminde artış devam ediyorsa, insanlar talep artışı bekliyorlar diyebiliriz. İşte bu nedenle “tamam, köşeyi döndük gidiyoruz” da yanlış, “boşverin bundan bir şey çıkmaz” da … Kanımca stoklardaki düşmeyi gidermek için üretim artmış olsa bile iyi bir işaret olarak kabul edilmelidir. Herhalükârda bir ümit olduğunu gösteriyor. Çünkü hiç mal satamıyacağınızı düşünüyorsanız , stok da biriktirmezsiniz, kapıyı kapar gidersiniz. Demek ki hava böyle değil. O açıdan fevkalade olumlu görüyorum ben olayı.
Ancak bir nokta daha var. Aylık anketler sınırlı sayıda mal üzerinden yapılıyor. Daha etraflı bilgilere dayanan üç aylık anket sonuçları çok farklı sanayi üretimi artış hızları verebiliyor. Bunu “değişecektir” anlamında söylemiyorum. Değişiklik olursa şaşılmasın diye söylüyorum. Aylık anket 403 madde üzerinden yapılıyor, 918 işyerinden toplanıyor. Oysa üç aylık sanayi üretimi 3000 işyerinden 2005 madde üzerinden toplanıyor. Dolayısı ile bir kapsam farkı var. Üç aylık anketlerden elde edilen sonuçlar da milli gelir hesabına daha yakın. Bunlar biraz daha geç yayınlanıyor. Yayınlanınca durumu daha iyi göreceğiz.
ÖM: Daha sağlıklı sonuçlara varabilmek için Nisan ayı rakamını beklemek gerekiyor yani?
HE: Altını çizmek istediğim son bir nokta daha var. Türkiye’nin zaman serileri gösteriyor ki, canlanma olduktan bir süre sonra krediler hareketlenmezse canlanma devam edemiyor. Ekonominin yeni bir büyüme yoluna oturabilmesi için kredilerde canlanma olması lazım. Onu henüz görmüyoruz. Üstelik kredi canlanması bu sene daha da önemli. Çünkü geçmiş senelere oranla şirketler kesiminin mali bünyesi, geçen sene yaşadığımız kriz nedeni ile, epeyce zayıf. Yani kredi talebi daha erken gelecek. Bu bankacılıktaki dengelerin oturmasının neden önemli olduğunu gösteriyor. Bankacılık kesimi böyle bir kredi talebine olumlu tepki gösterebilirse, Türkiye büyüme sürecine girebilir.
ÖM: Peki üretimin dışında bir de enflasyon açıklamaları üzerinde de durabilir miyiz?
HE: Şu anda haberler iyi. Mesela, TÜFE %2.1 arttı… Bir ayda tabii… Yunanistan’ın yıllık enflasyonunun üstünde ama, bize göre iyi. Enflasyonda belirgin bir düşme eğilimi görüyoruz. Fiyat hareketlerinde her mal grubu için aynı hareketi görmüyoruz. Örneğin giyimde %13 artmış aynı ay. Tabii Nisan ayının özel bir durumu var. Yeni mevsimin giysileri çıkıyor, fiyatlar ayarlanıyor… TEFE % 1.8 artmış, bu da olumlu bir şey. Üstelik kamuda % 2.4 artarken, özel kesimde daha az artmış. Özel kesimin bileşimine baktığımızda ise tarımdan gelen olumlu bir etki görüyouz. Tarım kesimi fiyatları sadece % 1 artmış, imalat sanayi ise % 1.9 artmış, Madencilikte ise artış hızı % 3.9… Burada da etki büyük ölçüde ham petrol ve gaz çıkarımında fiyatların % 17.2 artmasından geliyor. İmalat sanayi içinde de bakıyoruz, ciddi fiyat artışı olanlardan kok kömürü, rafine petrolde % 2.7, kimyasal maddelerde % 3…Bu kesimlerde fiyat artışı görece hızlı. Özetle dünya petrol fiyatlarındaki artışın yansımasını görüyoruz. Bu kesimlerin ağırlığı da yüksek. Buna mukabil ağırlığı o kadar yüksek olmamakla beraber giyimde %7.4; (tüketici fiyat indeksinde de yüksekti), deri ürünlerinde %7.7, ağaçta %7 artış var. Ağırlığı çok düşük olmakla beraber tıbbi aletlerde ise %12’lik düşüş var. Fiyat hareketleri sektörler arasında çok farklılaşıyor. Bunun sektörlere özgü mevsimlik hareketlerle ilgisi var. Demin değindiğim, giyimde yaz kreasyonlarının çıkması gibi. Bu fiyatların bu ayda ayarlanmasına yol açıyor. “Çekirdek enflasyonun” % 1.9 çıkmasının nedeni de petrol, bunu da Merkez Bankası uyarmıştı zaten.
ÖM: Bu konuda yapılacak bir şey de yok herhalde, petrol fiyatının yükselmesi tamamen dış etkenlere bağlı bir olgu, öyle değil mi?
HE: Bir olumlu şey söyleyebiliriz kabaca, petroldeki fiyat artışı dünyada durdu gibi, yani önümüzdeki dönemde geçtiğimiz 6-7 aydaki gibi bir fiyat artışı beklenmiyor, o yüzden de enflasyonun üzerindeki etkinin de düşeceğini tahmin edebiliriz.
ÖM: Bir de çok kısaca Arjantin’deki gelişmelere bir göz atabilir miyiz lûtfen?
HE: Arjantin’de şu anda gelinen durumu şöyle özetleyebilirim. Ekonomiyi düzeltmek için her yöntem, şeytanın aklına bile gelmeyecekler uygulandı. Hiçbir olumlu sonuç alınamadı.
ÖM: Dün de zaten gene bankaların bazılarının önünde ciddi protesto gösterileri olmuş.
HE: Arjantin’in niye buraya düştüğü konusunda çeşitli teoriler var. Mali krizi vurgulayanlara göre kamu harcamalarının kısılması lazım. Bu IMF’nin de görüşü… Bütçe dengesini düzeltmek gerekir denildi. Ülke yıllardır bunu yapmaya çalışıyor. Ama değişen birşey yok. “Kendini doğrulayan kötümserlik teorisi” var. İnsanlar kötümser bu yüzden faiz oranları yüksek, bu da büyüme hızını düşürüyor. Çare likidite sorunun çözülmesi… IMF’den para istendi. 2001’de geldi. Aşağı yukarı 30 milyar $’lık bir paket. Sonuç değişmedi. Güçlü, inandırıcı bir politik lidere gerek var denildi. Domingo Cavallo geldi, yine olmadı. İşi döviz kuruna bağlayanlar çıktı. Dediler ki, “dövizi dolara bağladı ondan dolayı oldu”. Arjantin’liler bundan da vazgeçtiler. Yarısı Dolar yarısı Avro olan bir sepeti esas aldılar. Daha beter oldu. “Büyüme hızı düşük” dendi, büyümeyi geliştirecek sektörel rekabet planları yapıldı, hiçbir şey olmadı. Bu olayın nedeni siyasal kilitlenmedir denildi. Nasıl kilitlenmeyse, Arjantin parlamentosu, bizim parlamento gibi, her istenilen kanunu çıkardı, her istenilen yetkiyi de verdi gene bir şey olmadı.
Bana bu olay çok daha karmaşık görünüyor. Üstelik olayı düşündükçe sorunun Arjantin’e özgü olmayabileceği görüşü bende ağırlık kazanmaya başladı. Yani Arjantin’de olup bitenler Türkiye’nin de bazı sorunlarına ışık tutabilir diye düşünmeye başladım. Bunu belki başka bir zaman daha detaylı konuşuruz ama kısaca değineyim yine de… Küresel bir ekonomi içindeyiz, özellikle mali akımlar açısından, beğensek de beğenmesek de bu böyle. Ama küresel ekonomi ulusal devletlerden oluşan bir dünyada oluşuyor. Yani ülkeler de yaşamaya devam ediyor. Şimdi Arjantin’I böyle bir dünyada ele alaım. Bu ülkede şöyle ya da böyle demokrasi de var. Yani, bu ülkenin yönetimi kendi topraklarında yaşayanlarına karşı sorumlu, onlara hesap veriyor… Dolayısı ile onların, dünyanın kalanında yaşayanlara oranla, hükümetin gözünde daha çok ağırlığı var… Öyle de olması lazım demokrasi varsa… Bu durumda, şu soruyu soralım: Ülkenin dışarıya epeyce borcu var (132 milyar dolar kadar…) Bu borcu nasıl ödeyecek? Bazı kararlar alması gerekiyor. Ancak o kararları alırsa dışarıda yaşayıp Arjantin’e borç verenleri tatmin edebilecek. Ama bu kararlar ülkede yaşayanların durumunu zorlaştırabilir. Yani, dış yatırımcılar ile ülke sakinlerinin çıkarları çelişebilir. Bu durumda ne olacak? Kendinizi yabancı yatırımcı yerine koyun, şöyle düşünürsünüz “bu ülkenin hükümeti, tabii ki eninde sonunda kendi ülkesinde yaşayanları korur ve benim aleyhime karar alır.” Söz gelimi “ödeyemiyorum” der, ülke sakinlerini daha fazla sıkmamak için… Böyle olabilir diye düşünen yabancı yatırımcı da o ülkeye borç vermez ya da yüksek risk primi talep eder. Bu ise ülkenin mali dengelerini bozucu etki yapar. Bu durumda, yatırımcıya bu tavrı almamasını tavsiye etmenin bir anlamı yok, mümkün değil. Bu nedenle başta IMF olmak üzere herkes bizim gibi ülkelere “aman alacaklılarınızı tedirgin edecek, korkutacak birşey yapmayın” diyorlar. İşler ters gidince de “Aman tedbir alalım, aman size borç para verelim, onların korkmayacağı ortamı yeniden kuralım” deniyor. Ama o ülkede yaşayanlarla dışarıdakilerin arasında çelişki devam ettikçe bu sorunun çözümü yok gibi. Bir süre sonra dengeler yine bozuluyor. Yanlış anlaşılmasın. Bir ülke dışarıdan borçlanırsa mutlaka sözünü ettiğim çelişki çıkar demek istemiyorum. Amerika Birleşik Devletleri de dışarıdan bütyük ölçüde borçlanıyor. Ama orada böyle bir çelişki çıkmıyor. Birileri borç veriyor, onun getirisini kazanıyor. Öteki taraf ta bu kaynakları kullanıyor, bununla para kazanıyor… Bu kazancıyla hem borcunu ve faizini ödüyor hem de kendisine de tatmin edici bir kazanç kalıyor. Böyle olduğunda sorun yok. Ama, Arjantin’de ve bizde -o kadar olmadı Allah’tan- de olabilecek olan sorun çıkarların çelişmesi. Yani alınan borcun faiziyle beraber geri ödenebilmesinin tek koşulunun ükede yaşayanların refahının büyük ölçüde ve uzun süre düşürülmesi olduğunda iş karışıyor. Demokrasi varsa, yani hükümet sonuçta aldığı bu kararın hesabını verecekse, bu yönde bir karar almaktan çekinecektir. Dolayısı ile yarı-küreselleşmenin yarattığı bir gariplik var. Burada yarı-küreselleşme (ya da güdük küreselelleşme) değimini iki anlamda kullanıyorum. Bunlardan ilki ulusal sınırların hala var olması. Ötekisi ise piyasaların kürselelleşmesinin de kısmi olması. Yani mali piyasalar küreselleşiyor ama diğerlerinde (söz gelimi emek piyasası) koşut bir gelişme yok…
ÖM: Hatta fon hareketlerinin dışında da çok önemli bazı gelir farklılaşmasına da yol açıyor, başka problemleri de var, meselâ adalet açısından.
HE: Sanıyorum Arjantin’in sorununu bu çerçeve içinde düşünmekte yarar var. “Arjantinliler şu programı yaptılar, beceremediler” gibi açıklamalarla pek bir sonuca varılamaz gibi geliyor bana…
ÖM: Arjantinlilerin aptal olduğunu düşünmek için de hiçbir sebep yok.
HE: Evet. Kafamda çok olgunlaşmış değil ama kabaca şöyle düşünüyorum: Bir ülkenin devletinin hiç dış borcu yoksa hiçbir mesele yok; bu ülke, küreselleşen dünyada çok rahat olur. O ülkenin şirketleri gidip borç alabilirler. Bunda pek sakınca yok. Bu hükümete doğrudan bir yükümlülük getirmez. Ödeyemezlerse borç alanların sorunu olur. (Tabii şirketlerin Güney Doğu Asya’da olduğu gibi ipin ucunu kaçırmalarına da göz yummamak gerek. Ama bu zaten ulusal devletin yetkisinde olan, becerebileceği bir şey) Ama kamu kesimi borçlandığında durum değişik. O zaman hükümet biraz önce değindiğim sorunla karşılaşıyor. Onun için bu işi baştan iyi düşünmemiz lazım. Şu anda bir nefes alma dönemi yaşıyoruz. IMF’den gelen destek bunu sağladı. Bu dönemi çok iyi değerlendirip, bundan sonra işleri çok iyi rayına koymak lazım. Çünkü bu tür olaylar tekrarlayabilir, öyle gözüküyor.
ÖM: O zaman da tabii vahim başka tablolarla karşılaşabiliriz, Arjantin buna iyi bir örnek.
HE: O yüzden Arjantin olayını daha etraflı, yani sadece para politikası olayı olarak değil de, daha geniş ekonomi politik problemi olarak düşünmekte yarar olduğunu düşünüyorum.
ÖM: Bunu etraflı olarak tekrar ele alma vaadiyle bu noktada keselim istersen.