Küresel ısınma ve iklim değişikliklerinin doğal hayata ve insanoğluna büyük zarar verebileceği üzerine bilimsel yayınların sayısı arttıkça konu gündeme daha sık gelir oldu. Özellikle son 150 yılda sanayileşme ile tarım nüfusunun azalması, kent nüfusunun artışı, büyük üretim tesisleri ile üretimin artması, artan üretimi karşılamak için fosil yakıtların giderek daha fazla kullanılması ve artan karbondioksit emisyonu ile atmosferde "sera etkisi" denilen ısınma ve iklim değişiklikleri olduğunu artık tartışmıyoruz.
Ve biliyoruz ki; sanayileşme ile başlayan modern zamanlar, doğaya egemen olan, doğayı insanlığa hizmet için yeniden biçimlendiren görüş ve ahlak anlayışını da beraberinde getirdi. Doğa karşısında güçsüz ve aciz olan insanın, güçlü olan doğayı kutsadığı eski çağlar geride kaldı. Doğaya egemen olduğunu sanan "kutsal insan" ve onun hizmetindeki doğa anlayışı ile ulaştık, modern zamanlara (1).
Doğayı kontrol eden, doğaya egemen olan ve gerektiğinde insanlık için doğayı yeniden biçimlendirme erkine sahip olduğuna inanan "kutsal insan" anlayışının, ahlak ve dünya görüşünün, günümüzde insan ve onun ürettiği değerlerin, kavramların, ürünlerin kutsanması biçimine dönüştüğünden de söz edebiliriz. İnsan ile birlikte verimlilik, kalite, üretim, kâr-zarar ve benzeri insan yapısı kavramlar da kutsanıyor, artık. Dahası ahlak ve hayat algılarının bu kavramları da içerecek biçimde kurgulandığını görüyoruz. Kendi ürettiğimiz kutsal kavramlar ile algılıyoruz ve yaşıyoruz, hayatı.
Üzerinde yaşadığımız gezegeni, sonsuz kaynakları ile insanlığa sunulmuş "yeryüzü" olarak algılayan ve bu yeryüzü üzerinde insanın kurguladığı "dünya" olarak tanımlanan hayat ve ahlak anlayışının, konu küresel ısınma olunca farklı davranış göstermediğini de üzülerek görüyoruz. İnsan ve onun dünyası ile yeryüzü arasında bir iklim sorunu olduğunu, bunu çözecek olanın yine "kutsal insan" olacağına inanıyoruz.
Küresel ısınmanın yeryüzünü ilgilendirdiğini, insan ve dünyasının bundan dolaylı olarak etkileneceğini öngörüyoruz. Küresel iklim değişiklikleri ile ülkelerin kaç milyar dolar maddi kayba uğrayacaklarından yola çıkan anlayışın gerçekte tüm doğayı kapsamadığını, insan ve onun dünyasını kurtarmak uğruna, gerektiğinde "yeryüzünü" bile feda edebileceğini satır aralarında okumak mümkün.
İnsanın doğadan kopması, doğaya egemen olması ve doğayı yeniden kurabileceğine olan inancının, hayat ve ahlak anlayışının yeryüzünü tehdit ettiğini görmemize karşın yine aynı anlayışın yeryüzünü kurtarabileceğine inanmamızı beklemek biraz saflık olmuyor mu?
Önce hayat ve ahlak anlayışımızı, paradigmamızı değiştirmemiz gerekmiyor mu?
Küresel iklim değişikliklerinin ülke ekonomilerine milyarlarca dolar zarar verebileceğini ileri süren anlayışın yerini daha yeryüzü merkezli, insan ve doğa odaklı anlayışa bırakacağı yeni paradigmalara gereksinimimiz yok mu?
Üretim, verimlilik, kalite, sınırsız tüketim, kâr-zarar ve benzeri kutsanmış kavramların insanlığa ve yeryüzüne giderek daha çok zarar verdiğini görmemize karşın, yine bu kavramlar üzerinden sorunlarımızı tartışıp çözebileceğimize inanmaktansa; insanı ve doğayı birlikte kucaklayan "adalı" tarzı dünya ve ahlak anlayışına yönelmek, küresel iklim değişikliklerinin doğal hayat üzerinde ne şekilde olumsuz etki yapacağından, toplu göçlere büyük doğal yıkımlara neden olacağından kaygılanan insanı doğa ile barıştırmayı amaçlayan yeni paradigmaya, ahlak anlayışına gereksinimimiz olduğunu gün gelecek elbet kabulleneceğiz (2).
Dünyanın evren denizinin ortasında, kaynakları sınırlı biricik yaşam alanı ve insanoğlunun da diğerleri gibi bu adanın sefil sakinlerinden biri olduğunu er yada geç öğreneceğiz.
Mehmet Uhri
* İnsan eliyle tahrip edilen Sumatra yağmur ormanları (Fotoğraf: Emily Matthews, Kaynak:Earth Crush