7 Ağustos 2005Vahap Coşkun*
Faşizm denildiğinde, genelde ilk akla gelen "bir hükümet tarzı" olsa da, faşizm yalnızca bununla kaim değildir. Faşizmin üç düzeyinden bahsedilebilir: Rejim olarak faşizm, örgütlü bir hareket ve ideoloji olarak faşizm, sıradan/gündelik faşizm. Bu üç düzey, her daim eş anlı olarak bir arada bulunmazlar; genellikle düzeylerden biri diğerlerine nispeten daha gelişkin halde bulunur. Faşizmin düzeylerinin birbirlerine tamamlar biçimde mükemmelen birarada bulunmaları nadiren gerçekleşir.
Bu yazıda temas edilmek istenen "sıradan faşizm", Tanıl Bora'ya müracaat ederek şöyle tanımlanabilir: "Sıradan faşizm, faşizmin ideolojik saiklerinin ve faşist hareket unsurlarının (devlete/otoriteye tapınma, şiddeti bir mücadele aracı olarak kullanma, biyolojik belirlenimciliğe dayanan organik bir ulus anlayışı, ırkçılık ve aşırı milliyetçilik, lider kültü, totaliterizm, vs...), doktriner bir çerçeveye oturtulmaksızın gündelik ideoloji içerisinde anlık ve sürekli olarak tezahür edişini, politik bir hedefe bağlanmaksızın, örgütsel bir yönlendirme olmaksızın kendiliğinden eylemlerde dışavurumunu anlatır." (Tanıl Bora; Faşizmin Halleri, Birikim, Sayı 133, Mayıs 2000, s. 21 - 34)
Sıradan faşizme yalnızca faşist hareket içinde rastlanmaz; bu mevzuu, sadece faşist hareketle irtibatlandırılamaz. Sıradan faşizmi oluşturan eylemler, tavırlar ve sözler normal hayatımızın içinde aktığı birçok mekânda (okulda, işyerinde, kadın-erkek ilişkilerinde, stadyumlarda, delikanlı sohbetlerinde) farklı şekillere bürünerek (bazen fiziki şiddet kullanımı bazen hakaretamiz bir dille) karşımıza çıkabilir. Yaşamın her alanında boy gösteren sıradan faşizmin görüngüleri zamanla "doğal, normal" bir hal alır. Bu sürecin içselleştirilip yaygınlaşmasıyla birlikte farklı toplumsal katmanlardaki insanların, dillerine ve hareketlerine yön veren faşizan unsurların ayırdına varmaları güçleşir; sözlerinde ve tavırlarında katıksız bir faşizmin izleri görülse de onlar yaptıklarını faşizmle ilişkilendirmezler. Sıradan faşizmin faillerinin de mutlaka bir faşist örgütle organik bir bağ içinde olması gerekmez. Tekrardan Bora'nın kılavuzluğuna başvurarak, faşizmin bu halinin, bütün toplumsal kesimlere ve her siyasal yapılanmaya sirayet etme kudretine sahip olduğunu belirtebiliriz: "Sıradan faşizm etmenleri fragmanten, spontan, ani ve çoğulcudur. Kolayca belli bir sınıfsal kültüre, politik kimliğe özgülenemez. Sıradan faşizm belirtilerini ülkücü mahfillerde olduğu gibi, Atatürkçü, İslamcı ve hatta bir çeşit solcu muhitlerinde de görebiliriz." Bu nedenle, faşizm karşıtı bir duruşa sahip olduklarını belirtip sürekli olarak "antifaşist", "özgürlükçü", "çağdaş", "ilerici" olduklarına iman edenlerin, ağızlarından faşist söylevleri eksik etmemesi şaşırtıcı değildir.
Son dönemlerde Türkiye'de sıradan faşizm tırmanıyor; etki alanı ve tahrip gücü artıyor. Buna koşut olarak, faşizan herzelerle bezeli yazılara ve görüşlere, yazılı ve görsel basında daha sık tanık oluyoruz. Mine Kırıkkanat'ın, 'Halkımız Eğleniyor' (27.07.2005) ve 'Halkımız Temizleniyor' (29.07.2005) başlıklı ibretlik yazılarını bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Kırıkkanat, kendisine benzemeyen, kendisi gibi yaşamayanları, kendisi gibi giyinmeyenlerini fütursuz bir ırkçı dille aşağılayarak faşizmin değirmenine su taşıyor.
Faşizmin dili
Faşist dilin ayırt edici özelliklerinden biri, kendini, başkalarından/ötekilerden üstün görmesidir. Bir faşistin tefekküründe, o ve ona benzeyenler bütün iyiliklerin, güzelliklerin ve doğrulukların sahibidir; buna karşılık ötekiler ise kötülüklerin, çirkinliklerin ve yanlışlıkların taşıyıcıdır. Bu nedenle kendisi üstün, öteki ise aşağıdır. Bu dilin kemale ermiş örneği olan Alman faşizminde, bir Almana sırf Germen ırkından olduğundan bütün olumlu özellikler atfedilirken, bir Yahudinin, bütün kötülüklerin müsebbibi olarak görülmesinin sebebi salt Yahudi olmasıydı. Bir başka anlatımla, bir Yahudi somut bir kötülük ürettiği veya bir suç işlediği için değil, sadece Yahudi olduğu için aşağılanıyor, cezalandırılıyor, öldürülüyordu.
Kırıkkanat da aynı dili kullanıyor; onun gibi yaşamayanları, onun gibi giyinmeyenleri, onunla aynı inancı paylaşmayanları, bu farklılıklarından ötürü, yalnızca bundan ötürü, aşağılıyor. "Kıçını denize dönmüş kara halkımız", Kırıkkanat tarafından "pis, mendebur, eğlenmeyi bilmeyen, kirli beyaz atletleri ve paçalı donlarıyla çimlere uzanan, hart hart kaşınan, geviş getirip geğiren, kalın kısa bacaklı, uzun kollu ve kıllarla kaplı" bir yaratık olarak resmediliyor. Kırıkkanat yazılarını, faşist-ırkçı dilin genellemeci üslubuyla kaleme alıyor. "Türkiye özelinde her mümin Müslüman kadın", "mümin milletimizin ayak kokusu", "günde beş kez ayak yıkayan ama çorap yıkamayan müminler" gibi genellemelerin, gerçek hayatta bir karşılığının olmaması, Kırıkkanat'ı ırgalamıyor. Mümin kadın ve erkeklerin, yaşam tarzı ve dini yorumlayışlarındaki sonsuz çeşitlilik, Kırıkkanat'ın kapsama alanının dışında. Onun ilgili olduğu tek konu, kendi yarattığı genellemeler üzerinden, başkalarını rencide etmek.
Kırıkkanat kendilerine benzetemediği için iğrendiği ötekilerinden bir "insan" olarak bahsetmekten kaçınıyor. Bunlar olsa olsa, "insan türevleri" veya "domuz yavruları" olabilir. "Tesettür analarının, irili ufaklı danaları"nın piknik keyfi yazarımıza ah çektirir: "Dağları taşları saran kebap kokusu 'Keşke çiğ yeseler' dedirtirken, kesif et kokusu yamyam olmadıklarına hayıflandırmaktadır." Bu noktada, Kırıkkanat ve benzeri nevzuhur ırkçıların, neden bu denli pervasız bir dile sığındıkları sorgulanabilir. Zannımca neden şudur: Cumhuriyet'in kuruluş döneminde, bu ülke insanlarının farklılıklarına bakılmaksızın, onlara homojen bir kimlik (Türk ve laik) dayatıldı. Bu kimliğe sahip olanlara ve bunu itirazsız kabul edenlere ayrıcalıklar tanındı, kamu sahaları onların kılındı. Ama 1970'lerden itibaren Batı'da modernitenin eleştirisinden yola çıkarak farklılıkların tanınmasını ve kabulünü içeren talepler, 1980'lere gelindiğinde Türkiye'de de yankısını buldu. Bu tarihten itibaren etnik ve dini kimlikler görünür olmaya, konuşmaya, siyasete katılmaya başladılar. Kırıkkanat ve benzerlerini ırkçı hezeyanlara iten neden bu gelişmedir. Çünkü, kendilerini ayrıcalıklı kılan homojen kimliğe itirazların yükselmesi ve kendilerine ait saydıkları steril alanlarda artık kendileriyle hiçbir benzerlik taşımayan başkalarının da görünür hale gelmesi onlarda panik ve öfke patlamasına neden oldu. Durumları trajik, halı ayaklarının altından kayıyor ve faşizmden başka tutunacakları bir başka dal da yok. *Ankara Üniversitesi