7 Nisan 2013Milliyet Gazetesi
Eğer güneşe doğru bakarsanız (bunu göz sağlığınız için tavsiye etmem) teknik olarak zamanda geri gitmiş olursunuz. Örneğin şu an güneşteki parlaklık yaklaşık 8 dakika önceki güneş ışığıdır. Aslında mümkün olsa da 1933 yılına geri dönebilsek çünkü 1933’te yapılan Atina Anlaşması’nda denildiği gibi; “... yapıların birbirlerinden yeterince uzak mesafelerde yapılmış olması gerekir; aksi takdirde yükseklikleri bir mükemmellik belirtisi olmak yerine, mevcut kötü durumun daha da kötüleşmesine neden olacaktır.”
Buna rağmen 80 yıl sonra İstanbul’un orasında burasından fışkıran yeni şehirlerin ya da lüks yaşam merkezlerinin öne çıkarttıkları özellikleri şöyle: “Çok yıldızlı konfor, ilginç mimari, çevreye en duyarlı, akıllı, iklimlendirilmiş temiz hava, kazanç, huzur ve mutluluk garanti!” Ayrıca Başbakan Erdoğan da partili belediye başkanlarına şehircilik dersi verirken “Yüksek bina heveslisi olmayın. Bu marifet değil!” diyor ama “filanca kattan adalara kadar manzara, Türkiye’nin en yüksek kuleleri” vb. şeklinde de bu özelliklerini marifetmiş gibi öne çıkartan rezidans reklamları da var.Güneş ve rüzgar hakları yasal koruma altında
Dr. Çağdaş Kuşçu Şimşek’in Yıldız Teknik Üniversitesinde Prof. Dr. Betül Şengezer’in danışmanlığındaki “Kentsel İklim Üzerine Antropojenik Etkiler: İstanbul Örneği” başlıklı doktora tezinde,“80 yıl öncesinden Atina anlaşması, problemi teşhis edip çözümü ortaya koymuş olmasına rağmen anlaşma çoktan feshedildiği fakat problemin hâlâ kötüleşerek devam ettiği” anlatılmakta. Ağustos 2003’te Fransa ve çevresindeki sıcak hava dalgalarının neden olduğu 35 bin ölüm ve önümüzdeki 2013 yazının da çok sıcak geçme ihtimali dikkate alındığında Dr. Şimşek’in bu çalışmasının önemi daha iyi anlaşılır.
Her ne kadar Atina anlaşması uzun ömürlü olamadıysa da kentler için iklimsel riskler ve uyum stratejileri günümüzde çok daha önemli ve hayati bir konu haline geldi.
Dr. Şimşek doktora tezinde New Yok, Boston, Chicago, Philadelphia, Pittsburg, San Francisco gibi dünya şehirlerinin artık nasıl şehir planlama ilkelerinde güneş ve rüzgardan faydalanma haklarını gözettiğini de anlatıyor. Bazı ülke veya eyaletler “Solar Rights Act” ya da “Solar Codes Provisions” adıyla binaların, diğer bir deyişle insanların güneş ve rüzgar haklarını yasal koruma altına almakta. Her bir yeni inşaatın, çevre binaların güneşini ve hava akışını kesip doğal ısınma, ışık ve havalandırmasını engellememesi sağlanıyor ve böylece yazın kentlerde ölümcül bir hal alan “ısı adaları” da önlenmiş olacaktır.
Janjanlı rezidans projeleri gerçekten çevre dostu olsaydı, hem çevredekilerin hem de kendi binalarının güneş ve rüzgar hakkını koruduklarından bahsederlerdi. Yeni ve modern şehirler kuruyorum diyenler ölümcül hale gelen “kent ısı adası” etkisini önleyebilmek için de sokak ve caddeleri hakim rüzgar yönüne göre nasıl planladıklarını, yazın fazla gelen güneş ışınlarını yansıtmak için de yeşil çatı, yeşil yol vb. gibi nasıl bir yeşil kent ve bina inşa ettiklerinden de bahsederlerdi. Sahte göl ve boğazlarla gittikçe azalan yer altı ve yağmur sularını nasıl kötü bir şekilde kullanacaklarını ballandıra ballandıra reklam yapmak yerine yer altı sularını nasıl beslediklerini ve kullanma suyu olarak değerlendirmek üzere nasıl hasat edeceklerini anlatılardı...
Şehir planlaması hayati bir konu
Normalde bulutsuz, sissiz ve pussuz bir gecede insanlar çıplak gözle 45 km ötede yanan bir mumu görebilirmiş. Maalesef artık gündüzleri bile binalar yüzünden 4.5 metre ötesini göremez hale geldik. Güneş ve rüzgar hakkı ile ilgili yasaları bir an önce çıkartmazsak korkarım 2023 Türkiye hedeflerinde de ülkemizde yaşanabilir kentleri görmek gelecek nesillere de nasip olamayacak.
Özetle iklim dostu bir yaşamdan daha çok rantı gözeten yeni şehirler hem ölü doğuyor, hem de mevcut olanları ve içindeki insanları öldürüyor. Bir an önce ülkemizde de şehir planlamanın politikacılarave müteahhitlere bırakılamayacak kadar önemli ve hayati bir konu olduğunun anlaşılması için dua edelim lütfen!..