3 Ekim 2012
AKP kongresinin ilk bakıştan bir özeti: Neredeyse bütün teferruatlar düşünülerek hazırlanmış bir salon ve sahne. Disiplinli bir seyirci topluluğu. Çoğu kişinin “büyüleyici” bulduğu bir atmosfer.
Salon, Ankara Spor Salonu’ndan, seyirciler de salondakilerden ibaret değil şüphesiz. Sahne, ülkenin ortasına kurulmuş, toplumun büyük bir kısmının gözü kulağı o sahneye çevrilmiş.
Anlaşılır bir durum. Zira ülkeyi on yıldır yöneten ve daha epey bir süre yöneteceği kesin gibi görünen bir partinin, “dönüm noktası” olarak ilan edilmiş bir kongresidir sözkonusu olan. Partinin lideri ve ülkenin başbakanı Erdoğan da, günler öncesinden televizyonlardaki programlar aracılığıyla, zaten normal sayılabilecek bu büyük ilgiyi daha da arttırdı.
Kongrenin en önemli bölümü, aslında kalbi, Erdoğan’ın konuşması. Oradan çıkacak mesajları bekliyor herkes dikkatle.
Konuşmanın bariz özelliği: Ustaca bir belagat, yüklüce bir hamaset. İçerikte “yeni” sayılabilecek pek bir şey yok.
Derken, 63 maddeden oluşan bir “yol haritası” kitapçığı dağıtılıyor salondakilere. Konuşmada yer almayan birçok husus burada var. Konuşmanın aksine, önemli vaatler, ciddi mesajlar içeren bir metin bu.
Erdoğan’ın konuşması ve “yol haritası” metni dâhil kongrenin bütün kurgusu, “esaslar” ile “teferruatlar” arasında yaratılan ince bir paslaşmaya dayanıyor sanki. Konuşmada beklediğini bulamayanlara, konuşmayı teferruat, metni esas sayma imkânı veriyor bu kurgu. Aynı şekilde, “yol haritası” metninden rahatsız olabilecekler de, konuşmayı esas, metni teferruat görme imkânına sahipler bu kurguda.
Kongrenin kurgusu, sanki buz patenindeki program ayrımından ilhamla hazırlanmış. Malum, buz pateninde “zorunlu” ve “serbest” diye iki program var. Birincisinde yarışmacılar, önceden belirlenmiş ve yapmaya mecbur oldukları hareketleri icra ederler; diğerinde ise, kendi seçtiklerini.
Erdoğan’ın konuşması, Türk ve İslam motifleriyle doldurulmuş. Arada başka tonlar belirse de, konuşmaya “esas” rengini bu motifler veriyor.
Konuşmanın “esas” muhatap kitlesi de, artık sır değil, 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimine göre belirlenmiş. Toplumun en az yüzde altmışının nabzına ve kalbine hitap edecek bir konuşma kurgulanmış. Amaç, bu kitlenin “kalbini fethetmek”, böylece desteğini garantiye almak.
Belagat ve hamaset, “duygusal etkileme” açısından vazgeçilmez araçlardır. Konuşmacı, bu yolla, seyircileri/ dinleyicileri, kendisiyle özdeşleşmeye davet eder. Seyircinin/ dinleyicinin, kendini konuşmacıyla özdeşleştirmesi, yani onunla bir ve bütün olması için, her şeyden önce “kendinden geçme”si gerekir. Kendinden geçeceksin ki, konuşanı kendin gibi kabul edebilesin. Aradaki mesafe kalkınca, artık konuşanı ve kendini sorgulama ihtimalinden de giderek uzaklaşırsın. Böyle böyle, bir noktada bu ihtimalden bir süreliğine tamamen koparsın. Bu süre, şartlara göre uzun da olabilir kısa da.
Kongrenin “esas”larından biri de, “tek adam”a göre kurgulanmış olmasıdır. Kongreye “büyüleyici” bir atmosfer verilmek istenmesinin gerisinde yatan itkilerden biri bu olmalı. Erdoğan’ın, hedef aldığı kitleyi bu atmosferde daha kolay “büyüleyebileceği” hesaplanmıştır muhtemelen.
Buradaki tehlike de şudur: Büyücü, istediği etkiyi doğurunca, bunun devamını sağlama hevesine daha fazla kapılır. Büyülenen kitle sorgulamaz. Büyücü de sorgulamayan kitle karşısında, kendini sorgulama ihtiyacı hissetmez.
Erdoğan, Türk ve İslam motiflerini, yaygın deyişle milliyetçiliği ve mukaddesatçılığı “esas” aldığı, duygu dolu konuşmasıyla, bu “esas”ları kimliğinin harcı olarak gören kitleyi, kendine sağlam bir şekilde bağlamayı hedeflemiş anlaşılan.
Buradaki ince hesap şudur: Bu kitle gerçekten böylesine etkilenirse, konuşmanın “esası”yla uyuşmayan şeyleri “teferruat” saymaya da hazır olur. Mesela “Kürt kardeşler”le ilgili sözleri, liderle birlikte ulaşmak istediği kutsal noktaya giden yolda bir tür “zorunlu hareket” olarak kabul edebilir. Aynı şekilde, mesela Barzani’nin kongredeki mevcudiyetini ve konuşmasını da bu mülahazayla sineye çekebilir.
Gelelim kurgunun diğer ayağına. “Yol haritası” metni, konuşmadan hayal kırıklığı duyabilecek kesimlerde, bu algıyı tersinden kurma işlevi görmeye çok elverişli. Verilmek istenen mesaj şu: Konuşmayı, “zorunlu program” sayın; “serbest program” bu metindeki vaatlerdir. Yani “esas” olan yol haritası metnidir, konuşma “teferruat”tır.
Peki, nedir bu kongrenin hakikati? Başbakan ve kurmayları, neyi “esas” neyi “teferruat” görürlerse görsünler, “esas” mesele, konuşmadaki yöntem ve üslupla, yol haritasındaki “vaat ve hedefleri” gerçekleştirmeleri çok zor.
Toplumun üçte ikiye yakın bir bölümünü, kendilerini “esas” sayacakları bir duygu ve zihin dünyasına iyice yerleştirdikten sonra, kalan kısmını onlarla eşitleyecek düzenlemeleri yapmak kolay değil. Hak ve eşitlik içeren bu düzenlemeler yapılsa bile, bunları o “çoğunluğa” benimsetmek ve toplumun tümünün ortak paydası hâline getirmek hiç kolay değil.
Tekçi zeminde çoğulcu bir siyasal sistem ve birlikte yaşam kurmak kolay değil. Otoriter yöntem ve tarzla, demokratik bir yapı ve kültür oluşturmak, kolay olmamanın ötesinde, galiba mümkün değil...