25 Ocak 2012Taraf Gazetesi
Hrant cinayeti davasından çıkan karar, bir sarsıntı yarattı. Bir tür siyasal ve toplumsal deprem de diyebiliriz buna. Belki şiddeti çok yüksek değil, ama yine de yer yerinden oynadı.
Yer yerinden oynayınca, herkes bulunduğu yeri kontrol etme ihtiyacı duydu. Mahkeme kararının ardından başlayan tartışmalarda, pek çok meselenin dönüp dolaşıp “kim nerede duruyor” sorusuna bağlandığını söyleyebiliriz.
“Kim nerede duruyor” sorusunun cevabı da, başka sorulara verilen cevaplarda somutlaşıyor.
“Bu kararın gerçek anlamı ve işlevi nedir” sorusu çok önemli, ama bu konuda pek bir ihtilaf yok. Mahkeme kararının, cinayetin ardındaki hakikati karartma işlevi gördüğünü herkes biliyor.
Tartışmaları kızıştıran asıl soru, kararın bu şekilde çıkmasından kimin sorumlu olduğudur.
Malum, hükmü veren mahkeme dâhil kimse kararın sorumluluğunu üstlenmeye yanaşmıyor. Kararın doğru ve adil olduğunu da kimse açıkça savunamıyor. Peki, bu adaletsizliğin faturası kime kesilecek?
İlk akla gelen ve en çok işaret edilen adres, hükümettir. Yaygın kanaat şudur: Hükümet, cinayetin ardındaki hakikatin ortaya çıkarılması için üzerine düşeni yapmadı, bu konuda isteksiz ve kayıtsız davrandı!
Davayı takip eden avukatlar, Hrant’ın ailesi ve arkadaşları, AGOS çevresi, demokrat kamuoyu bu görüştedir. Avukatların hazırladığı yıllık raporlarda, mahkemeye ve kamuoyuna sunulan bilgi ve belgelerde bu görüşün gerekçeleri ayrıntılı ve doyurucu bir biçimde yer alıyor.
Başbakan ve AKP sözcüleri ise, hükümetin sorumlu olduğu görüşünü kabul etmiyorlar. En sık başvurdukları argüman da, tetikçinin kısa bir süre içinde yakalamış olması. Meselenin bu olmadığı gayet açık; onlar da bunu gayet iyi biliyorlar!
AKP’ye yakın yazarlar ise, hükümetin sorumluluğunu tam olarak inkâr edemiyorlar, ama bunu ufak tefek hatalara ve ihmallere indirgemeye çalışıyorlar. Böyle yaparken de ilginç bir mantık kuruyorlar. Bu mantığa göre, Hrant Dink, hükümeti zorda bırakmak ve darbe için zemin hazırlamak amacıyla öldürüldü. Bu işin içinde hükümetin azılı düşmanı olan Ergenekon var. Perde arkasını aydınlatmak, en çok hükümetin işine gelir. Hükümet bunu neden yapmasın ki?
Mantığın birinci kısmı doğru, ama bundan türetilen sonuç olgularla uyuşmuyor. Bilgi ve belgeler, hükümetin sorumluluğunu inkâr edilemeyecek biçimde ortaya koyuyor.
Peki, buna rağmen hükümet cinayetin bazıları çok bariz olan bazıları derinde yatan bağlantılarının üzerine neden gitmedi, gidilmesi için gerekli iradeyi neden göstermedi?
Bunun cevabı, Hrant Dink’in etnik ve siyasal kimliğinde saklı! Hrant, öncelikle Ermeni olduğu için hedef seçildi. Ama Hrant sıradan bir Ermeni değildi. Onun şahsında Türkiye Ermenileri ilk defa bu kadar açık bir şekilde kendi kimlikleriyle büyük kamunun önüne çıkıyorlardı ve “Ermeni meselesi”ni içeride siyasal tartışmanın konusu haline getiriyorlardı. Hrant, yaşadıkça ve konuştukça, Türkiye toplumunu yüzleşmeye davet ediyor, hatta mecbur bırakıyordu.
O zamanın şartlarında cinayeti planlayanların, Hrant’ın hedef seçerek hükümeti zor durumda bırakmak ve darbe ortamı yaratmak istediklerinden şüphem yok; ama Hrant’ın katledilmesi bundan çok daha ötelere uzanan bir “eylem”di.
Cinayet, infial yarattı. Cenaze töreni, Türkiye tarihinde önemli bir dönemeçti. Bunlar doğru; fakat buradan cinayetin derin anlamına dair açık ve kapsamlı bir sorgulama doğduğunu iddia edemeyiz. Böyle bir sorgulama, daha önce birkaç kere yazdığım gibi, ister “büyük felaket”, ister “soykırım” deyin, 1915’i işin içine katmayı kaçınılmaz kılar. Taner Akçam’ın da önceki gün HerTaraf’ta vurguladığı üzere, Hrant cinayeti bundan bağımsız tartışılamaz.
Lakin böyle bir tartışma ve sorgulama yapmaya hiddetle karşı çıkan geniş bir blok var. İnkâr temelinde oluşmuş bu bloğa muhafazakârların çok büyük bir kısmı, solcuların epeyce bir bölümü, milliyetçilerin ve ulusalcıların tamamı dâhildir. Devlet, bu bloğa yaslanarak, bütün aygıtları eliyle on yıllardır Ermeni nefreti ve düşmanlığı pompalıyor. Bu düşmanlık ve bu nefret bu toplumda giderek olağanlaşmış ve normal hale gelmiştir.
Hrant’ın katledilmesini planlayan, cinayeti önlemeyen ve cinayetin aydınlanmasını engelleyen şahısların ve odakların en azından bir kısmının, belli bir örgütlenme çerçevesinde hareket ettikleri aşikârdır. Bu örgütlenmenin ortaya çıkarılması, esas olarak, idarî ve hukukî bir meseledir. Ancak bu bağlar ortaya çıkarılsa bile, cinayetin ardındaki hakikat bütünüyle aydınlatılmış olmayacaktır. Zira cinayeti planlama, icra etme, engellememe ve aydınlatmama zincirinde yer alan bütün şahıslar ve makamlar arasındaki asıl derin ve kuvvetli bağ, olağanlaştırılmış Ermeni düşmanlığı ve nefretidir. Bu kimselerin bir kısmı, belki de büyük bir kısmı, bu nefretin farkında bile olmayabilirler; yaptıkları şeyin kötü olduğunu da düşünmeyebilirler.
Asıl lanet de burada yatıyor zaten: Çok kötü bir şeyi, “normalmiş” gibi hissetmek, algılamak! Bu hakikati aydınlatmak, idarî ve hukukî süreçleri çok aşar. Bu lanetten kurtulmanın, cesur ve samimi bir yüzleşmeden başka bir yolu yoktur.
Hrant cinayeti, böyle bir yüzleşmenin kapılarını araladı! Hrant cinayeti davasındaki apaçık adaletsizlik de, bu kapıyı genişletmek için bir imkân gibi duruyor!
Özetle Vicdan üzerinden yüzleşme, adalet için hakikat!
Hrant’ın hayatıyla yazdığı, ölümüyle imzaladığı vasiyeti de bundan başka bir şey değildir!