Newroz ve barış

-
Aa
+
a
a
a

23 Mart 2011Taraf Gazetesi

Bu yıl da Newroz, Türkiye’nin hakikatine uygun bir şekilde geçti. Tıpkı bahar ile kışın didişmesine sahne olan bugünlerin hava durumu gibi. Ahmet Kaya’nın şarkılarında sıkça geçen ruh yırtılmasını hatırlatıyor bu havalar. “Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe” sözlerinde dile gelen bir “yaman çelişki”yi yaşıyoruz döne döne.

Diyarbakır’da yüz binlerce insan rengârenk bir bayram havasında coşkuyla kutladı Newroz’u. Türkiye’nin bu yanında, bu bayramın ruhunu yansıtan bir bahar havası vardı. Diğer yanı ise, büyük ölçüde kayıtsızlık, biraz tedirginlik, biraz da öfkeyle karşıladı bayramın bu şekilde kutlanmasını.

Bir tarafın coşkusuna, heyecanına diğer tarafın kayıtsızlık, tedirginlik veya öfkeyle yaklaşması, ciddi bir sorundur; daha doğrusu ağır bir sorunun ciddi bir işaretidir. Bu işaret; Türkiye’de iki ayrı dünyanın, iki ayrı kamuoyunun mevcudiyetine, bunların birbirlerine ulaşma kanallarının tıkalı olduğuna ve birbirlerini anlama zemininin zedelendiğine delalettir.

 Pek şaşılacak bir durum değil bu aslında. Zira uzun süren iç çatışmalar; toplumda aşırı bir kutuplaşmaya, öfke birikimine ve yaygın şiddet eğilimine yol açarlar. Aşırı kutuplaşma, giderek “toplumun parçalanması”; iletişimsizlik ise, “toplumsalın çöküşü” olarak niteleyebileceğimiz bir tablo yaratır.

 

Diyarbakır’daki Newroz meydanında barış türküleri söylendi, umut halayları çekildi. Kutlamanın ardından sokaklara ve parklara gaz bombaları yağdı. Sonrası yine öfke patlaması, yine şiddet rüzgârı!

 

Elbette barış, herkes için aynı şeyi ifade etmiyor. Newroz meydanından yükselen barış sesinin esasını, Kürtlerin özgürlük ve eşitlik talebi oluşturuyor. Bu talebin içinde pek çok somut hedef ve öneri bulunması doğal, hatta kaçınılmazdır. Bunların herkes tarafından tasvip görmesi tabii ki beklenemez. Lakin bunca acı tecrübeden sonra şunu beklemeye hakkımız var şüphesiz: Bu talepleri anlamaya çalışmak ve tartışılmasına uygun bir hukuksal-siyasal atmosfer yaratmak! Bunun yerine, taleplerin dillendirildiği her faaliyeti düşmanca hareket saymak ve kriminalize, giderek terörize etmek sadece kanlı döngünün boğucu bir girdaba dönüşmesine hizmet eder

.

Barışın önündeki en büyük engel, toplumsal parçalanma ve kamusal iletişimsizliktir bence. Birbirlerinin acılarına, hasretlerine, umutlarına, heyecanlarına yabancılaşan iki ayrı dünyanın oluşması, bizi toplum olmaktan çıkarır.  Yani en büyük eksiğimiz, Rainer MariaRilke’nin Ağır Saat şiirinden fışkıran varoluş tasviridir:

Kim ağlarsa şimdi dünyada bir yerde, nedensiz ağlarsa dünyada,bana ağlar.

Kim gülerse şimdi bir yerde geceleyin, nedensiz gülerse geceleyin, bana güler.

Kim giderse şimdi dünyada bir yere, nedensiz giderse dünyada, bana gider.

Kim ölürse şimdi dünyada bir yerde, nedensiz ölürse dünyada, bana bakar.

Mahrum olduğumuz şey, tam da budur! Bu mahrumiyetle malul halimizde, sadece “barış” gibi sözcükler değil, bizatihi “söz”ün kendisi anlamını hızla yitirir. Öyleyse “barış”ı, çatışmaların son bulması talebini içeren bir slogan olmaktan çok, kapsamlı bir toplumsal tasavvurun anahtarı olarak kavramamız gerekir. Kuşkusuz bunun için, öncelikle çatışmaların yeniden başlamasını engelleyecek somut adımlara ihtiyaç var. Ancak bu çatışmaları ve çatışma ihtimalini kalıcı bir biçimde ortadan kaldırmak, aynı zamanda hem geçmişe hem de geleceğe yönelik düzenlemeler içeren bütünlüklü bir program ve samimi politikalar oluşturmaya ve izlemeye bağlıdır.

 

Bu konuda da, parçalı bir politik ve psikolojik iklimin hâkimiyetini bir türlü kıramıyoruz. Bira yanda, umutlarımızı dirilten gelişmeler yaşıyoruz. Meselâ Öcalan’ın, son avukat görüşmesinde söylediklerini öğrenince iyimserliğe kapılıyoruz. Öcalan, kendisiyle devlet adına yürütülen ve “tarihi önemde” olduğunu vurguladığı görüşmelerin olumlu seyrettiğini, kimi pratik önerilerin gündeme geldiğini ve böyle giderse 2011’in “çözümün geliştiği yıl olacağını belirtmiş.

 

Lakin diğer yanda, hükümetin yeni korucu kadroları ihdas ettiğini, özel ordu hazırlıklarını bayağı ilerlettiğini okuyoruz. Bunun anlamı ise, “çatışma kurumları”ndan birini geliştirmek ve yeni bir çatışma kurumu yaratmaktır. Mevcut yaraların ve yarılmanın sebebi olan eski yöntemlerle, yeni bir toplum kurmak mümkün değil ki!

 

Bütün bunlara rağmen, özellikle son yıllarda, toplumu özgürlük ve eşitlik temelinde yeniden kurmak anlamında barışa ulaşmamızı sağlayacak güçlü bir birikimin ve çoklu toplumsal/siyasal dinamiklerin oluştuğunu düşünüyorum. Newroz’un, yeniden toplum haline gelmemizi kutladığımız ortak bir şölene dönüşeceği zamanların uzak olmadığına inanıyorum.

 

Gelin, Yannis Ritsos’la bitirelim:

Barış, ışın demetleridir yaz tarlalarında,iyilik alfabesidir o, dizlerinde şafağın.Herkesin kardeşim demesidir birbirine, yarın yeni bir dünya                                             kuracağız demesidir;ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.Barış budur işte.