Kürt dilinde eğitim

-
Aa
+
a
a
a

Radikal İki

3 Ekim 2010

Referandum sürecinden başarıyla çıkan iktidar partisi, bazı gerekçelerle şimdiye kadar ertelemiş olduğu, yeni sivil bir anayasa projesini yeniden gündeme getirdi. Bu amaçla ilk görüşmesini BDP ile yaptı. İki tarafın da olumlu izlenimlerine rağmen “anadilde eğitim” konusunda anlaşmadıkları ortaya çıktı.

TRT 6, Kürtçe dil kursları, bazı üniversitelerde Kürt dili anabilim dalının açılması gibi Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümetin cesaret edemediği adımları atan AKP iktidarının, sıra anadilde eğitime gelince geri adım atması, bazı istifhamlara yol açtı. Bu hakların verilmesi, iktidarın Kürt halkına olan saygısı sebebiyle olsun veya Başbakanın çoğu kere dile getirdiği “Yaratan’dan dolayı yaratılanı sevmek” -çünkü nihayet Kürtleri de bir yaratan yaratmıştır- gibi itikada dayalı bir sebeple ya da demokrasiye olan bağlılığı sebebiyle olsun, fevkalade önemli açılımlar. Tabii, bu arada, son 10 yıl boyunca, küreselleşme akımının, ulus-devlet modelinin temellerini sarstığını ve bu nedenle tüm dünyada azınlık haklarının gündeme geldiğini de unutmamak gerekir. Kürtlerin, bu haklarını kendilerine iade eden iktidara teşekkür etmeleri gerekir. Bu teşekkür vecibesi, kendilerine anadilde eğitim hakkı verilmese de geçerli. “İade” kelimesini bilerek kullandım, çünkü temel haklar verilmez, bir şekilde alınmışsa, sonra bu haklar sahibine geri verilir. Temel haklar, insana yapışık haklardır. Onları, insana, hiçbir merci veya otorite bağışlamaz. Tanrı veya “Yaratan”, kullarını yaratırken o haklarla birlikte yaratır. Kuran’da “Ve (Allah) Âdem’e tüm isimleri öğretti...” (2/31) ayetinde geçen “isimler” kelimesini “bütün diller” olarak tevil eden müfessirler var. Yine “iade” kelimesini bilerek kullandım, çünkü bu hak, Osmanlı döneminde Kürtlerden alınmamıştı. Doğu medreselerinde eğitim dili Kürtçe idi. Büyük âlim Bediüzzaman Said Nursi, Kürt diliyle eğitim görmüştü. Bu vesileyle, Fethullah Gülen Hoca ve şakirtlerinin, “Üstad” diye hitap ettikleri mürşitlerine, saygının bir karinesi olarak, Kürt dilinde eğitim verilmesine karşı çıkmamaları gerekir.

Kürt dilinin yetkin bir dil olup olmadığı konusuna gelince, bu konuda olumsuz görüş bildiren kimselerin, hemen hepsinin Kürtçe bilmedikleri bir vakıa. Ortaya koydukları görüşler, siyasi amaçlar içeriyor. Bu alanda söz sahibi kimseler, dilbilimcilerdir. Günümüze kadar herhangi bir dilbilimci “Kürtçe bir dil değil, sadece bir lehçedir, şu ve bu dillerden oluşmuş veya bozulmuş bir kelimeler yığınıdır” demiş değil. Ben kendim ortaokul öğrencisi iken Porfiryus’un Isagoji’sinin (Aristo’nun Kategoriler kitabına giriş) Arapça çevirisini bir Kürt molladan, Kürt diliyle öğrendim. Bir felsefe kitabı, istikrara kavuşmamış bir dilden öğrenilemez. TRT 6’da konuşulan Kürtçenin, ilk aylardaki acemiliklerden sonra, anlaşılır akıcı ve estetik bir jargona ulaştığını söyleyebiliriz.

Şimdi, milyonlarca insanımızın kullandığı bir dili, sadece söz ve ses seviyesinde tutmak, yazı ve eğitim dili olmasına karşı çıkmak, onlara dil haklarını vermiş olmak sayılır mı? İçten içe o dilin yok olmasını istemek değil mi? Kürtlerin ilköğretimi Kürtçe yapmaları “Resmi dil Türkçedir” normuna aykırı değil. “Eğitim sadece resmi dille yapılır” diye bir kanun varsa ona aykırı düşer. Nitekim Türkiye’de Türkçe dışındaki dillerle eğitim veriliyor. Ben kendi üniversitemde derslerimi İngilizce anlatıyorum.

 

Yeni dil kabusu

Kürtlerin kendi anadilleriyle eğitim görmeleri, daha başarılı olmalarını sağlayacaktır. Başarılı vatandaş, psikolojisi sağlam, sorun çıkartmayan vatandaştır. Bunu eğitimciler, pedagoglar ve psikologlar da söylüyor. Ben kendim Türkçe bilmediğim için beş yıllık ilkokulu ancak yedi yılda bitirdim. Hiç Türkçe konuşulmayan bir mezradan ilçeye taşınmıştık. Okul mevsimi olduğundan, hemen okula kaydedildim. Türkçenin tek kelimesini bilmiyordum. Bu yeni dil, benim için bir kabustu. Öğretmenin sözlerinden bir şey anlamıyordum. Türkçe konuşan çocukları da anlamıyordum. Türkçe bilen Kürt çocuklar da, bu zaafımı görünce, benimle Kürtçe konuşmaz oldular. Benimle alay ediyorlardı. Öğretmen tahtaya kaldırınca, ağzımdan tek kelime çıkmıyordu. Çünkü soruları da anlamıyordum. Öğretmen dövüyor, sınıf gülüyordu. Babam, durumumu az çok fark edince, hayal kırıklığına uğradı. Olayın dil sorunu olduğunu kavrayamadığından (babam, annem hiç eğitim görmemiş köylülerdi), bunu benim gerizekalılığıma bağladı. Kendisi askerde Türkçe öğrenmişti. Ona göre bu kolay bir işti. Durumu düzeltmek için, bana, kendisi öğretmenlik yapmaya başladı. Nereden öğrenmişse, dört işlemi biliyordu. Bana o küçük yaşımda zorla dört rakamlı çarpma işlemini öğretti. Ama her hata yaptığımda, o iri elleriyle tokatlayıp tüm bedenimi duvara yapıştırıyordu. Rakamları öğrendim, toplama, çıkarma, çarpma, bölme. Ama konuşma dilini bir türlü öğrenemiyordum. Sınıfta, öğretmen görmesin diye, en arkalara saklanıyordum. Teneffüslerde tek başıma kalıyordum.

 

Annem ne etsin?

Evde de, babamla yüzyüze gelmemek için çeşitli yollara başvuruyordum. Sadece annem merhamet ederdi bana, meseleyi bilmemekle birlikte. Çünkü bir mağduriyet yaşadığımı hissediyordu. Ancak ceberut Kürt babam karşısında, annemin koruması bir hiçti. Biraz sesini yükseltse, benimle aynı kaderi paylaşacaktı. Okul yedi yılda bitti. Ancak beni de bitirdi. Kendime güvenim sıfırdı. “Okul okuyamaz” diye beni terziye çırak verdiler. İki yıl böyle geçti. Sonraları basiretli bir din adamı, “bu oğlan mektep okumalı” diye babamı ikna etti. Beni terziden alıp şehirdeki imam-hatip okuluna kaydettirdi. Bundan sonraki hayatım ise, ilkokuldakinden tamamen farklıydı. Hele üç yıllık liseyi bir yılda bitirince, artık “geri zekâlı” olduğuma inanmaz oldum. Ancak, o küçük yaşta yaşadığım çarpıklıklar, psikolojimi bozdu. Rahat konuşabilmek, benim için ulaşılması gereken en büyük ideal halini aldı. Normale dönmek için çok çaba sarf ettim. Kişiliğin oluştuğu bir yaşta, başımdan geçen bu talihsiz serüven, üzerimde kalıcı izler bıraktı.

Bu sebeple dil hakkı demek, o dilde eğitim hakkı demektir. Eğer ilkokulu anadilimde okumuş olsaydım, bu trajik olaylar, belki de başımdan geçmezdi. Bir televizyon kanalında bir dilin konuşulmasına müsaade etmek, o dile konulmuş yasağı, sadece kısmen kaldırmak demektir, o dili konuşanlara dil haklarını tanımak demek değil. Kürt dili eğitim dili olursa sonuçları ne olur diye sorulursa, buna sadece iyilik olur, güzellik olur diye cevap verilebilir. Çünkü hakkın encamından hak ve adalet doğar. Temel hakların doğruluğu, kendileriyle kaimdir, sonuçlarına bakılmaz. Yaşama, seyahat etme, mülk edinme hakları gibi. Bir insan bu hakları kullanırsa, sonucu ne olur diye sorulur mu? Bu sebeple, Kürtçe ilköğretimde kullanılırsa, sonucu ne olur, resmi dile zarar verir mi, üniter yapıyı bozar mı gibi sorular yersizdir. Bunları ileri sürmek, başta, hukuk diliyle konuşmamak demektir. İkinci olarak, Kürtleri bu hakka layık görmemek demektir. Başbakan, başörtüsü meselesinde, Diyanete soralım diye bir fikir ortaya atmıştı. Anadilde eğitim konusunu da ehline (pedagog, psikolog ve dilbilimciler gibi) sorarsa yerinde bir iş yapmış olur. Bunu yapmazsa, içten içe inanmış olduğu “Yaratandan dolayı yaratılanı sevmek” prensibinden taviz vermiş olur. Çünkü bir insanın hakkına engel olmak, onu sevmemektir. Sevme konusuna gelince, bir de başka türlü bir sevmek vardır. Yaratılandan dolayı Yaratanı sevmektir. Yaratılanda İlahi iradenin dokunuşlarını görmektir. Aslında, biz faniler için mümkün olan sevgi, bu sevgidir. Çünkü Tanrı dolaysız sevilemez. Bunu gerçekleştirdiğimiz gün, adalete ve eşitliğe gerçekten inanmış oluruz.

* Yasin Ceylan: Prof. Dr. ODTÜ Felsefe