27 Mayıs'ın Öteki Yüzü: Sivas Kampı

-
Aa
+
a
a
a

27 Mayıs 2010Taraf

Nevzat Çiçek

1.

Bugün Türkiye’nin ilk darbesinin 50. yıldönümü. 27 Mayıs darbesinde pek çok acı yaşandı. Başbakanlar, bakanlar idam edildi. Yassıada’da büyük dramlar yaşandı. Darbenin çok az bilinen bir başka acılı hikâyesi daha var. 27 Mayıs askeri darbesinden dört gün sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan toplanan 485 kişi Sivas Kabakyazı’da 5. Er Eğitim Tugayı’nda askeri garnizon içindeki kampta dokuz ay süren bir “zorunlu misafirliğe” tabi tutuldular. Dokuz ay süren zorunlu misafirlik içerisinde Sivas’a getirilenlerin yaşları 14 ile 70 arasında değişiyordu. “27 Mayıs’ın öteki yüzü: Sivas Kampı” adlı yeni çıkan kitabın bir özeti olan bu yazı dizisinde Celal Bayar’ın “Siyasal Kürtçülüğün merkezi” ve Hüsamettin Cindoruk’un da “Apo hareketinin kaynağı” olduğunu iddia ettiği Sivas Kampı tanıkların anlatımları ve hiç yayınlanmamış resimlerle anlatılacak.

Sivas Kampı kimin fikri

27 Mayıs 1960 tarihinde Ordu içindeki Kemalistler, gerçekleştirdikleri askerî darbeyle Demokrat Parti (DP) iktidarını devirerek Milli Birlik Komitesi (MBK) olarak ülke yönetimine el koydular. Askeri darbeden dört gün sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan tutuklanan yaklaşık 485 kişi Tutuklananlar Sivas Kabakyazı’da 5. Er Eğitim Tugayı’nda askerî garnizon içindeki kampta dokuz ay süren bir “zorunlu misafirliğe” tabi tutuldular. Misafirlik diyoruz çünkü askerî yetkililer Sivas’ta bulunan kişilere tutuklu olmadıklarını, misafir olduklarını açıklamışlardı. Dokuz ay süren zorunlu misafirlik içerisinde Sivas’a getirilenlerin yaşları 14 ile 70 arasında değişiyordu.

 

485 kişinin gözaltına alındığı operasyon muhtemel bir Kürt muhalefetini baştan sindirmeyi amaçlıyordu. MBK, Irak ve İran’da yükselen Kürt Ulusal Hareketi’nin Türkiye’deki etkilerini kırmak istiyordu. Çünkü aynı dönemde özellikle Irak’ta Molla Mustafa Barzani önderliğinde yürütülen ulusal mücadele Türkiye’yi de etkilemekte, sınır bölgelerinde Hakkâri, Van, Siirt, Mardin, Diyarbakır gibi yerlerde Barzani’ye fiili destek verilmekteydi. MBK’nın bir yetkilisi o dönem yaptığı açıklamada “Türkiye’nin bütünüyle yalnız Türklerin vatanı olduğu, başka gayeler taşıyan birkaç kişiye benimsetilecektir.” Diyordu. Sivas Kampı’nın kimin fikri olduğu bugün hâlâ net olarak ortaya çıkmış değil. Milli Birlik Komitesi Üyesi Numan Esin katıldığı bir televizyon programında bu kampın Milli Birlik Komitesi kararıyla oluşturulduğunu söylüyordu. Ancak Esin geçen hafta 27 Mayıs ile ilgili İstanbul’da düzenlenen bir toplantı sonrasında kamp fikrinin İçişleri Bakanı olan Muharrem İhsan Kızıloğlu tarafından alındığını ve MBK’ine dikta ettirildiğini ifade etti.

55 ağa kurşuna dizilmekten kurtuldu

Sivas Kampı’na 17 yaşında Diyarbakır’dan getirilen Hacı Said Ensarioğlu, bugün Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlu’nun babası. Said Ensarioğlu, Sivas Kampı’ndan sonra sürgüne gönderilen “55 Ağa”nın ölüm emrinin Cemal Gürsel tarafından engellendiğini söylüyor. Said Ensarioğlu söz konusu bölümü kitapta şöyle anlatıyor: Bizim nöbetçimiz olan subay kampta hareketlenme yaşanınca sebebini anlattı. Evladım, Muharrem İhsan Kızıloğlu ve birkaç kişi toplantı yaptı. Bunlar kaçtılar “Dur” emri dinlemediler, kurşuna dizin dedi. Muharrem İhsan Kızıloğlu, bunlar her zaman elimize geçmez kurşuna dizip yok edelim, zabıtları da farklı düzenleriz dedi. Ancak Sabri Koçak Paşa doğrudan doğru Cemal Gürsel Paşa’yı aradı. Gürsel’le telefonla konuşurken, buradakiler böyle bir şey söylüyor. Haberiniz var mıdır yok mudur? Varsa bile bunu bana yaptıramazsınız, beni de onlarla birlikte öldürebilirsiniz dedi. Gürsel Paşa da “Aman bunlar size emanettir. Sakın biz daha eskinin hesabını veremiyoruz (Mustafa Muğlalı’nın 33 köylüyü kurşuna dizmesi hadisesinden bahsediyor-N.Ç) Benden başka, senden başka kimse sorumlu değildir, kimseyi dinleme. Bunun üzerine Koçak Paşa geldi dedi ki “Bunlar bana emanettir, kimse müdahale edemez” deyince bu tehlikede ortadan kalktı” dedi.

Esasında bu olay babam ve ben için düşünülmüşken, daha sonra bizi top yekûn öldürmek istediler. Şöyle: “Herkes bırakıldıktan sonra 55 ağa kalınca bir daha böyle bir fırsat bir daha yakalayamayız, bunlar en nüfuslu ağalar Güneydoğu’nun çeşitli vilayetlerinden. Bunları hamama veya başka bir yere götürürken, kaçmaya başladılar, askerin “Dur emri” ni dinlemediler, bunların hepsini kurşuna dizin. Ancak yine Sabri Koçak Paşa müdahale ediyor ve bu da önlenmiş oluyor.

Kinyas Kartal sarsıntı geçirdi

Said Ensarioğlu’nun anlattığı olayı kampa 14 yaşında götürülen Şeyh Said’in torunu Abdülilah Fırat da doğruluyor: Üçüncü ayda etrafımız otomatik silahlarla çevrildi. ‘Talimat geldi dediler, birçok kimseyi kurşuna dizecekler’ dendi. Çok büyük bir panik ve heyecan oldu. Vasiyetini yazanlar, ağlayanlar, korkudan titreyenler vardı. Erzurum Karayazı’dan getirilen Cimşid Ağa’nın okuma - yazması olmadığı için vasiyetini bana yazdırdı. Kinyas Ağa, bu olayda çok büyük bir sarsıntı geçirdi. Kinyas Bey sarsıntı geçirince Şeyh Selahaddin Efendi yanına gitti,

‘Kinyas Bey sen askersin. Senin bu kadar sarsılmaman lazımdı.’ O da, ‘Şeyh vallahi ben Ruslarla da Ermenilerle de çarpıştım. Ama şartlar böyle değildi. Elim kolum bağlı değildi. Onlarda da silah vardı bende de vardı. Ama böyle silahsız bizleri katletme isteği beni gerçekten çok sarsıyor” dedi.

 “CHP kendi vekilini ihraç etti”

Sivas Kampı’na getirilen bir de CHP’li vardı. Van milletvekili Tevfik Doğuışıker. Doğuışıker askerlerle tartıştığı için uçağa konularak kampa yollanmıştı. Tevfik Doğuışıker kamptayken milletvekili olduğu halde CHP’den ihraç edildi. Söz konusu bölüm kamp sakinleri tarafından şöyle anlatıldı:

“Kampta enteresan bir durum da vardı. CHP Van Milletvekili Tevfik Doğuışıker çok enteresan bir milletvekiliydi. Geçmişi oldukça tantanalıydı. Buda bir yüzbaşı ile kavga ediyor, çok inatçı, çok enteresan bir adamdı. Tabii Kinyas Kartal bunu biliyordu ve takılıyordu,

- “Tevfik sen de geldin mi” diyordu.

Güya Tevfik, İsmet Paşa tarafından çok sevilen onun gözbebeği olan bir milletvekili. Geldi dedi ki,

- “Abdürezzak Bey, ben sizi eskiden de tanıyorum. İsmet Paşa’nın bizden haberi yok. Ben şimdi ona mektup yazayım, beni kurtarır seni de kurtarır” dedi. Babam dedi ki:

- “Ben İsmet Paşa’dan falan şefkat beklemiyorum. Ben burada ölüme razıyım onun merhametine sığınmam, buna tenezzül de etmem, beni dinlersen sen de etme”, “Olur mu Abdürrezak Bey “deyince babam,

- “Benim tanıdığım İsmet Paşa kimseye merhamete gelmemiştir. Tevfik yapma kendini harcıyorsun” dedi. Tevfik Bey bunun üzerine,

- “Sen bilmezsin” dedi ve mektup yazdı. Mektuba da şöyle yazıyor:

- “Paşam, ben burada 300 Demokrat Partili ile beraberim. Bunlarla beraber olmak benim kanıma dokunuyor. Haberiniz olsun, en büyük ceza bunlarla beraber olmaktır.” Üç gün sonra Öncü Gazetesi’ni aldık şöyle yazıyordu:

- “Tevfik Doğuışıker CHP’den ihraç edildi” Ondan sonra babam okuyunca “Tevfik gel hele” dedi.

- “Al sana senin İsmet Paşa’n seni kurtaracak adam seni partiden ihraç etti” dedi. Kampta olduğunda hâlâ milletvekilliği devam ediyordu.

CKMP’li Faik Bucak sonra KDP’yi kurdu

Sivas’a gönderilen aileler içerisinde Bucak’lar da dikkati çekiyordu. 27 Mayıs darbesinden sonra, Bucak Aşireti’ndeki post kavgası “Develete ihanet” suçlamasına dönüşmüştü. İhsan Bucak, Hasan Oral ile Faik Bucak’ı asker makamlara ihbar ederken, şunları söylemişti: “ Diş Tabibi Hasan Oral ve Avukat Faik Bucak, Anazu köyünde halkı silahlandırıyorlar. 10.000 kişilik silahlı bir grup oluşturuyorlar. Bir Kürt hükümeti kurmak, bu arada Adnan Menderes’i Yassıada’dan kurtarmak istiyorlar. Köylüleri, köy meydanına toplayarak, bu niyetlerini orada açıkladılar.” Bunun üzerine Bucakların büyük bir kısmı toplanarak Sivas Kampı’na götürüldü...Kampa getirilen Faik Bucak o dönem Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nde siyaset yapıyordu. HAKPAR eski Genel Başkanı Sertaç Bucak, babasını şöyle anlatıyor: Sivas Kampı ve 55’ler olayı preventiv (önleyici) devlet politikasının bir tezahürüdür. Kürt’lere yönelik “güvenlik boyutlu”geleneksel siyasetin bir parçasıdır. Zulümdür. Bu sürgünleri haklı göstermek için her türlü yalan ve şiddete başvurulmuştur... Sürgünden döndükten iki yıl sonra Faik Bucak ve arkadaşları 1938 Dersim isyanından 27 yıl sonra illegal Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’ni kurarak siyaseten ayrı örgütlenmenin ilk adımlarını attı ve partinin Genel Başkanlığına getirildi. Babamızın şahadetinden (5 Temmuz 1966) sonra bu gerçeği annemize hitaben yazılan Mella Mustafa Barzani imzalı başsağlığı mektubundan öğrendik. Sivas Kampı ve ondan sonra başlayan sürgünlük dönemi ile birlikte Dersim sonrası Kürt’lerin siyaseten ayrı örgütlenmeye başlamasının 27 Mayıs askerî darbesi hızlandırıcı bir rol oynamıştır. Dedem (Hasan Bucak) Kırklareli’nde sürgünde iken yaşlılığı gözönüne alınarak kışın karakolda konuk edilmiş”. Polislere bize Abdülhamit’ten beri hep sopa atıyorlar. Kim gelse ilk işi bizi sürgüne gönderip sopa atmak oluyor!” dermiş. Orada ki polis memuru hüzünle bunu halama anlatmış. Gerçekten de öyle oldu. 1960’da dahil sürgün müdavimi idik. Yegâne suçumuz” Kürt olmaktı.” diyor. 

Sivas kampının ünlüleri

AK Parti’de Adana Milletvekili olan Dengir Mir Mehmet Fırat’ın dedesi Zeynel Turan, Cem Vakfı Başkanı İzzetin Doğan’ın babası Hasan Hüseyin Doğan, Sedat Bucak’ın babası Hakkı Bucak, HAKPAR eski Genel Başkanı Sertaç Bucak’ın babası ve Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi kurucu başkanı Faik Bucak ve diğer Bucak’lar, Şeyh Said’in çocukları Şeyh Ali Rıza ve Şeyh Selahaddin Efendiler, Van’dan Kinyas Kartal ve diğer Kartallar, Hakkâri’den Ertuş’lar, Ağrı’dan Öztürk’ler, Diyarbakır’dan Ensarioğullar’ı, Elazığ’dan Septioğulları, Erzurum’dan Nurcu Mehmet Kırkıncı, Diyarbakır’dan Nurcu Mehmet Kayalar, Bayburt’tan Demokrat Parti Yöneticisi olan Baki Tuğ’un babası Necati Tuğ, Mardin’den Zeynel Abidin Erdem’in amcası Bahattin Erdem ve avukat M.Necati Kerimoğlu, Ağrı Tutak’tan Kazım Yıldırım, Malatya’dan Sait Çekmegil, Van CHP Milletvekili Tevfik Doğuışıker,Diyarbakır’dan Bozo Kemal lakaplı Kemal Yıldırım, Cemil Küfrevi, Batman’dan Sait Ramanlı, Kubbettin Septioğlu, Zeynel Abidin İnan, Mustafa Işık, Rıfat Ökten, Turhan Bilgin ve daha birçok tanınmış sima bulunmaktaydı.

Oysa Sivas Kampı’nda Kürtçülük ve isyan edebilirler suçlamasıyla tutulanlardan Zeynel Turanlı’nın ailesi Milli Mücadele dönemindeki faaliyetlerden dolayı meclis tarafından altın madalyayla ödüllendirilmişti. Mardin’den getirilen Erdem ailesi gibi Sivas’a getirilen bir kısım ailenin Arap kökenli olması bile onların “bölücülük” ile suçlanmalarını engelleyemedi. Kürtçü olarak suçlanan bazı aileler ise daha sonra Kürtçü örgütlerle çatışmışlardı. Sivas’a getirilen tek milletvekili olan Tevfik Doğuışıker o dönem CHP Van Milletvekili idi. Diyarbakır’da Ensarioğulları ve Mehmet Kayalar başta olmak üzere tutuklamaları yapan kişi ise Şanar Yurdatapan’ın babası Daniyel Yurdatapan’dı.

2.

Sivas Kampı yazı dizisinin bu bölümünde “27 Mayıs’ın öteki yüzü: Sivas Kampı” kitabından ayrıntılarla yaşananları aktarmaya devam ediyoruz. 27 Mayıs askerin darbesinden sonra Cumhuriyet gazetesi başta olmak üzere basının tavrının bugün pek değişmediğini görebiliyoruz. Yassıada’da savunma avukatlığı yapan Hüsamettin Cindoruk da Sivas Kampı ile 1938-1960 dönemi arasındaki barışın bozulduğunu ifade ediyor. Cindoruk, Celal Bayar’ın Sivas için “Siyasal Kürtçülüğün merkezi” dediğini belirtiyor:

“Onlara Sivas’ta Kürt olduklarını hatırlattılar. Celal Bayar buna siyasal Kürtçülük hareketi derdi. Kürtçe diye bir dil de var, ırk da var, buna kimse karşı çıkamaz. Ama ayrı bir devlet olmak isteyen devlete isyan eden, ayrılıkları keskinleştiren bir hareket de olmuştur daima, ona Bayar Siyasal Kürtçülük derdi ve Sivas’a bağlardı. Bayar Sivas Kampı’na çok içerlemişti. Çünkü Bayar Şark meselesi ile çok ilgiliydi, bu konuda Şark Raporu hazırlamış bir insandı. Bayar, Sivas Kampı’nın siyasal Kürtçülük şuurunu tekrar uyandırdığını söylüyordu. Yani 1800’lerden başlayan hareketler durmuşken Dersim Hadisesi Bayar’ın tabiriyle tenkil edilmişken, her şey yoluna girmişken belirli bir barış hareketi yerine gelmişken, Sivas Kampı Kürtlere bir işaret veriyor, “Ne duruyorsunuz? İşte siz busunuz, hepinizi topladık biraraya, planınızı programınızı yapın.” Nitekim 27 Mayıs’tan hemen sonra Doğu Kültür Ocakları ve Rizgâri’ler ortaya çıkmıştır. Ve onlar kendilerine verilen imkânı yeterli bulmadıkları için silah zoruyla bu işlerin çözülebileceği noktasına gelmişler ve Apo Hareketi ortaya çıkmıştır. Apo yalnız değildir Apo’nun kaynağı Sivas’tır. Tabii orada Apo’nun peşinden gitmeyecek kadar idrak sahibi insanlar var, onlar siyasete tekrar dönmüşlerdir. Ama bir bölüm, bilhassa onlara yapılan haksızlıklardan ötürü kızgın olanlar Apo’ya doğru kaymışlardır ve Apo’da zamanlamasını iyi yapmıştır... Bir akıllı adam böyle bir formülün işe yarayacağını söylemiştir. Kim buna önayak oldu, kimi Alparslan Türkeş diyor, kimi Türkeş’le birlikte aşırı milliyetçi subaylar ve erler diyor, kimi Ragıp Gümüşpala diyor. Ama kim düşündüyse kim yaptıysa birden bire Kürtçe bilmeyen Kürtler dahil hepsini getirdiler Sivas’ta bir askerî kampa koydular. 55 Ağa hadisesi gibi ki önemli bir hadisedir, bu sosyolojik ve siyasal yapıyı bozdu” diyor.

Nurcular da Sivas Kampı’nda

Sivas Kampı’nın zorunlu misafirleri arasında Kürtler kadar Nurcular da yerini aldı. Görüştüğüm çoğu Nur gönüllüsü, Said Nursi’nin erkenden vefat etmemesi halinde onun da Sivas’ta zorunlu misafirliğe zorlanacağını ifade ettiler. Sivas Kampı’na gönderilen Nur talebeleri arasında Diyarbakır’dan Mehmet Kayalar, Erzurum’dan Mehmet Kırkıncı, Mehmet Serçil, Kamil Sirkeci, Yavuz Telli, Hilmi Ardos, Kahramanmaraş’tan Mustafa Ramazanoğlu, Malatya’dan Tarık Aktekin, gibi birçok insan vardı. Birçok insanın bütün hayatını vakfettiği

Risal-i Nur ve Said Nursi hakkında Demokrat Parti’nin son dönemlerinde de “Gizli” ibareli raporlar tutuluyordu. Bu raporlar yıllar sonra Emniyet Genel Müdürlüğü vasıtasıyla kamuoyuna yansıtıldı. Kampa getirilen Mehmet Kırkıncı, Gülen’i Risale-i Nur ile tanıştıran kişiydi.

Diyarbakır’dan Sivas’a getirilen Bediüzzaman Said Nursi’nin “Nurun Muallimi, Nurun Kahramanı, Nurun Yüksek Bir Talebesi, Hayatını Nura Vakfeden Mehmet Kayalar...” gibi ifadelerle anlattığı Mehmet Kayalar Selanik doğumluydu. 1937 senesinin mayıs ayında Harp Okulu’nu bitirir ve subay olarak ordu saflarına katılır. Konya, Susurluk, Kemalpaşa, Uşak, Bingöl ve Diyarbakır illerinde vazife yapar. Kayalar 1952 yılında 41 yaşında yüzbaşı olarak ordudan emekli olmuştur. Evli ve üç çocuk babası olan Kayalar 1994 yılında Yalova’da vefat eder. Mehmet Kayalar ismi Diyarbakır Nur hizmetleri ile bütünleşmiştir. Zira 1950’den 1973 yılına kadar bu şehirde kalmış ve “hizmetlere” imza atmıştır.

İçişleri Bakanı olan Muharrem İhsan Kızıloğlu kampı denetlemeye geldiğinde herkes ayağa kalkar ama Mehmet Kayalar ve birkaç arkadaşı ayağa kalkmaz. M. İhsan Kızıloğlu, Kayalar’ın önünde durarak hakaret etmek ister ancak Kayalar onun hakaretine fırsat vermeden, “Senin soy ismindeki kızıllık, yüzünden görülmektedir. İsmin kızıllığı senin yüzüne aksetmiş” dedi. Kayalar daha sonra “55 Ağa” içerisinde yer alarak Çanakkale’ye sürüldü. Orada Milli Birlik Komitesi’ne yazdığı mektupta kısaca, “27 Mayıs’tan beri geçen 11 aylık zamanda maruz kaldığım acıklı muameleler, hapis ve neyfiyemdeki sıkıntılar ve bazı garazkâr neşriyatla üzerime tevcih edilen iftiraların hakikatsizliğini ifade etmek için şahsıma ait bu maruzatımı zikretmeye mecbur kaldım... Hatta bugün Şarkta Kürtçülük damarını kırdığımız ve aleyhinde bulunduğumuz için bu menfi fikri taşıyan Kürtler bize düşman kesilmişlerdir. Şayet bizde Kürtçülük fikri bulunsaydı muhakkak bir sızıntısı, bir ipucu, bir delil bulunacaktı. Halbuki 20-30 mahkemenin hiçbirisi, bu hususta en ufak bir delil bulamamış ve bir mahkûmiyet vermemiş olduğunu görüyoruz. Gerek umumi emniyette, gerek millî emniyette yapılan araştırma ve soruşturmalarda Kürtçülüğe dair en ufak bir emare görülmemiştir” diyordu.

Nurcular gibi Sivas’a getirilen en önemli kişilerden birisi de Malatya Ekolü’nün öncü isimlerinden biri olan Sait Çekmegil’di. Çekmegil, daha sonra yayımlanan anılarında Sivas Kampı’nda yaşadıklarını satırlara döktü.

“Bir bölen olmak istemedik”

Kampa getirilen en ilginç kişilerden birisi de Arap asıllı olan Demokrat Parti’de Mardin Milletvekilliği yapan Bahattin Erdem ve kardeşi Mehmet Sait Erdem’di. Türkiye’nin sayılı işadamlarından olan Zeynel Abidin Erdem, babası Mehmet Sait Erdem ve amcasının yaşadıkları sıkıntıyı anlatırken bugüne kadar neden Sivas’ı anlatmadıklarının da ipucunu veriyor: “Kampla ilgili bize birçok şey anlatıldı: Oradaki sefalet, soğuk, zaman zaman açlık... Biraz da o günün şartlarında değerlendirmek gerekirse orada bir haksızlık vardı. Bu, sadece sitemdir. Bu olayı yaşayan büyüklerimiz bize yaşadıklarını naklederken hepimize ayrı ayrı ve defalarca bir “emir” buyurdular: “Siz bunları gelecek nesillere intikal ettirmeyeceksiniz. Çünkü biz bu milletin kurucuları ve tamamlayıcılarıyız. Biz Seyyidiz. Biz fitne, ayrılık, kavga tohumu ekemeyiz. Türkiye Cumhuriyeti bizim tek vatanımız, en büyük kurtuluş alanımız, devlet ise kurtarıcımızdır. Millet bizim daima içinde olduğumuz, bizi tamamlayan bir unsurdur.” Bugüne kadar ne büyük ne de küçüklerimiz bu yaşananları tekrar konuşmamıştır. Çünkü biz devlet ve milletle barışık olmak mecburiyetindeyiz. Anane ve töremiz budur. Hiçbir zaman yanlışı yanlışla onarmak isteyen, kızan veya bağıran değiliz, düzeltmeyi en yumuşak şekliyle yapan olmak istiyoruz” diyor.

Sivas’ı yaşayanlar bugün ne dedi

Hacı Said Ensarioğlu: Bu kadar yaşadıklarımdan sonra devletin bölücülüğünün oradan başladığını anladım. Biz kendimizi vatandaş zannediyorduk. Ben diyorum ki eşit haklara sahibim ama senin devletin kalkıyor, sen benden değilsin, sana özel bir kanun yapıyorum ve seni sürgün ediyorum. Olay buradan başladı. Devletin bölücülüğe burada tohum ekti.

Abdulilah Fırat: O günkü sistemleri medeni değildi. Bir darbe hükümeti idi. İnsanlıktan nasiplerini almamışlardı. Zulüm yapmaktan zevk duyan insanlardı. Hürriyetin ne kadar büyük bir nimet olduğunu insan böyle zulümler gördükten sonra biliyor.

Sertaç Bucak: Sivas Kampı çözümleyici olmadı. Devletin tüm sürgün mağdurlarına karşı özür borcu olduğunu düşünüyorum. 1960’larda özür dilenmediği için 1990’larda devlet birkaç milyon Kürdü yeniden zorla yerinden etmiştir.

Zeynel Abidin Erdem: Ben bugün sürgüne gönderilmiş bir ailenin üyesi olarak ancak şunu söyleyebilirim. Biz hepimiz yanlış yaptık. Gerekli cezayı da aldık. Böyle bir inanış ve böyle bir son karar vardır. Bu kararı da o gün herkesle konuştuk. Tabii yukarıda arz ettiğim gibi bunun dedikodusunu yapmak ya da ileride bunların her gün tekrar yaşatılması, hatırlanması adına bir şey yapacak değilim.

Dengir Mir Mehmet Fırat: O zaman 105 sayılı yasaya göre yapılan uygulama tamamen insanlığa ve hukuka aykırı bir uygulamaydı. Dolayısıyla haksız bir uygulamaya uğrayan bütün insanlar gibi o insanlar üzerinde de çok büyük etkileri oldu. Bu tip uygulamaların devlete kazandırdığı hiçbir şey olmadı, temennim bu tip olayların bir daha yaşanmaması ve yaşatılmaması.

 “Cumhuriyet gazetesi yüzünden kampa gittik”

Sivas Kampı’na gönderilen Şeyh Said’in torunu Abdülilah Fırat kampa gönderilme gerekçesi olarak; Şeyh Said’in torunu olmayı ve Cumhuriyet gazetesinin yaptığı yayınların etkili olduğunu ifade ediyor “27 Mayıs’ın öteki Yüzü: Sivas Kampı” kitabında. “Cumhuriyet gazetesinin 31 Mayıs 1960 yılında yapılanları alkışladığını görmekteyiz. Cumhuriyet gazetesi şöyle yazıyordu:

“Milli Birlik Komitesi’nin neşredeceği vesikalar, bir Kürdistan tesisi için DP Grubu içinde çalışanlar varmış. Sabık iktidarın Rus yapısı bir ciple vatan haini Şeyh Sait’in oğlunun Doğu’daki köylerde dolaşmasına göz yumulduğu tespit olunmuştur. Geliştirilmesine çalışılan gayenin yeni bir Kürdistan olduğu, bu konuda birkaç DP milletvekilinin çalışanlara müzair olduğu vesikalarda meydana çıkmıştır. Milli Birlik Komitesi ve hükümet bu yola sapanların faaliyetlerine son vermiş, memleketi parçalayıcı unsurların tamamen izalesi yolunda zecri tedbirler alma yoluna gitmiştir. Türkiye’nin bütünüyle yalnız Türklerin vatanı olduğu, başka gayeler taşıyan birkaç kişiye benimsetilecektir” diyordu.

Bunlar daha mı az ağa

Sivas’a götürülenler hakkında herhangi bir suçlama yapılmamışken, Meclis’ten çıkarılan bir yasa olacakları haber veriyordu. 2510 sayılı yasaya ek olarak çıkarılan 105 nolu yasada şöyle deniyordu: “Sosyal birtakım reformları yapabilmek, ortaçağın Türkiye’de yaşayan düzenini yıkmak, ağalık ve şeyhlik gibi müesseseleri yok etmek... Vatandaşın sömürülmesine engel olmak gayesiyle bu kanun çıkarılmıştır.” Bu sözlere bakılacak olursa, Sivas’taki toplama kampı ve mecburi iskânla, iktidar köylüleri baskı altından kurtarmak gibi “halkçı” bir iş yapıyordu.

CHP organı Ulus gazetesinin başyazarı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu Efendi’nin mecburi iskân tasarısıyla ilgili 12 Ekim 1960 tarihinde şunları yazıyordu: “Birkaç günden beri gazetelerde bahsi geçen Mecburi İskân Tasarısı, dün yayınlanan bir habere göre MKB’de görüşülerek kabul edilmiştir. Bu surette tasarının bir bölümünde görüldüğü gibi memleketimizin şu veya bu bölümünde ya da daha geniş bir bölge içinde dini his ve gelenekleri alet edenler, yabancı ideolojileri neşir ve telkine çalışanlar cebir ve şiddet kullanarak nüfuz ve baskıları altında adam sömürenler, bulundukları yerlerden uzak bölgelere nakledileceklerdir. Sürülecektir, demiyoruz. Çünkü bu gibiler için medeni haklardan mahrumiyet söz konusu değildir ve çıkarıldıkları bölgelere dönmemek şartıyla memleketin her tarafında dolaşmak serbestliği de ellerinden alınmayacaktır. Doğrusunu söylemek lazım gelirse, bu bakımdan Mecburi İskân Tasarısı’ndaki sertlik biraz yumuşatılmış gibi görünüyor” diyordu.

Öte taraftan Akşam gazetesinde Müfit Duru imzalı “Ağalardan sonra” ve Öncü gazetesinin “Şeyhlerin peşinde” yazı dizileri olmadık iftiralarla Sivas Kampı mağdurlarına saldırıyordu. Yön dergisi de konuyu inceleyerek Faik Bucak’ın görüşlerine yer veriyordu: “Faik Bucak ile konuşurken size şunları söyleyecektir:

“Benim toprağım yoktu ki toprak ağası olayım. Hayatımı avukatlık yaparak kazanıyordum. Yıllarca da bu memlekette hâkimlik yaptım. İşte bizim ağaların kaç dönüm toprağı olduğu da meydana çıktı. İyi ama bu memlekette madem ki toprak reformu diyoruz, madem ki sosyal adalet diyoruz, aklımıza niye Kasım Ağa (Gülek), Cavit Ağa (Oral), niye Fevzi Lütfü (Karaosmanoğlu), niye Hacı Ömer Ağa ve daha bunlar gibi yüzlercesi gelmiyor? Bunların toprakları bizimkilerin topraklarından yüzlerce defa büyük. Ya İstanbul’daki sermaye ağaları? Bunlar sanki daha az mı ağa?

55’lerden Bucak ve Kartal’ın tanıklığı

Bir ihtilal olmuştu. Her vatandaşa yeni bir dünya yaratmanın acı ve yük payı düşmüştü. Buna emniyet tedbiri dediler. Biz de masumca bir güvenle bileğimizi kelepçeye uzattık. Nasıl olsa diyorduk, “Adalet tecelli eder.” Suçsuz olduğumuz gün ışığına çıkar. Üç yüz kişiydik. Biz 55’leri ayırıp alıkoydular. Mesele sürgün müydü? İlk bakışta hissi konuştuğumuz sanılabilir. Bu soruların hakiki sebeplerini sıralayalım: 55’lerin bedbahtlık ve felaketlerinin sebebi Kürt asıllı olmalarında mı aranmalıdır? Yoksa hepimizin Demokrat Partili olmasında mı aranmalı? Yalnız Türkiye’de milyonlarca Demokrat Parti’li varken onlar niye bizim gibi sürülmediler?

Biraz geriye dönelim. Masumiyetimiz teslim edildikten sonra Ankara’ya geldik. İlk fırsatta günün idarecileriyle temas ettik. Salahiyetli makamlar bize haksızlık edildiğini kabul ettiler ve en kısa zamanda yerlerimize iade edeceklerini vaat ettiler. Türk aydınları, sizi haklı davamızın hakemleri seçiyoruz.

Numan Esin: İsyan hazırlığı vardı

Milli Birlik Komitesi Üyesi Numan Esin yıllar sonra Sivas Kampı ile değerlendirmeleri Güneri Civaoğlu’nun programında sorduğu “Menderes Kürt sorunu için ne söyledi?” sorusuna verdiği cevapta “ Bizim o tarihte bir endişemiz vardı. Acaba bir ayaklanma olur mu diye. Elli beş ağayı da o sebeple yönetim tutuklamıştı. Onları, güvenlik önlemi aldırarak, Sivas’ta nezaret altında bulunduruyordu. Bu arada acaba hükümetin, güneydoğuyla ilgili özel birtakım tedbirleri var mıydı? Aldığım cevap buydu ve son derece doğru bir cevaptı, demokrasi içinde. Gerçekten, 1938’den sonra, 1970’lere kadar, doğuda bir ayaklanma olmamıştı ve istikrar vardı. Türkiye’de bu istikrarı daha sonraki yıllarda yanlış uygulamalar bozmuştur ve güneydoğu sorunu Türkiye için ciddi, çok pahalı, çok riskli bir sorun haline gelmiştir.” dedi. Ancak Esin geçen hafta İstanbul’da katıldığı bir konferansta Sivas Kampı uygulamasının emrini kendilerinin vermediğini, İçişleri Bakanı olan Muharrem İhsan Kızıloğlu’nun bu emri tek başına aldığını ifade etti.