Anayasa değişikliğinden 'sivil dikta' teorilerine...

-
Aa
+
a
a
a

30 Nisan 2010Radikal

Anayasa değişikliği maddelerini tekrar tekrar okuyorum. Yıllardır ‘demokrasi’ adına değiştirilmesini istediğimiz konuların önemli bir kısmını, hatta oldukça kritik bölümlerini içerdiğini görüyorum. Bu maddelerin hiçbirisi siyasi iktidarın ‘yargı üzerinde’ ya da başka bir kurum üzerindeki ağırlığını artıracak nitelikte görünmüyor. En kritik maddelere baktığımda bile böyle bir şey görmüyorum.

***Deniz Baykal, Anayasa değişikliği maddelerinin 330-367 bandında bir oyla kabul edilerek referanduma götürülmesi kararı alınması halinde de Anayasa Mahkemesi’ne başvuracağını söylemiş bulunuyor.Anayasa Mahkemesi, değişiklikleri yürürlükteki anayasaya göre ancak ‘şekil’ bakımından inceleme hakkına sahip. Değişikliğin özüne ilişkin bir inceleme yapması mümkün değil.

Ancak Anayasa Mahkemesi, tamamen siyasi nitelikteki bir organ olarak şekillendiği için Anayasa’nın esasına yönelik kararları da inceleyip, reddedilmesi yönünde kararlar verdiği/verebildiği ortada. Örneğin ‘Meclis’in 367 üyeyle toplanmaması halinde Cumhurbaşkanı seçilemez’ kararının tamamen ‘siyasi’ hatta daha açıkçası ‘keyfi’ bir karar olduğunu görebilmek için stratejik analizler yapmak gerekmemişti.

Başörtülü kızların üniversitede derse girebilmelerine olanak sağlayan 411 oyla yapılan anayasa değişikliği ‘esastan bir değişiklik’ti. Anayasa Mahkemesi bu değişikliği de ‘esastan’ inceleme hakkını kendinde gördü ve yetkilerini aşarak kanunu esastan iptal etti.

Anayasa yapıcı gücün kaynağının halk olmasının değil, bu gücün kaynağının halktan kopuk olmasının dikta anlamına geldiğini görebilmek için, siyaset teorisi konusundaki temel prensipleri biraz olsun incelemiş olmak yeterli.

Anayasa Mahkemesi sık sık kuvvetler ayrılığı ilkesini yok sayarak, ‘ben Meclis’ten üstünüm’ mesajını veriyor. Hatta kendini sadece meclisin değil bütün yasal yapının ve kanunların üstünde konumlandırıyor. Anayasa Mahkemesi üyelerinde, ‘bizi denetleyecek bir makam olmadığı için, bizim her kararımız kanunların üstündedir’ şeklinde yerleşmiş ve değiştirilmesi hiç kolay olmayan bir bilinç yapısı var.***

Meclis, Anayasa değişikliği dahil hangi değişikliği, hangi oy oranıyla yaparsa yapsın, çoğunluğu 6-7 kişiden oluşan Anayasa Mahkemesi üyeleri bunları iptal edebiliyor. Yürürlükteki Anayasa, değişiklikleri ancak şekil açısından denetleyebilir dese de fark etmiyor. Eğer Deniz Baykal, Anayasa değişikliğinin referanduma götürülmesini engellemek için yine Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yolunu kullanırsa, üst yargı kurumlarının meclislerden üstün olduğu bu sistem bir ileri aşamaya daha geçmiş olacak.

Meclis’te Anayasa değişiklikleri 330-367 bandında oy alarak geçerse, otomatik olarak bu değişikliklerin referanduma sunulması gerekiyor. Baykal işi daha da ileri götürüyor ve ‘Bir paket halinde kabul edilen bu değişikliğin üç maddesini Anayasa Mahkemesi’ne götürür ve onları iptal ettiririm’ şeklinde bir yaklaşım sergiliyor.

Baykal bu hedefine de ulaşırsa Türk toplumuna şöyle bir mesaj iletilmiş olacak: “Anayasa Mahkemesi, kendisi izin vermedikçe mahkemenin üye sayısı, üye yapısı değiştirilemez. Anayasa Mahkemesi’nin çoğunluğunu oluşturan 6-7 üyesi izin vermezse Anayasa’nın bir maddesi bile değiştirilemez. Üstelik bu kararlara karşı hiçbir yere itiraz edilemez. Halkın oylarının da, referanduma götürme kararının da, hiçbir önemi ve kıymeti harbiyesi yoktur.”***Darbecilerden hesap sorulmasından, darbe anayasasındaki anti-demokratik hükümlerin temizlenmesi yönünde yapılan değişikliklerden bir dikta doğabileceği teorisinin içerdiği hayal gücünü kıskandığımı itiraf etmem gerekiyor. Muhafazakârlığa, militarizme, milliyetçiliğe, halk egemenliğinin kısıtlanmasına destek verirken bunun ‘demokratik’ olduğu söylemini allayıp pullayıp ortaya dökebilmek de, gerçekten kıskandırıcı bir maharet.

Bir ülkenin kanunlarının, Anayasası’nın evrensel demokratik ölçülerine kavuşturulmasıyla ‘sivil dikta’ parlak buluşunu bir araya getirebilecek düzeyde bir ‘bilim-kurgu zekâsı’na sahip olan kişilerin bu potansiyeli başka alanlarda da kullanmaları halinde ortaya çıkacak sonuçları tahayyül bile edemiyorum.

Tabii, bu kesimlerin, ‘sivil dikta’ icadına kıyasla daha parlak ve daha inandırıcı icatlarını da görmüştük, ama ‘sivil dikta’ da kendi çapında yeterince başarılı bir buluş...

Bununla birlikte, değişen Türkiye’nin ve dünyanın koşullarında bu tür bilim-kurguya dayalı teorilerin literatürde ve tarihin akışında önemli bir iz bırakmayacaklarını üzülerek belirtmekte yarar görüyorum.