8 Şubat 2010
Zaman
Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Doç. Dr. Osman Can, yüksek yargı mensuplarının eleştirdiği noktaların anayasa değişikliği paketinden çıkarılmaması gerektiğini söyledi. Yüksek yargı üyelerinin toplumun tümünü temsil etmesi gerektiğini söyleyen Can, Anayasa Mahkemesi üyelerinin yarısını parlamentonun seçmesini önerdi.
Diyarbakır Barosu tarafından düzenlenen 'Bağımsız ve tarafsız yargı için yargının demokratikleştirilmesi' konulu panelde konuşan Osman Can, bütün yargı mensuplarının, yüksek yargı üyelerinin seçimine katılması gerektiğini söyledi. Birinci sınıfa ayrılan hakim ve savcıların HSYK tarafından bir vesayet ilişkisinden geçirildiğine, formatlandığına dikkat çeken Can şu önerilerde bulundu:
"Anayasa değişiklik paketinden hiçbir şeyin çıkarılmaması gerekir. Tam tersine parlamento, Anayasa Mahkemesi üyelerinin yarısını seçsin. Bir partinin kapatılması için parlamentoda 3'te 2 oy çoğunluğu ile dava açılsın. Davanın hukuki olup, olmadığına çoğulculaştırılmış bir Anayasa Mahkemesi baksın."
Türkiye'deki bütün yasalarının darbe ürünü olduğunu belirten Osman Can, hukukla ilgili olmayan bir darbe devletinin yaşandığını kaydetti. Yargının, toplusal sorunların temelinde yer aldığını dile getiren Can, şöyle konuştu:
"Bugün devletin kırmızı çizgileri dediğimiz şey bundan 40 yıl önce yoktu. Bundan 60 yıl önce tartışabileceğiniz şeyleri bugün tartışamazsınız. Etnik fay hattını ortaya koyan yargısal kararlardır. Üzerinde tartışmamız gereken, yargının bu niteliğinden arındırılmasıdır. Nasıl olacak bu? Yargıyı bağımsızlaşırdınız. Yasamadan, yürütmeden bağımsızlaştırdınız. HSYK'nın bir tane seçilmiş üyesi vardır. O da Adalet bakanıdır. Onun dışındakiler yargı oligarşisinin ya da yüksek yargıçların atadığı isimlerdir. Yukarıdakilerin bağımsızlık sorunları yok. Mutlak bir bağımsızlıkları var. Diyarbakır'da siz çeşitli sorunlar yaşıyorsunuz avukat olarak. Tarafgir davranışların engellenmesi için ne yapılması gerekiyor? Yargı şu anda çok daha tehlikeli bir siyasetin temsilcisi haline gelmiş. Yargı ne kadar siyasal etkileşim, toplumsal, ekonomik ilişkiyi gözlemleyebilirse o kadar adil davranabilir. Tanımadığı bir şeyler hakkında adil davranma imkanı yoktur. Belki istisnai olarak adalet sağlanabilir o da duran bir saatin günde iki kez doğru göstermesi gibi bir şey. Batıdaki birçok ülkede yüksek yargıçlar siyasi partilere üyedir. Türkiye'deki gibi kafes içerisinde yaşamaz hakimler. Yazarlar, çizerler, kamusal tartışmalar içerisinde yer alır. Her bir hakimin siyasal duruşu vardır. Bizim yüksek yargıçların siyasi görüşleri yok mudur? Bazen toplum içerisinde binde 3-5 oranında temsil edilen bir siyasi partinin, yüksek mahkeme içerisinde yüzde 6-7 oranında temsil edildiğini öğrenirseniz şaşırmayın. Yargı bağımsızlığı, parlamentonun yargıçları seçmesiyle ilgili değildir."
Devleti demokrasinin, hukukun ve özgürlüklerin emrinde bir aygıt durumuna getirecek, farklılıklarımızla birlikte barış, özgürlük ve hukuk güvenliği içinde yaşamamızı sağlayacak ilkeler üzerinde toplumsal mutabakatı oluşturacak yeni sivil bir anayasa yapmak zorunludur. Yeni anayasanın kurucu felsefesi tekçi değil, çoğulcu ve katılımcı olmalıdır. Bu anayasanın felsefesine ve ilkelerine uygun bir siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu yapılmalıdır. Tüm ceza kanunları yeni anayasanın özgürlükçü felsefesine uygun hale getirilmeli ayrıca mevzuat taraması yapılarak gerekli değişiklikler gerçekleştirilmelidir.
Ordu, sayıca küçük ancak ileri teknolojileri kullanabilen, hareket yeteneği yüksek, etkin ve esnek bir güç haline getirilirken, zorunlu askerlik kaldırılmalı, kurum profesyonelleştirilmelidir. Mevcut general kadrosu azaltılmalı, generallik imtiyazlar sunan bir statü olmaktan çıkarılmalıdır. Tuğgenerallikten orgeneralliğe kadar aşama aşama artan imtiyazların emeklilikte de devam ettiği düşünüldüğünde halkın vergileriyle oluşan bütçeye bir yük oluşturduğu ve terfiler sırasında yaşanan gerilim ve çatışmaların hizipleşmelere neden olduğu açıktır.
Ordu tarihsel olarak ama özellikle çok partili hayata geçildiğinden bu yana demokratik siyasi hayatı ve toplumu kendi istek ve ideolojisi doğrultusunda yapılandırma, değiştirme ya da koruma yetkisini kendinde görmüş ve askeri okullardaki (askeri lise, harp okulu, harp akademileri) eğitim program ve müfredatını da buna göre düzenlemiştir. 1940'lı yıllardan bu yana sürekli cuntalar, darbeler, darbe girişimleri üreten bir kurumun yapısal bir sorun içinde olduğu açıktır. Genç subaylardaki cuntalaşma eğiliminin hiç değişmemesi, bu tecrübelerden geçip yüksek rütbe ve görevlere gelenlerin de bizzat darbeleri gerçekleştirmeleri veya darbe girişiminde bulunmaları bunun kanıtıdır. O halde kurumun eğitim programının demokrat, hukuka saygılı ve sivil siyasi otoriteye tabi olduğunun bilincinde olan demokratik bir eğitim ve terbiye almış subay yetiştirecek tarzda yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Eğitimin demokratikleşmesi ihtiyacı kuşkusuz, sivil okullar için de geçerlidir.
31/07/1970 tarihli 1324 ve 1325 sayılı kanunlarla, genelkurmay başkanına savunma politikasının belirlenmesi, askeri bütçe hazırlama, istihbarat toplama, iç güvenlik ve terfi konularında özerklik sağlanmıştır. Milli Savunma Bakanlığı ise sadece lojistik destek için kaynak sağlamakla görevlendirilmiştir. MSB'de bürokrasi askerlerden oluşmaktadır. Oysa demokratik bir rejimde söz konusu yetkiler MSB'ye ait olup bakan sivil teknik bir kadroyla çalışır. Askeri bütçeyi de bu sivil teknik kadro hazırlar. Genelkurmay başkanı MSB'ye bağlıdır. Tüm bu faaliyetlerin sorumluluğu siyasi otoriteye aittir. Askeri konularla ilgili her türlü açıklamayı da siyasi otorite olarak MSB yapar. Demokratik bir rejimde her hafta açıklama yapan askerler görülmez. Bu nedenlerle öncelikle bu kanunların kaldırılarak yeni bir kanunla içi boşaltılan MSB'nin yetkilendirilmesi, genelkurmay başkanıyla birlikte kuvvet komutanlarının da doğrudan yatay bir şekilde MSB'ye bağlanılarak siyasi otoriteyle ilişkilendirilmesi gerekir. Ancak bu şekilde hükümet, ulusal güvenlik siyasetinden ve ordunun uygulamalarından parlamentoya karşı sorumlu olur.
Milli Güvenlik Kurulu, askerî mahkemeler, disiplin mahkemeleri, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin anayasal organlar olmaktan çıkarılması zorunludur. Kanunla kurulacak ve kuruluşunda ilgili bakanlarla sadece genelkurmay başkanının bulunduğu bir Dış Güvenlik Kurulu yeterlidir. Hukuki bir güvence sunmayan disiplin mahkemeleri kaldırılarak askeri mahkemelerin görev alanı askerlerin sadece askeri suçlarını yargılayacak şekilde düzenlenmeli, bu mahkemelerin işleyişine sivil hakimler katılmalı, temyiz denetimini ise mutlaka sivil Yargıtay yapmalıdır. Askerleri ilgilendiren idari işlem ve eylemlerin sivil yargısal denetimini engelleyen ve kurum içinde bu işlemleri adil yargılanma hakkına aykırı bir şekilde denetleyen AYİM kaldırılmalı, ayrıcalık oluşturan bu duruma son verilerek görev idari yargıya bırakılmalıdır. Hiçbir kanuna dayanmayan Seferberlik Tetkik Kurulu yapılanması kaldırılmalıdır.
Ordunun parlamenter gözetim ve denetiminin esasları anayasada ve kanunlarda belirtilmeli, kurumun şeffaf, denetlenebilir ve hesap verebilir olması MSB üzerinden sağlanmalıdır (kuşkusuz polis, jandarma, sahil güvenlik, MİT gibi diğer kurumlar için de geçerli) Savunma Sanayii Destekleme Fonu da şeffaf ve hesap verebilir duruma getirilmeli, silah alımlarında parlamento ve toplum önünde şeffaflık sağlanmalı, karar verilirken Parlamento'nun onayı aranmalıdır.
Devleti demokrasinin, hukukun ve özgürlüklerin emrinde bir aygıt durumuna getirecek, farklılıklarımızla birlikte barış, özgürlük ve hukuk güvenliği içinde yaşamamızı sağlayacak ilkeler üzerinde toplumsal mutabakatı oluşturacak yeni sivil bir anayasa yapmak zorunludur. Yeni anayasanın kurucu felsefesi tekçi değil, çoğulcu ve katılımcı olmalıdır. Bu anayasanın felsefesine ve ilkelerine uygun bir siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu yapılmalıdır. Tüm ceza kanunları yeni anayasanın özgürlükçü felsefesine uygun hale getirilmeli ayrıca mevzuat taraması yapılarak gerekli değişiklikler gerçekleştirilmelidir.
Ordu, sayıca küçük ancak ileri teknolojileri kullanabilen, hareket yeteneği yüksek, etkin ve esnek bir güç haline getirilirken, zorunlu askerlik kaldırılmalı, kurum profesyonelleştirilmelidir. Mevcut general kadrosu azaltılmalı, generallik imtiyazlar sunan bir statü olmaktan çıkarılmalıdır. Tuğgenerallikten orgeneralliğe kadar aşama aşama artan imtiyazların emeklilikte de devam ettiği düşünüldüğünde halkın vergileriyle oluşan bütçeye bir yük oluşturduğu ve terfiler sırasında yaşanan gerilim ve çatışmaların hizipleşmelere neden olduğu açıktır.
Ordu tarihsel olarak ama özellikle çok partili hayata geçildiğinden bu yana demokratik siyasi hayatı ve toplumu kendi istek ve ideolojisi doğrultusunda yapılandırma, değiştirme ya da koruma yetkisini kendinde görmüş ve askeri okullardaki (askeri lise, harp okulu, harp akademileri) eğitim program ve müfredatını da buna göre düzenlemiştir. 1940'lı yıllardan bu yana sürekli cuntalar, darbeler, darbe girişimleri üreten bir kurumun yapısal bir sorun içinde olduğu açıktır. Genç subaylardaki cuntalaşma eğiliminin hiç değişmemesi, bu tecrübelerden geçip yüksek rütbe ve görevlere gelenlerin de bizzat darbeleri gerçekleştirmeleri veya darbe girişiminde bulunmaları bunun kanıtıdır. O halde kurumun eğitim programının demokrat, hukuka saygılı ve sivil siyasi otoriteye tabi olduğunun bilincinde olan demokratik bir eğitim ve terbiye almış subay yetiştirecek tarzda yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Eğitimin demokratikleşmesi ihtiyacı kuşkusuz, sivil okullar için de geçerlidir.
31/07/1970 tarihli 1324 ve 1325 sayılı kanunlarla, genelkurmay başkanına savunma politikasının belirlenmesi, askeri bütçe hazırlama, istihbarat toplama, iç güvenlik ve terfi konularında özerklik sağlanmıştır. Milli Savunma Bakanlığı ise sadece lojistik destek için kaynak sağlamakla görevlendirilmiştir. MSB'de bürokrasi askerlerden oluşmaktadır. Oysa demokratik bir rejimde söz konusu yetkiler MSB'ye ait olup bakan sivil teknik bir kadroyla çalışır. Askeri bütçeyi de bu sivil teknik kadro hazırlar. Genelkurmay başkanı MSB'ye bağlıdır. Tüm bu faaliyetlerin sorumluluğu siyasi otoriteye aittir. Askeri konularla ilgili her türlü açıklamayı da siyasi otorite olarak MSB yapar. Demokratik bir rejimde her hafta açıklama yapan askerler görülmez. Bu nedenlerle öncelikle bu kanunların kaldırılarak yeni bir kanunla içi boşaltılan MSB'nin yetkilendirilmesi, genelkurmay başkanıyla birlikte kuvvet komutanlarının da doğrudan yatay bir şekilde MSB'ye bağlanılarak siyasi otoriteyle ilişkilendirilmesi gerekir. Ancak bu şekilde hükümet, ulusal güvenlik siyasetinden ve ordunun uygulamalarından parlamentoya karşı sorumlu olur.
Milli Güvenlik Kurulu, askerî mahkemeler, disiplin mahkemeleri, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin anayasal organlar olmaktan çıkarılması zorunludur. Kanunla kurulacak ve kuruluşunda ilgili bakanlarla sadece genelkurmay başkanının bulunduğu bir Dış Güvenlik Kurulu yeterlidir. Hukuki bir güvence sunmayan disiplin mahkemeleri kaldırılarak askeri mahkemelerin görev alanı askerlerin sadece askeri suçlarını yargılayacak şekilde düzenlenmeli, bu mahkemelerin işleyişine sivil hakimler katılmalı, temyiz denetimini ise mutlaka sivil Yargıtay yapmalıdır. Askerleri ilgilendiren idari işlem ve eylemlerin sivil yargısal denetimini engelleyen ve kurum içinde bu işlemleri adil yargılanma hakkına aykırı bir şekilde denetleyen AYİM kaldırılmalı, ayrıcalık oluşturan bu duruma son verilerek görev idari yargıya bırakılmalıdır. Hiçbir kanuna dayanmayan Seferberlik Tetkik Kurulu yapılanması kaldırılmalıdır.
Ordunun parlamenter gözetim ve denetiminin esasları anayasada ve kanunlarda belirtilmeli, kurumun şeffaf, denetlenebilir ve hesap verebilir olması MSB üzerinden sağlanmalıdır (kuşkusuz polis, jandarma, sahil güvenlik, MİT gibi diğer kurumlar için de geçerli) Savunma Sanayii Destekleme Fonu da şeffaf ve hesap verebilir duruma getirilmeli, silah alımlarında parlamento ve toplum önünde şeffaflık sağlanmalı, karar verilirken Parlamento'nun onayı aranmalıdır.