Küresel tasarruf bolluğundan ABD nasıl yararlan[ama]dı?

-
Aa
+
a
a
a

18 Eylül 2009Referans Gazetesi

Ben Bernanke, 2005'te yaptığı bir konuşmasında, ABD'nin cari işlemler açığındaki büyümenin önemli bir nedeninin dünyadaki tasarruf bolluğu olduğuna dayalı bir görüş ortaya atmıştı. Bernanke'nin görüşü, ana çizgileriyle şöyle özetlenebilir: ABD'de tasarruf oranı yatırım oranından epeyce düşük. Dolayısıyla ABD, yatırımlarını gerçekleştirebilmek için dış tasarrufları kullanıyor. Öte yandan dünyada pek çok ülkede, yüksek tasarruf oranları var. Ancak bu tasarruflar, bu ekonomilerin içinde yönelebilecekleri kârlı yatırım projeleri olmadığından, ülkeleri dışında yatırım olanakları arıyor. Bernanke bu ülkelerin büyük çoğunluğunun gelişmekte olan ülkeler olduğuna da dikkati çekiyor. Bunların başında da Çin geliyor. Bu ülkeler, 10 yılı aşkın bir süredir, ödemeler dengelerinde cari fazla veriyor ve döviz rezervi biriktiriyorlar. Hem de yüklüce. Bu kaynaklar da ABD mali sisteminin güvenilir olması(!) nedeniyle büyük ölçüde ABD'ye yöneliyor. Bunun sonucu ise ABD Doları'nın değer kazanması ve ABD'de varlık fiyatlarının yükselmesi oluyor.
Burada, gelişmekte olan ülkelerde tasarruf eğilimindeki yükselmenin nedeni olarak Bernanke iki etmeni ayırt ediyor. Bunlardan ilki petrol fiyatlarındaki yükselme. Bu, petrol ihracatçısı ülkelerin gelirlerini, harcama olanaklarına oranla artırıyor. Bu ülkeler sermaye ihracatçısı konumuna geçiyor. İkincisi ise 1997 krizi. Bernanke, bu krizin Doğu Asya ülkelerinde yatırım iştahını düşürdüğü, öte yandan bu ülkeleri de kendilerini krize karşı korumak için döviz rezervlerini artırmaya yönelttiğini söylüyor. Bu noktada, IMF'nin de böyle yapmaları gerektiği yönünde telkin ya da baskıda bulunduğunu da eklemek gerek. Dolayısıyla aslında, bu ülkeler canları istediğinden değil, küresel ekonominin işleme kurallarının gereklerini yerine getirmek için döviz rezervlerini artırmak zorunda kalmışlar. Yoksa koskoca Çin'de sermaye zengini ABD'deki yatırımlar kadar kârlı projeler yok muydu? Hele toplumsal kârlılık göz önüne alındığında!
Olayın ABD ayağında da bir sorun var. ABD'ye akan bu dış tasarruflar, bir yatırım hamlesine yol açmıyor. 2000-2008 döneminde ABD'de toplam yatırımların GSYH'ye oranı yüzde 15. Yıllar arasında da bu oran pek değişmiyor. Değişme ABD'de varlık (gayrimenkul, hisse sendi vs.) fiyatlarının yükselmesi biçiminde oluyor. ABD'nin varlıklarına sahip olanlar, bunların bir kısmını daha yüksek fiyatla "yabancılara" satmışlar ve bundan iyi para kazanmışlar. Kazandıkları parayı afiyetle yemişler. Bu arada ithal mallarına olan talepleri de artmış. Bu da ABD'nin ithalatını artırmış. 2008 krizine kadar böyle gitmiş. Üstelik ABD'nin cari açığının GSYH oranı da artmış.
2000 yılında, ABD'nin yatırımlarının yüzde 20,1'i dış tasarruflarla finanse edilmiş. Bu oran, 2005 ve 2006 yıllarında yüzde 29,2'ye kadar çıkmış. 2007-08 ortalaması ise yüzde 26,5. Şöyle düşünelim: Eğer ABD, 2000 yılındaki dış tasarruf/toplam yatırım oranını korusaydı, daha sonraki yıllarda ne kadar yatırım yapardı? Bu yolla hesaplanan yatırım/GSYH oranı ile gerçekleşen arasındaki fark, ABD'nin böyle bir stratejiyi izlemiş olması durumunda tasarruf oranını ne kadar artırması gerektiğini verecektir. Bu oranın 2000-08 dönemi ortalaması yüzde 5 çıkıyor. 2005-06 yıllarında ise bu oran yüzde 9'u aşıyor! Bunun ne anlama geldiğini göstermek için bir örnek vereyim: 2008 yılı için bu büyüklük 880 milyar dolar. Yani ABD'nin yürürlüğe koyduğu iki yıllık ekonomiyi canlandırma paketinin toplam büyüklüğünden fazla. Peki, ABD şimdi kamu gücünü kullanıp zorlayarak yapmaya çalıştığını, niçin daha önce, piyasa ekonomisi kuralları içinde yapamamış? Neden ABD'deki yatırım projelerinin getirisi, yabancıların tasarruflarını giderek artan oranda çekebildiği halde iç tasarruf sahipleri için doyurucu olamamış? ABD'de uygulanmaya çalışılan program ileride bunu sağlamayı öngörüyor. Bunları yapabilmek için bu programın hangi politika önlemlerine başvurduğu üzerinde dikkatle ve eleştirel bir gözle durmak gerekiyor. Belki Türkiye için de bazı dersler çıkarılabilir!