20 Haziran 2008
Huzurevinde kalmanın karşılığı olarak imzaladıkları belgelerin, onları hem arsa sahibi yaptığının, hem de öldüklerinde bu arsaların hepsinin aynı 'şirkete' hibe edilmiş sayılacağının farkında değildirler. Kısa bir zaman içinde art arda ölümler başlar ve tüm bölge tehlikeli bir sulama projesini destekleyen bir 'iş adamı' ve çevresinin malı haline gelir. Amerikan sinemasının hayal gücü bu noktaya kadar gidebilmiş. Ne de olsa adamlarda 'hukuk' denen bir olay var. Dolandırıcılığı bile kılıfına uydurmak ve arkada iz bırakmamak önemli… Bize sorsalar filmi şöyle yapardık: Bir ülkede azınlık cemaatine mensup yaşlı insanların mallarına el koymak üzere bir çete kurulur. Başlangıç sahnelerinde çetenin bazı elemanları tereddüt geçirirler, "Yaptığımız doğru mu acaba?" diye düşünürler. Ama diğerleri hemen onları ikna eder. Ne de olsa, söz konusu ülkede devletin kendisi, üstelik sırtını yargı kararlarına dayanarak, genç-yaşlı demeden tüm cemaatin vakıf mallarına el koymaktadır. Hatta, Tarlabaşı denen bir semtte başka bir cemaatin bireylerine ait mülkler bile çoktan hacamat olmuştur. Çete hemen kurulur ve gereksiz yere vakit kaybetmez. Yaşlı cemaat üyelerinin ellerindeki malların satış muameleleri hemen tamamlanır, itiraz edenler hapsedilir, işkenceye maruz bırakılır ve öldürülür. Belki sizler böylesine kaba ve vahşi bir filme gitmek istemeyebilirsiniz. Çünkü sizin hayatınızda bu olaylar zaten gerçeğin ta kendisidir. Sizin ülkenizde zalimlerin ve katillerin 'kılıfına uydurmak' ya da 'iz bırakmamak' gibi kaygıları yoktur. Onlar, beyaz berelilerdir… Cinayeti işlemekle kalmaz, bir de ardından 'insan' muamelesi beklerler. İnsanlığı hiç bilmedikleri için, insanlığa ne yaptıklarını bile fark edemezler. O nedenle buralardan iyi film senaryoları çıkmaz. İyi senaryo, incelikli bir hayat gerektirir. Kaba kuvvetin işlevsel olduğu toplumlardan ise sadece utanç verici sahte kahramanlar ve onların izdüşümü olan, korkuluk misali figüranlar çıkar.
http://www.agos.com.tr/index.php?module=news&news_id=8335&cat_id=11