11 Şubat 2008Radikal Gazetesi
Dün ve evvelki gün gazetemizde kuraklıkla ilgili iki haber yayımlandı. İlki Anadolu Ajansı'nın, İngiltere'deki bir araştırma kuruluşunun verilerine dayanarak hazırlanan haberdi. Dünkünü, arkadaşımız Serkan Ocak yazmıştı. İki haberde de önümüzdeki yaz aylarında özellikle İstanbul, Ege ve Orta Anadolu'da şiddetli kuraklıkla karşılaşılacağı yazılıyordu. Anadolu Ajansı'nın haberinde, Türkiye "uzun soluklu kuraklık tahmini konusunda bir organizasyonu olmayan bir ülke" olarak sunuluyordu. Sanıyorum, "Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü" halka bilgi vermediği için yok sayılmıştı. Radikal'in haberinde, İstanbul barajlarındaki su düzeylerinin listesi ve grafiği veriliyordu. Geçen yılın ilk ayında barajların yarısı doluymuş, bu yıl ise dörtte biri! Ülkenin birçok yeri de İstanbul'a benzemektedir. Oysa 2007 yılı başından beri hükümet, kuraklık kıranını tam boyutuyla halka söylemekten kaçınmaktadır. 'Kuraklık' kelimesi, sözlüklerde yağmur yağmama durumu olarak tanımlanmaktadır. Ancak, bölgenin genel özelliğini belirtmekten çok, bir iki yıllık bir dönemdeki yağmur azlığını ifade eder. Her zaman yağmur almayan susuz bölgeler 'çöl', 'kıraç' gibi kelimelerle tanımlanırken, bir iki yıl süren yağışsız dönem 'kurak yıl' olarak anlatılır. Son yıllarda karşılaştığımız olay, eskiden beri bildiğimiz, gerçici yağmur azlığı değildir. On yıldan beri ülkemizin birçok bölgesine uzun yıllar ortalamalarından daha az miktarda yağmur yağmaktadır. Bu azalmanın geri döneceğine dair işaret yoktur, aksine, küresel ısınma verileri gibi, süreceğini gösteren bilgiler vardır. Her cümlenin başına "Ağzımdan yel alsın" deyimini koysam da, yazmaktan çekindiğim belalarla karşılaşmak üzereyiz. Verilere ciddiyetle bakıldığında, on milyonlarca insanımızın başına gelecekleri tahmin etmek zor değildir. Doğal afetlerin sıkıntılarına karşı halk dayanma gücünü birliğinden alır. Birbirini seven, birbirine inanan insanlar, kabileler ve kentler 'yüz binlerin göçü' gibi olaylardan az zararla çıkabilmişlerdir. Son günlerde, zorunlu nedenlerle değil, seçim sonuçlarının ve toplum isteklerinin idraksizliğinin yarattığı ayrışmaya uğramış halk İstanbul'daki, Konya'daki, Ege'deki kuraklığı göğüsleyemez. Üstelik, kuraklıkla ilgili doğru veriler halkla paylaşılmamakta; sorumlu bakanlar sanki bir şey yokmuş gibi davranmaktadırlar. Bu yaklaşımın bir örneğini geçen cuma günü Çevre Bakanı Eroğlu'nun NTV'deki söyleşisinde gördük. Kuraklığa, küçük bir bölgede sık karşılaşılan bir olay gibi yaklaşıyordu. Sayın Bakan'ın bu programda söyledikleri, geçen sonbaharda basına ve Meclis'e söylediklerinden çok farklı değildir. O günlerdeki kanısı şuydu: "Bizim içme ve sulama suyu ihtiyacımızın çok daha fazlası ülkemizde var. Türkiye'de ihtiyacımızın 10 katı su var", "Ekim ayından itibaren de yağışların başlayacağına inanıyorum. Bu seneyi (2007) atlattığımız zaman problem kalmayacak". Şimdi bunları geçmiş olmalıdır. Şubat ayının yarısına geldik; önümüzdeki yaz nerelerde nelerle karşılaşacağımız herhalde biliniyordur. Toplumu bekleyen sorunlar, tarım üretimindeki düşüşler, ekonomideki kayıplara ait bilgiler ve yapılan planlar halka ilan edilmelidir. Bu yapılmazsa, halk olmayacak bir olay karşısında kalmış gibi tepki verecektir!