17 Ağustos 2007Radikal Gazetesi / New Statesman
BBC muhabiri Alan Johnston'ın serbest bırakılması için Gazze'de yapılan gösterilerin liderlerinden biri Filistinli haber kameramanı İmad Hanem'di. Hanem, 5 Temmuz'da Gazze'ye giren İsrail askerlerince vuruldu. Reuters'in çektiği görüntülerde, yerde yatan Hanem'in vücuduna kurşunların saplandığı görülüyor. Ona ulaşmaya çalışan ambulans da saldırıya uğradı. İsrailliler Hanem'in 'meşru hedef' olduğunu söyledi. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu'ysa olayın 'gazetecilerin kasten hedef alınmasının ahlaksız ve vahşi bir örneği' olduğunu açıkladı. 21 yaşındaki Hanem iki bacağını kaybetti. Filistinli çocuklarla çalışan Britanyalı doktor David Halpin, BBC'nin Ortadoğu sorumlusu Jeremy Bowen'a gönderdiği e-postada, "BBC bu saldırının detaylarını yayımlamalı" dedi. 'İsrail'i ne kadar rahatsız etse de gerçeklerin yayımlanması gerektiğini, böylelikle bir gazeteci olarak Johnston'ın onurlandırılacağını' belirtti. Halpin'e BBC'den hiçbir yanıt gelmedi.
'Hiçbir şey olmadı, önemi yok' Söz konusu canilik BBC'nin internet sitesinde iki cümleyle duyuruldu. Aynı gün İsrail askerlerince öldürülen 11 Filistinli siville birlikte Johnston'ın şimdi bacaksız kalan savunucusu da George Orwell'ın '1984' adlı kitabında bahsettiği 'hafıza deliği'ne süzülüp gitti ('1984'te, 'Gerçek Bakanlığı'nda Büyük Biraderi rahatsız edecek tüm olayları yok etmek Winston Smith'in göreviydi). BBC, rehin tutulduğu dönemde Alan Johnston'a destek olmak için bir şeyler söyleyip söyleyemeyeceğimi sormuştu. Hemen kabul edip, kaçırılan ve rehin tutulan binlerce Filistinliden bahsetmeyi de önerdim. Aldığım yanıt kibar bir 'Hayır'dı; diğer rehineler hafıza deliğinden çıkamadı. Sanki Harold Pinter'ın dediği gibi "Hiçbir şey olmadı. Bir şey gerçekleşmedi... Önemi yoktu. İlgiye değmezdi". BBC'nin çeşitli kusurları nedeniyle ortalığı velveleye veren medya, burada kusursuz bir yalancı şahit konumunda. BBC'nin haberlerdeki yanlılığa dair kendini haklı çıkaran dahili soruşturmasının üstüne tuz biber ekercesine, Daily Mail bunu kurumun solcu bir komplo olduğunu belirtmek için kullandı. Ortadoğu'yu hiç gerçekleşmemiş, önemsiz ve ilgiye değmeyen bir Anglo-Amerikan suçu gibi gösteren seçkinci propagandanın arkasındaki gerçek hikâyeyi bilmeseydik böylesi maskaralıklar eğlenceli olurdu. Geçen gün Radyo 4'ü açtığımda billur bir ses 'Britanyalı koalisyon güçleri' için çalışan Iraklı çevirmenler hakkındaki programın anonsunu yapıyor ve 'dinleyicilerin şiddete dair bazı betimlemeleri rahatsız edici bulabileceği' uyarısında bulunuyordu. Programda şiddetin doğrudan ve nihai sorumlusu olan 'bizimkilere' dair tek bir laf edilmedi. Programın adıysa 'Gerçekle Yüzleşme'ydi. Orwell'in '1984'ündeki zıt anlamlar sözlüğü günümüzde gördüğümüz, duyduğumuz ve okuduğumuz neredeyse her şeyi kapsıyor. İstilacı ve yıkıcılara Irak'a 'demokrasi götüren Britanyalı koalisyon güçleri' deniyor. Haberlerde Filistin sınırlarına girenin aslında İsrail olduğu gerçeği neredeyse tersyüz edilerek, İsrail 'sınırlarının yanı başında iki düşman Filistin toprağına' maruz bir ülke olarak betimleniyor. Glasgow Üniversitesi'nin bir araştırması, Britanyalı genç televizyon izleyicilerinin Filistin topraklarını yasadışı biçimde sömürgeleştiren İsraillilerin Filistinli olduğunu sandığını gösterdi; kurbanların istilacı gibi göründüğü bir durum söz konusu. Kültür eleştirmeni James Petras'a göre, 'İnsanlığın çoğuna karşı işlenen büyük suçlar dil ve düşüncenin yozlaştırıcı biçimde dönüştürülmesiyle haklı gösterilir; böylelikle terör, şeytan ve kurtarıcılar, hayır ve şer eksenleri, imalar içeren dilsel bir dünya üretilir' ve amaç da demokrasi, kurtuluş, reform ve adaletin 'toptan saptırılması' olan devlet terörünün gizlenmesidir. İkinci kez başkan seçilmesinin üzerine yaptığı konuşmada George W. Bush da bu kelimeleri kullanmıştı ama ona göre bunlar sözlüktekinin tam tersini ifade ediyor. Halkla ilişkilerin babası Edward Bernays'in ABD'deki gerçek iktidar olarak, ticari görünümlü, baskıcı ve sessiz 'görünmez hükümet' öngörüsünde bulunmasının üzerinden 80 yıl geçti. Bu durum günümüzde Atlantik'in iki yakasında da geçerli. ABD ve Britanya var olmayan kitle imha silahları hakkındaki muazzam yalanları gerekçe göstererek böylesi bir ölüm cümbüşü ve kargaşaya başka türlü nasıl gidebilirdi? BBC'nin radyo muhabiri Andrew Gilligan gerçeği belirtince cezalandırılıp, genel müdürüyle birlikte kovulurken, yalancılığı kanıtlanmış Blair medyanın liberal kanadı tarafından ve parlamentodaki tezahüratlarla korundu.
Favori bombacınızı seçin Diğer yandan, İran'a yönelik yaklaşan ve nükleer saldırı ihtimalini de içeren savaş, gazetecilik açısından çoktan başladı bile. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu böyle bir durum olmadığını söylese de, 'nükleer silah programı' ve 'nükleer tehdit' sözcüklerinni kaç kez yazılıp söylendiğini bir sayın. 21 Haziran'da New York Times daha da öteye giderek, 'İran'ı bombalamalı mıyız?' diye 'acil' bir anket yaptırdı. Burada İran'ın 'Saddam'dan daha büyük bir tehdit olduğu' belirtiliyor ve 'İran'a karşı ilk önce kim askeri harekâta girişmeli?' diye soruluyordu. Seçenekler 'ABD, İsrail ve hiçbiri' şeklindeydi. Buna bakıp favori bombacınızı seçebilirsiniz. Britanya'nın sansür ve ilişik gazeteciler olmadan çarpıştığı son savaş bir buçuk asır önce Kırım'daydı. 1. Dünya Savaşı'nın kan banyosu ve Soğuk Savaş, ücretsiz ve ücretli propagandacıların yokluğunda asla gerçekleşmeyebilirdi. Bugünün görünmez hükümeti de bu tür hizmetlere gerek duyuyor. Fakat büyük farklılıklar da var. Resmi yanlış yönlendirmeler artık eleştirel kamusal zihniyeti hedef alıyor; medyaya rağmen büyüyen bir farkındalık mevzubahis. Çoğunlukla hor görülen kamudan gelen bu 'tehdit' karşısında gazeteciliğin önemli kısmı halkla ilişkiler alanına sinsice transfer ediliyor. Birkaç yıl önce, PR Week dergisi medyadaki 'halkla ilişkiler üretimi materyallerinin' oranının 'entelektüel gazetelerde spor dışındaki her bölümde yüzde 50 olduğunu; yerel basın, orta sınıfa yönelik gazeteler ve ulusal tabloid basında kesinlikle daha fazla olduğunu, müzik ve moda gazetecileriyle halkla ilişkilercilerin el ele çalıştığını; halkla ilişkilerin yem sağladığını ama daha zeki olanlarının aslında gazetecilerin düşündüğünden çok daha fazlasını yaptığını' yazdı.
İki asırdır ilk kez muhalif yok Günümüzde bunu 'algı idaresi' diye adlandırıyoruz. Burada en güçlüler Max Clifford'lar değil, 1. Körfez Savaşı gibi bir kıyımı 'satan' Hill&Knowlton, Kolombiya ve Bolivya'daki ABD yanlısı, nefret edilen rejimleri 'satan' ve çalışanları içinde ABD karşıtı olarak gösterilen Afrika'dan sorumlu yeni bakan Mark Malloch Brown'ın da bulunduğu Sawyer Miller Group gibi büyük şirketler. Irak'taki kıyımı mezhep çatışması gibi gösteren, petrol yağmalanırken başarılı bir direnişin istilayı batağa sürüklediği gerçeğini örten şirketlere yüz milyonlarca dolar akıtılıyor. Günümüzdeki bir diğer önemli fark, bir zamanlar dışarıdan yapılan muhalif gazeteciliğe imkân tanıyan kültürel güçlerden feragat edilmesi. Muhaliflerin sessizliği devasa boyutlarda. Edebiyat eleştirmeni Terry Eagleton "İki asırdır ilk kez Batılı hayat tarzının temellerini sorgulamaya hazır Britanyalı bir şair, oyun yazarı veya romancı yok" diye yazdı. Tek istisna Harold Pinter. Eagleton bir zamanlar muhalefet etme ve taşlama vaat ederken, zengin ünlülere dönüşenlerin ve böylelikle Shelley, Blake, Carlyle, Ruskin, Morris, Wilde, Wells ve Shaw'ın mirasını sonlandıranların listesini de çıkarıyor. Köşesinde Müslümanlara saldırılarda bulunan Martin Amis'i özellikle vurguluyor. Şu sözler Amis'in kısa zaman önceki bir yazısından alındı: "Tüm bu seçkinlerin ortak noktası esasen sınıfsal bir savaşın parçası olmaları, zenginin yoksula karşı uzun savaşının. Stüdyolarda veya yorum sayfalarında kendi rollerini oynamalarının, kendilerini liberal ya da muhafazakâr olarak görmelerinin konuyla ilgisi yok. Hepsi aynı Haçlı seferinin, ayrıcalıkları sürdürmek için yapılan savaşın parçası." Marc Karlin'in medya patronu Rupert Murdoch hakkındaki rüya gibi filmi 'The Serpent'da, anlatıcı 'Murdochizm'in nasıl medyaya hâkim olduğunu ve bu sanayideki liberal seçkinleri baskı altına aldığını betimliyor. Murdoch'un Edinburgh Televizyon Festivali'ndeki bir konuşmasından görüntüler gösterilmekte. Burada kamera Murdoch kendilerini halkın gerçek sesini bastırdıkları için fırçalarken, sessizlik içinde dinleyen televizyon yöneticilerinden oluşan katılımcıları gösteriyor. Daha sonra herkes Murdoch'u alkışlıyor. Dış ses "Bu, demokratların sessizliği. Karanlık Prens onların sessizliğinde yıkanabilir" diyor. (Britanya'da yayımlanan haftalık dergi, 26 Temmuz 2007)