28 Ocak 2007Orhan Miroğlu
Hrant'ın öldürülmesini, onun halkına bu topraklarda yaşatılan trajediyi, zulmü unutarak konuşamayız. Hrant bu trajedinin son halkası oldu. Bu halkın geride kalan evlatlarından biriydi Hrant ve ona kıydılar. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı gazeteci yazar Hrant Dink öldürülmedi yalnızca, Ermeni Hrant Dink de öldürüldü bu cinayetle. Yazdıklarıyla, söyledikleriyle bizim unutmaya yatırdığımız toplumsal hafızamızın içine hep çokmak sokmakla meşguldü Hrant. Unutmanın, unutturulmanın amansız düşmanıydı. Geçmişimizle yüzleşmeye, bu geçmişi sorgulamaya dair uzun bir yolculuğa davet ediyordu bizi her defasında. Ve kuşkusuz başka halkları keşfetmeye dair böyle bir yolculuğun sadece tarihsel bir merakı gidermek için yapılamayacağının da bilincindeydi.
Tarihi hatırlatmak Hrant Dink, bu yolculuğu yaşamak ve başkasını keşfetmek isteyenler için kullandı kalemini. Kardeşliği, barışı, demokrasiyi adaleti konuştuğumuz bütün zamanlarda, aklımıza hep o ve onun adı geliyordu. Geçen yıl Eylül ayında, Mardin'den bir dostum arayıp "Çok kültürlülük ve barış üstüne bir panel yapacağız, panelimizde bir Ermeni, bir Süryani, bir Türk, bir Kürt, bir Arap konuşmacı olsun istiyoruz" dediğinde, önce şaşırmış, sonra da aklıma Ermeni olarak hemen Hrant Dink gelmişti. Onu arayıp Mardinlilerin bu isteğini ilettiğimde, ne çok sevinmişti Hrant. Bir Ermeni aydını ve yazarı olarak gelecekti Mardin'e. Ayhan Bilgen ve Perihan Mağden'le birlikte gidecektik bu kadim kente. Aynı tarihte Almanya'dan bir heyet bekliyordu ve dedi ki, "Bu görüşmeyi bir başka güne alabilirsem geleceğim Mardin'e". Gelemedi ne yazık ki. Mardin'e gelemedi, ama Diyarbakır Barosunun demokratikleşme ve Kürt sorunu üstüne yaptığı toplantıda birlikte olduk. Ne çok ihtiyat, ne çok tedbir öneriyordu Kürtlere. Aman ha diyordu, aman ha, çok değil yüzyıl önce bu topraklarda olup bitenleri sakın unutmayın diyordu ve tarihi hatırlatıyordu. Tarihte kendi halkının yaşadığı zulmü, tehciri Kürt halkının yaşamasını istemiyordu. Ermeni halkına geçen yüzyılın başında yapılan ve sonra da tutulmayan vaatlerin, onun halkını nasıl yıkıma, sürgünlüğe sürüklediğinden söz ediyor, tarihin bu biçimiyle tekrar bu topraklarda tekerrür etmemesi için, halkların uyanık olmaya ihtiyacı var diyordu. Nasıl inanabiliriz, daha 17 yaşını bile tamamlamamış bir çocuğun, 'kanı kaynadığı' ve Hrant'ın söyledikleri 'kanına dokunduğu' için gelip bu cinayeti işlediğine? Daha kanı kaynayan kaç çocuk eline silah alıp hiç tanımadığı bilmediği insanların ensesine, kafasına kurşun sıkacak? Bu sorunun cevabını, bizi yönetenler vermeye mecburdur. Bu ülkeyi böyle kan revan içinde yönetmekten yıllardır bıkmayanlar bunun nedenlerini açıklamalıdır. Ortak bir fikir haline getirilmek istenen ırkçılığın ve şoven milliyetçiliğin, cebinde bir liradan başka parası olmayan çocukları nasıl harekete geçirdiğini, bu toplumun bilmesi lazım. Toplumu saran bu ırkçılıkta ve şoven milliyetçilikte hangi siyasi partilerin ve devletin hangi kurumlarının nasıl bir rol oynadığını bilmek bizim hakkımız. Bu hakkımızın pervasızca gasp edilmesine artık izin veremeyiz.
Susurluk? Vedat Aydın'ı evinden alıp ıssız bir dağ başında infaz edenlerin hiçbiri 17 yaşında değildi ve başında Ahmet Cem Ersever'in, Mahmut Yıldırım'ın olduğu bir çetenin mensuplarıydılar. Her ayın 1'inde de devletten maaşlarını alıyor, operasyonlara OHAL Valiliğinin cipiyle gidiyor, devletin onlara tahsis ettiği lojmanlarda kalıyorlardı. Musa Anter'i, Mardin Milletvekili Mehmet Sincar'ı öldürenler yine bu bordrolu katillerdi. Ya Susurluk'un, Şemdinli'nin aktörleri? Onları hatırlayan var mı acaba? Hrant Dink cinayeti, Türkiye'nin çeteleşme tarihinin, bundan böyle nasıl da yatay bir halde seyredeceğini de bizlere göstermiş oluyor. Zirvedekiler, bordrolu aktörler artık elde silah sahnede değiller. Böylesi, onların başına çok iş açtı geçmişte, hataları tekrar etmek istemiyorlar. Irkçılığı, yabancı düşmanlığını körükleyerek, milliyetçi fikirleri yaygınlaştırarak, neredeyse yaygın bir tetikçi camiası yaratmayı başardılar. Sosyal tecrit yaşayan kişiler buluyor ve bir anda dünyayı ve Türkiye'yi sarsacak cinayetleri bu zavallılara işletiyorlar. Birçok faili meçhul cinayetin tanığı, ortağı ve suçlusu, Abdulkadir Aygan bile bunun farkında. Kaçıp sığındığı İsveç'ten Hrant'ın öldürülmesinden sonra bir internet sitesine şunları yazdı: "Susmamı istediler, Hrant Dink'i vurdular. Peki ben suç işledimse kendi başıma mı işledim? Hani nerde emir verenler?" Evet nerde emir verenler, tetiği çektirenler? Onları tanıyıncaya ve hem toplumun vicdanında hem de adalet karşısında mahkum edinceye kadar vicdanımız asla rahat etmeyecek. Yapacaklarımız ve imkanlarımız var. Bir katili bulup adalete teslim etmekle, bu sefer bizi aldatmalarına izin vermeyeceğiz. Hakikati araştırmaya gücümüz yeter. Hrant'ı öldürtmeye karar verenler, onun 13-14 Ocak tarihlerinde Ankara'da yapılan 'Türkiye Barışını Arıyor' konferansının çağrıcıları arasında olduğunu elbette biliyorlardı. Ama bu konferansa katılanların çoğu, tam da bu günlerde Hrant'ın aldığı tehditler yüzünden başının nasıl da belada olduğunu bilmiyorlardı kuşkusuz. Şimdi, konferansın bitiminde açıklanan taslak programda da ifade edildiği gibi, Türkiye'nin 'Barış Meclisi' gibi işlev görmüş bu konferansı hazırlayanlara, çağrıcılarına, bilim insanlarına ve sanatçılarına, siyasi partilerden sivil toplum örgütlerine varıncaya kadar, konferansın bütün katılımcılarına bir görev ve bir sorumluluk düşüyor kanısındayım. Hrant Dink cinayetini ve binlerce faili meçhul cinayeti aydınlatacak, toplumun vicdanını harekete geçirecek, adını da işte burada öneriyorum, 'Hrant Dink Hakikati Araştırma Komisyonu' kurup, onun açtığı yolda, bilmeye ve keşfetmeye dair bir yolculuğa hep beraber çıkmak. "1.500.001'inci sırada" olana, Hrant Dink'e selam olsun..