Bankaların davranışlarını kestirmek

-
Aa
+
a
a
a

30 Kasım 2006

 

Para Politikası ve Bankalar

 

Para politikası, özünde, MB’nin kendi günlük faizini değiştirerek bankaların davranışlarını etkilemesine dayanır. MB’nin faiz kararı, bankalar açısından üç farklı ortamdan birisinin ortaya çıkmasına yol açar. Mali piyasalarda faizlerin daha yüksek olduğu, değişmediği ve düşük olduğu durumlar. MB’nin faiz kararı kendiliğinden bu sonuçları vermez. O karar sonrasında bankalar faiz kararlarını gözden geçirirler, bu kredi talebini etkiler, sonunda yeni piyasa faizleri belirlenir. Ama MB’nin kararının önemli bir özelliği vardır. Bu karar, bankalar tarafından hangi durumun gerçekleşmesi olasılığının daha yüksek olabileceği konusunda bir sinyal olarak algılanır.

 

İşte bu noktada MB’nin bankaların bu olayı nasıl algılayacakları hakkındaki düşüncesi önem taşımaktadır. İktisat politikası kuramına göre MB, bankaların “akılcı davranacağını” varsaymaktadır. Ancak, bütün bu kararlar belirsizliğin olduğu bir ortamda alınmaktadır. Örneğin MB’nin günlük faizi düşürdüğünü varsayalım. MB’nin bu kararının arkasından piyasada faizlerin düşeceği kesin değildir.  Piyasada faizler bunun arkasından düşebileceği gibi, değişmeyebilir de. Oysa her banka zarar etmemek için bütün ortaya çıkabilecek durumları ve bunların ortaya çıkma olasılıklarını hesaba katmak zorundadır. Teknik değimle, bankalar “beklenen yararlarını” hesaplayıp, onun en çok olmasını sağlayacak kararı almak durumundadırlar. Bu karar kendi faizlerini artırmak da olabilir, değiştirmemek ya da düşürmek de…

 

Bu durumda MB’nin, örneğin, faiz düşürme kararı aldığını düşünelim. Bu kararın anlamı nedir? MB, bankalara piyasa faizlerinin daha düşük olduğu durumun gerçekleşmesi olasılığının yükseldiği sinyalini vermektedir. MB’nin bunu yapmakla beklediği nedir? Bankların “beklenen yarar” hesabı yaparken, “daha düşük piyasa faizleri” olacağı durum için düşündükleri olasılığı yükseltmeleri…Böyle olunca, “daha düşük faiz” olması durumunun ağırlığı artacak, bankaların kendi faizlerini  “faizlerini düşürmesi”, dolayısıyla piyasa faizlerinin düşmesi olasılığı yükselecektir. Bu gerçekleştiğinde de MB’nin gecelik faizi indirmek yoluyla ulaşmak istediği sonuç sağlanmış olacaktır.  

 

“Olması Gereken” ile “Olan” Arasındaki Fark 

 

Bu düşünce biçiminin tutarlı olduğuna kuşku yok. Karar alıcıların önlerine çıkan fırsatları, gerçekleşme olasılıklarıyla ağırlıklandırıp bir karara varmaları akla uygun bir yaklaşım. Doğal olarak uygulamada elde edilecek yararın tahmini ve bu olasılıkların nasıl bulunabileceği gibi sorunlar çıkabilecektir. Ama bunları çözmek zaten karar alıcıların görevidir.

 

Sözünü ettiğim bu bakış açısının düşünsel temelleri XVIII. yüzyıla kadar uzanır.  1700-1782 yılları arasında yaşamış olan Daniel Bernoulli “beklenen değer” kavramını bulmuştu. XX. Yüzyılda ise ünlü matematikçi Johann von Neumann ve iktisatçı Oscar Morgenstern bu yaklaşımı güçlü bir kuramsal çerçeveye oturtmuşlardı. İktisat politikası alanında yapılan çalışmalarda da işte bu kuramsal çerçeve yayın olarak kullanılıyor. Ancak bu çerçevenin ilginç bir özelliği var. O da “olanı” değil “olması gerekeni” göstermesi. Von Neumann-Morgenstern yaklaşımı özünde şunu söylüyor: Eğer karar alıcılar akılcı iseler beklenen yararlarını ençoklayacak biçimde davranırlar. İktisat politikası yapımcıları da iktisadi karar birimlerinin akılcı olduğunu varsayıp ona göre davranıyorlar. İşte bu nedenle MB gecelik faiz oranının düşürdüğünde piyasa faizlerinin de aynı yönde hareket etmesini bekliyor.

 

Ancak 1970lerde iki psikolog, Daniel Kahneman ve Amos Tversky, uygulamalı çalışmalarında insanların “beklenen faydayı” ençoklamadıklarını gözlediler. Bu iki bilim adamı, bunun üzerine farklı bir soru sordular: “Karar alıcılar riskli durumda nasıl davranırlar?” Onlar neyin olması gerektiği ile değil neyin olduğu ile ilgilenmiyorlardı. Bu çalışmalarının sonucunda “Prospect Theory” adını verdikleri bir yeni yaklaşım ortaya çıktı. Bu yaklaşım biraz gecikmeyle finans alanındaki çalışmalara da yansıdı, bugün “davranışçı finans” okulu tarafından yaygın bir biçimde kullanılıyor. Tversky ne yazık ki, 1996 yılında 59 yaşında vefat etti. Daniel Kahneman ise, bu alandaki katkılarından dolayı, 2002 yılında Nobel adına verilen İktisat ödülünü kazandı.

 

Kahneman ve Tvesky, insanların risk konusundaki yaklaşımlarının kazanç ve kayıp durumlarında çok farklılaşabileceğini gösterdiler. Başka bir deyişle, geleneksel yaklaşımın benimsediği ve çok sık kullanılan “riskten kaçan”  ya da “riski seven” nitelendirmelerinin kişiye değil, olaya bağlı olduğunu gösterdiler. Demek ki, ekonominin canlı olduğu koşullarda “risk seven” bankaların, olumsuz belirtiler ortaya çıktığında “riskten kaçınan” olmaları pekala olanaklı. Bu kuramın ikinci önemli sonucu insanların belirsizlik altında karar alırken  her bilgiyi kullanmadıkları, kendilerince uygun bazı kurallara dayanarak tercih yaptıklarını gösteriyor. Bunun sonucu olarak bazen kişilerin tercihleri sistematik sapmalar gösterebiliyor. Olması gereken olmuyor.

 

Aslında benim söylemek istediğim basit: Bankacılar da insandır. MB onların belli bir biçimde davranacağını varsayacak yerde nasıl davranacaklarını öğrenip ona göre hareket etse para politikasının etkinliği artar. O zaman da belki Sayın Fatih Özatay’ın dikkati çektiği MB ile piyasa oyuncuları arasındaki davranış farklılıkları azalır.