5 Eylül 2006Melih Altınok*
Penceremden karşıdaki apartmanın bir balkonunda büyükçe bir Türk bayrağı olduğunu görüyorum. Acaba yeni mi asılmış yoksa ben mi şimdi fark ediyorum? Öyleyse bugün önemli bir gün ya da önemli bir güne az kalmış olmalı. Ancak bir türlü bulamıyorum. Çünkü kafam biraz karışık. Bildiklerimi yüksek sesle düşünmek belki işimi kolaylaştırır. Bu önemli gün, ulusal ya da dini -elbette Sünni- bir bayram olabileceği gibi, herhangi bir resmiyeti olmasa da kimi çevreler için 'özel' bir bayram da olabilir. Bayrağın kimi zaman zikir ayinin yapılacağı mekânın camına, kimi zaman hücre evindeki 'teröristler'e duyulan nefreti göstermek ve öldürülmelerini kutlamak için karşı binadaki evlerin camlarına asılabileceğini de biliyorum. Mülkiyeti keçilere ait olan kayalıklara savaş nidalarıyla asılan bayrakları ya da ertesi sabah yağmalanacak yerleri dokunulmayacak mekânlardan ayırmak için kullanılan bayrakları da es geçmemek gerek. Eğer bir protesto eylemi ya da kutlama yapacaksanız bayraksız olmayacağını da biliyorum. Zira bu simge, niyetinizin asla ve asla bir 'isyan' olmadığını, tepkinizin yalnızca bir 'sitemden' ibaret olduğunu kanıtlamanıza yarayacaktır. Tabancaların kabzalarında da bayraklar görüyorum. Belki kabzadaki bayrak bir çeşit ruhsattır. O silahın 'faydalı' işlerde kullanılacağını kanıtlayan bir ruhsat... Otomobillerin plakaları, mobil telefonların ekranları, sınır bölgelerindeki dağların düşmana bakan yamaçları, ilkokul öğrencilerinin yakaları da bayrak yapıştırılacak ideal yerlerdendir değil mi? Bugüne değin olmazsa olmaz mı diye sormadım hiç. Belki de "olur ama senin için pek iyi olmaz" yanıtıyla karşılaşmaktan korktuğum için sormamışımdır. Kafam daha da karıştı. Kitaplara bir gözatmalı. Anayasa da bayrağın tanımı oldukça net. Ancak tabanca kabzasında devletin hakimiyet alâmetinin olmasının ne gibi derin bir anlamı olabilir ki? TCK'nın 145. maddesi de bu konuya ayrılmış: "... yırtan, bozan, yahut diğer herhangi bir suretle tezlil eden kimse, bir seneden üç seneye kadar hapsolunur". Hatırlıyorum, bir siyasi parti, kongresinde bayrak yere atıldığı için kapatılmıştı. Ancak daha çok taciz için kullandığı mobil telefonunun ekranına kutsal bayrağı yapıştıran iş arkadaşımın telefonu henüz kapatılmadı sanırım. Gerçi yerdeki bayraklı balonları tekmeleyen sanatçının ve mayosunun edep yerine bayrak denk gelen mankenin şiddetle kınandığını hatırlıyorum ama bu konudaki kriterin ne olduğunu hâlâ kavrayabilmiş değilim. Belki bayrakla ilgili suçlarda ceza ya da yaptırım, suçu işleyen kişinin niyetine göre belirleniyordur. Ceza kanununda bu teorimi güçlendirecek bir maddeye rastlayamadığımı söylemeliyim. Ne var ki bildiğim somut olaylar benden yana. Örneğin tacizci iş arkadaşım suç aletine bayrak yapıştırıyor yapıştırmasına ama milli duyguları çok güçlü. Kendileri, Türk bayrağını edep yerine sürdüğü için Britanyalı bir holiganı öldüren ve mahkemeye bayraklı tişörtle çıkan Türkiyeli holiganları canı gönülden destekliyor. Sanıkların ağır tahrik temelinde yaptıkları savunmalarını eleştiren bir gazeteyi hırsından yediğine ben şahidim. Bir ellerinde pompalı tüfek, diğer ellerinde Türk bayrağıyla Karadenizde feribot kaçıran askeri kıyafetli teröristlerin görüntüleri geldi birden gözümün önüne. TV'de bu haberi ilk gördüğümde Türk ordusu niçin böyle bir işe kalkışır ki diye az kafa yormamıştım. Sonradan bu adamların asker olmadıklarını, milli duyguları güçlü vatan evlatları olduklarını öğrenince rahatlamıştım. Onlar da iyi niyetli olmalıydılar ki, haklarında Türk bayrağını terörist bir eylemde kullandıkları için ayrı bir dava açılmamıştı. Şimdi daha iyi anlıyorum polislerin bu teröristlere karşı son derece nazik davranışlarının ve onları yargılayan mahkeme heyetinin sanıklar hakkında hafifletici neden bulmak için çırpınışının nedenini. Düstur, elde bayrak yürekte iyi niyet olsun da suç ne olursa olsunmuş demek.
Öyleyse ne yapmalı? Ne yalan söyleyeyim, yüksek sesle düşünmek hiçbir işe yaramadı. Hâlâ bayrağa karşı neyin suç olup olmadığını, bayrak asmanın ne anlama geldiğini, ne zamanlar ya da ne yaparken bayrak asıldığını ve hepsinden önemlisi bayrağın ne demek olduğunu net bir şekilde anlayabilmiş değilim. Bir anda asıl sorunumu nasıl da unutuverdim. Sahi ya bugün günlerden ne? Tabii ya, 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı kutladık geçenlerde. Belki evin sahipleri sökmeyi unutmuşlardır bayraklarını. Umarım öyledir. Zira aklıma dinlediğim kötü hikâyeler gelmeye başladı bile. Büyüklerim anlatırdı, 1955 yılının güz başlarını. Bazı evlerin ve dükkanların camlarında bayrak olduğunu, bazılarında da olmadığını. Umursamadıklarını. Ertesi günse umursamak zorunda kaldıklarını. Umarım unutulmuş bir bayraktan fazlası değildir. Korkularımın yersiz olduğunu düşünmek istiyorum. Bayraktan korkmanın yersiz olduğunu da... Ama ne gelir elden, unutmak çok zor. Belki de unutmamalı zaten. Yırtmaya korkuyorum takvimin yaprağını. 6 Eylül'e birkaç gün kaldı.
*MELİH ALTINOK: Yazar/Adım Sinema Derneği Başkanı