19 Haziran 2006Referans Gazetesi
Arap ülkelerinde demokratikleşmeye ilişkin reformlara dikkatimi çeken iki rastlantı oldu. Nisan ayında Lübnan’a Akdeniz Kalkınma Forumu toplantısına gitmiştim. Toplantının açılış konuşmasını yapan Lübnan Başbakanı Orta Doğu ülkelerinde reform gereksiniminin altını çizen bir konuşma yaptı. Gerek onun konuşması gerekse daha sonraki panellerde oluşan hava, Arap ülkelerinde, özellikle demokratikleşme yönündeki reformlarda pek de yol alınmadığını biçimindeydi. Haziran başında gittiğim Kuveyt’te ise 29 Haziran’da Ulusal Meclis için seçim yapılacak. Doğal olarak demokratikleşme bu ülkede gündemde. Önce, daha iyimser bir görümün hakim olduğu Kuveyt’ten söz edeyim.
Kuveyt ekonomisi üzerine notlar
Kuveyt küçük bir ülke. Yaklaşık 2.9 milyon nüfusu var. IMF’nin verilerine göre 2005 yılında GSYH’si 75 milyar dolar. Kişi başına geliri de 26000 dolar dolaylarında. Büyük petrol rezervleri var; Dünya ölçüsünde büyük petrol rezervine sahip bir ülke ve dünyanın önde gelen petrol üreten ülkelerinden birisi. Günde ortalama 2.5 milyon varil ham petrol üretiyor.
Dolayısıyla Kuveyt’în iktisadi sorunları bizden tümüyle farklı. Bir kere ülkenin nüfusu az. İkincisi ülkenin kaynak temin etmek gibi bir derdi yok. Petrol satarak istediği kadar gelir elde edebiliyor. Ama bunun ilelebet sürmeyeceğinin de farkında. Ne de olsa ülkenin petrol rezervi, büyük de olsa, sınırlı. Dolayısıyla bu geliri petrol rezervleri izin verdiği ölçüde elde edebilecek. Bu durumda ülkenin sorunu bu gelirden olabildiğince tasarruf edip, bunu ileride sürekli gelir getirecek ülke içi ve dışı projelere yönlendirmek. Kuveyt’ten Türkiye’ye yönelen ilginin nedeni de bu. Türkiye, Avrupa Birliği'ne yakınsamasının istikrar kazanması durumunda, hem yüksek getiri ve hem de güvenilirlilik koşullarını sağlayacağı için Kuveyt için çekici bir yatırım seçeneği olarak ortaya çıkıyor.
Bu sorunların kamu maliyesine nasıl yansıdığını görebilmek için Kuveyt’in bütçesine bir göz atalım: National Bank of Kuwait Economic Brief nisan 2006 sayısında verilen rakamlara göre, Kuveyt 2005/6 bütçesini hazırlarken 2.6 milyar Kuveyt Dinarı (1 Kuveyt Dinarı yaklaşık 3.46 ABD doları) açık olacağını bekliyormuş. Ama mart ayı sonunda biten mali yıla ilişkin geçici sonuçlar 8.6 milyar Kuveyt Dinarı (yani bütçe gelirlerinin yüzde 62'si kadar) fazla verdiğini gösteriyor. Bunun temel nedeni de petrol fiyatlarındaki artış nedeniyle bütçede neredeyse tek gelir kalemi olan petrol gelirlerinin (toplam gelirler içindeki payı 95) yüzde 60 artmış olması. Ama bunun yanı sıra, bu sonucun elde edilmesinde bütçe harcamalarının bir yıl öncenin aynı dönemine oranla sadece yüzde 4 artmış olmasının da önemli bir katkısı var. Bütçe fazlasının 1.4 milyar Kuveyt Dinarlık kısmı, gelecek nesiller fonuna ayrılmış. Bütçe disiplini denilen bu olsa gerek.
Kuveyt seçimleri ve kadınlar
Kuveyt seçime hazırlanıyor. 29 Haziran 2006’da yapılacak olan 50 kişilik Ulusal Meclis üyeliği seçimleri için 402 adayın baş vurduğu açıklandı. Bunlardan 32'si ise kadın. Kadınların Ulusal Meclise seçilmelerine Kuveyt tarihinde ilk kez bu seçimde olanak sağlandı. Kuveyt’te 340.000 seçmen var. Bunların 195.000i, yani yüzde 57'si, kadın. Bakalım ne olacak?
Kuveyt’te Ulusal Meclis, geçen ay Emir Şeyh Sabah El-Ahmet El-Sabah tarafından feshedilmişti. Bunun nedeni de seçim reformları konusunda reformist milletvekilleri ile hükümet arasında anlaşmazlık çıkmasıydı. Bu anlaşmazlık da ilginç bir konudan çıkmıştı. Hükümetin desteklediği seçim yasası teklifinde ülke 10 seçim bölgesine ayrılıyordu. Reformist milletvekilleri “oy satın alma” gibi yolsuzlukların önlenmesi için seçim bölgesi sayısının 5’e indirilmesini öneriyorlardı. Bu konu çözülemediğinden 29 Haziran 2006'da yapılacak seçimlerde eski seçim yasası uygulanacak. Bu yasa ise ülkeyi 25 seçim bölgesine ayırıyor. Sonuçta, mevcut durumu iyileştiren, ancak reformcuların istediği kadar ilerleme sağlamayan bir düzenleme üzerinde anlaşma sağlanamadığı için, reformcular açısından daha olumsuz koşullarda seçim yapılıyor.
Acaba reformcular için uzlaşmış olmak mı daha iyi olacaktı yoksa bu durum mu? Doğrusu bu sorunun yanıtı o kadar açık değil. Eğer bu seçimde reformcuları rahatsız eden yolsuzluklar olmazsa zaten ortada ciddi bir konu yok demektir. Reformcular seçimin sonucunu kabul etmek durumunda kalacaklardır. Eğer seçimlerde yolsuzluk olursa ve bu nedenle reformcular kayba uğrarlarsa, bu onlar için uzlaşma yapmamanın maliyeti olacak.
Ancak, olayı başka bir biçimde de yorumlamak olanaklı. Reformcular stratejik düşünerek hareket etmiş olabilirler: Bu seçimler eğer 25 seçim bölgesinde yapılırsa, seçim yolsuzlukları o kadar çok olabilir ki, kamu vicdanı bundan rahatsız olur. Seçimler yasal olarak geçerli olsa bile, yeni Ulusal Meclis gerekli saygınlığı sağlayamaz. Böylelikle seçim sistemi reformcuların istediği biçimde değiştirilir ve seçimler yenilenir. Yani reformcular bu seçimi kaybederek kazananları da bir Pirus zaferine mahkum etmeyi hedeflemiş olabilirler. Bakalım ne olacak?
Tabii bunları yazarken aklıma, Türkiye’deki seçim sisteminin adaletsizliği geldi. Herkesin bunu görmesine rağmen “enayi olmadığı” gerekçesiyle düzeltmemesi ne sonuç getirecek?
Arap dünyasında reformlar duraklıyor
Kuveyt’teki bu seçimin ülkenin siyasal tarihinde önemli bir yer tutması olasılığı var. Bu göz önüne alındığında demokratikleşme açısından olumlu yönde bir adım olarak düşünülebilir. Buna karşılık, Arap dünyasının kalanına bakıldığında demokratikleşme yönünde fazla bir hareket görünmüyor. Bu durum da Arap aydınlarının ilgisini çekmekte. 5 Haziran 2006 tarihli Kuwait Times gazetesinde bu konuda çeşitli Arap yazarlarının görüşlerini derleyen bir yazı yayınlandı. Bu yazıda şu ilginç saptamalar yer alıyor:
Arap dünyasında demokratikleşme yönünde reform istekleri yeni değil. Ama dünyanın kalanına göre oldukça cılız kalmış girişimler. Bu konuyu gündemde ön plana çıkaran 11 Eylül olayından sonra ABD'nin Arap ülkelerinde demokratik reformları destekleme (ya da zorlama!) yönündeki gayreti oldu. ABD’nin, bunca yıl pekala yakın işbirliği yapmış olduğu Arap ülkelerindeki yönetimlere birden bire demokratikleşmeyi anımsatmaya başlamasının arkasında yatan temel neden, demokratik olmayan bu yapıların 11 Eylül saldırısını yapan zihniyetin yeşermesine olanak sağladığı görüşü. ABD bu nedenle Arap ülkelerindeki demokratik reformların öncelik kazanmasını istediğini saklamıyor da.
Böyle bakıldığında ABD'nin bu girişiminin arkasında yatanın Arap ülkelerinin siyasal sorunlarına çözüm arayışlarına katkıda bulunmak olmadığı, kendini koruma kaygısından bu yola gittiği anlaşılıyor. “Ne fark eder, sonuçta Arap ülkelerinin demokratikleşme çabaları desteklenmiş olmuyor mu?” diye düşünebilirsiniz. Galiba sonuca ulaşabilme şansı açısından fark ediyor. Şöyle ki:
Önce olaya ABD tarafından bakalım. Londra’da yayınlanan El Hayat’în yazarlarından Lübnan’lı Hazem Sagiheh’e göre, ABD aradan geçen süre içinde Arap dünyasına demokrasi getirme hevesini kaybetti. Bunun temel nedeni de Irak bataklığı içine gömülmüş olması. Irak’ta düşlenen istikrarın sağlanamaması, giderek olayın içinden çıkılamaz bir insanlık trajedisine dönüşmesi, ABD’nin başka ülkelerin sorunlarını çözmede başarılı olabileceğine ilişkin kendine olan güvenini de yitirmesine yol açtı. ABD’nin Irak macerasını savunanların ortaya sürdükleri ABD’nin II. Dünya Savaşından sonra Japonya ve Almanya’ya, makul bir sürede demokrasiyi getirdiğinden hareket eden düşüncenin geçerli olmadığı çabuk anlaşıldı.
Buna bir de Arap dünyasında son dönemde yapılan seçimlerin ABD için bir düş kırıklığı yaratmasını da eklemek gerekiyor. Filistin’de seçimi Hamas kazandı. Mısır’da Müslüman Kardeşler, bir parti olarak örgütlenip seçime girememesine rağmen, meclisteki sandalye sayısını 6 katına çıkarmayı başardı. Böylece, Arap dünyasındaki demokratikleşme sürecinin ilk görüntüsü ABD karşıtı (ya da ABD’nin hoşlanmadığı) grupların iktidara yönelmeleri oldu. Bu da ABD’nin Arap ülkelerine demokrasi getirme şevkini kıran bir başka unsur oldu. Tabii bu durumda da demokratikleşme yönünde ilerlemeye zaten pek istekli olmayan mevcut Arap rejimleri, bekleneceği üzere, ABD baskısından kurtulduklarını fark eder etmez, kendi yollarına devam etmeye başladılar .
Tabii olayın bu bir yönü. Öte yandan da Arap ülkelerinin iç siyasal dinamiklerinin ne yönde geliştiğine bakmak gerekiyor. Arap düşünürler bu açıdan da pek ümitli görünmüyorlar. Bunun nedeni de reformcuların pek de kendilerine konulan bu ismi hak etmemeleri, daha çok “fırsatçı” sayılabilecek bir konumda olmaları. Suudi Arabistan’lı yazar Süleyman El-Hattlan diyor ki:
“Reformcular Suudi Arabistan’da saygınlık kaybetti. Çünkü, enerjilerini 'aşırı'ların temizlenmesine yönelttiler. Ama mevcut yolsuzluklar üzerine gitmeyi ya da hükümetin işleyişine ilişkin eleştiri yapmaktan çekindiler. Sonuçta, hükümet liberalleri İslamcılara karşı mücadelede kullandı.”
Kriz bittiğinde ise durum değişmemişti, liberaller ülkelerin süre gelen sorunlarına yönelememişlerdi. Lübnan’lı yazar Hazem Sagiheh kritik sınamanın “Arap dünyasının meşru laik güçleri geliştirip geliştiremeyeceğine bağlı olduğunu” söylerken pek iyimser değil. Ondan daha iyimser olan Mısırlı yazar Salama Ahmet Salama bile “az farkla hala ilk karedeyiz” diyor.
Kuveyt’teki 29 Haziran seçimine ilişkin iki detay bilgi:
1) Feshedilen ulusal meclisin 50 üyesinden 47'si tekrar aday oldu. Olmayan üç kişi ise Kuveyt Emiri'nin mensup olduğu Sabah ailesinden. Kuveyt Emiri aile fertlerinin secim oyunları içinde olmasını istememiş.
2) Seçime giren kuvvetli bir grup, daha önceki mecliste 15 sandalyeye sahip olan İslamcılar.