12 Haziran 2006Referans Gazetesi
7 Haziran 2006 tarihli Para Politikası kurulu kararına verilen tepkilerde “şok” kelimesi çok kullanıldı. Şok, “kişide...beklenmedik bir olay[ın] yarattığı....birdenbire gelişen karmaşık belirtilerin tümü” [Ali Püsküllüoğlu:Türkçe Sözlük, İstanbul: YKY, 1995.] olarak tanımlanıyor. Ben doğrusu bu kararın niçin “şok” olarak nitelendirildiğini anlamadım. Bu kararın önemli olduğu ve TCMB’nin görevini yerine getirdiğini düşünüyorum. Ama alınan karar niçin “şok” yaratmış olsun ki? TCMB Başkanı Para Politikası Kurulunu “olağanüstü” toplantıya çağırdığını daha önce açıklamamış mıydı? Herhalde bunu kurul üyeleri birbirleriyle tanışıp, karşılıklı çay içsinler diye yapmadı. Kurul da böyle bir toplantı yaptığında ne karar alabilirdi? “Yapacak bir şey yok” diyecek değildi ya. Tabii ki faizi artıracaktı. O halde faiz artırılması kararında bir şok yok. Geriye artış miktarı kalıyor. Bunu da anlamış değilim. TCMB borç verme faiz oranını yüzde 16,25’den yüzde 18'e yükseltti. Yani yüzde 10,77 oranında artırdı. Peki bir gün sonra, 8 Haziran 2006’da AB Merkez Bankası, Euro Bölgesi faizlerini 0.25 puan artırarak yüzde 2.75’e çıkardı. Artış oranı yüzde 10. Yani aşağı yukarı bu iki artış oranı aynı. Niçin bizdeki artış oranı “şok” oluyor da AB Merkez Bankası'nınki olmuyor? Galiba, insanlar bazen beklenen, ama istemedikleri, bir olay ile karşılaştıklarında, bunu itiraf etmek yerine bu olayın olağanüstü olduğunu söyleyip rahatlama yolunu seçiyorlar.
Faiz artırma kararının anlamı
TCMB sadece borç verme faizini artırmadı, kendisinin borçlanma faizini de yüzde 13.25’den yüzde 15 e yükseltti. Bu artış oranı daha yüksek yüzde 13.21. Özetle TCMB, bankalara “benden kaynak istiyorsanız yüzde 10,77 daha yüksek faiz vereceksiniz, ama paranızı bende tutmak isterseniz ben eskiye oranla yüzde 13.21 daha yüksek faiz veriyorum” dedi. Sayın Uğur Gürses’in Radikal gazetesinde 9 Haziran 2006 da yayınlanan "Hemen Etki Beklememeli", başlıklı yazısında bekleyişlerin bir ayı biraz aşkın bir süre içinde ne kadar bozulduğu üzerinde duruluyor. Yazıda verilen grafikte verim eğrisinin 6 ay ve daha uzun vadeye ilişkin kısmının bu kadar kısa bir zaman içinde yaklaşık 4 puan sıçrayarak yüzde 18 dolaylarına oturduğu görünüyor.
Peki bu hızlı bozulma neden oldu? Bir görüşe göre bunun büyük ölçüde nedeni dünyadaki gelişmeler, yani dışsal bir olay. Türkiye ekonomisinin dünya ile bütünleşme biçimi ve düzeyi hakkında, bu görüşü savunanlar kadar iyimser olmadığım için bu değişmenin büyük ölçüde Türkiye’nin kendi dinamiğinden kaynaklandığını düşünüyorum.
İhmal ve hatalar
Buna karşılık, dış gelişmelerin mayıs ayında tanık olduğumuz dalgalanmaları tetiklediği görüşüne katılırım. Ama bence olay şuna benziyor: Küçük çocuk, babasının tabancasını bulmuş oynarken tetiğe basmış, mermi de evdeki değerli bir vazoya çarpıp onu kırmış. Vazonun kırılmasına çocuğun tetiğe basmasının yol açtığı doğru. Ama tabancanın dolu olması, emniyetinin açık olması ve çocuğun bulabileceği bir yere bırakılması gibi ihmal ve hataların bu olaya katkısı daha mı az, daha mı çok?
TCMB faizi artırma yoluna gittiğinde, dünyayı düzeltmeye kalkmıyor tabiatıyla. Yaklaşık bana yakın düşünüyor olmalı ki, yurt içindeki karar alıcıları etkilemeye çalışıyor. Bankaların, TCMB’nin faiz artırması kararını dikkate aldıklarında bunu kendi fiyatlama kararlarına yansıtmasını bekliyor.
Bu durumda ne olacak? Bankaların kullandırdıkları kaynakların (yani kredinin) faizi yükselecek. Bu da, normal koşullarda, kredi talebini düşürecek. Yani kredi kullananlar bazı projelerini durduracaklar, bazı alımlarını iptal edecek ya da erteleyecekler. Böylelikle ekonomide toplam talep artışı sınırlanmış olacak. Toplam sunumda fazla değişiklik olmadığı varsayımı altında bu da enflasyonist baskıların zayıflamasına yol açacak. TCMB, bir yandan böylelikle toplam talebi artıran sürecin finansmanına olan katkısını kısarken, öte yandan da borçlanma faizini yukarıya çekerek, bankaları da aynı yönde hareket etmeye özendirmeye çalışıyor.
Artırımın mantığı
Aşağıdaki Grafik 1’de Merkez Bankası Parası (üstte giden seri) ve Rezerv Para (altta giden seri) büyüklüklerinin 2003 yılı başından bu yana seyri veriliyor. Merkez Bankası parası TCMB’nin “ekonomideki diğer birimlere olan Türk parası cinsinden yükümlülüklerini” göstermektedir. Bunu bir ailenin bankadaki mevduat hesabına benzetebiliriz. Aile harcama yapacağı zaman bunun bir kısmını çeker kullanır. Kalanı da bankada durur. Banka, paranın çekilmemesini istiyorsa, o zaman mevduat faizini yükseltir. Buna karşılık, müşterilerini mevduatlarının üstünde kaynak kullanmaya özendirmek istiyorsa, onlara düşük faizle kredi kullanma yolunu açar. İşte TCMB’nin açık piyasa işlemleriyle yaptığı da budur.
TCMB bilançosu 2005’in son çeyreğinin başından beri, banka sisteminin büyüme hızından daha fazla büyümekte. Bunun aktifteki nedeni de dış varlıkların artması. Yani döviz rezervi artıyor. Peki bu nasıl karşılanmış? Büyük ölçüde Merkez Bankası Parası genişlemesi yoluyla. Yani TCMB, ekonomideki çeşitli birimlere YTL cinsinden borçlanmış. Bu borçlanmanın görece hızlı artan kalemi ise emisyon. Özetle, TCMB Döviz rezervlerini güçlendirmiş, ama bunun karşılığında emisyon artmış. Ama bu iki rakam birbirini karşılayacak düzeyde değil. Çünkü, TCMB emisyon artışının önemlice bir kısmını da açık piyasa işlemleri yoluyla piyasadan çekmiş. Böyle olunca da Şekil 1’de görüldüğü üzere, Merkez Bankası Parası hızla artarken, Rezerv Para artışı sınırlı kalmış. (Rezerv Para, Merkez Bankası Parasından Kamu Mevduatı ve Açık Piyasa İşlemleri çıkarılarak ulaşılan büyüklük. Kamu mevduatı kamu kesiminin gereksinimine bağlı olarak değişen bir kalem. Yani TCMB’nin denetiminde değil. Bu nedenle TCMB’nin Merkez Bankası parası veri iken Rezerv Parayı etkileyebilmesinin tek yolu açık piyasa işlemleri...) Bu önemli mi? Evet, çünkü rezerv para toplam iç talebin finansmanını sağlayan parasal büyüklükler (M2, M2Y gibi) üzerinde çok daha etkili. Onun için TCMBnin bu büyüklüğü denetlemeye çalışması doğal.
TCMB bunu nasıl yapıyor? Açık piyasa işlemleriyle bankaların ellerindeki parayı TCMB’de tutmaları karşılığında faiz vererek. Şekil 2’de TCMB’nin açık piyasa işlemelerinden olan yükümlülükleri veriliyor. Görüldüğü üzere, TCMB 2005 yılının son çeyreğinden itibaren Rezerv Para artışını belli sınırlar içinde tutabilmek için açık piyasa işlemleri yoluyla giderek daha çok para çekmek zorunda kalmış.
Demek ki sorun ithal değil, yerli...
Bütün bunlar TCMB’nin para politikasını sürdürmede sıkıntıyla karşılaşmaya başlamasının dünyadaki dalgalanmadan çok daha önce başladığını göstermiyor mu? Sıkıntımız, dünyada dalgalanma olmadığı zamanlarda TCMB bilançosuna yansımaya başlamış değil mi? O halde, sorunun çözümünü de “dünya hele bir durulsun” diye geçiştirmeye kalkmanın anlamı yok. TCMB’de böyle düşünüp doğru yolda adım attı. Mevcut faiz oranlarıyla Rezerv Parayı yeterince denetleyemediğini düşündüğü için Para Politikası Kurulunu topladı ve faiz artırımı kararını aldı. Bundan sonra neler olabileceğini TCMB’nin bu karara ilişkin basın bildirisindeki iki paragrafın yazılış biçimindeki çarpıcı farklılıktan çıkarabiliriz. Karardan sonraki ilk paragraf son derece anlaşılabilir bir dille yazılmış: “Enflasyon hızlanmaya başladı. Kurlardaki hareketlenme de bu sürece katkıda bulunacak. Bu durumda faizleri artırıyoruz”. Ama bunu izleyen ikinci paragraf bulanık: Çünkü, konu faiz artışının devam edip etmeyeceği. TCMB tabiatıyla yalancı konumuna düşmek istemiyor, ama piyasa oyuncularının keyfini iyice kaçırmaktan da kaçınmaya çalışıyor. Onun için bu paragraftan pek bir şey anlaşılmıyor. Özet değerlendirmenin de bu durumu değiştireceğini sanmıyorum.
Kura Müdahale ve Önümüzdeki Dönem
Öne takıldığım bir noktayı vurgulayayım. Bu günlerde TCMB’nin kura müdahale edeceğine ilişkin yapılan resmi açıklamaları da anlamakta zorluk çekiyorum, doğrusu. Kendi hesabıma “serbest dalgalanan kur” fikrinden pek hoşlanmıyorum. Bizim gibi ülkelerde “ettiği hayrın, ürküttüğü kurbağaya değmediğini” düşünüyorum. Özellikle son yıllarda yapılan çalışmalar da bu yönde sonuç veriyor. Ama birden bire TCMB Başkanı'nın herhangi bir nitelendirme yapmaksızın “gerekirse dövize müdahale ederiz” demesini de garipsedim doğrusu. Döviz kuru rejimi mi değişti? Yoksa, TCMB Başkanı, “döviz piyasasına para politikası bağlamında müdahale edilmesi gerekiyorsa, bunun için TMSF adı altında yeni bir merkez bankası yaratmaya gerek yok, biz yaparız” mı demek istedi?
Gelelim önümüzdeki döneme: Enflasyonun yükselmesini önleyebilmek için yapılması gereken iç talebin denetlenmesi. TCMB’nin attığı adım bunun için yeterli olabilir mi? Ayak üstü, hesap yapmadan yanıt verilecek bir konu olmadığı açık. Ancak, bazı noktalar dikkat etmek gerekiyor. Bunlardan ilki, siyasilerin TCMB’nin bu kararından yana oluklarını söylemelerinin kararın etkinliğini artırmayacağı. Onların görevi “İleri, hücum” emrini veren komutanın arkasına dizilip “bravo komutanım, o ne güzel sesti öyle” diye alkış tutmak, ya da “bu kriz değil türbülans” diye kendi kendilerini teskin edenler korosuna katılmak değildir.
Maliye politikası alanında yapılacak şeyler vardır. Bazı harcamaları durdurmak ya da ertelemek (unutmamak gerekir ki ekonominin bu önlemelere tepki olarak yavaşlaması, en erken 2006nın son çeyreğinde söz konusu olabilir), böylece hükümetin olayın farkında ve içinde olduğunu kanıtlamaktır. Öte yandan Avrupa Birliği sürecinde önemli sorunlar olduğu ve bunların iktisadi karar birimleri için ciddi belirsizlik kaynağı oluşturduğu açıktır. Bu konuda hükümetin tavrının ve programının açıklığa kavuşması gerekir. Tabii akla şu gelebilir: AB ile olan ilişkiler stratejik davranış gerektiriyor. Kıbrıs sorununa ilişkin belli bir gelişme hükümeti belli bir tavrı almaya itecektir. Bunlar da önceden kamu oyuna açıklanabilir nitelikte değildir. Doğrudur. Bu konuda yapılması gereken bir Avrupa/Kuzey Amerika demokrasisinde olduğu ölçüde kamu oyunu bilgilendirmektir, fazlası değil. Ama o noktanın gerisinde olduğumuzu düşünüyorum. Ancak iktisadi kararlar açısından daha önemli olanı, Türkiye’nin AB süreci içinde yapması gereken reformları yapmakta kararlı olduğunu inandırıcı bir biçimde ortaya koyması, yani işin bir tarafından tutup uygulamaya başlamasıdır. Sanırım son bir yılın iktisat politikasının en aksayan yönü buydu.