Laikçi cephe bizi Kuzey Kore yapmak istiyor

-
Aa
+
a
a
a

5 Haziran 2006,Radikal Gazetesi

NEDEN? Temel İskit Türkiye AB yolunda istekli adımlarını atarken, toplumda bir heyecan ve özgüven vardı. Herkes geleceğe belli bir güven içinde bakıyor, ülkenin geçmişteki siyasi ve ekonomik krizlerden artık kurtulduğuna inanıyordu. Dünyayla ilişkilerimiz barışçı bir eksende ilerliyor, sorunlar tek tek çözülüyordu. Türkiye, Avrupalıları da şaşırtan bir hızla demokrasisini geliştirip çağdaşlaştırıyordu. Toplumdaki bu huzur, hükümetin Avrupa Birliği yolunda hızını kesmesi ve AB'ye mesafeli durmasıyla birlikte bozulmaya başladı. Ülkenin her yanında çeteler ve hukuksuzluk fışkırırken, bombalar patladı, suikastlar düzenlendi. Türkiye bir anda siyasi ve ekonomik açıdan bir belirsizlik içine girdi. Geçmişte AB Genel Müdürlüğü de yapan eski Brüksel Büyükelçisi emekli diplomat Temel İskit'le Türkiye'nin dünyayla ilişkilerini, dış politikadaki hatalarının neye mal olacağını konuştuk. Türkiye hem siyasi hem ekonomik sorunlar yaşadığı bir döneme girdi. Bu çalkantıların en önemli nedeninin hükümetin AB politikasından uzaklaşması olduğunu söyleyenler var. Hükümetin AB politikalarına eskiye kıyasla daha mesafeli olduğuna katılıyor musunuz? Katılıyorum. Sekiz ay önce 3 Ekim'de AB'den müzakerelere başlama tarihi alındı. Bundan sonra toplumda AB heyecanının azalması normaldi ama AKP'nin AB ivmesini sürdürmesi lazımdı. AKP bunu yapmadı. AB üyeliği konusunda hızını ve isteğini, niye kaybetti hükümet? Türkiye'nin AB üyeliğinin, bu ekibin çok da içinden geldiğine emin değilim. Bir siyasi parti olarak AKP ve başta Başbakan olmak üzere AKP'li yöneticiler, AB üyeliğini içlerinden gelerek kucaklamıyorlar. Onlar AB'yi siyasi gereklilik olarak istiyor. Çünkü şunun farkındalar. AKP'nin dış meşruiyete ihtiyacı var. AKP'nin dış meşruiyeti de Amerikan desteğidir ve AB'ye üyelik sürecidir. Çünkü AKP'li yöneticiler henüz ülkede askeri ve sivil bürokrasiye yaranmış; onların desteğini almış değiller. Ayrıca AKP'li yöneticilerin AB üyeliği hakkındaki bilinci de çok gelişmiş değil. Çünkü AB üyeliğinin felsefesini kavramadılar. AKP'li yöneticilerin kültürleri AB üyeliğine direniyor. AKP hükümetinin AB konusunda eskisi kadar istekli görünmemesi ve toplumda da AB konusunda yeni bir heyecan dalgasının oluşmaması hükümetin siyasetteki gücünü azaltıyor mu? Azaltıyor. Bakın... AKP'nin aldığı oyların hepsi eski İslamcıların oyu değildi. AKP, AB sayesinde geniş bir kitleden oy aldı. Ben son yerel seçimde AKP'ye oy verdim. Çünkü AKP AB'yi destekledi. Dolayısıyla AKP'nin iç meşruiyetinin ve siyasi gücünün büyük kısmının İslamcılıkla alakası yok. Bilakis bu gücün, Türkiye'yi değiştirmekle, ülkeyi Batı'ya ve hukukun üstünlüğü gibi yeni değerlere eklemlemekle alakası var. Şimdi AKP'nin, İslamcı tabanının isteklerini takip etmesi, ona büyük prestij ve oy kaybettirir. Nitekim laikçi cephenin AKP'ye en büyük tenkidi 'Bunlar takiye yapıyor. Bunların gizli gündemleri var' iddiası değil mi? AKP, AB'den uzaklaşmakla ve toplumda yeni bir AB heyecanı yaratmamakla gizli gündem kuşkusunu kendi elleriyle artırıyor. Başbakan, belediye başkanlarına 'O gömleği giymeyin' gibi laflar ediyor ama AB'yle ilişkileri lafla kurtarmanın çok ötesine geçildi artık. Bir şeyler yapılması lazım. Türkiye AB'den vazgeçer mi? Vazgeçemez. Türkiye'ye AB üyeliği dışarıdan empoze edilecek sonunda. 'Biz büyük Türkiye'yiz. Başka seçeneğimiz nasıl olmaz?' lafları palavradır. Türkiye'nin coğrafya, tarih ve bir ölçüde kültür açısından AB'den başka seçeneği yok. Hele hele ortaya çıkan son çeteler , Türkiye'nin AB'ye yani hukuk devleti kurma projesine çok daha fazla ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Aslında AB, Türkiye'nin üzerine örtülmüş olan şalı kaldırdı ve toplumdaki bütün hastalıkları ortaya serdi. Çeteler eskiden de vardı, şimdi su yüzüne çıktı. Bu ülkede bir nevi derebeyi gibi güçleri olan jandarma komutanları vardı. Tabii ki her devletin asker ve sivil bürokrasiye ihtiyacı var ama hukuk çerçevesinde bir bürokrasiye ihtiyacı var. Eğer AKP'nin yöneticileri 'çılgın' değilse, AB projesini sürdürürler. AB projesini sürdürmezse iktidarı kaybeder AKP. AB politikalarına mesafeli durmak, Türkiye'de yaşanan son çalkantıların en azından psikolojik nedeni olabilir mi? Son çalkantılar, daha çok din temalarının işlenmesinden, AKP'nin din vurgusunu artırmasından ötürü çıkıyor. Bakın... AB sürecinde getirdiği olumlu değişikliklerden ötürü toplumun bir kesimi AKP'yi içine sindiremedi. 'Kızılelma koalisyonu, ulusalcılar' denilen AB karşıtları, AKP'nin ayağının sürçmesi için fırsat bekliyordu. AKP bu laikçi cephenin eline 'laikliğin tarifini yeniden yapalım', 'türbana Danıştay değil, ulema karar versin' diyerek malzeme vermeye devam ettikçe, Türkiye'deki istikrarsız ortam büyüyor şimdi. Laikçilerin istediği buydu. AB karşıtları AKP'nin tartışmayı din temalarına sürüklemesinden, İslam'ı vurgulamasından çok memnunlar. Çünkü onların Türkiye'ye biçtikleri bir gelecek yok. Onlar sadece Batı'ya kapalı otoriter bir rejim istiyorlar. Türkiye, Kuzey Kore olsun istiyorlar. AB dışındaki ittifaklarla burayı Kuzey Kore'ye çevirmek istiyorlar. Peki AKP arkasında AB desteği olmadan demokratik adımları eskisi kadar kolay atabilir mi? Atamaz ve belki de atmaz. Benim 41 yıllık devlet tecrübem dış dinamik olmadan bizim pek kımıldamadığımız yolundadır. Bugün Türkiye için dış dinamik AB'dir. Bu dış dinamik olmazsa biz öyle ortada kalıveririz. Terörle Mücadele Kanunu, siyasi iktidarın demokrasi konusunda da eskisi kadar istekli olmadığını gösteriyor. Halbuki, demokrasi zayıflarsa bunun acısını ilk çekecek olan siyasi iktidar. Sizce AKP bu gerçeği görmüyor mu? Bu istek meselesi değil, bilgisizlik sanki. AKP'nin çok iyi teknisyenleri yok kanımca. Değişen dünyayı, terörizmle insan hakları konularının ilişkisini, demokrasi lehine nasıl çözülebileceğini tahlil edebilecek bir kadroya sahip değil AKP. Bakan Ali Babacan'ın önceliği ekonomiye verdiği için başmüzakereci olarak AB'yle ilişkileri gerektiği kadar etkili götürmediği söyleniyor. Katılıyor musunuz? Katılıyorum. Benim AB süreci konusunda epey tecrübem oldu. Baş çok önemlidir. Süreci itecek olan olan baştır. Başta en ufak bir ilgisizlik ve yetersizlik derhal alttaki bürokratta süreçle ilgili ilgisizlik başlatır. Babacan için bu kadar ileri gitmek istemiyorum ama başmüzakerecilik konusunda bir boşluk olduğu ortada. Babacan başmüzakereci olarak daha çok görünmeli ve konuşmalı. Bir aileye katılmak istiyorsunuz ve o ailenin fertleriyle her gün konuşacaksınız. Öteki baş müzakerecileri biliyorum. Prag'da büyükelçiyken Çekoslovak başmüzakereciyle yakındım. Adam her an Brüksel'deydi. AB süreci uzaktan yaşanmaz, iç içe yaşanır. Çünkü AB'yle ilişkilerde hep bir pürüz vardır. Eğer pürüzleri sürüncemede bırakırsanız, bu pürüzler sorun haline gelir. Türkiye başmüzakerecisini değiştirmeli mi? Şimdi yapamaz. Türkiye'nin vitrinidir başmüzakereci. Durup dururken onu değiştirmek bozukluk olduğu anlamına gelir. Ama seçimlerden sonra bu yapılabilir. Babacan daha aktif olmalı. Çünkü AB sürecindeki yavaşlık ve isteksizlik artık hükümetin imajını kötü etkiliyor. AKP, AB politikasının seçimde kendisine oy kaybettireceğini düşünüyor olabilir mi peki? Düşünüyorsa, yanlış düşünüyor. Çünkü AB projesini reddedenin siyasi şansı yok bu ülkede. AKP türbanda AB'yle ilgili hayal kırıklığına uğradı. Şimdi seçimler yaklaştıkça kendi tabanına selam veriyor. Ama selamı da tam veremiyor. Baksanıza Başbakan'a bir selam veriyor, bir selamı geri alıyor. Bunu da politika zannediyor. Eğer Türkiye'nin AB'den başka seçeneği yoksa, bu süreci kucağında bulan her partinin muhalefetteyken karşı çıksa bile iktidardayken bu süreci götüreceği düşünülemez mi? CHP, AB üyeliğini yürütemezdi. Gerçi bugün hiçbir kitle partisi AB'ye karşıyım diyerek oy alamaz, AB'den vazgeçtim diyemez. Derse, büyük oy kaybeder ama... Asker-sivil bürokrasinin siyasi uzantısı şeklinde AB'ye yaklaşan CHP de açıkçası AB işinin içinden çıkamaz. Çünkü asker ve sivil bürokrasi AB üyeliğine büyük direnç gösteriyor. Sebebi de, 'Biz hâlâ genç bir cumhuriyetiz' düşüncesi. Cumhuriyet kurulalı 80 yılı geçti. Gerçekten Cumhuriyet hâlâ genç sayılabilir mi? Genç kaldık diyelim. Çocuk kaldık biz. Hep şu havayla yaşıyoruz. 'Düvel-i Muazzama'ya karşı yazılmış bir destanımız var bizim' diyoruz. Aslında biz sadece Yunanlıları yendik ama kendimizi Düvel-i Muazzama'yı yendik diye görüyoruz. Dünyanın ilk bağımsızlık mücadelesini veren bir ülke olarak görüyoruz kendimizi. Böyle görmenin sonucunda da acaba bölünür müyüz diye korkuyoruz. Biz AB'yle ilişkide de 19'uncu asırda Düvel-i Muazzama'yla olan ilişkideki gibiyiz. Cumhuriyet'in doğuşu hikâyesi dış politikamızı hep etkiledi ve temel unsuru oldu. Bizim dış politikamızdaki birinci yanlışlık, dünyaya ve özellikle Batı'ya kuşkuyla bakmaktır. 'Batı'ya karşı bağımsızlığımızı kazandık, ihtiyatı bırakmamalıyız' diyoruz biz. İkinci yanlışlığımız ise Türk diplomasisi ve Türk devlet adamları dış ilişkileri hiçbir zaman bir işbirliği zemini olarak görmediler. Dış ilişkileri hep 'al-ver' ilişkisi olarak gördüler. Dolayısıyla biz ya taviz alırız, ya taviz veririz. Bu da Osmanlı'dan kalmadır. Hangi açıdan? Osmanlı'da Kanuni'ye dek diplomasi (ülkelerarası ilişki) yok. Biz fütuhat yapıyoruz. Gidip alıyoruz ve mesele bitiyor. Fetret, çöküş devrinde ise gücümüz kalmadığından dış güce tabi oluyoruz. O zaman da taviz veriyoruz. Tarihe baktığımızda, bizim başka bir ülkeyle eşitler olarak karşılıklı oturup müzakere etme ilişkimiz yok. Bugün de, dış dünyayla ilişkilere daima taviz verip taviz alma, kim yendi, kim yenildi diye bakıyoruz. Dış dünyayla normal ilişki kuramıyoruz. Bir uluslararası anlaşmaya katılırsam nereden kazık yiyeceğim diye korkuyoruz. Halbuki bugünün dünyası artık işbirliğine ve 'kazan-kazan' denklemine dayanıyor. Ayrıca biz dış politikada her konuda hep haklı oluyoruz ve hiçbir sorunu çözemiyoruz. Ben haklı olmaktan bıktım, hakikaten yoruldum artık. Peki Dışişleri bürokrasisi de mi AB'ye kuşkuyla bakıyor? Biraz öyle. AB davasını benimsemiş olanlar var ama Dışişleri'nde genel olarak bağımsızlık savaşının travması hâkimdir. Dış ilişkilerde 'kazan kazan' felsefesi hâkim değildir. Kıbrıs meselesinin bu kadar haklı görülmesinin baş aktörlerinden biri Dışişleri'dir. Oysa biz kale komutanı değiliz, biz asker değiliz. Diplomatız biz. Bir işin olurunu bulmak ve Türkiye'nin dünyayla ilişkilerinde dengeli bir uzlaşı ağı yaratmak zorundayız. Kanının son damlasına kadar vatanın çıkarlarını asker korur. Ama bizde diplomatlar da kanlarının son damlasına kadar çıkar koruyorlar. Bu, Türkiye'nin çıkarına değil. Çünkü her dış sorun toplumun refahına bir gölgedir. Her dış sorun topluma negatif olarak yansır. O toplumun zenginleşmesini, gelişmesini engeller. Avrupa Birliği şu anda Türkiye'ye nasıl bakıyor? Türk toplum yapısının AB'ye uyumu konusunda kuşkuları var. Gerçi bu kuşku henüz AB metinlerine yansımadı ama kültürel uyumsuzluk onlar açısından çok önemli bir soru işareti. AB'nin ayrıca hükümetle de ilgili kuşkuları var. AB çevrelerinde son zamanlara kadar Türkiye bir İslam ülkesi olmasıyla ve medeniyetler çatışmasının aksini ispat edecek bir örnek oluşturmasıyla ön plana çıkarılıyordu. Türkiye'den söz ederken bir İslam vurgusu vardı. Çünkü bizim İslamımızla ilgili tereddütleri yoktu. Şimdi var mı peki? AB yetkilileri İslam ülkesi olma argümanını artık kullanmıyorlar. Çünkü endişe başladı ve 'Sen İslamsın ve senin İslamlığın işe yarıyor' demekten çekiniyorlar. AKP hükümetinin durup durup türban konusunu ve laiklik tarifini deşmesi onlarda kuşku yarattı. Türkiye'nin İslam'a kayıp kaymadığına dair bir endişe var. Oysa biz zihniyet değişimi gerektiren bir aday ülkeyiz. Bulgaristan'ın zihniyetini değiştirmesi gerekmiyor ama bizim gerekiyor. Türkiye'nin değişmemesi AB'yi huzursuz ediyor. Türkiye'de mevzuat değişiyor ama uygulama değişmiyor. AB ile ilişkilerimizin nasıl gelişeceğini düşünüyorsunuz? Bizi Amerika ve Batı bu süreçte ilerlememiz için arkamızdan itecek. Amerika çok önemli bir dış dinamik burada. Çünkü AB üyesi, demokratik, istikrarlı, ehli bir Türkiye'yi nereye çarpacağı bellirsiz, antidemokratik, vahşi bir Türkiye'ye tercih eder. Biz AB sürecinde ABD'den büyük destek aldık. Amerika, AB'nin rakibidir lafları boştur. Bunlar aynı ailenin, Batı dünyasının parçalarıdır. ABD, elinde Irak, İran, Çin gibi bu kadar çok ateş varken, müttefikliğini ıspat etmiş bir Türkiye'nin içinin karışmasını istemez. Türkiye'de artık darbe de söz konusu değildir. Artık bugünün dünyasında darbenin dış desteği yok. Dış destek olmadan da darbe yapılamaz. Darbe, Amerika'nın çıkarına değil. Türkiye, AB konusunda üstüne düşenleri yapmıyor. AB, kendi üstüne düşenleri yapıyor mu? Tam yapmıyor ama AB'nin üstüne düşen fazla bir şey de yok. Müzakere dediğiniz pazarlık değil ki. Türkiye'nin AB'nin müktesebatını üstlenmesidir bu. Türkiye çalışmak zorunda. Ama biz çalışmıyoruz, hatta direniyoruz. İhale Kanunu'nu bile çıkarmıyoruz. Çıkar çevreleri direniyor. Ama Türkiye er geç AB sürecinde ilerleyecek. Türkiye AB'den vazgeçerse parçalanır. Güneydoğu Türkiye'den kopar. Ülkenin bütünlüğünü korumasının garantisi AB sürecidir. Türkiye transformasyon geçirmeye ve AB'ye uyum göstermeye mecbur. 2010'un Türkiyesi kesinlikle daha iyi olacak. Geçenlerde Berlin'de Başbakan, vatandaşların türban konusundaki şikâyetleri üzerine büyükelçiye nezaket kurallarının dışında bir tepki gösterdi. Bu davranışı normal miydi? Normal değil. Hem Başbakan'ın şikâyeti doğru tahlil edemediği anlaşılıyor hem de konuyu büyükelçiye orada sormamalıydı. İrtemçelik ise çok doğru davrandı. Sizce diplomatlarımız bu olaydan sonra ne düşünmüştür? Tepki duydular. Ben de büyükelçilik yaptım. Osmanlı'dan beri vatandaş devleti sevmez ve devletin boşluğunu yakalamak, kendini haklı görmek için fırsat arar. Devletin, vali veya büyükelçi olsun, temsilcilerine kuşkuyla yaklaşır. Vatandaş kuşku duymakta haksız mı peki? Hiç haksız değil. Konuyu bu yüzden Osmanlı'dan aldım. Çünkü valiler de ceberuttur ve ezer vatandaşı, jandarma da ezer. Büyükelçinin vatandaşı ezecek gücü yok ama devletin temsilcisidir o. Eğer devletin temsilcisini başbakan azarlıyorsa, yani bir seçilmiş bir atanmışı azarlıyorsa, vatandaş keyiflenir. Vatandaş bu olayda da devlete tepkisini dile getirdi. Meşhur fıkradır. Bir vilayette en çok hangi valiyi seviyorsunuz diye bir anket yapılır. Cevap Hasan Paşa çıkar. 'Nereden çıkardınız bunu? Hasan Paşa diye bir vali yok' denir. Halk 'Hayır' der, 'biz Hasan Paşa'yı seviyoruz. O, kente gelirken yolda ölmüş.' En sevdikleri vali bu... Vatandaş ölmüş valiyi seviyor... Vatandaşın devlete yaklaşımı budur...